• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Hindistanda Türk Devletleri

wien06

V.I.P
V.I.P
M. Gandi’ye göre “Hindistan bir anadır. Onun iki çocuğu vardır. Bunların biri Türkler diğeri ise Hintlilerdir”. Güney Asya’da üç önemli anakara bulunmaktadır. Bunlar; Arabistan, Hindistan ve Hind-i Çin’dir. Bu üç bölge dünya tarihi açısından her zaman önemini korumuştur. Arabistan’da doğan İslamiyet tüm dünyaya yayılmış ve Hindistan’da Buda’nın öğretileri geniş bir kitleyi etkilemiştir.

Hindistan batılıların İndia’sıdır. İran – Afganistan ve Hindistan dünya ticareti açısından önemli merkezlerdir. Bundan dolayı batılılar Hindistan’ı keşfetmek uğruna çok çaba sarf etmişler. Atlantik ülkeleri olarak bilinen Fransa, Hollanda, İngiltere, Portekiz ve İspanya ünlü denizcilerini bu esrarengiz ülkeyi keşfe göndermişlerdir. Hatta K. Kolomb Hindistan için çıktığı keşif hareketinde Amerika’yı bulmuştur. Burada karşılaştıkları insanlara ise Hindistan- Hindu anlamına gelen İndian demişlerdir. İndian dedikleri bu insanlar aslında Kızılderililer idi.

Hintlilerin Türklerle ilişkileri çok eski tarihlere dayanmaktadır. M.Ö. 1000’li yıllarda Hintliler demiri kullanmaya başlarlar. Hindistan’a demiri o dönemlerde Orta Asya Türklerinin getirdiği yönünde kayıtlar mevcuttur. Hatta Hindistan’daki yerli dillerde birçok Türkçe kelime vardır. Bunların M.Ö.2500-1500 yılları arasında yayılmış olabileceği yönünde görüşler tebliğ edilmiştir.

Hindistan’a en çok tesir eden topluluk Türklerdir. Türklerden önce ise Perslerin ünlü komutanı Darius (M.Ö. 522-486) bölgeye hakim olmuştur. Darius’un hakimiyetini Makedon Büyük İskender sona erdirmiştir. Makedonya’dan çıktığı yolculuğunu Kudüs’ten ve İran’da devam ettirmiştir. İran’da Persiopolis antik kentini yerle bir ederek Perslerin hakimiyetine son vermiş, oradan da devam ederek Afganistan ve İndus (Hindistan) sahillerine inmiş, anlaşmalar yaparak geri dönmüştür. Bu yolculuğunda doğu-batı birlikteliğini sağlamak için de Helenizm’i yayma politikası gütmüştür.

VI. yy.a kadar bu bölgede etkin olan Kuşanlar’dır. Bunlar Türkistan kökenlidirler. Bu dönemde heykellerde Türk süvarilere ait elbiseler ve paralar üzerinde Türkçe güzel anlamına gelen Kucula gibi unvanlar vardır ( Kuşan dönemi I- IV. yy arasıdır). Hatta Budizm Kuşanlar sayesinde cihanşumül bir din haline gelmiştir. Tamamen Türk adı olan MANAS kelimesi de bu dönemde Brahmaputra nehrinin bir koluna ad olarak verilmiştir.

Daha sonra Akhunlar ( Hünaslar) dönemi gelir. Akhunlar daha sonra Gazneliler, Gurlular, Temürlüler’in de yaptığı gibi Afganistan’ı Hindistan’a bağlayan yol güzergahında bulunan Gazne şehrinden hareket ederek Orta Asya’dan daha verimli olan ve daha fazla yağmur alan Pencap bölgesine doğru akınlar başlatırlar. Toraman ve daha sonra Mihrakula başkanlığında (515-550) Kuzey Hindistan’ı tamamen ele geçirirler.

557’de Batı Göktürk ve Sasani ittifakı sonucu Afganistan’da iktidarı kaybeden Akhunlar Hindistan’da da gerileme dönemine girerler. VII. yy başında ise Hintli racalar tarafından ortadan kaldırılırlar. Böylece İran- Afganistan ve Kuzey Hindistan’dan geçen ticaret yolu Akhunlar’ın elinden çıkar. Ancak burada bir gurup Türk Şahiler 870 yılına kadar Afganistan – Hindistan sınırındaki Ohint’de varlıklarını sürdürürler. Daha sonra bunlar Gazneli Mahmud’un Hint seferlerinde önemli rol oynarlar. Hem Hindistan’da kurulacak Türk hakimiyeti için temel teşkil ederler ve hem de bugünkü Pakistan’ın ortaya çıkmasını sağlarlar.

X-XI. asırlarda Hindistan’da yeniden Turişkalar (Türkler) devri başlamıştır. Afganistan’ın Gazne bölgesine yerleşen Sebük Tigin kuzey batı Hindistan’ı ele geçirir. Daha sonra Gazneli Mahmud fetih hareketini hızlandırarak 15’in üstünde seferle Hindistan’da Türk gücünü yaygınlaştırır. Gazneliler 1040 yılında Selçuklulara yenilerek Hindistan’daki hakimiyetini kaybeder. Ancak XII. yy sonlarına kadar Pencap bölgesinde hakimiyetlerini sürdürürler.

Gaznelilerden sonra Afganistan ve Hindistan bölgesinde Gurlular hakim olurlar. Gurlular, Afganistan’ın Gur bölgesine yerleşerek oradan Hindistan’a doğru akınlar yaparlar. XIII yy.da Cüzcani tarafından yazılan Tabakat-i Nasiri’de Gurluların büyük sultanı Muhammed B. Sam’ın Hayber’i geçerek Gaznelilerin kalıntılarına son verip İndus ve Pencap boylarına kadar indiği yazılıdır. Gurlu Sultanı Muhammed B. Sam’ın oğlu yoktur. Varis olarak “Benim birçok oğlum var onlar da Türk Memluklarımdır. Onun için binlerce halefim vardır” diye ifade eder. Cüzcani’ye göre Mu’izzi Memluklar, Kutbed-din Aybeg, Nasır ed-Din Kabaca, Baha ed-Din Tuğrıl, Tac ed-Din Yıldız ve Kalaçlı İhtiyar ed-Din Muhammed’dir. Yıldız ve Aybeg Sam’ın damadır. Bunlarla Sam 1206 tarihinde suikast sonucu ölene kadar Gazne, Lahor, Eski Delhi ve Hindistan’da Türk hakimiyetini sürdürmüşlerdir.

Delhi’de ilk TÜRK SULTANLIĞI AYBEG sayesinde kuruldu. Hindistan’da Türk – İslam kültürünün ve mirasının temelleri atıldı ( Kuzey –Batı Hindistan 1206 -1210). Böylece Hinduların Dili’si Delhi olur. Alimlere son derece saygılı olan Aybeg Türk geleneklerine sıkı sıkıya bağlı idi. Çögen/ Çevgan oyunu sırasında atından düşerek ölen Aybeg’in en önemli eseri Delhi’nin ortasına diktirdiği KUTUB MİNAR ( Kutbi Minaresi) idi.

Bundan sonra Kıpçak asıllı Türklerden Şemsiler (1211-66 ), Balabanlılar (1266-1290 ), Kalaçlar (1290-1320 ), Tuğluklar (1320-1414) saltanat sürdürmüşlerdir. Şemsiler; Şemsed din İltutmuş, Balabanlılar; Balaban, Kalaçlar (24 Oğuz boyundan biridir); Melik Tınaz Şah önderliğinde Hindistan’da büyük hizmetler vermişlerdir. Kalaçlar altın çağını Ala ed-Din Muhammed döneminde yaşadı. Tüm Hindistan, Seylan dahil Delhi’ye bağlandı.

Tuğluklardaki en önemli dönemlerden birisi Firuz Şah dönemidir. 1388’de 83 yaşında ölen Firuz Şah her işinde âlimlere danıştı, dış seferlerden çok iç işlerle uğraştı. Devleti mali ve iktisadi alanda büyük gelişmeler sağladı. 1398’de Timur Han’ın Hindistan’a girmesiyle Delhi Sultanı Mahmud Şah’ı yenildi. Delhi Timur’un eline geçti. 1399 senesinde Timur’un Türkistan’a geri dönmesinden sonra Mahmud Şah yeniden başa geldi ve 1413’e kadar hükümdarlığını sürdürdü. Firuz Şah döneminde 50 sulama bendi, 40 cami, 30 medrese, 20 hamam, 100 kervansaray ve han, 5 darüşşifa, 100 türbe ve mezar, 10 hamam, 150 sulama kuyusu ve havuz, 100 köprü yaptırmış.

Tuğluklardan sonra Müslüman menşeili Seyyidiler (1414-1451), Lodiler (1451-1489), Suri/Afganlılar (1540-1555) Delhi’de iktidar oldular.

1526’da ise Hindistan’da yeni bir devir başladı. Babur’un liderliğinde Delhi iktidarına yeniden Türkler geçti. 1858’e kadar Kuzey Hindistan’da iktidarda kalan bu hanedanın atası Babur-Şah Moğollardan bahsederken; “Şu uğursuz Moğol yağmacıdır. Yağma yapacak birilerini bulamazsa döner kendi milletini yağmalar” diyecek kadar kendini Moğol’dan ayırmasına, Türkçeyi konuşup, Türk kültürünü temsil etmesine rağmen; batılı yazarlar, Babür’ü ve Babürlüleri Moğol yapmıştır. Babür Türk İmparatorluğu Babür Şah ile başlamış ve Hümayun, Ekber, Cihangir, Şah Cihan ve Evrengzib Şah ile devam etmiştir. Bugün Hindistan’daki önemli tarihi eserlerin büyük çoğunluğu Babürler dönemine aittir.

Hintliler komşularının topraklarını ele geçirme düşüncesinde hiçbir zaman olmadılar. Genelde kuzey batıdan saldırılara maruz kaldılar ve kültürleri gelenlerden etkilendi. Gelenlerin en önemlileri Türklerdi. İndo – Turcica çalışmalarına dayanılarak verilen bilgilere göre M.Ö: 2. yy.dan itibaren Türkler Hindistan’da etkili olmaya başlarlar. Bu nedenle bugün Hindistan’da sanat, müzik, resim gibi alanların yanında idari yapıda da Türk tesirlerini görebiliriz. Aslında bu tesirlerin temellerini M.Ö. 1. binlerde aramak gerekir. Zira Hint kaynakları Saka, Turüşka ve Hüna adları ile ilk çağlarda da sadece bir toplumun yani Türklerin boylarını belirtmektedirler.

Dr. Orhan GEDİKLİ


Babür İmparatorluğu

Babûr İmparatorluğu Timur'un beşinci batından torunu Babür tarafından, 1526'da kurulmuştur. 1483'te Fergana'nın başkenti Ardician'da dünyaya gelen Babür, 1494'te babası Ömer Şeyh Mirza'nın ölümü üzerine, Fergana hükümdarı oldu. Fakat Babür, Özbeklerin büyüyen kuvvetleri karşısında, kendisi için orada sağlam bir yer elde etmenin mümkün olamayacağını anlamıştı. Bundan dolayı, 1504'te Kâbil'i, daha sonra Kandehar'ı alarak orada yerleşti. 1508 Eylülünde ilk defa Hindistan'a akın yaptı. Üç ay süren bu akında, ülkeyi tanıdı ve pek çok ganimet elde etti. Kasım 1519'da Hayber'i geçerek Hindistan'a girdi. Peşaver yakınlarına geldi. Beş defa Pencap'a sefer yaptı. Bu seferler neticesinde, Kuzey Hindistan'ı fethetti. Kasım 1525'te, Hindistan'ı fethetmek üzere Kâbil'den hareket etti. 21 Mayıs 1526'da, Panipüt Meydan Muharebesinde, İbrahim Ludi'nin büyük ordusunu yok etti. Böylece Hindistan Türk İmparatorluğu tacı, Babür'e geçmiş oldu. Aralık 1526'da, dünyanın en büyük şehirleri arasında olan Delhi, Agra ve Hanpur fethedildi. Babür, Agra'yı başkent yaptı.

Babür Şah, 1527'de Hinduların üzerine yürümek niyeti ile Agra'dan hareket etti. Ludilerin Racistan'daki kontrollerini kaybetmeleri üzerine müstakil hale gelen Hindular, hükümdarları Rana Senka'nın etrafında toplanarak, 100.000 kişilik bir ordu ve birkaç yüz fille yeni Hindistan fatihinin üzerine yürümeye başlamışlardı. Bu, çok kritik tarihi bir andı. Babür'ün harbi kaybetmesi demek, Ganj Vadisinin Hinduların eline düşmesi, netice itibariyle beş asırlık Müslüman-Türk hakimiyetinin Hind kıtasında son bulması demekti. Babür, 13.500 kişilik pek seçkin bir Türkistan atlı birliği ile düşman üzerine yürüdü. Yanında Osmanlı Türklerinden Mustafa Rumi'nin kumanda ettiği bir topçu birliği de vardı. Hindularda top ve tüfek yoktu. Ateşli silahlar ve Türk atlısının üstün savaş kabiliyeti, Babür'e parlak bir zafer kazandırdı. Düşman tamamen imha edildi. Bu zafer, Müslüman-Türklerin Panipüt'ten daha büyük bir zaferiydi. Biyana civarında geçen bu meydan muharebesi, Babür'e "Gazi" unvanını kazandırdı.

Babür Şah zamanında ülkenin sınırları, güneyde Vindiya Dağlarından, kuzeyde Amu Derya'ya (Ceyhun) kadar uzandı. 25 Aralık 1530 yılında, Agra'da vefat eden Babür Şahın yerine, 22 yaşındaki büyük oğlu Hümayun Mirza geçti.

1508'de Kabil'de dünyaya gelen Nasireddin Hümayun Şah, saltanatının ilk zamanlarında, kardeşi Kamran Mirza ile uğraşmak zorunda kaldı. Zamanında asıl tehlike, Şir Han Sur'dan geldi. Hümayun, 1540 yılında başkent Agra'yı terk etmek mecburiyetinde kaldı. Böylece 15 yıl için, taht Surilerde kaldı. Hümayun'un elinde Afganistan, Sind, Kuzey Pencab, Keşmir ve Belucistan kaldı. 1543'te Hümayun, Kuzey Pencap, Sind ve Belucistan'ı da Surilere bırakmak zorunda kaldı. Kendisi, Şah Tahmasb Safevi'ye sığındı ve 1553 Ocak ayına kadar orada misafir edildi. Daha sonra Eylül 1554'te, Safevi Şahının desteği ile, kardeşi Kamran Mirza'dan Kandehar'ı alarak, baba mirasını toplamaya başladı. Aynı senede kardeşini Kâbil'den uzaklaştırarak Afganistan'a sahip oldu. Daha sonra Bedahşan'ı da aldı. 1555 Şubatında, Hindistan'ın tekrar fethine girişti ve büyük Pencap havalisine hakim oldu. Timuroğullarının ve babasının Hindistan'da büyük prestijleri olduğu için, çok iyi karşılandı. Surilerle 22 Haziran 1555'te yapılan Maçivara Meydan Savaşının kazanılması, Hind kapılarının tamamen açılmasını sağladı. Bu zafer, Babür Devletinin ikinci kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir.

28 Ocak 1556'da vefat eden Hümayun, yumuşak bir huya sahipti. Düşmanları tehlikeli rakipler olsa bile, her zaman affetme alçak gönüllülüğünü göstermiştir. Kardeşi Kamran Mirza sık sık isyan etmesine rağmen, onu her zaman affetmiştir. Hümayun, ülkesinin imarına önem vererek, İslami karakterde birçok binalar yaptırmıştı. Ölümü, o sırada Hindistan'da bulunan büyük Türk denizcisi Seydi Ali Reis'in tavsiyesine uyularak, oğlu Ekber'in tahta çıkışına kadar gizli tutuldu. Hümayun, Delhi'de defnedildi. Hanımı Hamide Banu, onun için, bugün bile sanat yönünden herkesin ilgisini çeken muazzam bir türbe yaptırdı.

Hümayun'dan sonra devlet idaresi, oğlu Celaleddin Ekber'in eline geçti. Ekber zamanında Babür İmparatorluğu, sayılı dünya devletleri arasına girdi.

Şubat 1556'da tahta çıkan Ekber'in ilk senelerinde devletin idaresi, babasının yardımcısı Bayram Hanın elinde kaldı. Ekber'in atalığı olan Bayram Han, Ekber tarafından Han-ı Hanan yani başvezirlik makamına yükseltildi. Devletin idare edilmesinde, Bayram Hanın çok emeği geçti.

Ekim 1556'da saltanat değişikliğinden faydalanmak isteyen Surlularla Panipüt'te yapılan savaşı, Babürlüler kazandı. Müteakiben Malva, bağımsız Racput devletleri, Gucerat ve Handeş ele geçirildi. Bengal, bir defa daha Delhi'nin idaresi altına girdi. Bir çok istilacılar için Hindistan'a geçit veren kuzeybatı hududu, Kâbil ve Kandehar'ın ele geçirilmesi ile emniyet altına alındı. Bununla beraber, Kandehar şehrinin alınması, İran ile uzun bir süre çekişme sebebi oldu. Diplomatik seviyede en çok Safeviler ile dostluklar kuruldu. Özbek hükümdarı Abdullah Han ile kendi topraklarını, hudutlarını tayin için bir anlaşma yapıldı. Hind Okyanusunda bulunan Portekizlilerden gelen müşterek tehlike karşısında, Osmanlılar ile de temaslar yapıldı. Fakat, Delhi ile İstanbul arasındaki çok uzun mesafe, büyük bir Sünnî ittifakının doğmasını engelledi.

Diğer taraftan Ekber Şah, "Din-i İlahi" adı ile derleme bir din kurmaya çalışıyordu. Bu din sayesinde, bütün tebaası üzerinde manevî ve ruhanî hükümdarlığını tesis etmek arzusundaydı. Ancak Mecusi, Brehmen ve Hıristiyanlara hürriyet tanırken, Müslümanlara zulüm ve işkence ederdi. Ekber'in din düşmanlığını, zamanının büyük din alimlerinden ve Hindistan'ın Serhend şehrinde yaşamış olan İmam-ı Rabbani Ahmed Faruki Serhendi hazretleri, Mektubat adlı eserinde uzun anlatmaktadır.

Ekber, saltanatında, bir taraftan sınırlarını genişletirken, diğer taraftan da askerî ve idarî sahalarda faaliyette bulundu. İlk olarak damgalama usulünü getirdi. Ülkedeki topraklar, olduğu gibi hükümdara bağlı devlet toprağı haline getirildi. Ordu subaylarına ve memurlara derece verildi. Arazi gelirlerini kontrol etmek için, "Kurubi" adı verilen tahsildarlar teşkilatı kuruldu.

1603 yılında şiddetli bir dizanteri hastalığına yakalanan Ekber, bütün tedavilere rağmen iyileşemeyerek çok geçmeden öldü. Cesedi, o zamanlar Behiştabad, daha sonra İskender adı verilen bahçeye gömüldü. Sonradan, halefleri tarafından, üzerine büyük bir türbe yapıldı.

Ekber'in yerine, ölümünden önce tayin ettiği Selim adlı oğlu, Muhammed Cihangir Şah adıyla tahta geçti. 35 yaşında olan Cihangir, saltanat değişikliğinden faydalanarak başkaldıranların Delhi'ye bağlanması için çalıştı. Onun en büyük icraatı ve hizmeti, babasının İslam âlimlerine karşı yürüttüğü baskıyı kaldırmasıdır. Ayrıca, ağır ve ezici cezalara son verdi. Vergi toplanmasındaki bozuklukları gidererek, vergi gelirlerinin daha sıhhatli bir şekilde devlet hazinesine girmesi için tedbirler aldırdı.

Bu hizmetlerinin yanında, Avrupalılara Hindistan'a ticaret tesisleri kurma izni, ilk defa bunun zamanında verildi. Böylece İngilizlerin Hindistan'a sızmalarına zemin hazırlanmış oldu. Cihangir, Ekim 1627'de Keşmir'den Lahor'a giderken yolda vefat etti. Cihangir'in cesedi, dinî merasimden sonra, Lahor civarında Şah Dara'da toprağa verildi.

Cihangir Şahın, devlet adamlığı yanında edebî cephesi de büyüktür. Tüzük-i Cihangirî adıyla yazdığı eseri, çok kıymetlidir.

Cihangir'in yerine oğlu Şah Cihan, Şehabeddin unvanı ile tahta geçti. Devrinde, Hindistan'da ileri gelen Müslüman devletleri ile mücadele etti. Bunların başında Nizamşahiler gelmekte idi. 1630'da harekete geçen Babürlüler, Nizamşahları, Devletâbad'a kadar sürdüler. Bu arada Darur şehri ele geçirildi. Ertesi yıl Devletabad da alınıp Nizamşahlara büyük bir darbe vuruldu.

Cihan Şahı uğraştıran diğer bir mesele de o sırada Hindistan'da hatırı sayılır bir devlet olan Adilşahlardır. Uzun mücadelelerden sonra Şah Cihan'ın üstünlüğünü tanıması şartı ile aralarında anlaşma sağlandı.

Orta Hindistan'ın diğer üçüncü güçlü devleti, Kutubşahlar idi. Bunlar Şiiliği benimsediklerinden, Sünni olmaları için Şah Cihan tarafından bir ferman yollanmıştır. Ayrıca Şah Cihan, Safeviler adına okunan hutbenin kendi adına okunmasını istedi. Şah Cihan, büyük bir orduyla Dekken'e gelince, Kutubşahlar korktular ve hutbede dört halifeyi ve Şah Cihan'ı zikrettikleri gibi, yıllık bir miktar vergi ödemeyi de kabul ettiler. Böylece, bu devletlerle olan meseleler, Babürlülerin lehine olarak halledildi.

İran, Osmanlı ve Avrupa devletleri ile münasebet kuruldu. Bu sırada Portekizliler, Hugli'de koloni kurdular ve köle temini için Bengal'de insan avına giriştiler. Bunu haber alan Şah Cihan, 1632'de meseleye el atıp, Hugli yöresini zaptetti ve Portekizlileri sadece bir şehirde oturmaya mecbur etti.

Şah Cihan, 1652'de hastalanınca, oğulları arasında taht kavgası başladı. Evrengzib adındaki oğlu, kardeşlerine hakim olduktan sonra, babasını da tahtından indirerek, Temmuz 1658'de, Agra'da, sultanlığını ilan etti.

Evrengzib Alemgîr zamanında Gürganiye Devleti, eski haşmetli devrini yaşadı. Evrengzib, dinine bağlı olup, âlimleri severdi. Brehmenlerle ve Şiîlerle mücadele edip, Şiî sultanlıklarını ortadan kaldırdı. Büyük âlim İmam-ı Rabbanî hazretlerinin oğlu Muhammed Ma'sum Farukî ve onun oğlu Muhammed Seyfüddin hazretlerinden feyz aldı. 50 sene adaletle hüküm sürdü. Şeyh Nizam Muinüddin başkanlığındaki bir heyete, Hanefi mezhebi üzerine Fetava-i Hindiyye adındaki çok kıymetli fetva kitabını hazırlattı.

Evrengzib, dış siyasete de önem verdi. Safevilerle olan dostluk devam ettirildi. Basra ve Arabistan'la mektuplaşmalar oldu. Mekke şerifine elçiler yollanarak, büyük maddi yardımda bulunuldu. Bu devrede, Osmanlı - Gürgâniyye münasebetleri de ileri safhada idi. Padişah İkinci Süleyman'ın, Hindistan elçiliği ile vazifelendirdiği Ahmed Ağa, 1690 yılında büyük bir merasimle karşılandı ve Anadolu'nun temsilcisi olarak kabul edildi. Batılı devletlerden İtalya, Fransa ve İngiltere ile de temaslarda bulundu. "Ebü'l-Muzaffer", "Muhyiddin Evrengzib", "Padişah" ve "Gazi" unvanlarına sahip olan Evrengzib, yakalandığı rahatsızlıktan kurtulamayarak Mart 1707'de vefat etti.

Gürgâniyye Devleti, Evrengzib'den sonra parlaklığını kaybetti. Devlet, halefleri zamanında uçuruma gittiği gibi, hükümdarlar da gelişen dış baskı neticesinde yıprandılar. Hindistan'daki diğer Türk devletleri için kaçınılmaz bir hastalık haline gelen Hindulaşma, bu tarihten itibaren Babürlüler için, içten çöküşü hazırlayan bir sebep oldu.

Babür Devletinde çökme alâmetleri, 18. yüzyılda hissedilmeye başlandı. Evrengzib'den sonra tahta geçen Bahadır Şah, devlet işlerini düzene koyduktan sonra, Racput meselesini halletmek istedi. Fakat bu arada ayaklanan kardeşi ile mücadele etmek zorunda kaldı ve onu öldürttü. Bir müddet asilerle uğraşan Bahadır Şah, (1707-1712) tarihleri arasında hüküm sürdükten sonra, 1712'de Lahor'da vefat etti.

Bahadır Şah'ın yerine, Cihangir Şahın bir yıllık saltanatından sonra, Ferruh tahta çıktı. Bunun zamanında devlet iç mücadeleye sahne oldu ve büyük parçalanmalar görüldü. 1722'de Safevilerin yıkılması ile yeni bir birlik teşkil ederek tahta çıkan Nadir Şah, aslen Kalaçlara dayanan ve Afganlaşmış olan Gılzaylar üzerine yürüdü. Gılzaylar yenilince, Hind sınırına sığındılar. Bu yüzden Nadir Şah, Babürlüleri birkaç defa ikaz etti. Ancak, Babürlülerin Gılzaylara ses çıkarmadığını görünce, 1738'de sefere çıkıp, önce Babürlülerin ata yurdu olan Kâbil'i daha sonra da Pencap ve Delhi'yi işgal etti. Ders vermek için Delhi'yi yakıp yıkan Nadir Şah, ele geçirilen Hind hazinelerini İran'a taşıdı.

Diğer taraftan Avrupa devletleri de, Babür Devletinin hakimiyetini zaafa uğratmak için büyük çaba sarf ettiler. Alemgir adlı Babürlü hükümdarı, veziri Gazieddin tarafından öldürülünce, tahta 1760 yılında İkinci Şah Alem geçti. Şah Alem, ilk olarak İngiliz himayesine giren Babürlü hükümdarı oldu. Bunun zamanında İngilizler, hakimiyetlerini Bengal'den Orta Hindistan ve Racputana'ya kadar genişlettiler. 1764'te Badsar Savaşından sonra, Bihar hakimiyetinden vazgeçen Şah Alem, İngiliz karargâhına sığındı. İngilizlerin himayesinde, Allahabad'da hayatını sürdüren Şah Alem, o hayattan bıkarak Maratalarla birleşmek üzere şehri terk etti. Böylece Şah İkinci Alem, bir müddet bunların himayesinde yaşadı. Marataların önemli reislerinden olan Sindia, yavaş yavaş kendisine kuvvetli bir krallık meydana getirerek, Agra ve Delhi'yi ele geçirdi. Babürlülerin varisi olduğunu ilan etti. 1803'te Marataların güçlenmesini Hind politikasına uygun görmeyen İngilizler, Sindia'yı mağlup ettiler. Şah İkinci Alem, tekrar İngilizlerle karşı karşıya kaldı. Bu Avrupa devletinden bazı imtiyazlar koparmak istediyse de, İngiliz komutanı, teklifleri her defasında geri çevirdi. Bununla beraber, Babürlü ailesinin geçimini sağlamak üzere bir miktar para verdiler. Gerçek idare ise İngiliz temsilcisi tarafından yürütülmekle beraber, Delhi'den tebliğ edilen emirlerin, hükümdar adına olmasına ses çıkarmadılar. Bir müddet sonra, İngiliz-Babür münasebetlerinde protokol kaldırıldı. İngiliz genel valisi, Şah İkinci Alem'e eş duruma getirildi. Hükümdarın adı, paralardan kaldırıldı.

1837'de Babürlülerin son hükümdarı tahta çıktı. Asıl adı Ebü'l Muzaffer Siraceddin Muhammed olan İkinci Bahadır Şah, bu tarihte, resmen sözde hükümdar ilan edildi. 1857'de büyük bir ayaklanmada bulunan İkinci Bahadır Şah, bu hareketi ile, para kestirmeye ve hutbe okutmaya muvaffak oldu. Ancak İngilizler, bu duruma şiddetle tepki gösterdiler. Bir İngiliz ordusu, Delhi'yi Babürlülerin elinden aldı. İngilizler, Delhi'de evleri, dükkânları basıp, malları, paraları yağma ettiler. Kadınları, çocukları dahi kılıçtan geçirdiler. İçecek su bile bulunmaz oldu. Hümayun Şahın türbesine sığınmış olan çok yaşlı şahı, çoluk-çocukları ile, elleri bağlı olarak, kale tarafına götürdüler. Patrik Hudson, yolda, şahın üç oğlunu soydurup, don ve gömlekle bırakıp, göğüslerine kurşun sıkarak şehid etti. Kanlarından içti. Cesetlerini kale kapısına astırdı. Bir gün sonra, başlarını İngiliz kumandanı Henri Bernard'a götürdü. Sonra, başları suda kaynatıp şaha ve zevcesine çorba olarak gönderdi. Çok aç olduklarından, hemen ağızlarına koydular, fakat çiğneyemediler, yutamadılar. Ne eti olduğunu bilmedikleri halde, çıkarıp toprağa bıraktılar. Hudson haini,

"Niçin yemediniz? Çok güzel çorbadır. Oğullarınızın etinden yaptırdım!" dedi.

Sonra, sultanı, zevcesini ve diğer yakınlarını, Rangon şehrine sürüp hapsettiler. Sultan, 1862'de zindanda vefat etti. Delhi'de 3000 Müslümanı kurşunlayarak, 27.000 kişiyi de keserek şehid ettiler. Ancak gece kaçanlar kurtulabildi. Hıristiyanlar, diğer şehirlerde ve köylerde de sayısız Müslümanı öldürdüler. Tarihî sanat eserlerini yıktılar. Eşi bulunmayan, kıymet biçilmeyen ziynet eşyalarını gemilere doldurup, Londra'ya götürdüler. Allâme (büyük alim) Fadl-ı Hak, 1861'de Andoman adasında, zindanda, İngilizler tarafından şehid edildi.

İkinci Bahadır Şahın ölümü ile, Babür Hanedanı, Hindistan'da tarih sahnesinden çekildi. İngilizler, siyasi iktidarı ele geçirip, hemen her yerde yaptıkları gibi, Hindistan'ı da bir isyanlar diyarı haline getirdiler. Değişik inanç ve kültürdeki insanları birbirine kışkırtarak, onların birlik ve düzenine imkân vermeyip, malî kaynakları kendi ülkelerine akıttılar. Ayrıca, Müslümanlar arasındaki yardımlaşmayı ve kardeşliği yıkmak için çeşitli entrikalar çevirdikleri gibi, ajanları vasıtasıyla "Kadıyânîlik" denilen bozuk bir mezhep ortaya çıkararak, Müslümanları doğru yoldan saptırmaya çalıştılar. Bu tarihten sonra İngilizler, Hindistan'a yerleşerek, Babür (Gürgâniyye) İmparatorluğunun tarih sahnesindeki yerini aldılar.

Babür Şahın kurduğu Timuroğulları veya Gürgâniyye Devletinin on yedi hükümdarı, kronolojik olarak, aşağıdadır.

Hükümdarın Adı / Tahta Geçişi


Babür Şah / 1526 Hümayun Şah / 1530 Ekber Şah / 1556 Selim Cihangir Şah / 1604 Şah Cihan / 1628 Evrengzib Alemgir / 1658 Şah-ı Alem Bahadır / 1706 Cihangir İskender / 1712 Ferruh / 1713 Refiudderecat / 1719 Şah Cihanı Sani / 1719 Muhammed Şah / 1719 Ahmed Bahadır Şah / 1747 Alemgir-i Sani Şah / 1753 Şah-ı Alem Sami Şah / 1759 Ekber Şah-ı Sani / 1806 Bahadır Şah-ı Sani / 1837
 
Delhi Türk Sultanlığı

Delhi Türk Sultanlığı Hindistan'daki, Müslüman Gurlu Devletinin komutanlarından Kutbeddin Aybeg tarafından Delhi'de kurulan Türk devleti. Bu devlete; Mu'izzîler, Halacîler, Tuğluklar ve Seyyîdler olmak üzere dört Türk sülâlesi, birbiri arkasından hâkim oldular. İslâmiyet, Aşağı İndüs vâdisine ilk olarak Emevîler devrinde girmişti. Sonraları Hindistan içlerine, Müslüman askerî kuvvetlerini ilk getiren Gazneli hükümdarlarıydı. Gazneliler, Pencab bölgesini ele geçirerek, burayı Hindistan'daki daimî merkezleri yaptılar. İktidarlarının sonuna doğru ise, Lahor merkez olmuştu. Gaznelilerin yerini alan Gurlular için Pencab, Hindistan'ın fethi için önemli bir merkezdi. Gurlu Hânedânından, 1173 senesinden sonra Gazne'de hükümdar olan Şehâbüddîn (Mu'izzüddîn) Muhammed, Ganj Ovasında hakimiyetini genişletti. Muînüddîn Çeştî hazretlerinden aldığı işaretle, Ecmir'i fethetti. Emrindeki Türk asıllı kumandanlardan Kutbeddin Aybeg'i, bütün Hindistan'ın fethiyle vazifelendirdi. Hindistan'da İslâmiyet'in yayılmasında önemli rol oynayan Muizzüddîn, 1206 senesinde ölünce, Lahor'a giden Kutbeddin Aybeg, sultanlık teklifini kabul etti. Kuzey Hindistan'a hakim olup, Delhi Türk Devletinin temelini attı. Ölen Muizzüddîn Muhammed'in kardeşi ve Batı Gurluların Sultanı Gıyâseddîn Mahmud, bu durumu kabul edip Kutbeddin'e, Melik unvanını verdi. Bu sırada Sultan Muizzüddîn'in komutanlarından Taceddîn Yıldız, Gazne'de hüküm sürmekteydi. Aybeg, onu yenerek Gazne'ye girdiyse de, kırk gün kalabildi. Daha sonra Taceddin Yıldız'ın baskısı üzerine, Hindistan'a çekildi. Orada İslâmiyet'in yayılması için çalıştı. Fethettiği yerleri cami ve medreselerle süsleyip, mümtaz ilim sahipleriyle şenlendirdi. Alimlere, fakir ve muhtaçlara maaşlar bağlattı. Sulh ve sükûnu sağlayıp, memleketinde her türlü zulme mani oldu. Hak ve adaleti hakim kıldı.

Kutbeddin Aybeg, 1210 senesinde vefat edince, yerine damadı Şemseddin İltutmuş geçti. İltutmuş, öncelikle, diğer bölgelerde bağımsızlıklarını ilan eden komutanları da hakimiyeti altına aldı ve Hindistan'da Türk İslâm hakimiyetini yeniden kurarak, sağlamlaştırdı.

Daha sonra başarılı seferler düzenleyerek, hakimiyet bölgesini genişletti. Vindhya Dağlarının kuzeyinde kalan bütün Hindistan'ı ele geçirdi. Abbasî Halîfesi Muntasır-billah tarafından tanınan, Hindistan'ın ilk Müslüman Türk sultanı oldu. Nâsır ve Emîr-ül-Mü'minîn lakabını aldı. Bir ara İsmailîler, onu öldürmeyi ve devleti ele geçirmeyi planladılarsa da, muvaffak olamadılar. Delhi sultanlarının en büyüklerinden olan İltutmuş, büyük İslâm âlimi Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî'nin talebelerindendi. İslâmiyet'in Hindistan'da yayılması için, çok gayret gösterdi. Ülkede, birlik ve düzeni sağladı.

1236 senesinde Karakarlara karşı çıktığı seferde hastalanan İltutmuş, Mayıs ayında vefat etti. Ölümünden sonra kızı Râziye Begüm Sultan başa geçtiyse de, ileri gelen devlet adamlarının muhalefeti üzerine, tahtı terk etmek zorunda kaldı. İç karışıklıklar, devleti yıkılmanın eşiğine getirdi. Nitekim Moğollar; Sind, Mültan ve Batı Pencab'a girdiler. 1241 senesinde Lahor'u yağmaladılar. Kırklar diye bilinen komutanlar arasında, kıskançlık yüzünden parçalanmalar baş gösterdi. Guwalyar ve Rantambor bölgeleri, devletin elinden çıktı. Do'ab'daki Hindli yol kesiciler yüzünden, Bengal ile haberleşme tamamen kesildi.

Bu sırada, İltutmuş'un memlûklarından (köle) biri olan ve soyca Kıpçak Türklerine dayanan Balaban, devlet içinde büyük bir nüfuz kazanmıştı. Balaban, süratle harekete geçerek, muhtelif bölgelerde isyanları bastırdı. Hind kabilelerini, racaları ve bazı emîrleri cezalandırdı. 1247 senesinde, Kâlinca ile Kemâ arasındaki bölgeyi ele geçirdi. 1255 senesinde Kutlug Hanın isyanını bastırdı. 1257 senesinde tekrar Hindistan'a giren Moğollara karşı, büyük bir ordu hazırladı. Moğolların geri çekilmelerini fırsat bilerek, birlikleri ile orduya katılmayan bazı vali ve beylerin üzerine yürüdü. Bunları sindirdi ve bir çoğunu affetti. Sultan Nâsıreddîn Mahmud Şahın 1266 yılında ölümü üzerine, iktidarın gerçek hakimi olan Balaban, Gıyâseddin lakabıyla tahta çıktı.

Tahta çıkar çıkmaz, merkez ordusunu yeniden düzenledi. Âsâyişi bozan Hinduları ve Delhi civarındaki haydutları şiddetle cezalandırdı. Balaban, idaresi altında büyük bir ordu bulunmasına rağmen, sultanlığın kaybettiği toprakları geri almak için, fazla bir gayret göstermedi. Tek düşüncesi, hudutları tehdit eden Moğollara karşı hazırlıklı olmaktı. Bu gayeyle Sind ve Batı Pencab'ın idarî durumunu yeniden düzenledi. Bölgeye önce Şir Hanı, ölümünden sonra oğlu Muhammed Hanı vali tayin etti. Diğer oğlu Mahmud Buğra Han ise, bir orduyla kuzeyde bulunuyordu. 1279 senesinde Moğollar, Pencab'a saldırdılar. Delhi Sultanlığı topraklarında epeyce ilerleyerek, Sütlüce Irmağını aştılar, fakat bozguna uğratıldılar.

Moğol saldırısını fırsat bilen Bengal Valisi Tuğrul Han, ayaklanarak bağımsızlığını ilan etti. Balaban, Moğolları yendikten sonra, kuzeyde bulunan oğlu Buğra Hanın ordusunu da yanına alarak, Bengal üzerine yürüdü. Tuğrul Han, hazinesini ve fillerini alarak, Orissa ormanlarına sığındı ise de, ele geçirilerek öldürüldü. Bengal valiliğine oğlu Mahmud Buğra Hanı tayin etti. Balaban'ın 1287 yılında vefatından sonra başa geçen Muizzüddîn Keykubâd'ın başarısız idaresi, yerine geçen oğlu Keyûmers'in de küçük yaşta olması üzerine, Halaçların Reisi Firuz Şah, rakiplerini yenerek, Celâleddin lakabı ile, Delhi Sultanlığının başına geçti. Celâleddin Firuz Şahın, 1290 senesinde Delhi Sultanlığı tahtına geçmesinden sonra, idare, Halacîler sülâlesine geçti.

Delhi Sultanlığına hakim olan Halaç ailesi, eski bir Türk kabilesi olan ve kesin olarak tespit edilemeyen bir tarihte Türkistan'dan göç edip, doğu Afganistan ile Hindistan'ın kuzey hudutlarına yerleşen Halaç Türklerine mensupturlar.

Firuz Şah'ın, tahta çıktıktan sonra, Hintli Prenslere karşı seferleri, müspet sonuçlar vermedi. Onun asıl isteği, Moğollardan uzak kalmaktı. 1291-92 senesinde, Moğol ordusunun büyük bir istilâ teşebbüsü, başarıyla önlendi ve Moğolların çoğu esir edildi. Bu esirlerin büyük bir kısmı, Müslüman olarak, Delhi Türk Sultanlığının hizmetine girdiler. Aynı sene içinde Mandor ve Ucceyn'e seferler düzenlendi. Bu arada, Karâ valisi ve damadı Alâeddin Muhammed, hükümdardan izin almadan Devagir üzerine sefere çıktı. 1294 senesinde, sekiz bin kişilik bir süvari birliğiyle yola çıkan Alâeddin, Vindhyalar Dağlarını geçerek zor şartlar altında iki ay süren bir yolculuktan sonra, Devagir'e vardı ve şehri kısa sürede ele geçirdi. Alâeddin, aldığı büyük ganimetlerle ülkesine döndü. Firuz Şâh, bu galibiyete çok sevindi. Yeğenini tebrik ve teftiş için Karâ'ya gitti. 1296 yılında çıktığı bu yolculuğu esnasında vefat etti. Yerine Alâeddin Muhammed Halacî geçti.

Alâeddin Muhammed, uzun seneler, Moğol saldırılarına karşı koymakla uğraştı. 1299 senesinde Kutlug Hoca'nın kumandasında 200.000 kişilik bir Moğol ordusu, Delhi önlerine kadar geldi. Alâeddin, Moğollara karşı ordusunun az olmasına rağmen, kahramanca savaştı ve Moğolları bozguna uğrattı. İç işlerini düzelten Alâeddin Muhammed, 1302 senesinde, fetihler yapmak için sefere çıktı. Racistan'da, ünlü Çitor Kalesini kuşatarak aldı. Fakat ordu bu seferden yorgun ve çok kayıp vermiş olarak döndü. Ayrıca Telingan Devleti üzerine gönderdiği ordu da, başarı elde edemeden ve yorgun döndü.

1305 senesinde Amroha ve 1306 yılında Ravi yakınlarında, Moğollar bozguna uğratıldı. Bu mücadeleler sırasında, Dipâlpur eyaleti hudutları, Melik Gazi Tuğluk'un idaresine verildi. Melik Gazi'nin her sene düzenlediği seferlerden dolayı da, Moğol tehlikesi kalktı.

Kuzey Hindistan'ın hemen hemen tamamına hakim olan Alâeddin, 1308 senesinde Melik Kâfur'u güney seferine gönderdi. Melik Kâfur, önce Varangel'i 1310 senesinde de Madura ve Duâramudra'yı ele geçirdi. Böylece sultanlığın güney sınırları, deniz sahiline kadar dayandı.

Sultan Alâeddin, hiç tahsil görmediği halde, şahsî kabiliyet ve tecrübeleri ile devlet topraklarını genişletti. Birçok idarî yenilik yaptı. Müslümanların refah ve huzur içinde yaşamalarını sağlamaya çalıştı. Sultan Alâeddin 1316 senesinde ölünce, Melik Kâfur, Veliahd Hızır Hanın yerine henüz 5-6 yaşındaki Şihâbüddîn Ömer'i tahta çıkardı. Buna karşı çıkan Alâeddin'in üçüncü oğlu Mübârek Han, Melik Kâfur'u öldürttü. 1316 senesi Nisan ayında kardeşini de hapse attırarak, Kutbeddin lakabı ile tahta çıktı. Mübârek Han, babasının bazı kanunlarını yürürlükten kaldırdı. Gucerât ve 1318 senesinde Devagir'deki isyanları bastırdı. Ancak, bir Hindu dönmesi ve kölesi olan Hüsrev Han tarafından 1320 senesi Nisan ayında öldürüldü. Hüsrev Han, tahta geçti.

Hüsrev Han, tahta geçtiği zaman Pencap'ta hudut bölgeleri kumandanı olan Gazi Melik Tuğluk isyan etti. Oğlu Fahreddin Cavna'nın da teşvikiyle Delhi üzerine yürüdü. Delhi önlerinde yapılan savaşı, Gazi Melik Tuğluk kazandı. Hüsrev Han, yakalanarak idam edildi. Gazi Melik de, 1320 senesi Eylül ayının altısında, Delhi Sultanlığı tahtına çıktı. Bu tarihten itibaren Delhi Sultanlığında, Tuğluklar devri başladı.

Babası Türk, annesi Hindli olan Gazi Gıyâseddin Melik Tuğluk, tahta geçtikten bir hafta gibi kısa bir zaman zarfında, sükûneti sağladı. Tuğluk-âbâd adı ile yeni bir şehir kurdu ve burasını hükümet merkezi yaptı. Dekken'deki Varangel Racası isyan edince, Uluğ Han unvanı alan oğlu Cavna Hanı, o bölgeye gönderdi. Bu sefer, başarısızlıkla neticelendi. 1323 senesinde, tekrar Dekken üzerine gönderildi. O da Bidâr'ı fethettikten sonra Varangel'e doğru ilerleyerek burayı da ele geçirdi. Bu tarihten itibaren Varangel, Sultanpür olarak adlandırıldı. Cavna Han, bölgede son olarak Telingâna'yı fethetti. Burası, ilk defa doğrudan doğruya Müslümanların idaresine girdi.

1325'te Tuğluk Hanın ölümü üzerine oğlu Cavna Han, Muhammed Şah lakabı ile tahta geçti. Muhammed bin Tuğluk, bazı idarî ve askerî tedbirler aldı. Güneydeki fetihler sebebiyle, bölgede yeni bir saltanat merkezi yapılmasına ihtiyaç duyarak, 1327 senesinde Devagir'i yeniden inşa ettirdi. Devletâbâd adını verdiği bu şehri, hükümet merkezi yaptı. Hükümet memurları, âlimler ve halktan pek çok kişi buraya yerleşti. Muhammed Han, gönüllü göçün az olması yüzünden, halkı Devletâbâd'a göç etmeye zorladı. Bu duruma kızan halk, arazilerini terk ederek hırsızlığa başladı. Sultanın, bunlar üzerine bir birlik göndermesi, arazide ziraat yapılmasını zorlaştırdı ve Delhi'de kıtlık baş gösterdi.

Muhammed Han devri, bundan sonra, daimî olarak isyanlarla geçti. 1335 senesinde, Ma'ber Valisi Seyyid Celâleddin Madura, bağımsızlığını ilan etti. Sultan bu valinin üzerine yürüdü ise de, bir netice elde edemedi. Böylece Ma'ber, Delhi Sultanlığının idaresinden çıktı.

Bengal Valisi Behram Han'ın, 1338 senesinde ölümünden sonra, sultanlığa bağlı Doğu Bengal eyaleti, istiklalini ilan etti. Aradan bir sene geçmeden Ali Şah Kar adında bir kumandan, isyan etti, fakat isyan, anında bastırıldı. Arkasından Avadh Valisi Ayn-el-Mülk ayaklandı. Sultan, bütün güçlüklere rağmen bu isyanı da bastırdı. Ayn-el-Mülk yakalanarak hapsedildi ise de, bir süre sonra af edilerek tekrar Avadh valiliğine getirildi.

1343 senesinde, Pencab eyaletindeki Sunâm, Samânâ, Kaythal ve Guhrâm'da isyanlar çıktı. Ancak, bu isyanlar şiddetli bir şekilde bastırıldı. Muhammed Tuğluk, yine bir isyanı bastırmak üzere Sind Seferine çıktığı zaman Tahattha yakınlarında hastalanarak, 1351 senesi Martında öldü. Muhammed Tuğluk'un ölümü sırasında Hindistan'da, üçü ayaklanmalardan ortaya çıkma, beş tane bağımsız Müslüman Türk devleti vardı.

Başsız ve güçsüz durumda kalan ordunun ileri gelen kumandanları ve devlet adamlarının ısrarıyla, ölen sultanın yeğeni Firuz Şah, sultanlığı istememesine rağmen, tahta çıkarıldı.

Firuz Şah, tahta geçtikten sonra, devleti kuvvetlendirmek için seferlere çıktı. Bengal bölgesinin hakimi İlyas, 1345 senesinde Batı Bengal'de bağımsızlığını ilan etmiş, 1352 senesinde ise Doğu Bengal'i ele geçirmişti. Firuz Şah, önce İlyas'ın üzerine yürüdü ve onu İkdala Kalesine çekilmeye mecbur bıraktı. Firuz Şah, bu seferden sonra Orissa üzerine yürüyerek burayı ele geçirdi. Orissa Racası barış yapmak istedi. Senelik yirmi fil vergi vermek üzere barış yapıldı.

Firuz Şah, 1367 senesinde doksan bin süvarî, 480 fil ve çok sayıda piyadeden meydana gelen ordusu ile, Thattha üzerine sefer düzenledi. Çok büyük sıkıntıların çekildiği bu sefer sonunda, Sind Câmlarının hükümdarı Câm Mâli'nin, senede 400.000 Hind parası vermesi şartıyla anlaştılar.

Firuz Şah, 1388 senesi Eylül ayında, seksen üç yaşındayken öldü. Her işinde âlimlere danışan Firuz Şah, ülke topraklarını genişletmek için, büyük seferlere çıkmaktan ziyade iç işleri ile uğraşmayı tercih etti. İşlerinde en büyük desteği hocası Celâleddin Hindî'den görmekteydi. Vergileri koyup kaldırmakta, dinin hükümlerine çok dikkat ederdi. Dine uymayan her türlü vergiyi kaldırdı. Devlet geliri, azalacağı yerde daha da arttı. Devlet idaresinde yaptığı düzenlemeler, malî ve iktisadi alanlarda, büyük bir gelişmeye sebep oldu. Müslüman ve gayrimüslim, bütün halkın refah ve saadetine hizmet etti.

Firuz Şah'tan sonra şehzadeler arasındaki mücadeleler, onun yaptığı bütün iyi işlerin tahrip olmasına ve sultanlığın kötü duruma düşmesine sebep oldu. Bu mücadelelerden sonra, torunu Gıyâseddin Tuğluk tahta geçti. Bu tarihten Timur Han'ın 1398 senesindeki Hindistan Seferine kadar taht, altı defa el değiştirdi. Timur Han, 1398 senesi Eylül ayında, İndus Nehrini geçerek Hindistan'a girdi. Delhi Sultanı Mahmud Şah, elindeki yetersiz kuvvetlerle karşı koymaya çalıştı ise de Delhi önündeki muharebede yenildi. Delhi, Timur Hanın eline geçti. Timur Han, 1399 senesinde Türkistan'a geri dönünce, Mahmud Şah, yeniden hükümdar unvanını aldı. Fakat önce Mallû, sonra da Devlet Han Ludi'nin elinde bir kukla hükümdar olarak kaldı. Mahmud Şahın, 1413 senesinde ölmesiyle, Tuğluk Hânedânı sonra erdi.

1414 yılında Delhi'yi ele geçiren Mültan Valisi Hızır Han, ölünceye kadar, bölgeyi Timur ve Şahruh adına idâre etti. Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Mübârek, bağımsızlığını ilan etti. Böylece Delhi Sultanlığının idaresi, peygamberimizin neslinden olduklarını iddiâ etmeleri yüzünden "Seyyidler" adını alan Hızır Han nesline geçti.

Mübârek Şahın saltanatı, ayaklanmalarla geçti. Mübârek Şah, 1434 senesinde nüfuzunu kırmak istediği veziri Server-ül-Mülk tarafından öldürüldü. Yerine kardeşinin oğlu Muhammed, ondan sonra da 1444'te onun oğlu Âlem Şah çıktı. Hepsinin saltanatı, kargaşalık, ayaklanma, iç ve dış harplerle geçti. Bu yüzden, devlet, gittikçe zayıfladı. Son yıllarda devlet işleri, Pencab'ın büyük bir kısmına hakim olan Behlül Han Ludî adında bir Afgan beyinin eline geçti. 1451 senesinde, Behlül'ün baskısına dayanamayan Âlem Şah, tahtı ona bırakarak Badaun'da yerleşti. Böylece Delhi Türk Sultanlığı sona erdi ve hükümdarlık Afgan asıllı Lûdîlerin eline geçti.

Delhi Türk Sultanlığının idarî teşkilâtı, genelde Türk İslâm devletlerinin teşkilâtına dayanmaktaydı. Saray teşkilâtının başında Vekil-i Dâr bulunurdu. Ondan sonra idaresinde hâciblerin görev yaptığı Emir Hâcib veya Bâr Bey denilen saray görevlisi gelirdi.

İdârî işlere vezir bakmaktaydı. Dinî işler ise, Sadr-üs-Sudûr denilen görevlinin idaresindeydi. Bu zat, aynı zamanda sultanlık baş kadısı Kâdı-i Memâlik görevini de yapardı.

Delhi Türk Sultanlığı, süvarî kuvvetlerinin büyük rol oynadığı, düzenli bir orduya sahipti. Askerler, önce, iktalardan faydalanırlardı. Daha sonra maaş almaya başladılar. Orduda fillerin önemli bir yeri vardı. Fillerin üzerinde okçular bulunurdu. Ayrıca, bunlardan düşman saflarını yarmak ve maneviyatlarını bozmak için faydalanılırdı. Ordunun piyade sınıfının çoğunu Hindular meydana getirirdi. Hassa askerleri dışında, piyadeler geçici olarak orduya alınırdı.

Birçok âlim, şair, yazar ve sanatkârı himayelerine alan Delhi Sultanları, kültür ve sanatın gelişmesine büyük hizmet ettiler. Balaban devri, ilim ve sanat bakımından önemlidir. Onun devrinde Ferîdeddîn Mes'ûd, Sadreddîn bin Behâeddîn Zekeriyyâ, Bedreddîn Ganevî gibi İslâm âlimleri, Hamîdeddîn, Bedreddîn Dımeşkî, Hüsâmeddîn gibi tıp âlimleri yetişti. Büyük âlim Emir Hüsrev Dehlevî, Delhi Sultanlarından himaye gördü. Hüsrev Dehlevî, Hindistan'da şiirlerini Farsça yazan şairlerin en büyüğüdür. Şairliği yanı sıra, tarihî eserler de yazmıştır. Delhi sarayında yaşayan şairlerden birisi de Hüsrev Dehlevî'nin yakın arkadaşı Necmeddîn Hasan Sencerî idi. Bu iki zatın yakın dostu tarihçi Ziyâeddîn Bernî, 1357 senesine kadar Delhi Sultanlığının tarihini anlatan Tarih-i Firuz Şah adlı eserin yazarıdır. Nizâmüddîn Evliyâ, Ferîdüddîn Genc-i Şeker ve Şeyh Nureddin, Celâleddin Hindî gibi büyük tasavvuf âlimleri, Delhi Türk Sultanlığı zamanında yaşamış, Hindistan'ın meşhur ve büyük velîleridir.

Delhi Sultanları, geniş imar faaliyetlerinde bulundular. Günümüze kadar ulaşan birçok eserler yaptılar. Ayrıca yeni şehirler inşa ettiler. Yaptıkları eserlerin büyük kısmı Delhi'dedir. Kutbeddîn Aybeg'in yaptırmaya başladığı 79 metre yüksekliğindeki Kutb Minâr ismi ile meşhur minare, daha sonra bitirilmiştir. Aybeg, ayrıca Cayna mabetleri enkazını kullanarak Kıdvet-il-İslâm adlı camiyi inşa ettirdi.

Halacî Hânedânlığı zamanında, Hindistan'daki Müslüman mimarisi, Selçuk mimârisi teknik ve üslubunun etkisinde gelişti. Alâeddin Halacî zamanında Kıdvet-il-İslâm Camiinin yanında yapılan medrese, bunlardan biridir.

Tuğluklarda Firuz Şah, birçok imar faaliyetlerinde bulundu. Ayrıca, eski eserlerin tamir ve ihyasına büyük önem verdi. Hisar ve Cavnpûr gibi birçok meşhur şehir kurdu ve tamir ettirdi. Ayrıca Firuzâbâd adıyla Delhi yakınlarında, yeni bir başkent inşa ettirdi. Buranın güneyinde Havz-ı Hassı denilen büyük havuzun kenarında bir medrese yaptırdı. Bunlardan başka; 50 sulama bendi, 40 cami, 30 medrese, 20 hânkâh, 100 kervansaray ve han, 5 dârüşşifâ, 100 türbe ve mezar, 10 hamam, 150 sulama işlerinde de kullanılabilecek kuyu ve su biriktirmeye mahsus havuz, 100 köprü yaptırmıştır.


Adilşahlar Devleti

Adilşahlar Hindistan'da Bicapur Devleti hükümdarlık ailesi. Hanedanın ve devletin kurucusu olan Yusuf Adil, Behmenilerin hassa askerlerinden idi. Kabiliyetli olduğundan, İkinci Muhammed Şahın takdirini kazanarak yükseldi. Muhammed Şahın vefatından sonra, taht kavgalarından faydalanarak Bicapur'un idaresini eline geçirdi. Ailesiyle Bicapur'a gidip, 1490 senesinde Şah unvanını aldı ve bağımsızlığını ilan etti.

Dekken'de Behmeniler'in yıkılmasıyla, Dekken devletleri denilen dört devlet ortaya çıkmıştı. Yusuf Adilşah bu devletlerle sık sık savaşlar yaptı. Ayrıca Hind Denizi ve Hindistan'da hakimiyet kurmak isteyen Portekizliler ile mücadele etti. Portekizlilerin sahile yerleşip üsler kurmasının önüne geçmek istedi. Fakat Portekizliler, Dekken devletleriyle olan mücadelelerden gereği gibi faydalanıp, sahilde üsler kurdular ve git gide kuvvetlendiler.

1504 senesinde Yusuf Adilşah, Şiiliği, devletinin siyasetine esas olarak kabul edince, ülkede ayaklanmalar baş gösterdi. Bidar ve Ahmednagar hanlarına yenilen Adilşah, önce Beras, sonra da Haniş'e kaçtı. Bir sene sonra topladığı ordu ile Bidar Hanı Ali Berid'i yendi. Bicapur'u geri aldı ve ömrünün sonuna kadar diğer Dekken devletleriyle mücadele etti. Yusuf Adilşah'ın hükümdarlığının son yıllarında, Portekizliler Goa'yı ele geçirdiler.

Yusuf Adilşah, 1516 senesinde vefat edince, yerine on üç yaşındaki oğlu İsmail Adilşah geçti. Fakat vefatından önce Kemal Hanı oğluna vasi tayin ettiği için, bir süre devleti Kemal Han idare etti. Kemal Han, Cuma hutbesini dört hak mezhepten Hanefi mezhebine uygun olarak okuttu. Ehl-i sünnet itikadına uymayı, devletin resmi siyaseti olarak kabul etti. İsmail Adilşah tahta çıktığı sırada, Portekizlilerin ele geçirdiği Goa limanı geri alındı.

İsmail Adilşah, 1521 senesinde Viceyanagar Devleti'nin elinde bulunan Rayçur Duab'ı geri almak için bir sefer düzenledi. İki ordu, Krişna suyu kıyılarında karşılaştı. İsmail Adilşah, askerlerini sudan geçmeye zorlayınca askerin pek çoğu boğuldu. Karşıya geçenler de öldürüldü. İsmail Adilşah, bu savaşta kendi canını zor kurtardı.

Dekken devletleri sultanlarından Burhan Nizamşah, Ali Berid ve Alaüddin İmadşah, 1525 senesinde birleşerek, Adilşahlara saldırdılar. İsmail Adilşah'ın başkumandanı Esad Han Lari Türk, bu birleşik orduyu, Şalapur önlerinde bozguna uğrattı. İsmail Adilşah da, babası gibi, ömrünü diğer Dekken devletleri ile mücadele etmekle geçirdi.

1534 senesinde İsmail Adilşah'ın ölümü üzerine yerine geçen oğullarından Mallu ve İbrahim Adilşahlar dönemlerinde, ülke iç karışıklıklar ve Dekken devletleri ile mücadele arasında kaldı. 1579'da Ali Adilşah'ın yerine hükümdar olan İkinci İbrahim Adilşah'ın dönemi, Bicapur Devletinin en parlak yılları oldu. İbrahim Şah, Hindistan'ın en büyük İslam Devleti olan Gürganiye Hanedanlığı ile iyi münasebetler kurdu. İkinci İbrahim Adilşah, Gürganiyye Sultanı Cihangir Şah'tan oğul muamelesi gördü. Cihangir Şah, Adilşahları, Ahmednagar ve Gülkende memleketlerinin fethiyle vazifelendirdi. Adilşahlar, Gürganilerle beraber, Dekken'de diğer devletlere karşı mücadele ettiler. Bu devirde Bicapur Devleti sınırları, güneyde Maysor'a kadar genişledi. İkinci İbrahim Adilşah'tan sonraki hükümdarlar döneminde, devlet yine iç karışıklıklar içerisine düştü. Bu dönemde Adilşahlar, Gürganilere karşı Merathalılara yardım ettiler. Bu olay üzerine Gürgani hükümdarı Evrengzib Alemgir Şah, 1686 senesinde, ordusuyla Bicapur önlerine geldi ve şehri kuşattı. Kuşatma iki ay on iki gün sürdü. Bicapur'un düşmesiyle, Adilşahlar Devleti tarihe karıştı. Son Adilşah hükümdarı İskender'e, Evrengzib çok iyi muamelede bulundu. Himayesine aldı ve yıllık maaş bağladı.

Hindistan'ın Dekken bölgesinde, Bicapur'a iki yüz yıla yakın hakim olan Adilşahlar, bölgede Türk hakimiyetini kurdular. Uzun seneler, Portekizlilerle mücadele ettiler. Muazzam sanat ve mimari eserleri inşa edip, kültür ve medeniyete hizmet ettiler. Fevkalade binalar, saraylar, camiler ve türbeler yaptılar. Bunlar arasında İkinci Ali Adilşah'ın, Bicapur'da yaptırdığı cami çok meşhurdur.
 
Behmenîler Devleti

Behmeniler Hindistan'ın Dekken bölgesinde kurulan Müslüman-Türk Hanedanlığı. Tuğluk-Türk sultanlarından Muhammed bin Tuğluk zamanında çıkan iç karışıklıklarda, Alaeddin Hasan Behmen Şah, Dekken bölgesinde bağımsızlığını ilan etti ve Gülberge şehrini payitaht (başkent) yaptı. Elinde bulunan toprakları; Gülberge, Devletabad, Elliçpur ve Birdar olmak üzere dört vilayete böldü. Bağımsızlığını ilan etmesine yardımcı olan beyleri, bu vilayetlere vali tayin etti.

Alaeddin Hasan'ın saltanatı, kurduğu düzeni kabul ettirmek için özellikle Hindulara karşı yapmak mecburiyetinde kaldığı seferlerle geçti. Devleti, Mısır'daki halife tarafından tanındı. 1358 senesinde, Gucerat'a karşı yaptığı seferde hastalanıp vefat etti. Yerine oğlu Muhammed geçti. Muhammed Şahın ilk işi, devlet ve ordu teşkilatını kurmak oldu.

Muhammed Şahın bastırdığı para, Hindu devletininkinden daha halis idi. Hindu Varangel ve Viceyanagar racaları, Behmeni topraklarında bulunan Hindu sarraflarla anlaşarak ele geçirdikleri paraları eritip, kendilerininkine çevirdiler. Bastırdığı paraların üzerindeki Kelime-i şehadetin yerine put konmasına kızan Muhammed Şah, Viceyanagar ve Varangel racalarının topraklarına sefer düzenledi ve bu işe vasıta olan Hindu sarrafları idam ettirdi. Viceyanagar racasının ordusu dağıtıldı.

Sultan Muhammed'in 1377'de vefatından sonra yerine geçen oğlu Mücahid de, saltanatını Hindularla mücadeleyle geçirdi. Yerine geçen amcası Davud Şahın kısa süren saltanatından sonra, tahta Alaeddin Hasan'ın torunu İkinci Muhammed Şah geçti. Dekken'de İslamiyet, bunun zamanında yerleşti. Sulh ve sükun içinde geçen İkinci Muhammed döneminden sonra tahta çıkan Gıyaseddin ve Şemseddin şahların kısa süren devirleri, karışıklık içinde geçti. Sultan Taceddin Firuz'un hakimiyeti ele geçirmesi ile birlik sağlandı (1397). Viceyanagar ve Kerla racaları ile başarılı savaşlar yapıldı (1398). Yapılan antlaşma neticesinde Hindular, uzun zaman Behmenilere saldıramadılar. Ancak Gücerat ve Malva sultanlıklarının Behmenilere karşı düşmanca tavırlarından cesaret alarak, Behmeni topraklarına girdiler. Sultan Firuz Telingana, Hindularına karşı düzenlediği başarısız seferin akabinde hastalandı ve kardeşi Ahmed Şah sultan oldu (1422). Ahmed Şah, Telingana Devletini tamamen ortadan kaldırdı (1424). Gücerat ve Malva sultanlarına karşı başarılı seferler yaptı. Ölünce yerine Sultan Alaeddin İkinci Ahmed geçti (1436). Bundan sonra Behmeniler Devleti, iç karışıklıklar ve mücadelelere sahne oldu. Hümayun Şah ve Nizam Şah devirlerinde de bu karışıklıklar devam etti.

1461'de çocuk yaşta bulunan Muhammed Şahın tahta geçmesinden sonra, Melik Şah, Türk ve Mahmud Kavan gibi güçlü emirler, idareyi ele geçirdiler. Bu güçlü komutanlar sayesinde, komşu devletlerin saldırıları durdurulup, ticaret ve hac gemilerine musallat olan korsanlara karşı başarılı seferler düzenlendi. Dekken'in batı kıyılarındaki Vişalgarh Kalesi ve Goa Limanı ele geçirildi (1471). Bilgaum ve Bankapur racaları yenildi (1472). Bilgaum ve Telingana bölgesi ele geçirilip, Behmeni Devleti, en geniş sınırlarına ulaştırıldı (1478). Bu devrede, Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmed Hanla elçi mübadelelerinde bulunuldu. En güçlü devrini yaşayan devletin toprakları, kuzeyde Berar'dan güneyde Viceyanagar'a, doğuda Bengal Körfezinden batıda Umman Denizine kadar uzanıyordu. Devlet topraklarının büyümesi ile vilayet sayısının artması icab ettiği görüşünde olan vezir Mahmud Kavan, vilayet sayısını dörtten sekize çıkardı. Bundan rahatsız olan valiler, bir komplo neticesi vezirin idamını sağladılar. Sultan Muhammed de ölüp, çocuk yaştaki oğlu Mahmud başa geçince, dört eyalet valisinin herbiri, bağımsızlıklarını ilan ettiler. Merkezde Behmeni Hanedanı, kukla olarak devam etti ise de, idareyi ele geçiren Kasım Bey Beridü'l-Memalik ismindeki Türk Beyi 1527'de Beridşahlar Devletini kurdu.

Behmenli Devletinde sultanın muhafızlarına Hassa-Heyl denilirdi. Başlarında Tavaci ve Yasavul'lar vardı. Tavacilere saray teşkilatçılığı yaptıklarından dolayı, Bavdar da denilmekteydi. Devlet teşkilatının ana hatları, Delhi Sultanlığınınki gibiydi. Padişahlık alameti olarak altın para basmak ve günde beş kere nevbet çaldırmak gibi gelenekleri, ilk defa, Sultan Birinci Muhammed başlattı.

Behmenli sultanları ve vezirleri, ülke topraklarının çeşitli yerlerinde; camiler, medreseler, hamamlar, hanlar ve kervansaraylar yaptırdılar. Gülberge'de bulunan Büyük Camiyi, Sultan Birinci Muhammed yaptırdı.


Beridşahlar Sultanlığı

Beridşahlar Hindistan'ın güneybatısında Bidar bölgesinde kurulan sultanlık. Behmenîler Devletinin veziri olan Kasım Bey Beridü'l-Memalik ismindeki bir Türk Beyi tarafından kuruldu (1492). Başlangıçta göstermelik olarak Behmenilere tabi olan Beridşahlar, 1527 yılında bağımsızlıklarını ilan ettiler. Adını Kasım Beyin unvanından alan Beridşahlar Hanedanı, 1619 yılında Babür Sultanı Cihangir Şah tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar, 127 sene hükümran oldu.


Ludîler

Lûdiler Afganistan'da yaşayan Halaç Türklerinin bir kolu ve bunların Hindistan'da kurdukları hânedan. Lûdîlerden bir kısmı, Delhi Türk Sultanı Fîrûz Şah, Üçüncü Tuğluk devrinde Hindistan'a göç ettiler. Tuğluk Hanedanının ortadan kalkması ile, devletin iç siyasetinde söz sahibi olmaya başladılar. Delhi'ye hakim olan Seyyidlerin, hanedanın Türk ve Afgan askerî sınıflarına seçilmesi, Lûdîlerin işlerini daha da kolaylaştırdı. Seyyidlerden Âlemşah'ın tahttan çekilmesi üzerine, Serhend ve Lahor eski valisi ve Lûdî reisi Behlül Lûdî, Delhi tahtını ele geçirdi (1451).

Behlül Lûdî, içerdeki durumunu sağlamlaştırmak için, çeşitli tedbirler aldı. Dağlık bölgelerde yaşayan Afganlıları, kitleler halinde, Kuzey Hindistan düzlüklerine yerleştirdi. Delhi'yi aldığı zaman, hazinesindeki bütün parayı, Lûdî Afganlarına dağıtarak, kendisi de herkes kadar pay aldı. Delhi'yi kuşatan Cavnpûr Sultanını yendikten sonra, Cavnpur'u işgal etti (1478).

Behlül, çok mütevazı olmaya, büyük oymak başkanlarına, kendisi ile aynı derecedeymiş gibi davranmaya, her işi onlarla istişare ederek yapmaya, kendisiyle görüşmek isteyen herkesi kabul etmeye, hiçbir zaman beylerini taht üzerinde otururken kabul etmemeye ve onları ayakta bırakmamaya önem verdi. Behlül Lûdî, 1489 senesinde ölünce, epey çekişmeli geçen toplantılardan sonra beyler, oğullarından Nizam Hanı, İskender lakabıyla tahta geçirdiler. İskender Lûdî, 1495 senesinde Bihar'ı fethetti. Bengal Devleti ile antlaşma yaptı. Merkezî otoriteyi temin edip, ıktaların hesaplarını ciddî şekilde denetleyip devletinin hakkını aldı. O da, beylerine babası gibi arkadaşça davranırdı. Çok hayır sahibi bir kimseydi.

1517 senesinde vefat eden İskender Lûdî'nin yerine, oğlu Sultan İbrahim geçti. Sultan İbrahim'in beylerine karşı davranışı, dede ve babasından çok farklı idi. Çevresini kırdı. Sultan İbrahim'in, beylerine karşı şüphelerinin artması ve birçoğunu gizlice yakalatıp, öldürmesi üzerine, bir grup bey, Kâbil Sultanı Babür Şâh'a başvurup, Hindistan'a davet ettiler. Babür Şah, çeşitli hazırlık ve deneme seferlerinden sonra, 1526'da Hindistan'a yaptığı son seferde, Delhi'nin kuzeyinde Pâni Püt'te Sultan İbrahim'in ordusunu bozguna uğrattı. Sultan İbrahim, savaş esnasında öldü. Böylece, Delhi Afgan Sultanlığı (Lûdîler), sona erdi. Toprakları, Babür'ün eline geçti.
 
Tuğluklular

Tuğluklular Hindistan'daki Türk-İslâm hânedanlarından. Hânedanın kurucusu ve ilk hükümdarı Gıyâseddin Tuğluk, Kalaçların son sultanı Kutbeddîn Mübârek Şah zamanında (1316-1320), Pencab ve Sind'de valiydi. Halacîler saltanatına son veren Nâsıreddîn Hüsrev Şahın sultanlığını tanımayarak, Delhi üzerine yürüdü. Sultan Raziye Türbesinin yakınındaki Lahravat mevkiinde, Nâsıreddîn Hüsrev Şahı, büyük bir bozguna uğrattı. 6 Eylül 1320'de, Delhi tahtını ele geçirdikten sonra, yakınlarının ısrarı ile, sultanlığını ilan etti. 1323'te Kakatiya racalığını, 1325'te Bengal'i aldı. Gıyâseddin Tuğluk Şahın, aynı yıl Delhi'de ölümü üzerine, yerine oğlu Muhammed geçti.

Gıyâseddin Muhammed Şah, edebiyat ve fennî ilimlerde mütehassıs olduğu kadar mahir bir kumandandı. Devlete malî destek için yeni vergiler koydu. Moğol Tarmaşiri'nin Mâverâünnehir'e taarruzuna, 1329'da muvaffakiyetle karşı koydu. Moğol işgalindeki Orta Asya'yı zaptetmek için, Pamir yolu ile sefer düşündüyse de gerçekleştiremedi. Türk ve İslâm âlemiyle devamlı temasta bulundu. Kahire'deki Abbasî Halifesi Birinci Müstekfi (1302-1340) de, Gıyâseddin Muhammed Şahın saltanatını tasdik etti. Memlûklar'la siyasî münasebet kurdu. Muhammed Şah, 1351'de vefat etti. Evlâdı yoktu. Hindistan âlimlerinin tavassutu ve ordu kumandanlarının ısrarıyla, hânedandan Firûz Şah, 1352'de, Tuğluk Sultanı ilan edildi.

Firûz Şah (1352-1388), saltanatın sahipsizliğinden istifadeyle çıkan karışıklıkları, tamamen ortadan kaldırdı. Ülke içinde huzur ve emniyeti sağladı. Birliği kuvvetlendirdi. Ahaliye çok âdil davrandı. Delhi Sultanlığının ekonomik ve kültürel seviyesini yükseltti. Bendler, barajlar yaparak, zirâî mahsulün verimliliğinin artmasını sağladı. Serhend bölgesini sulayan, 240 kilometre uzunluğunda bir kanal yaptırdı. Ortasına da 140 kilometrelik bir kol daha ilave ettirdi. Mektepler yaptırıp, âlimleri himaye ederek, kültür seviyesini yükseltti. Ahâli, Firûz Şaha çok hürmet ederdi. Tarihçiler, Firûz Şahı âdil bir hükümdar numunesi, devrini de emsalsiz bir refah ve saadet devri olarak tarif ederler. Firûz Şah, 1385'te vefat edince yerine, torunu Gıyâseddin Tuğluk Şah geçti. Ülkede iç karışıklıklar çıkıp, hânedan mensupları, saltanat iddiasında bulundular. Saltanat mücadelesinden istifadeyle, Hindular da isyan ettiler, ülke bölündü. Timurlular Hânedanının kurucusu Timur Han (1370-1405), Hind Seferine çıktı. 1398'de Delhi'ye girdi ve Hindistan'ı zaptetti. Tuğluklular ülkesi, hânedanlar arasında paylaşıldığından, devlet bölündü. Siyasî birlik parçalandı. Multan Valisi Hızır Han, Tuğluklular Hânedanını yıktı. Delhi'ye kendilerinin seyyid olduğunu söyleyen "Seyyidler Hânedânı" hakim oldu. (Bkz. Delhi Türk Sultanlığı)


Haydarâbad Nizamlığı

Haydarâbad Nizamlığı Hindistan'da kurulan Türk asıllı Müslüman devlet. 1724 tarihinde Gürgâniyye (Babür) Devleti'ne (1526-1858) bağlı olarak Dekken'de Çın Kılıç Han (1671-1748) tarafından kuruldu. Çın Kılıç Han, Gürgâniyye Devletinin kumandanlarından, Türk asıllı, Âbid Kılıç Han Semerkandî'nin oğludur.

Gürgâniyye Devletinde yüksek memuriyetler ve Dekken eyalet valiliği de yapan Çın Kılıç Han, 1724 yılında Haydarâbad Devleti de denilen hânedanlığı kurdu. 1857 yılına kadar Gürgâniyye hakimiyetinde olan devlet, bu tarihten sonra İngiltere'ye tâbi oldu. İngilizler, Haydarâbad Devletinin dış bağımsızlığını bütünüyle, iç bağımsızlığını da kısmen kaldırıp sınırlarını daralttı. 1948 yılında İngiltere'den ayrılıp, bağımsızlığa kavuşan Hindistan ile Haydarâbad Devleti arasında siyasî anlaşmazlık çıktı. Devlet başkanı Osman Nizam Han (1911-1967) bölgenin bağımsızlığını savundu. Hindistan, bunu kabul etmeyip savaş açtı. Savaş sonunda Haydarâbad Devletinin savunma ve dış işlerinde Hindistan'a bağlı, içişlerinde bağımsız olması kabul edildi. Fakat, Kuzey Hindistanlı lider Seyyid Kasım Regavî'nin, Hindulara karşı idare ettiği Rizakârlar hareketine karşı askerî yardım göndermemesini bahane eden Hindistan, Haydarâbad'ı işgal etti. İdare, askerî bir valiye verilip, bölge eyalet hâline getirildi. 1950 Anayasası ile demokratlaşan Hindistan, Haydarâbad devletinin eski hanı Osman Nizam'ın, sadece "Haydarâbad devlet başkanı" unvanını muhafaza etmesini kabul etti. Nizamlık, 1956'da tamamen ortadan kalktı. Günümüzde sadece unvan olarak varlığını sürdürmektedir.

Gürgâniyye, İngiltere ve Hindistan devletleri hakimiyetlerinde yaşayan Haydarâbad Devletinin başkenti Haydarâbad şehridir. Hânedânın dili önce Türkçe, sonra Farsça daha sonra da Urduca olup, Müslümanlar, çoğunlukla Hanefî mezhebindedir. Haydarâbad devlet başkanı Bereket Ali Hanın annesi, son halife İkinci Abdülmecid Efendi'nin kızı Dürrî Şehvâr Sultan olup, kendisi de, İstanbullu bir Türk kızı ile evlidir. 1918'de Osman Nizam Han tarafından kurulan "Osmaniyye Üniversitesi", bugün, öğretim yapılan büyük bir müessesedir.


[ALINTI]
 
Geri
Top