Hatırlar mısın
o eski günlerimizi
Sık sık kavga ederdik seninle
Hep senin başlattığın
daima benim bitirdiğim
tartışmalarımızın nedeni
ceviz kabuğuna bile fazla gelirdi.
Sonradan ise zaten
neden kendimizi hırpaladığımızı
niçin birbirimizi kırdığımızı
ne sen hatırlardın ne de ben
Karşılıklı oturmuş konuşurken
gözlerimiz birden kıvılcımlaşır
alev topuna dönerdi.
Roma senin yüzünden yanar
Bağdat benim emrimle küle dönerdi
Etna sen olurdun Vezüv ben…
Halbuki kavuşmak için ne gemiler
yakmıştık…
Artık yanan gemilerin ardında
benim bitmeyen gururum
senin sönmeyen inatçılığınla bir olur
yenilmez bir savaşçı edasıyla
çıkardı karşımıza.
“Ben”ler hep haklı olup
“Sen”ler haksızlığa mahkum edilince
küçük çocuklar gibi küserdik birbirimize.
Sen yatağında
yönleri beğenmezken
salondaki kanepe beni öylesine kucaklardı ki
sabahları yedi büklüm giderdim tuvalete
Sen sabah erken kalkardın
Mutfakta domatesi al kana boyarken
dişlerim yastıktan alırdı hıncını
Kahvaltıyı hazırlayınca
ürkek ceylan gibi
başucuma dikilir
ve bana dokunmadan
“kahvaltı hazır” derdin
Sözlerin her ne kadar
“istersen gel” dese de
gözlerin “ne olur gel” şiirini mırıldanırdı
Buna için için sevinir
ama sana belli etmezdim
Esneyerek uyanmış numarası yapar
battaniye yerine senin tavrına bürünürdü
Otururken sofrada
“Şekeri ver” tarzı ricalar
aynı naziklikle
“kalk kendin al” cevabına dönüşürdü
akıbetinin ne olacağını bile bile…
Fakat çok sürmezdi bu dargınlık
Ben açmış okurken
günlük gazeteme
sen masaya koyarken taze çıtır ekmeğe gizlenirdi
birbirinden gizli kaçamak bakışlar
Nihayetinde
“CAN”ın “CANAN”ıydı yüreğinden yaralanan
onu vuran ise “CANAN”da yaşayan bir “CAN
Diller diyeceğine pişman
elimiz uzanırdı masadan
Şekerliği önce ben tutardım
sonrasında ise benim elimi sen…
O tatlı dokunuşun
“bırak şekeri yerine beni al
hayat çayında şekerin olayım”
derdi adeta
Arkasından gözlerim
dem buğulu gözlerine takılırdı
reçel gibi içine akıp
yumurta kadar kırılgan kalbini görünce
ruhumun o katı acısına rağmen
tereyağına dönüşürdü vicdanım
İşte o an
kenetlenen parmaklar
tek yumruk olur
masa boyunca uzanan kollar
Boğaz Köprüsü gibi iki bedeni bağlardı birbirine
yarısı pamuk yarısı çelik
Sen defalarca özür dilerdin benden
bense yemin ederdim
Bir daha, derdim
Bir daha seni asla üzmeyeceğim
Ve seni kucağıma alır
döndürürdüm kendi etrafımda
kanepe ve yatağın kıskanç bakışları arasında
o eski günlerimizi
Sık sık kavga ederdik seninle
Hep senin başlattığın
daima benim bitirdiğim
tartışmalarımızın nedeni
ceviz kabuğuna bile fazla gelirdi.
Sonradan ise zaten
neden kendimizi hırpaladığımızı
niçin birbirimizi kırdığımızı
ne sen hatırlardın ne de ben
Karşılıklı oturmuş konuşurken
gözlerimiz birden kıvılcımlaşır
alev topuna dönerdi.
Roma senin yüzünden yanar
Bağdat benim emrimle küle dönerdi
Etna sen olurdun Vezüv ben…
Halbuki kavuşmak için ne gemiler
yakmıştık…
Artık yanan gemilerin ardında
benim bitmeyen gururum
senin sönmeyen inatçılığınla bir olur
yenilmez bir savaşçı edasıyla
çıkardı karşımıza.
“Ben”ler hep haklı olup
“Sen”ler haksızlığa mahkum edilince
küçük çocuklar gibi küserdik birbirimize.
Sen yatağında
yönleri beğenmezken
salondaki kanepe beni öylesine kucaklardı ki
sabahları yedi büklüm giderdim tuvalete
Sen sabah erken kalkardın
Mutfakta domatesi al kana boyarken
dişlerim yastıktan alırdı hıncını
Kahvaltıyı hazırlayınca
ürkek ceylan gibi
başucuma dikilir
ve bana dokunmadan
“kahvaltı hazır” derdin
Sözlerin her ne kadar
“istersen gel” dese de
gözlerin “ne olur gel” şiirini mırıldanırdı
Buna için için sevinir
ama sana belli etmezdim
Esneyerek uyanmış numarası yapar
battaniye yerine senin tavrına bürünürdü
Otururken sofrada
“Şekeri ver” tarzı ricalar
aynı naziklikle
“kalk kendin al” cevabına dönüşürdü
akıbetinin ne olacağını bile bile…
Fakat çok sürmezdi bu dargınlık
Ben açmış okurken
günlük gazeteme
sen masaya koyarken taze çıtır ekmeğe gizlenirdi
birbirinden gizli kaçamak bakışlar
Nihayetinde
“CAN”ın “CANAN”ıydı yüreğinden yaralanan
onu vuran ise “CANAN”da yaşayan bir “CAN
Diller diyeceğine pişman
elimiz uzanırdı masadan
Şekerliği önce ben tutardım
sonrasında ise benim elimi sen…
O tatlı dokunuşun
“bırak şekeri yerine beni al
hayat çayında şekerin olayım”
derdi adeta
Arkasından gözlerim
dem buğulu gözlerine takılırdı
reçel gibi içine akıp
yumurta kadar kırılgan kalbini görünce
ruhumun o katı acısına rağmen
tereyağına dönüşürdü vicdanım
İşte o an
kenetlenen parmaklar
tek yumruk olur
masa boyunca uzanan kollar
Boğaz Köprüsü gibi iki bedeni bağlardı birbirine
yarısı pamuk yarısı çelik
Sen defalarca özür dilerdin benden
bense yemin ederdim
Bir daha, derdim
Bir daha seni asla üzmeyeceğim
Ve seni kucağıma alır
döndürürdüm kendi etrafımda
kanepe ve yatağın kıskanç bakışları arasında