GÜMRÜK BİRLİĞİNİN TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE ETKİLERİ
1. GİRİŞ
Dünyada ve Türkiye’de ekonomik gelişmeler baş döndürücü bir hızla devam etmektedir. Günümüzde artan dünya ticaret hacmi ve gittikçe şiddetlenen rekabet ile birlikte, şirketlerin pazar paylarını yükseltme çabaları hızla artmaktadır. Bu rekabet ortamında ayakta kalabilmek uluslararası alanda başarılı olmaya bağlıdır. Bu durumdan en az kayıpla çıkmayı hedefleyen sanayileşmiş ve yeni sanayileşen ülkeler ekonomik güvenliklerine daha fazla önem vermeye başlamışlardır. Yaşanan globalleşme sürecinde uluslararası ticarette mal, miktar kısıtlaması gibi engellerin azaldığı ve bölgesel entegrasyonların güçlendiği görülmektedir. Ülkelerin konumları gerek küresel bazdaki organizasyonlarda (Dünya Ticaret Örgütü) yer almak ve gerekse bölgesel oluşumlara (Avrupa Birliği ve Gümrük Birliği) katılmakla sürekli değişmektedir. Bu bağlamda Avrupa ülkeleri arasında karşımıza çıkan en önemli ekonomik bütünleşme AB’dir. Çalışmamızın amacını, özellikle 1990 sonrasında belirginlik kazanan küreselleşme eğilimi ile birlikte ortaya çıkan bölgeselleşme hareketlerinin, bu hareketin bir parçası olarak Türkiye’yi nasıl etkilediğini tespit etmek oluşturmaktadır.
2. TÜRKİYE-AET ORTAKLIĞININ KURULMASI
Altı Batı Avrupa ülkesinin aralarında imzaladıkları Roma Antlaşması’nın 1958’de yürürlüğe girmesinin ardından, 1959 yılı Haziran ayında Yunanistan ve Temmuz ayında da Türkiye Topluluğa katılmak için başvurmuştur.
Türkiye’nin başvurusunu değerlendirmeye alan topluluk, uzun süren müzakereler sonunda, Türkiye’nin kalkınma düzeyinin tam üyeliğin gereklerini yerine getirmeye yeterli olmadığını bildirdi ve tam üyelik gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanmasını önerdi. Dönemin Başbakanı İsmet İNÖNÜ, güvendiği dostlarına bu ortak Pazar nasıl şey? İstiklal Savaşı ile kurtulduğumuz kapitülasyonları geri mi getiriyoruz? Türkiye’ye faydası nedir? diye sormuştu. Dinledikleriyle içi rahat ettikten sonra Türkiye ile AB ilişkilerinin temelini oluşturan Ankara Antlaşmasını imzalamıştı.
Türkiye ile AET arasındaki görüşmeler dört yıl sürmüş ve taraflar arasında bir ortaklık kurmuş olan Ankara Antlaşması, 12 Eylül 1963’te Ankara’da, Türkiye, Federal Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve AET adına Konsey temsilcileri tarafından imzalanmış, 01 Aralık 1964 tarihi itibariyle de yürürlüğe girmiştir.
Türkiye’nin ivedilikle AET’ye bağlanma isteğinin iki önemli nedeni bulunduğu zamanın Türk yetkililerince şöyle açıklanmıştır; “Türkiye, uzun dönemde, Batı Avrupa’da kurulabilecek siyasal bir birliğin dışında kalmak istememektedir. Öte yandan, Türkiye, gümrük birliği içinde Yunanistan’a verilecek ticarî tavizlerden de yoksun kalmamak amacındadır”.
3. AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞUNUN AMAÇLARI
AET'nin temel amacı, kurucu antlaşması olan Roma Antlaşması'nda, bir gümrük birliği ve giderek bir ekonomik birlik kurmak olarak belirtilmektedir. Bu amaçlar ışığında Roma Antlaşması'nın gerçekleştirmeyi öngördüğü çalışmalar şunlardır:
3.1. Üye devletler arasında gümrük vergilerinin ve dış alım dış satımda miktar kısıtlamalarının kaldırılması,
3.2. Üçüncü devletlere karşı ortak bir gümrük tarifesi ve ortak bir ticaret politikasının saptanması,
3.3. Üye devletler arasında kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlanması,
3.4. Tarım alanında ortak bir politikanın saptanması,
3.5. Serbest rekabetin sağlanması,
3.6. Üye devletlerin ekonomik politikalarının eşgüdümün ve ödeme dengesizliklerini önleyecek önlemlerin saptanması,
3.7. Ortak Pazar'ın işlemesi için gerekli olan sınırlar içerisinde ulusal mevzuatların birbirlerine yaklaştırılması,
3.8. İşçiler için Avrupa Sosyal Fonu kurulması,
3.9. Kalkınma alanında yardım için Avrupa Yatırım Bankası kurulması,
3.10.Ticareti artırma, ekonomik ve sosyal gelişme çabasını ortaklaşa sürdürmek amacıyla deniz aşırı ülke ve bölgelerin birleştirilmesi.
Topluluğun elde ettiği sonuçların, son yıllarda ayrıca bir siyasal Avrupa birliği kurulması arzusunu arttırdığı da gözlenmektedir. Nitekim üye devletlerin devlet ve hükümet başkanlarının imzaladığı 19.6.1983 tarihli Stutgart Bildirisi ile, bir siyasal Avrupa Birliği'nin kurulması son amaç olarak ilân edilmiştir. Bu amaca ulaşmak için de 1.7.1987'de yürürlüğe giren "Tek Avrupa Senedi" imzalanmıştır.
9-10 Aralık 1991 tarihinde Maastrich'de toplanan AT Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi "Avrupa Birliği Antlaşması" üzerinde uzlaşmışlardır. Böylece, Avrupa Birliği'nin hukuki temelleri atılmıştır. Maastrich Antlaşması ile üye ülkelerin oluşturdukları topluluğa, Avrupa Birliği adı verilmiş ve Roma Antlaşması metninde geçen AET ifadelerinin AT şeklinde değiştirilmesi esası getirilmiştir.
4. AET-TÜRKİYE ORTAKLIK SÜRECİ
1963 Ortaklık Antlaşmasında, Türkiye ile AET arasında "gümrük birliğinin gittikçe gelişen bir şekilde kurulması" için ortaklığın üç dönemden oluşacağı öngörülmektedir;
4.1. Hazırlık Dönemi :
1963 Ortaklık Antlaşması'nın 3 üncü maddesi, hazırlık dönemini; "Hazırlık döneminde Türkiye, geçiş dönemi ve son dönem boyunca kendisine düşecek yükümleri üstlenebilmek için, topluluğun yardımı ile ekonomisini güçlendirir." biçiminde ifade etmektedir.
Hazırlık döneminin amacı Türk ekonomisini AET ile bir gümrük birliğine geçmeye hazırlamaktır.Bu amaçla Topluluk, bu dönem içinde, Türkiye'ye birtakım ticarî ve malî kolaylıklar sağlamayı garanti etmektedir. Hazırlık döneminde, Türkiye AET ilişkilerinin gelişmesi bakımından, Türkiye her hangi bir yükümlük üstlenmemekte olup, geçiş ve son dönem boyunca üsteleneceği yükümlülükleri yerine getirebilmesi için Topluluğun yardımı ile ekonomisini güçlendirecektir. Malî protokolde ise, AET'nin Türkiye'ye bu dönem içinde, 175 milyon hesap birimi tutarında bir kredi vermesi öngörülmektedir. Hazırlık dönemi 5 yıl olarak öngörülmüştür.Aynı maddede, hazırlık döneminin uzatılabileceği, ancak bu sürenin 12 yılı geçemeyeceği de ifade edilmektedir. Hazırlık döneminin uzatılmış süresi içinde, Türkiye'nin isteği üzerine bir sonraki dönemin, yani geçiş döneminin koşullarını, süre ve sıralarını belirlemek üzere Toplulukla yeniden müzakerelere başlanmış ve 23 Kasım 1970'te üye ülkelerin parlâmentolarınca onay işlemlerinin vakit alacağı düşüncesiyle, ticarî hükümler, bir geçici Antlaşmayla 1.9.1971 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Bu antlaşmayla hazırlık dönemi sona ermiş ve geçiş dönemi fiilen başlamıştır. Ancak geçiş döneminin hukuken başlaması, katma protokolün 1 Ocak 1973 günü yürürlüğe girmesiyle olmuştur. Bir diğer ifadeyle, gümrük indirimlerinin gerçekleştirme amacına yönelik topluluk yükümlülükleri 1971'de Türkiye'nin bu alandaki yükümlülükleri ise, 1973'te başlamıştır.
4.2. Geçiş Dönemi :
İkinci dönem olan geçiş dönemine geçme otomatik olmamakta ve geçici protokolün 1'nci maddesinde öngörüldüğü gibi bir katma protokolün yapılması gerekmektedir. Türkiye-AET ortaklığının geçiş dönemine girmesini kararlaştıran katma protokol ve malî protokolün gereken onaylamaları yapılana kadar geçen devreyi düzenlemek için Toplulukla Türkiye arasında 27.7.1971'de Geçici Antlaşma imzalanmıştır .
Katma protokol ve malî protokol 1972 yılının son günlerinde gereken bütün onayları aldıktan sonra 1.1.1973'de yürürlüğe girmiştir. Böylece 1.1.1973 tarihinden itibaren AET-Türkiye ortaklığı geçiş dönemi başlamıştır .
Geçiş döneminin amacı, A.E.T. ile Türkiye arasında aşamalı şekilde gümrük birliğini gerçekleştirmektir. Bu amaçla topluluk, sanayi mallarında Türkiye'den yapacağı ithalâta hiçbir gümrük vergisi koymamayı ve miktar kısıtlamaları uygulamamayı garanti etmektedir. Türkiye ise, topluluk çıkışlı mallara uygulanan gümrük vergilerini 12 yıllık olağan ya da 22 yıllık olağandışı dönem içinde giderek kaldırmayı garanti etmektedir. Ayrıca işçilerin serbest dolaşımının, 1976-1986 arasında tedricen gerçekleştirilmesi öngörülmektedir.
Yine, bu geçiş dönemi içerisinde, Türkiye bu dönemin bitmesinden itibaren tarım ürünlerinin serbest dolaşımını sağlayacak biçimde tarım politikasını topluluğun tarım politikasına uyumlaştırmaya çalışacaktır.
Bütün bu antlaşmalar ve eklerine rağmen, AET-Türkiye ilişkileri 1970'li yılların ikinci yarısından başlayarak olumsuz bir gelişme göstermiştir. Böylece, bir yandan, Türkiye 1977'den bu yana AET çıkışlı mallara kademeli olarak gümrük indirimini durdururken, öte yandan, topluluk özellikle 1980'den sonra, Türkiye'ye karşı kabul ettiği malî, serbest dolaşıma ilişkin ve kimi gümrük indirim ve engellerini kaldırmaya dönük yükümlülüklerini yerine getirmemeye başlamıştır. Yine, 1980'li yıllarda siyasal organların çalışmasına ilişkin olarak yavaş fakat olumlu gelişmelerin tekrar gerçekleştiği görülmektedir. Bu arada Türkiye 14.4.1987 tarihinde Avrupa Topluluğuna tam üyelik için başvurmuştur.
4.3. Son Dönem :
Ankara Antlaşması'nın Katma Protokol ile düzenlenen geçiş döneminin 22 yıl sonunda tamamlanmasını izleyen dönemde ise, son dönem başlamaktadır. Bu dönem, Türkiye ile AET arasındaki gümrük birliğinin tam gerçekleştirileceği ve ekonomik politikalarının eşgüdümünün güçlendirileceği dönemi oluşturmaktadır. Başka bir deyişle, bu dönem "ortaklık" tan "tam üyeliğe" geçişin hazırlandığı dönemdir. Ankara Antlaşması, son dönem için bir süre saptamamış olup bunu taraflara bırakmıştır.
5. TÜRKİYE-AB GÜMRÜK BİRLİĞİ UYGULAMASININ GENEL ÇERÇEVESİ
Türkiye ile AB arasında 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe giren Gümrük Birliği uygulamalarının genel çerçevesi, 6 Mart 1995 günü kabul edilen 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile belirlenmiştir. Söz konusu uygulamalar kapsamında; sanayi mallarına tatbik edilen gümrük vergileri, eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamaları kaldırılmış, ayrıca Birlik dışında kalan üçüncü ülkelerden yapılmakta olan ithalatta AB Ortak Gümrük Tarifesinin uygulandığı bir sistem kabul edilmiştir. Gümrük Birliğinin esası, malların hiçbir engellemeyle karşılaşmadan, Gümrük Birliği sınırları içerisinde serbestçe dolaşımına imkan tanınmasıdır. Dolayısıyla, Gümrük Birliği tarafları arasında herhangi bir ayırımcılığın ortaya çıkmamasını temin etmek maksadıyla, Ortak Ticaret Politikaları ile Ortak Rekabet Politikalarının geliştirilmesi ve benimsenmesi gerekmektedir.
5.1. 1/95 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı kapsamında;
Türkiye, Ortak Ticaret Politikaları çerçevesinde önemli mevzuat ve uygulama değişikliklerini kabul etmiştir. Bunlar özetle; Ortak Gümrük Tarifesinin kabulü, dampingli ithalata karşı korunma, sübvansiyonlu ithalata karşı korunma, miktar kısıtlamalarının idaresi, ticari markaların korunması ve taklit ürünlerin serbest dolaşıma girmesinin önlenmesi, çeşitli standart ve teknik şartlara ilişkin düzenlemeler, tekstil ve konfeksiyon ürünleri ithalatında özel (AB’nin tekstil ve konfeksiyon ürünleri ithalatına uyguladığı miktar kısıtlamalarının Türkiye tarafından da üstlenilmesi), ve ihracatta ortak kurallar gibi düzenlemelerdir.
Türkiye, Ortak Rekabet Politikaları çerçevesinde ise; AB mevzuatıyla uyumlu, teşebbüsler arasında rekabeti bozucu veya kısıtlayıcı anlaşmaların ve hakim durumun kötüye kullanılmasının önlenmesini sağlamak amacıyla 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunu yürürlüğe koymuş, bu kanunu uygulamaktan sorumlu Rekabet Kurumunu ve Kurulu oluşturmuş, diğer taraftan fikri, sınai ve ticari mülkiyetin korunmasına ilişkin mevzuatı çıkarmış, Patent Kanunu ve Patent Kurumunu oluşturmuştur.
5.2. Toplulukla İlişkilerin 1970’li Yıllardan İtibaren Türk Sanayiine ve Ekonomisine Sağladığı Başlıca Yararlar :
Gümrük Birliği uygulamalarına esas teşkil eden 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı, Türkiye’deki bazı çevrelerce, sadece gümrük vergi oranlarımızın indirilmesine yol açan, Topluluk mallarına gümrük kapılarımızın açılmasına olanak sağlayan ve taraflardan sadece birisinin lehine işleyen, basit bir ticaret anlaşması olarak algılanmaktadır.
Bu algılama, büyük ölçüde eksik bilgilendirilmekten kaynaklanmaktadır. Gerçekten Türkiye, Gümrük Birliğinin avantajlarından Gümrük Birliği kararının yürürlüğe girdiği 1.1.1996 tarihinden 25 yıl önce yararlanmaya başlamıştır. 23 Kasım 1970 tarihinde imzalanan Katma Protokol kapsamında Topluluk Türkiye’den ithal edilen sanayi mamullerine uyguladığı gümrük vergilerini 1 Eylül 1971 tarihinde kaldırmıştır. Gümrük vergilerinden muaf tutulan sanayi ürünleri, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Anlaşması kapsamında yer alan demir ve çelik ürünleri ve kısıtlı sayıda sanayi ürünü dışındaki tüm sanayi ürünlerini kapsamakta idi. Dolayısıyla Topluluk, Gümrük Birliği kararının yürürlüğe girdiği 1.1.1996 tarihinden 25 yıl önce, Türkiye’den ithal etmekte olduğu söz konusu sanayi mallarını gümrük vergilerinden muaf tutmaya başlamıştır. Bu uygulama, bir çok sanayi ürünümüzün Topluluk ülkelerine ihracatında büyük bir rekabet avantajı sağlamış, özellikle tekstil ve konfeksiyon dışsatımında, Hindistan, Pakistan, Malezya, Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan gibi bu sektörde rekabet gücü olan bir çok ülkeye göre önemli avantajlar sağlanmıştır. Gerçekten, halihazırda tüm tekstil ve konfeksiyon ihracatımızın yaklaşık % 65’inin AB ülkelerine yönelik olarak gerçekleştirilmesinde, Topluluğun 1 Eylül 1971 tarihinden itibaren Türkiye’ye tanıdığı bu ayrıcalıklı uygulamanın AB’ye yönelik ihracatımızda kayda değer olumlu bir etki yarattığı açıktır. Nitekim, Türkiye’nin 1972 yılında Topluluğa yönelik toplam ihracatında bir yıl öncesine göre % 31, 1973 yılında ise 1972 yılına göre % 69 oranında artışlar sağlanmıştır.
Ayrıca, Türkiye’nin 1/95 sayılı Gümrük Birliği Kararı kapsamında gerçekleştirdiği mevzuat ve uygulama değişiklikleri fevkalade önemlidir. Türkiye, Gümrük Birliği taahhütlerini yerine getirirken, aynı zamanda Dünya Ticaret Örgütü mevzuatıyla uyumlu olan yasa değişikliklerini de gerçekleştirmiş ve dolayısıyla önem arz eden uluslararası taahhütlerin de gereğini yapmıştır. Bu kapsamda Türkiye, uluslararası ticaret kuralları ile dış ticaretini yönlendirebileceği, çok fazla sayıda çağdaş mevzuatı, uygulama ve idari yapılanma bakımından önemli kurumları ekonomisine kazandırmış bulunmaktadır. Söz konusu mevzuat ve uygulama değişiklikleri, ayrıntıları bir önceki bölümde verilen, Topluluğun Ortak Ticaret Politikaları ve Ortak Rekabet Politikalarına uyum sağlamak amacıyla yapılan çalışmalar kapsamında gerçekleştirilmiştir.
5.3. Mevcut Ekonomik Sorunların Sebep, Mahiyet ve Sonuçları :
Ekonomide ortaya çıkan sorunları, Gümrük Birliği uygulamalarına bağlamak hem sorunları basite indirgemek hem de sorunların sebep ve mahiyetini göz ardı etmek anlamına gelmektedir. Aşağıdaki bölümlerde bu sorunların oluşma nedenleri ve bunların ekonomimize olan etkileri üzerinde durulacaktır.
6. GÜMRÜK BİRLİĞİ İLE İLGİLİ YAŞADIĞIMIZ SORUNLARA GELİŞ SÜRECİ
Türk ekonomisi çok uzun süreden beri temelde kronik bütçe açıklarından kaynaklanan ciddi bir istikrarsızlık sorunuyla karşı karşıyadır. Bütçe açıklarının nedenleri kamuoyunda sık sık tartışılmaktadır. Bunlar özetle; kamu sektöründe hantal ve etkin olmayan yapılanma, özelleştirme faaliyetlerinin gecikmesi nedeniyle özellikle belirli kamu iktisadi teşebbüslerinin büyük açıklar veren faaliyetlerini finanse etmek zorunluluğu, kamu sektöründe aşırı istihdam, sosyal sigortalara ilişkin uygulamalar, belirli tarım ürünlerinde verimliliği göz ardı eden ve uluslararası fiyatların çok üzerinde belirlenen ürün destekleme fiyatları gibi nedenlerden oluşmaktadır. Bütçede ortaya çıkan bu tür delikler, kamu bütçe açığının gayri safi milli hasılanın % 15’ini aşan oranlarda teşekkül etmesine yol açmıştır. Öte yandan, bütçe gelirlerinin de, özellikle vergi tabanının yaygınlaştırılamaması sebebiyle, yeterince arttırılmadığı bilinmektedir.
Dolayısıyla, bütün bu olumsuz gelişmelere paralel olarak kamunun borçlanma ihtiyaçları da büyümekte, sonuçta özel ve kamu kaynaklarının önemli bir kısmı bütçede meydana gelen açıkların finanse edilmesine yönlendirilmektedir. Söz konusu olumsuz gelişmeler, bir taraftan faizler üzerinde baskı oluştururken, öte yandan enflasyonist baskıyı kamçılamaktadır. Dolayısıyla, banka fonlarının önemli bir kısmının kamu finansman ihtiyaçları için kullanılması, faiz oranlarının enflasyon oranlarının üzerinde oluşmasında etkili olmuş, yüksek faizler nedeniyle özel sektör yatırımları dumura uğramıştır. Sonuçta, ekonomik büyümede yıllar itibariyle dalgalanmalar, küçülmeler ortaya çıkmakta, bu durum da istihdama olumsuz etki yapmaktadır.
Son aylar hariç tutulursa, 1980’li ve 1990’lı yıllarda ve 2000 yılında Türk Lirasının dolar, mark gibi yabancı paralar karşısındaki değerindeki değişim oranları, enflasyon oranlarının altında tutulmuş, bu durum da Türk Lirasının aşırı değerlenmesine yol açmıştır. Sonuçta, aşırı değerlenen Türk Lirası, ithalatı özendirdiğinden, ihracatımızı kösteklediğinden, dış ticaret açığının büyümesine olumsuz etki yapmıştır.
Ayrıca, uygulanan kur politikalarının sonucu olarak enflasyon oranıyla faizler arasındaki marjı temsil eden reel faizlerin Türk lirasının değer kaybının çok üzerinde seyretmesi istikrarsızlığın ana sebeplerinden birini oluşturmuştur. Şöyle ki, çok sayıda yabancı yatırımcı reel faizlerin cazibesiyle Türkiye’de döviz bozdurmuş ve bunları kısa vadeli fonlara yatırmıştır. Yabancı yatırımcının çeşitli fon yatırımlarından, uygulanan faiz nedeniyle elde ettiği Türk Lirası cinsinden kazanımları tekrar dövize dönüştürüldüğünde yatırılan dövizin çok üzerinde bir gelir sağlanmıştır. Bu kazanç, ekonomisi belli bir düzeyi yakalamış başka hiçbir ülkede görülemeyeceği şekilde dolar üzerinden % 25, % 30 ve hatta daha yüksek oranlara varan değerleri bulmuştur. Ancak, yabancı yatırımcı, ekonomide bir belirsizlik sezinlediğinde ve Türk Lirasının devalüe edileceği endişesine kapıldığında kısa vadeli yatırımlardan vazgeçmiş ve bu fonları yurt dışına çıkarmıştır. “Sıcak para” denilen kısa vadeli döviz giriş ve çıkışları, Türk Lirası üzerinde büyük ölçüde spekülasyonlara, istikrarsızlığa ve ekonomide güven sorununa yol açmıştır.
Yukarıda özetlenen bilgilerden de görüleceği üzere, Türk ekonomisinin karşılaştığı sorunlar esas itibariyle makroekonomik politikaların tutarsızlığıyla, bütçe disiplininden uzaklaşılmasıyla ve uzun süre üzerine gidilmeyen yapısal sorunlarla yakından bağlantılı bulunmaktadır. Türk ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu sorunları, Gümrük Birliği uygulamalarıyla irtibatlandırmak, bu sorunların ciddiyet ve mahiyetini göz ardı etmek anlamına gelmektedir.
7. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN ÜLKEYE GİRİŞİNİ KISITLAYAN DARBOĞAZLAR
1.1.1996 öncesinde, sanayiimizin Gümrük Birliğinden en önemli iki beklentisi vardı. Bunlardan birincisi, Topluluk ülkelerine başta tekstil ve konfeksiyon olmak üzere büyük ihracat artışlarının gerçekleştirilmesi. Diğeri ise, büyük oranlarda yabancı sermaye girişinin sağlanması idi. Her iki hususta da beklentiler gerçekleşmemiş olup, doğrudan yabancı yatırımlarla ilgili değerlendirme aşağıda sunulmaktadır. Tekstil, konfeksiyon ve diğer ihraç ürünlerimizin durumu ileriki bölümlerde ele alınacaktır.
Gümrük Birliğinin AB kaynaklı doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını Türkiye’ye cezbedemediğine ilişkin olarak zaman zaman eleştiriler yapılmaktadır. Yabancı sermaye konusunun ekonomik büyümeye sağlayabileceği önemli katkı nedeniyle, Gümrük Birliği öncesinde de bu husus üzerinde bir hayli durulmuştu. Gümrük Birliği öncesinde yapılan tüm tahliller, yabancı sermayenin Türkiye’ye arzu edilen düzeylerde giriş yapabilmesi için belirli ön koşulların yerine getirilmesinin gerekliliğine işaret etmekte idi. Söz konusu ön koşullar uyumlu makroekonomik politikaların tesisi, kronik enflasyon oranlarının düşürülmesi, yatırımcıların önündeki belirsizliklerin ortadan kaldırılması idi.
1996-2001 yılları arasında, meydana gelen yüksek fiyat artışları, Türk Lirasının devalüasyonlara konu olması, siyasi ve ekonomik belirsizlikler yabancı sermaye üzerinde çok yönlü olumsuz etkiler yaratmıştır. Şöyle ki, yabancı bir yatırımcının sermayesini Türk Lirasına çevirip, üretim amaçlı bir yatırıma dönüştürmesi halinde ve söz konusu yatırımın gerçekleştirildikten kısa bir süre sonra, Türk Lirasının % 50 oranında devalüe edilmesi durumunda yatırımcının yatırım değeri yarı yarıya azalmıştır. Bu gibi durumlar ise, Gümrük Birliği sonrasında ortaya çıkmış ve yabancı yatırımcının karşı karşıya bulunduğu bu tür riskler, yatırımın caydırılmasında etkili olmuştur. Kısacası, yabancı yatırımcıları özendirebilecek bir ortamın oluşturulabilmesi için gerekli olan ön koşullar Gümrük Birliği sonrasında tesis edilememiştir.
Doğrudan yabancı yatırımcıların gelişme yolundaki bir ülkeye yönelmesinde, istikrarlı ve uyumlu makroekonomik politikaların ve siyasi istikrarın çok önemli etkisi vardır. Bu konuda yapılan geniş kapsamlı bilimsel araştırmalar ve ampirik örnekler ısrarla bu konu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bunun da en iyi örneği Yunanistan’dır. 1981 yılında Topluluğa tam üye olan Yunanistan, o dönemde karşılaştığı ekonomik sorunlar ve siyasi belirsizlikler nedeniyle, yabancı yatırımcı için cazip gelmemiştir. Nitekim, Yunanistan tam üye olduktan sonra, yabancı sermaye girişinde hiçbir artış kaydedilmemiştir. Buna mukabil, söz konusu ön koşulları sağlayabilen İspanya’ya tam üye olduğu 1986 yılından itibaren önemli meblağlarda doğrudan yatırımlar için sermaye girişi gerçekleştirilmiştir.
1. GİRİŞ
Dünyada ve Türkiye’de ekonomik gelişmeler baş döndürücü bir hızla devam etmektedir. Günümüzde artan dünya ticaret hacmi ve gittikçe şiddetlenen rekabet ile birlikte, şirketlerin pazar paylarını yükseltme çabaları hızla artmaktadır. Bu rekabet ortamında ayakta kalabilmek uluslararası alanda başarılı olmaya bağlıdır. Bu durumdan en az kayıpla çıkmayı hedefleyen sanayileşmiş ve yeni sanayileşen ülkeler ekonomik güvenliklerine daha fazla önem vermeye başlamışlardır. Yaşanan globalleşme sürecinde uluslararası ticarette mal, miktar kısıtlaması gibi engellerin azaldığı ve bölgesel entegrasyonların güçlendiği görülmektedir. Ülkelerin konumları gerek küresel bazdaki organizasyonlarda (Dünya Ticaret Örgütü) yer almak ve gerekse bölgesel oluşumlara (Avrupa Birliği ve Gümrük Birliği) katılmakla sürekli değişmektedir. Bu bağlamda Avrupa ülkeleri arasında karşımıza çıkan en önemli ekonomik bütünleşme AB’dir. Çalışmamızın amacını, özellikle 1990 sonrasında belirginlik kazanan küreselleşme eğilimi ile birlikte ortaya çıkan bölgeselleşme hareketlerinin, bu hareketin bir parçası olarak Türkiye’yi nasıl etkilediğini tespit etmek oluşturmaktadır.
2. TÜRKİYE-AET ORTAKLIĞININ KURULMASI
Altı Batı Avrupa ülkesinin aralarında imzaladıkları Roma Antlaşması’nın 1958’de yürürlüğe girmesinin ardından, 1959 yılı Haziran ayında Yunanistan ve Temmuz ayında da Türkiye Topluluğa katılmak için başvurmuştur.
Türkiye’nin başvurusunu değerlendirmeye alan topluluk, uzun süren müzakereler sonunda, Türkiye’nin kalkınma düzeyinin tam üyeliğin gereklerini yerine getirmeye yeterli olmadığını bildirdi ve tam üyelik gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanmasını önerdi. Dönemin Başbakanı İsmet İNÖNÜ, güvendiği dostlarına bu ortak Pazar nasıl şey? İstiklal Savaşı ile kurtulduğumuz kapitülasyonları geri mi getiriyoruz? Türkiye’ye faydası nedir? diye sormuştu. Dinledikleriyle içi rahat ettikten sonra Türkiye ile AB ilişkilerinin temelini oluşturan Ankara Antlaşmasını imzalamıştı.
Türkiye ile AET arasındaki görüşmeler dört yıl sürmüş ve taraflar arasında bir ortaklık kurmuş olan Ankara Antlaşması, 12 Eylül 1963’te Ankara’da, Türkiye, Federal Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve AET adına Konsey temsilcileri tarafından imzalanmış, 01 Aralık 1964 tarihi itibariyle de yürürlüğe girmiştir.
Türkiye’nin ivedilikle AET’ye bağlanma isteğinin iki önemli nedeni bulunduğu zamanın Türk yetkililerince şöyle açıklanmıştır; “Türkiye, uzun dönemde, Batı Avrupa’da kurulabilecek siyasal bir birliğin dışında kalmak istememektedir. Öte yandan, Türkiye, gümrük birliği içinde Yunanistan’a verilecek ticarî tavizlerden de yoksun kalmamak amacındadır”.
3. AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞUNUN AMAÇLARI
AET'nin temel amacı, kurucu antlaşması olan Roma Antlaşması'nda, bir gümrük birliği ve giderek bir ekonomik birlik kurmak olarak belirtilmektedir. Bu amaçlar ışığında Roma Antlaşması'nın gerçekleştirmeyi öngördüğü çalışmalar şunlardır:
3.1. Üye devletler arasında gümrük vergilerinin ve dış alım dış satımda miktar kısıtlamalarının kaldırılması,
3.2. Üçüncü devletlere karşı ortak bir gümrük tarifesi ve ortak bir ticaret politikasının saptanması,
3.3. Üye devletler arasında kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlanması,
3.4. Tarım alanında ortak bir politikanın saptanması,
3.5. Serbest rekabetin sağlanması,
3.6. Üye devletlerin ekonomik politikalarının eşgüdümün ve ödeme dengesizliklerini önleyecek önlemlerin saptanması,
3.7. Ortak Pazar'ın işlemesi için gerekli olan sınırlar içerisinde ulusal mevzuatların birbirlerine yaklaştırılması,
3.8. İşçiler için Avrupa Sosyal Fonu kurulması,
3.9. Kalkınma alanında yardım için Avrupa Yatırım Bankası kurulması,
3.10.Ticareti artırma, ekonomik ve sosyal gelişme çabasını ortaklaşa sürdürmek amacıyla deniz aşırı ülke ve bölgelerin birleştirilmesi.
Topluluğun elde ettiği sonuçların, son yıllarda ayrıca bir siyasal Avrupa birliği kurulması arzusunu arttırdığı da gözlenmektedir. Nitekim üye devletlerin devlet ve hükümet başkanlarının imzaladığı 19.6.1983 tarihli Stutgart Bildirisi ile, bir siyasal Avrupa Birliği'nin kurulması son amaç olarak ilân edilmiştir. Bu amaca ulaşmak için de 1.7.1987'de yürürlüğe giren "Tek Avrupa Senedi" imzalanmıştır.
9-10 Aralık 1991 tarihinde Maastrich'de toplanan AT Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi "Avrupa Birliği Antlaşması" üzerinde uzlaşmışlardır. Böylece, Avrupa Birliği'nin hukuki temelleri atılmıştır. Maastrich Antlaşması ile üye ülkelerin oluşturdukları topluluğa, Avrupa Birliği adı verilmiş ve Roma Antlaşması metninde geçen AET ifadelerinin AT şeklinde değiştirilmesi esası getirilmiştir.
4. AET-TÜRKİYE ORTAKLIK SÜRECİ
1963 Ortaklık Antlaşmasında, Türkiye ile AET arasında "gümrük birliğinin gittikçe gelişen bir şekilde kurulması" için ortaklığın üç dönemden oluşacağı öngörülmektedir;
4.1. Hazırlık Dönemi :
1963 Ortaklık Antlaşması'nın 3 üncü maddesi, hazırlık dönemini; "Hazırlık döneminde Türkiye, geçiş dönemi ve son dönem boyunca kendisine düşecek yükümleri üstlenebilmek için, topluluğun yardımı ile ekonomisini güçlendirir." biçiminde ifade etmektedir.
Hazırlık döneminin amacı Türk ekonomisini AET ile bir gümrük birliğine geçmeye hazırlamaktır.Bu amaçla Topluluk, bu dönem içinde, Türkiye'ye birtakım ticarî ve malî kolaylıklar sağlamayı garanti etmektedir. Hazırlık döneminde, Türkiye AET ilişkilerinin gelişmesi bakımından, Türkiye her hangi bir yükümlük üstlenmemekte olup, geçiş ve son dönem boyunca üsteleneceği yükümlülükleri yerine getirebilmesi için Topluluğun yardımı ile ekonomisini güçlendirecektir. Malî protokolde ise, AET'nin Türkiye'ye bu dönem içinde, 175 milyon hesap birimi tutarında bir kredi vermesi öngörülmektedir. Hazırlık dönemi 5 yıl olarak öngörülmüştür.Aynı maddede, hazırlık döneminin uzatılabileceği, ancak bu sürenin 12 yılı geçemeyeceği de ifade edilmektedir. Hazırlık döneminin uzatılmış süresi içinde, Türkiye'nin isteği üzerine bir sonraki dönemin, yani geçiş döneminin koşullarını, süre ve sıralarını belirlemek üzere Toplulukla yeniden müzakerelere başlanmış ve 23 Kasım 1970'te üye ülkelerin parlâmentolarınca onay işlemlerinin vakit alacağı düşüncesiyle, ticarî hükümler, bir geçici Antlaşmayla 1.9.1971 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Bu antlaşmayla hazırlık dönemi sona ermiş ve geçiş dönemi fiilen başlamıştır. Ancak geçiş döneminin hukuken başlaması, katma protokolün 1 Ocak 1973 günü yürürlüğe girmesiyle olmuştur. Bir diğer ifadeyle, gümrük indirimlerinin gerçekleştirme amacına yönelik topluluk yükümlülükleri 1971'de Türkiye'nin bu alandaki yükümlülükleri ise, 1973'te başlamıştır.
4.2. Geçiş Dönemi :
İkinci dönem olan geçiş dönemine geçme otomatik olmamakta ve geçici protokolün 1'nci maddesinde öngörüldüğü gibi bir katma protokolün yapılması gerekmektedir. Türkiye-AET ortaklığının geçiş dönemine girmesini kararlaştıran katma protokol ve malî protokolün gereken onaylamaları yapılana kadar geçen devreyi düzenlemek için Toplulukla Türkiye arasında 27.7.1971'de Geçici Antlaşma imzalanmıştır .
Katma protokol ve malî protokol 1972 yılının son günlerinde gereken bütün onayları aldıktan sonra 1.1.1973'de yürürlüğe girmiştir. Böylece 1.1.1973 tarihinden itibaren AET-Türkiye ortaklığı geçiş dönemi başlamıştır .
Geçiş döneminin amacı, A.E.T. ile Türkiye arasında aşamalı şekilde gümrük birliğini gerçekleştirmektir. Bu amaçla topluluk, sanayi mallarında Türkiye'den yapacağı ithalâta hiçbir gümrük vergisi koymamayı ve miktar kısıtlamaları uygulamamayı garanti etmektedir. Türkiye ise, topluluk çıkışlı mallara uygulanan gümrük vergilerini 12 yıllık olağan ya da 22 yıllık olağandışı dönem içinde giderek kaldırmayı garanti etmektedir. Ayrıca işçilerin serbest dolaşımının, 1976-1986 arasında tedricen gerçekleştirilmesi öngörülmektedir.
Yine, bu geçiş dönemi içerisinde, Türkiye bu dönemin bitmesinden itibaren tarım ürünlerinin serbest dolaşımını sağlayacak biçimde tarım politikasını topluluğun tarım politikasına uyumlaştırmaya çalışacaktır.
Bütün bu antlaşmalar ve eklerine rağmen, AET-Türkiye ilişkileri 1970'li yılların ikinci yarısından başlayarak olumsuz bir gelişme göstermiştir. Böylece, bir yandan, Türkiye 1977'den bu yana AET çıkışlı mallara kademeli olarak gümrük indirimini durdururken, öte yandan, topluluk özellikle 1980'den sonra, Türkiye'ye karşı kabul ettiği malî, serbest dolaşıma ilişkin ve kimi gümrük indirim ve engellerini kaldırmaya dönük yükümlülüklerini yerine getirmemeye başlamıştır. Yine, 1980'li yıllarda siyasal organların çalışmasına ilişkin olarak yavaş fakat olumlu gelişmelerin tekrar gerçekleştiği görülmektedir. Bu arada Türkiye 14.4.1987 tarihinde Avrupa Topluluğuna tam üyelik için başvurmuştur.
4.3. Son Dönem :
Ankara Antlaşması'nın Katma Protokol ile düzenlenen geçiş döneminin 22 yıl sonunda tamamlanmasını izleyen dönemde ise, son dönem başlamaktadır. Bu dönem, Türkiye ile AET arasındaki gümrük birliğinin tam gerçekleştirileceği ve ekonomik politikalarının eşgüdümünün güçlendirileceği dönemi oluşturmaktadır. Başka bir deyişle, bu dönem "ortaklık" tan "tam üyeliğe" geçişin hazırlandığı dönemdir. Ankara Antlaşması, son dönem için bir süre saptamamış olup bunu taraflara bırakmıştır.
5. TÜRKİYE-AB GÜMRÜK BİRLİĞİ UYGULAMASININ GENEL ÇERÇEVESİ
Türkiye ile AB arasında 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe giren Gümrük Birliği uygulamalarının genel çerçevesi, 6 Mart 1995 günü kabul edilen 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile belirlenmiştir. Söz konusu uygulamalar kapsamında; sanayi mallarına tatbik edilen gümrük vergileri, eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamaları kaldırılmış, ayrıca Birlik dışında kalan üçüncü ülkelerden yapılmakta olan ithalatta AB Ortak Gümrük Tarifesinin uygulandığı bir sistem kabul edilmiştir. Gümrük Birliğinin esası, malların hiçbir engellemeyle karşılaşmadan, Gümrük Birliği sınırları içerisinde serbestçe dolaşımına imkan tanınmasıdır. Dolayısıyla, Gümrük Birliği tarafları arasında herhangi bir ayırımcılığın ortaya çıkmamasını temin etmek maksadıyla, Ortak Ticaret Politikaları ile Ortak Rekabet Politikalarının geliştirilmesi ve benimsenmesi gerekmektedir.
5.1. 1/95 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı kapsamında;
Türkiye, Ortak Ticaret Politikaları çerçevesinde önemli mevzuat ve uygulama değişikliklerini kabul etmiştir. Bunlar özetle; Ortak Gümrük Tarifesinin kabulü, dampingli ithalata karşı korunma, sübvansiyonlu ithalata karşı korunma, miktar kısıtlamalarının idaresi, ticari markaların korunması ve taklit ürünlerin serbest dolaşıma girmesinin önlenmesi, çeşitli standart ve teknik şartlara ilişkin düzenlemeler, tekstil ve konfeksiyon ürünleri ithalatında özel (AB’nin tekstil ve konfeksiyon ürünleri ithalatına uyguladığı miktar kısıtlamalarının Türkiye tarafından da üstlenilmesi), ve ihracatta ortak kurallar gibi düzenlemelerdir.
Türkiye, Ortak Rekabet Politikaları çerçevesinde ise; AB mevzuatıyla uyumlu, teşebbüsler arasında rekabeti bozucu veya kısıtlayıcı anlaşmaların ve hakim durumun kötüye kullanılmasının önlenmesini sağlamak amacıyla 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunu yürürlüğe koymuş, bu kanunu uygulamaktan sorumlu Rekabet Kurumunu ve Kurulu oluşturmuş, diğer taraftan fikri, sınai ve ticari mülkiyetin korunmasına ilişkin mevzuatı çıkarmış, Patent Kanunu ve Patent Kurumunu oluşturmuştur.
5.2. Toplulukla İlişkilerin 1970’li Yıllardan İtibaren Türk Sanayiine ve Ekonomisine Sağladığı Başlıca Yararlar :
Gümrük Birliği uygulamalarına esas teşkil eden 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı, Türkiye’deki bazı çevrelerce, sadece gümrük vergi oranlarımızın indirilmesine yol açan, Topluluk mallarına gümrük kapılarımızın açılmasına olanak sağlayan ve taraflardan sadece birisinin lehine işleyen, basit bir ticaret anlaşması olarak algılanmaktadır.
Bu algılama, büyük ölçüde eksik bilgilendirilmekten kaynaklanmaktadır. Gerçekten Türkiye, Gümrük Birliğinin avantajlarından Gümrük Birliği kararının yürürlüğe girdiği 1.1.1996 tarihinden 25 yıl önce yararlanmaya başlamıştır. 23 Kasım 1970 tarihinde imzalanan Katma Protokol kapsamında Topluluk Türkiye’den ithal edilen sanayi mamullerine uyguladığı gümrük vergilerini 1 Eylül 1971 tarihinde kaldırmıştır. Gümrük vergilerinden muaf tutulan sanayi ürünleri, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Anlaşması kapsamında yer alan demir ve çelik ürünleri ve kısıtlı sayıda sanayi ürünü dışındaki tüm sanayi ürünlerini kapsamakta idi. Dolayısıyla Topluluk, Gümrük Birliği kararının yürürlüğe girdiği 1.1.1996 tarihinden 25 yıl önce, Türkiye’den ithal etmekte olduğu söz konusu sanayi mallarını gümrük vergilerinden muaf tutmaya başlamıştır. Bu uygulama, bir çok sanayi ürünümüzün Topluluk ülkelerine ihracatında büyük bir rekabet avantajı sağlamış, özellikle tekstil ve konfeksiyon dışsatımında, Hindistan, Pakistan, Malezya, Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan gibi bu sektörde rekabet gücü olan bir çok ülkeye göre önemli avantajlar sağlanmıştır. Gerçekten, halihazırda tüm tekstil ve konfeksiyon ihracatımızın yaklaşık % 65’inin AB ülkelerine yönelik olarak gerçekleştirilmesinde, Topluluğun 1 Eylül 1971 tarihinden itibaren Türkiye’ye tanıdığı bu ayrıcalıklı uygulamanın AB’ye yönelik ihracatımızda kayda değer olumlu bir etki yarattığı açıktır. Nitekim, Türkiye’nin 1972 yılında Topluluğa yönelik toplam ihracatında bir yıl öncesine göre % 31, 1973 yılında ise 1972 yılına göre % 69 oranında artışlar sağlanmıştır.
Ayrıca, Türkiye’nin 1/95 sayılı Gümrük Birliği Kararı kapsamında gerçekleştirdiği mevzuat ve uygulama değişiklikleri fevkalade önemlidir. Türkiye, Gümrük Birliği taahhütlerini yerine getirirken, aynı zamanda Dünya Ticaret Örgütü mevzuatıyla uyumlu olan yasa değişikliklerini de gerçekleştirmiş ve dolayısıyla önem arz eden uluslararası taahhütlerin de gereğini yapmıştır. Bu kapsamda Türkiye, uluslararası ticaret kuralları ile dış ticaretini yönlendirebileceği, çok fazla sayıda çağdaş mevzuatı, uygulama ve idari yapılanma bakımından önemli kurumları ekonomisine kazandırmış bulunmaktadır. Söz konusu mevzuat ve uygulama değişiklikleri, ayrıntıları bir önceki bölümde verilen, Topluluğun Ortak Ticaret Politikaları ve Ortak Rekabet Politikalarına uyum sağlamak amacıyla yapılan çalışmalar kapsamında gerçekleştirilmiştir.
5.3. Mevcut Ekonomik Sorunların Sebep, Mahiyet ve Sonuçları :
Ekonomide ortaya çıkan sorunları, Gümrük Birliği uygulamalarına bağlamak hem sorunları basite indirgemek hem de sorunların sebep ve mahiyetini göz ardı etmek anlamına gelmektedir. Aşağıdaki bölümlerde bu sorunların oluşma nedenleri ve bunların ekonomimize olan etkileri üzerinde durulacaktır.
6. GÜMRÜK BİRLİĞİ İLE İLGİLİ YAŞADIĞIMIZ SORUNLARA GELİŞ SÜRECİ
Türk ekonomisi çok uzun süreden beri temelde kronik bütçe açıklarından kaynaklanan ciddi bir istikrarsızlık sorunuyla karşı karşıyadır. Bütçe açıklarının nedenleri kamuoyunda sık sık tartışılmaktadır. Bunlar özetle; kamu sektöründe hantal ve etkin olmayan yapılanma, özelleştirme faaliyetlerinin gecikmesi nedeniyle özellikle belirli kamu iktisadi teşebbüslerinin büyük açıklar veren faaliyetlerini finanse etmek zorunluluğu, kamu sektöründe aşırı istihdam, sosyal sigortalara ilişkin uygulamalar, belirli tarım ürünlerinde verimliliği göz ardı eden ve uluslararası fiyatların çok üzerinde belirlenen ürün destekleme fiyatları gibi nedenlerden oluşmaktadır. Bütçede ortaya çıkan bu tür delikler, kamu bütçe açığının gayri safi milli hasılanın % 15’ini aşan oranlarda teşekkül etmesine yol açmıştır. Öte yandan, bütçe gelirlerinin de, özellikle vergi tabanının yaygınlaştırılamaması sebebiyle, yeterince arttırılmadığı bilinmektedir.
Dolayısıyla, bütün bu olumsuz gelişmelere paralel olarak kamunun borçlanma ihtiyaçları da büyümekte, sonuçta özel ve kamu kaynaklarının önemli bir kısmı bütçede meydana gelen açıkların finanse edilmesine yönlendirilmektedir. Söz konusu olumsuz gelişmeler, bir taraftan faizler üzerinde baskı oluştururken, öte yandan enflasyonist baskıyı kamçılamaktadır. Dolayısıyla, banka fonlarının önemli bir kısmının kamu finansman ihtiyaçları için kullanılması, faiz oranlarının enflasyon oranlarının üzerinde oluşmasında etkili olmuş, yüksek faizler nedeniyle özel sektör yatırımları dumura uğramıştır. Sonuçta, ekonomik büyümede yıllar itibariyle dalgalanmalar, küçülmeler ortaya çıkmakta, bu durum da istihdama olumsuz etki yapmaktadır.
Son aylar hariç tutulursa, 1980’li ve 1990’lı yıllarda ve 2000 yılında Türk Lirasının dolar, mark gibi yabancı paralar karşısındaki değerindeki değişim oranları, enflasyon oranlarının altında tutulmuş, bu durum da Türk Lirasının aşırı değerlenmesine yol açmıştır. Sonuçta, aşırı değerlenen Türk Lirası, ithalatı özendirdiğinden, ihracatımızı kösteklediğinden, dış ticaret açığının büyümesine olumsuz etki yapmıştır.
Ayrıca, uygulanan kur politikalarının sonucu olarak enflasyon oranıyla faizler arasındaki marjı temsil eden reel faizlerin Türk lirasının değer kaybının çok üzerinde seyretmesi istikrarsızlığın ana sebeplerinden birini oluşturmuştur. Şöyle ki, çok sayıda yabancı yatırımcı reel faizlerin cazibesiyle Türkiye’de döviz bozdurmuş ve bunları kısa vadeli fonlara yatırmıştır. Yabancı yatırımcının çeşitli fon yatırımlarından, uygulanan faiz nedeniyle elde ettiği Türk Lirası cinsinden kazanımları tekrar dövize dönüştürüldüğünde yatırılan dövizin çok üzerinde bir gelir sağlanmıştır. Bu kazanç, ekonomisi belli bir düzeyi yakalamış başka hiçbir ülkede görülemeyeceği şekilde dolar üzerinden % 25, % 30 ve hatta daha yüksek oranlara varan değerleri bulmuştur. Ancak, yabancı yatırımcı, ekonomide bir belirsizlik sezinlediğinde ve Türk Lirasının devalüe edileceği endişesine kapıldığında kısa vadeli yatırımlardan vazgeçmiş ve bu fonları yurt dışına çıkarmıştır. “Sıcak para” denilen kısa vadeli döviz giriş ve çıkışları, Türk Lirası üzerinde büyük ölçüde spekülasyonlara, istikrarsızlığa ve ekonomide güven sorununa yol açmıştır.
Yukarıda özetlenen bilgilerden de görüleceği üzere, Türk ekonomisinin karşılaştığı sorunlar esas itibariyle makroekonomik politikaların tutarsızlığıyla, bütçe disiplininden uzaklaşılmasıyla ve uzun süre üzerine gidilmeyen yapısal sorunlarla yakından bağlantılı bulunmaktadır. Türk ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu sorunları, Gümrük Birliği uygulamalarıyla irtibatlandırmak, bu sorunların ciddiyet ve mahiyetini göz ardı etmek anlamına gelmektedir.
7. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN ÜLKEYE GİRİŞİNİ KISITLAYAN DARBOĞAZLAR
1.1.1996 öncesinde, sanayiimizin Gümrük Birliğinden en önemli iki beklentisi vardı. Bunlardan birincisi, Topluluk ülkelerine başta tekstil ve konfeksiyon olmak üzere büyük ihracat artışlarının gerçekleştirilmesi. Diğeri ise, büyük oranlarda yabancı sermaye girişinin sağlanması idi. Her iki hususta da beklentiler gerçekleşmemiş olup, doğrudan yabancı yatırımlarla ilgili değerlendirme aşağıda sunulmaktadır. Tekstil, konfeksiyon ve diğer ihraç ürünlerimizin durumu ileriki bölümlerde ele alınacaktır.
Gümrük Birliğinin AB kaynaklı doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını Türkiye’ye cezbedemediğine ilişkin olarak zaman zaman eleştiriler yapılmaktadır. Yabancı sermaye konusunun ekonomik büyümeye sağlayabileceği önemli katkı nedeniyle, Gümrük Birliği öncesinde de bu husus üzerinde bir hayli durulmuştu. Gümrük Birliği öncesinde yapılan tüm tahliller, yabancı sermayenin Türkiye’ye arzu edilen düzeylerde giriş yapabilmesi için belirli ön koşulların yerine getirilmesinin gerekliliğine işaret etmekte idi. Söz konusu ön koşullar uyumlu makroekonomik politikaların tesisi, kronik enflasyon oranlarının düşürülmesi, yatırımcıların önündeki belirsizliklerin ortadan kaldırılması idi.
1996-2001 yılları arasında, meydana gelen yüksek fiyat artışları, Türk Lirasının devalüasyonlara konu olması, siyasi ve ekonomik belirsizlikler yabancı sermaye üzerinde çok yönlü olumsuz etkiler yaratmıştır. Şöyle ki, yabancı bir yatırımcının sermayesini Türk Lirasına çevirip, üretim amaçlı bir yatırıma dönüştürmesi halinde ve söz konusu yatırımın gerçekleştirildikten kısa bir süre sonra, Türk Lirasının % 50 oranında devalüe edilmesi durumunda yatırımcının yatırım değeri yarı yarıya azalmıştır. Bu gibi durumlar ise, Gümrük Birliği sonrasında ortaya çıkmış ve yabancı yatırımcının karşı karşıya bulunduğu bu tür riskler, yatırımın caydırılmasında etkili olmuştur. Kısacası, yabancı yatırımcıları özendirebilecek bir ortamın oluşturulabilmesi için gerekli olan ön koşullar Gümrük Birliği sonrasında tesis edilememiştir.
Doğrudan yabancı yatırımcıların gelişme yolundaki bir ülkeye yönelmesinde, istikrarlı ve uyumlu makroekonomik politikaların ve siyasi istikrarın çok önemli etkisi vardır. Bu konuda yapılan geniş kapsamlı bilimsel araştırmalar ve ampirik örnekler ısrarla bu konu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bunun da en iyi örneği Yunanistan’dır. 1981 yılında Topluluğa tam üye olan Yunanistan, o dönemde karşılaştığı ekonomik sorunlar ve siyasi belirsizlikler nedeniyle, yabancı yatırımcı için cazip gelmemiştir. Nitekim, Yunanistan tam üye olduktan sonra, yabancı sermaye girişinde hiçbir artış kaydedilmemiştir. Buna mukabil, söz konusu ön koşulları sağlayabilen İspanya’ya tam üye olduğu 1986 yılından itibaren önemli meblağlarda doğrudan yatırımlar için sermaye girişi gerçekleştirilmiştir.