Güneş, Ege'nin mavi sularına altın tozları serperken, Ayşe, o gün de her zamanki gibi, küçük balıkçı teknesinin bordasına yaslanmış, denizin huzurlu melodisini dinliyordu. Gözleri, ufuk çizgisinde kaybolan bir hayali arıyordu. O hayal, onun genç kalbine kazınan, bir zamanlar rüzgar gibi esip geçen bir sevdanın, Deniz'in suretiydi.
Ayşe, Deniz’le, çocukluklarının geçtiği o küçük sahil kasabasında tanışmıştı. Deniz, gözleri deniz kadar derin, kalbi ise kıyıya vuran dalgalar kadar coşkulu bir gençti. Birlikte büyüdüler, birlikte güldüler, birlikte ağladılar. İlk aşkın o masum heyecanını, o büyülü anlarını birlikte yaşadılar. Ayşe’nin kalbi, Deniz’in yanında atarken, zamanın durduğunu, dünyanın sadece onlardan ibaret olduğunu hissederdi.
Ancak hayat, her zaman o tatlı düşleri yaşatmazdı. Deniz, büyüdükçe, o küçük kasabanın dar sokaklarına sığmaz olmuştu. Kalbinde, denizlerin ötesinde, keşfedilmeyi bekleyen bir dünya vardı. Ayşe ise, köklerini o topraklara salmış, rüzgarda salınan bir zeytin ağacı gibi, o topraklara bağlı kalmıştı.
Deniz, bir gün Ayşe’nin yanına geldi, gözlerinde hem heyecan hem de derin bir hüzün vardı. “Ayşe,” dedi titrek bir sesle, “Gitmem gerek. Dünyayı görmem, denizleri aşmam gerek.” Ayşe’nin gözleri, bir an için okyanusun derin sularına dönüştü. O an, kalbinde ilk kez bir veda acısı filizleniyordu.
O gün, Ayşe, sevdiği adamı, hayallerine doğru uğurladı. Deniz, teknesine bindi, el salladı ve yavaş yavaş ufukta kayboldu. Ayşe, kıyıda, elini ona uzatmış, ama ulaşamamış gibi kalakalmıştı. O günden sonra, Ayşe her gün aynı yerde, o ufuk çizgisini izledi. Bir gün Deniz’in geri döneceğine dair umudunu hiç yitirmedi.
Yıllar geçti. Ayşe’nin saçlarına aklar düşerken, kalbindeki Deniz sevgisi hep taze kaldı. Kasabada evlendi, bir yuva kurdu, çocukları oldu. Ama o eski aşk, kalbinin en derin köşesinde, hiç solmayan bir çiçek gibiydi. Eşi, Ayşe’nin kalbindeki o hüznü hep hissederdi. Bazen, onunla sohbet ederken, Ayşe’nin gözlerinde, hala o eski Deniz’i aradığını görürdü.
Bir gün, Ayşe, yıllar sonra bir mektup aldı. Mektup, Deniz’dendi. O mektupta, Deniz, Ayşe’ye yıllarca neler yaşadığını, nerelere gittiğini anlatıyordu. En sonunda da şöyle yazıyordu: “Ayşe, biliyorum, hayat bizi farklı yerlere sürükledi. Ama bil ki, kalbimde her zaman bir parça seninle kaldı. Belki vedalar, bazı başlangıçlar içindir, ama bazı sevdalar, hiçbir zaman unutulmaz.”
Ayşe, mektubu okurken gözyaşlarına boğuldu. O vedanın, aslında bir sevda veda olduğunu anlamıştı. Deniz’e olan aşkı, artık bir acı değil, kalbinde taşıdığı tatlı bir hatıraydı. O günden sonra, her akşam gün batımını izlerken, Ayşe artık sadece bir aşkı değil, hayatının, anıların, vedaların ve sevdaların toplamını düşünüyordu.
Güneş batarken, denizin üzerine vuran son ışıklar, Ayşe’nin yüzünü aydınlattı. O, hayatın en büyük dersini almıştı: "Her sevda bir veda getirir, ama bazen vedalar, yeni bir sevdanın başlangıcı olabilir. Ya da bazen sadece, bir zamanlar ne kadar çok sevdiğimizi hatırlatır." Ayşe, kalbi huzurla dolmuş bir şekilde, o gün de veda etmişti, belki de kendine, belki de geçmişe, ama her şekilde, sevgiyle...
Ayşe, Deniz’le, çocukluklarının geçtiği o küçük sahil kasabasında tanışmıştı. Deniz, gözleri deniz kadar derin, kalbi ise kıyıya vuran dalgalar kadar coşkulu bir gençti. Birlikte büyüdüler, birlikte güldüler, birlikte ağladılar. İlk aşkın o masum heyecanını, o büyülü anlarını birlikte yaşadılar. Ayşe’nin kalbi, Deniz’in yanında atarken, zamanın durduğunu, dünyanın sadece onlardan ibaret olduğunu hissederdi.
Ancak hayat, her zaman o tatlı düşleri yaşatmazdı. Deniz, büyüdükçe, o küçük kasabanın dar sokaklarına sığmaz olmuştu. Kalbinde, denizlerin ötesinde, keşfedilmeyi bekleyen bir dünya vardı. Ayşe ise, köklerini o topraklara salmış, rüzgarda salınan bir zeytin ağacı gibi, o topraklara bağlı kalmıştı.
Deniz, bir gün Ayşe’nin yanına geldi, gözlerinde hem heyecan hem de derin bir hüzün vardı. “Ayşe,” dedi titrek bir sesle, “Gitmem gerek. Dünyayı görmem, denizleri aşmam gerek.” Ayşe’nin gözleri, bir an için okyanusun derin sularına dönüştü. O an, kalbinde ilk kez bir veda acısı filizleniyordu.
O gün, Ayşe, sevdiği adamı, hayallerine doğru uğurladı. Deniz, teknesine bindi, el salladı ve yavaş yavaş ufukta kayboldu. Ayşe, kıyıda, elini ona uzatmış, ama ulaşamamış gibi kalakalmıştı. O günden sonra, Ayşe her gün aynı yerde, o ufuk çizgisini izledi. Bir gün Deniz’in geri döneceğine dair umudunu hiç yitirmedi.
Yıllar geçti. Ayşe’nin saçlarına aklar düşerken, kalbindeki Deniz sevgisi hep taze kaldı. Kasabada evlendi, bir yuva kurdu, çocukları oldu. Ama o eski aşk, kalbinin en derin köşesinde, hiç solmayan bir çiçek gibiydi. Eşi, Ayşe’nin kalbindeki o hüznü hep hissederdi. Bazen, onunla sohbet ederken, Ayşe’nin gözlerinde, hala o eski Deniz’i aradığını görürdü.
Bir gün, Ayşe, yıllar sonra bir mektup aldı. Mektup, Deniz’dendi. O mektupta, Deniz, Ayşe’ye yıllarca neler yaşadığını, nerelere gittiğini anlatıyordu. En sonunda da şöyle yazıyordu: “Ayşe, biliyorum, hayat bizi farklı yerlere sürükledi. Ama bil ki, kalbimde her zaman bir parça seninle kaldı. Belki vedalar, bazı başlangıçlar içindir, ama bazı sevdalar, hiçbir zaman unutulmaz.”
Ayşe, mektubu okurken gözyaşlarına boğuldu. O vedanın, aslında bir sevda veda olduğunu anlamıştı. Deniz’e olan aşkı, artık bir acı değil, kalbinde taşıdığı tatlı bir hatıraydı. O günden sonra, her akşam gün batımını izlerken, Ayşe artık sadece bir aşkı değil, hayatının, anıların, vedaların ve sevdaların toplamını düşünüyordu.
Güneş batarken, denizin üzerine vuran son ışıklar, Ayşe’nin yüzünü aydınlattı. O, hayatın en büyük dersini almıştı: "Her sevda bir veda getirir, ama bazen vedalar, yeni bir sevdanın başlangıcı olabilir. Ya da bazen sadece, bir zamanlar ne kadar çok sevdiğimizi hatırlatır." Ayşe, kalbi huzurla dolmuş bir şekilde, o gün de veda etmişti, belki de kendine, belki de geçmişe, ama her şekilde, sevgiyle...