Gül Bahçesindeki Ukde
Vaktiyle, iki denizin kucaklaştığı, rüzgarların aşk şarkıları fısıldadığı bir kıyı kasabasında, Leyla adında genç bir kız yaşardı. Leyla, gözlerinde deniz mavisi, kalbinde ise hiç dinmeyen bir merakla büyüyordu. Kasabanın dar sokaklarında dolaşır, yaşlı balıkçıların anlattığı efsaneleri dinler, her yeni gün bir umutla uyanırdı.
Bir gün, kasabaya bir yabancı geldi. Adı Aras'tı. Aras, uzak diyarlardan gelmiş, gözlerinde maceranın ve bilginin ateşi yanan genç bir adamdı. Kasaba meydanında kurduğu küçük atölyesinde, birbirinden ilginç aletler ve kitaplar sergiliyordu. Leyla, ilk gördüğü anda Aras'a çekildi. Sanki kalbinde bir şeyler kıpırdamış, yıllardır beklediği bir melodi çalmaya başlamıştı.
Leyla, her gün Aras'ın atölyesine gitmeye başladı. Aras, ona yıldızlardan, uzak diyarlardan, unutulmuş uygarlıklardan bahsederdi. Leyla, Aras'ın sözlerinde kaybolur, dünyayı onun gözlerinden görmeye başlardı. Birlikte, kasabanın kıyısında uzun yürüyüşlere çıkarlar, gün batımını izlerlerdi. Leyla, her geçen gün Aras'a daha çok bağlanır, kalbinde büyüyen o güzel duyguyu anlamaya çalışırdı.
Aras da Leyla'ya karşı boş değildi. Leyla'nın meraklı bakışları, içten gülüşü, onun kalbine birer mühür gibi kazınıyordu. Fakat Aras, uzak diyarlardan gelmiş bir gezgindi. İçinde, sürekli keşfetme, öğrenme arzusu vardı. Bu yüzden Leyla'ya hislerini açıkça söylemekten çekiniyor, onu hayallerine bağlamaktan korkuyordu.
Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Leyla ve Aras arasındaki bağ, bir gül bahçesi gibi yeşeriyordu. Ancak bu bahçenin içinde bir ukde de filizleniyordu. Leyla, Aras'ın ona olan duygularından emin olamıyor, her gün içinde bir umut, bir de endişe taşıyordu. Aras ise, Leyla'yı sevdiğini biliyor, ama onu kısıtlamak istemiyordu.
Bir gün, Aras, Leyla'ya bir veda mektubu bıraktı. Mektupta, uzaklara gitmesi gerektiğini, kalbinin bir köşesini Leyla'da bıraktığını, ancak onun hayallerinin peşinden gitmesini istediğini yazıyordu. Leyla, mektubu okuduğunda kalbi paramparça oldu. Sanki içinde, hiç yeşermemiş bir gül solmuştu. Aras, gitmişti ve Leyla, içindeki o güzel aşkla yapayalnız kalmıştı.
Yıllar geçti. Leyla, kasabasında kaldı, öğretmen oldu. Çocuklara masallar anlatır, her birini kendi masalının kahramanı yapardı. Aras'ı hiç unutmadı. Her gün, deniz kenarına gider, o gün batımını izlerdi. Her gün, kalbindeki o ukde biraz daha büyür, ama aynı zamanda, o güzel aşkı da canlı tutardı.
Bir akşam, Leyla, yine deniz kenarında otururken, uzaktan bir geminin geldiğini gördü. Gemi yanaştığında, bir adam indi. Bu, yıllar sonra geri dönen Aras'tı. Gözleri yaşlı, saçlarına aklar düşmüş, ama aynı o bakışları taşıyordu.
Leyla ve Aras, karşı karşıya geldiklerinde, hiçbir şey söylemelerine gerek kalmadı. Yıllardır biriktirdikleri duygular, gözyaşları ve tebessümlerle birbirine karıştı. Aras, uzak diyarlarda dolaşmış, ama her zaman kalbinin Leyla'da olduğunu anlamıştı. Leyla ise, o güzel aşkı içinde ukde olarak saklamış, ama sonunda kalbi yeniden umutla dolmuştu.
Aras, Leyla'ya, artık gitmeyeceğini söyledi. Birlikte, o gül bahçesini yeniden yeşertmeye karar verdiler. Ukde kalmış o güzel aşk, nihayet gerçek bir masal oldu. Leyla ve Aras, kasabalarında, hayatlarının sonuna kadar mutlu yaşadılar ve aşkın, bazen gecikse de, mutlaka kalbin yolunu bulacağını herkese öğrettiler.
Vaktiyle, iki denizin kucaklaştığı, rüzgarların aşk şarkıları fısıldadığı bir kıyı kasabasında, Leyla adında genç bir kız yaşardı. Leyla, gözlerinde deniz mavisi, kalbinde ise hiç dinmeyen bir merakla büyüyordu. Kasabanın dar sokaklarında dolaşır, yaşlı balıkçıların anlattığı efsaneleri dinler, her yeni gün bir umutla uyanırdı.
Bir gün, kasabaya bir yabancı geldi. Adı Aras'tı. Aras, uzak diyarlardan gelmiş, gözlerinde maceranın ve bilginin ateşi yanan genç bir adamdı. Kasaba meydanında kurduğu küçük atölyesinde, birbirinden ilginç aletler ve kitaplar sergiliyordu. Leyla, ilk gördüğü anda Aras'a çekildi. Sanki kalbinde bir şeyler kıpırdamış, yıllardır beklediği bir melodi çalmaya başlamıştı.
Leyla, her gün Aras'ın atölyesine gitmeye başladı. Aras, ona yıldızlardan, uzak diyarlardan, unutulmuş uygarlıklardan bahsederdi. Leyla, Aras'ın sözlerinde kaybolur, dünyayı onun gözlerinden görmeye başlardı. Birlikte, kasabanın kıyısında uzun yürüyüşlere çıkarlar, gün batımını izlerlerdi. Leyla, her geçen gün Aras'a daha çok bağlanır, kalbinde büyüyen o güzel duyguyu anlamaya çalışırdı.
Aras da Leyla'ya karşı boş değildi. Leyla'nın meraklı bakışları, içten gülüşü, onun kalbine birer mühür gibi kazınıyordu. Fakat Aras, uzak diyarlardan gelmiş bir gezgindi. İçinde, sürekli keşfetme, öğrenme arzusu vardı. Bu yüzden Leyla'ya hislerini açıkça söylemekten çekiniyor, onu hayallerine bağlamaktan korkuyordu.
Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Leyla ve Aras arasındaki bağ, bir gül bahçesi gibi yeşeriyordu. Ancak bu bahçenin içinde bir ukde de filizleniyordu. Leyla, Aras'ın ona olan duygularından emin olamıyor, her gün içinde bir umut, bir de endişe taşıyordu. Aras ise, Leyla'yı sevdiğini biliyor, ama onu kısıtlamak istemiyordu.
Bir gün, Aras, Leyla'ya bir veda mektubu bıraktı. Mektupta, uzaklara gitmesi gerektiğini, kalbinin bir köşesini Leyla'da bıraktığını, ancak onun hayallerinin peşinden gitmesini istediğini yazıyordu. Leyla, mektubu okuduğunda kalbi paramparça oldu. Sanki içinde, hiç yeşermemiş bir gül solmuştu. Aras, gitmişti ve Leyla, içindeki o güzel aşkla yapayalnız kalmıştı.
Yıllar geçti. Leyla, kasabasında kaldı, öğretmen oldu. Çocuklara masallar anlatır, her birini kendi masalının kahramanı yapardı. Aras'ı hiç unutmadı. Her gün, deniz kenarına gider, o gün batımını izlerdi. Her gün, kalbindeki o ukde biraz daha büyür, ama aynı zamanda, o güzel aşkı da canlı tutardı.
Bir akşam, Leyla, yine deniz kenarında otururken, uzaktan bir geminin geldiğini gördü. Gemi yanaştığında, bir adam indi. Bu, yıllar sonra geri dönen Aras'tı. Gözleri yaşlı, saçlarına aklar düşmüş, ama aynı o bakışları taşıyordu.
Leyla ve Aras, karşı karşıya geldiklerinde, hiçbir şey söylemelerine gerek kalmadı. Yıllardır biriktirdikleri duygular, gözyaşları ve tebessümlerle birbirine karıştı. Aras, uzak diyarlarda dolaşmış, ama her zaman kalbinin Leyla'da olduğunu anlamıştı. Leyla ise, o güzel aşkı içinde ukde olarak saklamış, ama sonunda kalbi yeniden umutla dolmuştu.
Aras, Leyla'ya, artık gitmeyeceğini söyledi. Birlikte, o gül bahçesini yeniden yeşertmeye karar verdiler. Ukde kalmış o güzel aşk, nihayet gerçek bir masal oldu. Leyla ve Aras, kasabalarında, hayatlarının sonuna kadar mutlu yaşadılar ve aşkın, bazen gecikse de, mutlaka kalbin yolunu bulacağını herkese öğrettiler.