5.Bölüm
Küresel ısınma sonucu tüm yeryüzü olumlu veya olumsuz etkilenirken , ülkemizi bunların dışında düşünmek mümkün değildir. Ülkemiz de yeryüzünde yaşanacak her değişimden payını mutlaka alacaktır .Hızla gelişmekte olan ülkemizde çevre , su , atmosfer kirliliği oranı dünya standartlarının çok üzerinde olduğu belgelenmiştir. Türkiye yılda yaklaşık 350 milyon ton sera gazı atmosfere yaymaktadır. Ülkemizin dünya genelinde atmosferi kirletme oranı % 1.3 kadardır. Türkiye ; Yüzölçümü ile dünyanın 24. büyük ülkesi , nüfusu ile 19. sırada yer alırken küresel ısınmadaki etkisi ile 13. sırada bulunmaktadır. Sanayileşme ve kentleşme oranındaki yükseliş yakın doğamızı ciddi oranda etkilemektedir. Küresel ısınmanın da ilk belirtileri her geçen gün ülkemizde görünmeye başlanmıştır. Türkiye’yi bu süreçte bekleyen başlıca değişimleri şöylece sıralayabiliriz.
Küresel ısınma sonucu tüm yeryüzü olumlu veya olumsuz etkilenirken , ülkemizi bunların dışında düşünmek mümkün değildir. Ülkemiz de yeryüzünde yaşanacak her değişimden payını mutlaka alacaktır .Hızla gelişmekte olan ülkemizde çevre , su , atmosfer kirliliği oranı dünya standartlarının çok üzerinde olduğu belgelenmiştir. Türkiye yılda yaklaşık 350 milyon ton sera gazı atmosfere yaymaktadır. Ülkemizin dünya genelinde atmosferi kirletme oranı % 1.3 kadardır. Türkiye ; Yüzölçümü ile dünyanın 24. büyük ülkesi , nüfusu ile 19. sırada yer alırken küresel ısınmadaki etkisi ile 13. sırada bulunmaktadır. Sanayileşme ve kentleşme oranındaki yükseliş yakın doğamızı ciddi oranda etkilemektedir. Küresel ısınmanın da ilk belirtileri her geçen gün ülkemizde görünmeye başlanmıştır. Türkiye’yi bu süreçte bekleyen başlıca değişimleri şöylece sıralayabiliriz.
• Ülkemizde tüm Dünya ile birlikte asgari sıcaklıklar 2 C artacak…Son 70 yılda 70 istasyonda kaydedilen sıcaklık verilerine göre ülkemizin yıllık ortalama sıcaklıkları artış göstermektedir. Özellikle Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde sıcaklık ortalamaları her 10 yılda 0.07-0.34 derece artmaktadır. Dünya Yaban Hayatını Koruma Fonu (WWF) raporuna göre Akdeniz havzasında bulunan Türkiye’de 40 dereceye yakın sıcaklıklar mevsim normali kabul edilecek .
• Akdeniz’de tarım alanları yok olacak , kuraklık , orman yangınları ve yağmur dengesinin bozulmasına yol açacak. Bütün dünyada küresel ısınma yaşanırken , dünyanın bazı yerlerinde yağış oranları azalacak bazı yerlerde ise artacaktır . Maalesef Anadolu da hem sıcaklık değerleri yükselecek hem de yağış oranları genel olarak azalacaktır.
• Tarımsal arazilerin % 40 kurak iklim bölgesinde kalarak tarımsal verimlilik düşecek tarımsal çeşitlilik azalacaktır.Sanayileşme ile birlikte bir tarım ülkesi olan ülkemiz , önemli tarım alanlarını kaybederek ,tarımsal ürün sıkıntısına girebilir.Kuraklığın en çok hissedileceği Orta Anadolu ile Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki tahıl ve baklagiller üretiminde ciddi sıkıntılar yaşanacaktır. Tahıl zengini olan ülkemiz tahıla muhtaç hale gelebilir. Ülkemiz tarımsal kuraklığa karşı tatlı su potansiyelini tasarruflu kullanmak zorundadır. Bunun için damlama ve yağmurlama usulü sulama alanları yaygınlaştırılmalı , tarımsal alanlarda nem oranını artırmak için rüzgar perdesi gibi önlemler almalıdır. Ülkemizde süregelen tarım politikalarında ( özellikle destekleme – denetleme ve teşvik alanlarında ) köklü değişimlere gidilmelidir.
• Nehirlerimizdeki su oranı azalacak. Barajlardaki su seviyesi düşecek ( ocak 2006 döneminde barajlarımızdaki doluluk oranı % 43’lerde iken , bu oran ocak 2007 yılında % 25’lerde kalmıştır ). Hidroelektrik enerji üretimi ciddi oranda aksayacak. Ülkemiz ciddi bir su sorunu ile karşılaşacak. Dünya kriterlerine göre kişi başına düşen su oranı 1000 metre küpten az olan ülkeler su yoksulu sayılırken , kişi başına 2000 metre küpten daha fazla suya sahip ülkeler suyu yeterli ülke olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde teknik ve ekonomik anlamda tüketilebilecek yer altı ve yer üstü su miktarı 110 milyar metreküp kadardır. Kişi başına 1692 metreküp su düştüğü belirlenmiştir. 2025’yıllarında nüfusu 80 milyona ulaşacağı zannedilen ülkemizde bu oran kişi başına 1300 metre küp suya düşecektir. Bu da ülkemizin zannedildiği gibi su zengini bir ülke olmadığını gösterir. Ülkemiz yer altı sularının yaklaşık % 40’nı barındıran Konya Havzası , yağışların yetersizliği yanında ,sulama amaçlı açılan 10 binlerce kuyu taban suyu seviyesini her yıl yaklaşık bir metre düşürmektedir. Bunun sonucunda da Konya havzasındaki taban suyu seviyesinin Tuz gölü taban seviyesinin altına düşme tehlikesi gündeme gelmiştir, yer altı su döngüsünün Tuz gölünden Konya havzasına dönüşmesi , bölgenin hızla çoraklaşmasına ve verimsizleşmesine neden olacaktır.Böylece Tuz gölü ile birlikte Van Gölü, Sultansazlığı, Hotamış ,Bafa ve Manyas gibi birçok gölün sularındaki ciddi azalmalar geleceğe dönük tatlı su sıkıntısının ilk emareleridir. Türkiye haritalarında görülen mavi renkli bir çok göl alanı ortadan kalkmıştır ( Tuz gölün bir bölümü , sultansazlığın tümü gibi ) .
• Yüksek basınç kuşağının kuzeye kayması ile ülkemizde tropikal iklime benzer bir iklim oluşacak. Ülkemizin önemli bir alanı çölleşecek Düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar , seller heyelanlar ve hortumlar sıkça oluşacak. Bu yıl özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde ki yağışlar sellere neden olmuştur. Sonuçta bir çok can kaybı ile birlikte önemli maddi zararlar ortaya çıkmıştır.
• Isınma ile birlikte denizlerimizdeki su akıntıları ve sıcaklık rejimleri değişecek . balıkların göç yolları bozulacaktır . Son yıllarda ülkemizin Akdeniz kıyılarında sıcak Hint okyanusunda yaşayan balık türlerinin görülmesi , Akdeniz’de yaşayan balık türlerinin Kuzey Ege, Marmara ve Karadeniz’de yaşam ortamı bulması küresel ısınmanın denizler üzerindeki etkisine somut bir kanıttır.
• Kış mevsimi ortadan kalkacak, kar yağışları azalacak . İklim değişiklikleri göçlere neden olacak Ülkemizde yaşayanlar kuzey bölgelere yerleşmeye çalışacaklar. Son yıllarda ülkemizde kış mevsiminde uzun süreli yaşanan kuraklık hepimizi endişelendirmektedir.
• Ülkemizde, deniz seviyesinin yüz yıl içerisinde yaklaşık 1 metre yükselmesi beklenmektedir. Deniz yükselmesinden kıyılar etkilenecek , kıyı çizgisindeki yerleşmeler sular altında kalırken , delta alanlarındaki tarım alanları plajlar ve limanlar kullanılamaz hale gelecektir.
• Türkiye’nin gelişen turizmi olumsuz etkilenecek…Yaz yerine bahar turizmi yapılacak . Güney bölgeleri , turizmi kuzeye kaptıracak , Akdeniz yerine Karadeniz öne çıkacaktır. Samsun ,Trabzon , Sinop ve Kastamonu kıyıları ülkemizin önemli deniz turizm alanlarına dönüşecektir.
Ülkemizde ki yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı durumunda , ülkemizin en büyük ithalat kalemini oluşturan petrol – doğalgaz ve kömür alımlarında önemli azalmalar yaşanacaktır. Bu ülkemizin dışarıya olan bağımlılığını da azaltır. Ülkemizin coğrafi konumu nedeni ile sahip olduğu güneş enerjisi , rüzgar ,jeotermal ve dalga enerji kaynaklarını kullanır hale getirmelidir. Bunun içinde ülkemizin büyük maddi yatırımlar yapması gerekecektir. Ülkemizin coğrafi konum ve iklim özelliklerine bağlı olarak güneşli gün sayısının fazla , güneş etkisinin yüksek olmasına karşılık güneşten yüksek düzeyde enerji elde etmek pahalıyla mal olacaktır. Ülkemizde 500 megavatlık bir kömür santralinden ürettiği elektriği , güneşten sağlamak için 80 kilometrekarelik düz bir alana ihtiyaç duyulacaktır. Ülkemiz rüzgar enerjisi yönünden de azımsanmayacak bir potansiyele sahiptir. Ülkemizin belirlenen rüzgarlı alanlarında kurulacak rüzgar enerji santrallerinden günümüzde üretilen enerjinin iki katı enerji elde edilebilir. Bir rüzgar enerji türbininden 20 bin kişinin enerji ihtiyacı karşılanabilmektedir. Ülkemiz fay hatlarının yoğun olduğu bir deprem ülkesidir. Bunun sonucunda da her coğrafi bölgemizde jeotermal enerji kaynakları bulunmaktadır. Bu güne kadar sadece Denizli Sarayköy de bir jeotermal elektrik santralinin kurulmuş olması büyük bir eksikliktir. İstanbul – Çanakkale boğazları ile Marmara denizinde Karadeniz ile Akdeniz sularının üstten ve alttan ters yönlü akışlarından yararlanmak mümkündür. Bu alanlara kurulacak büyük tribünler sayesinde yoğun bir elektrik enerjisi elde edilebilir. Ülkemizin artan enerji ihtiyacına karşılık , bu alanlarda çeşitli hedef programları belirlemelidir. Türkiye’nin yıllık enerji üretimi şu anda 165 milyar megavat / saat’ir. Artan ihtiyaca binaen on yıl içinde enerji üretimimizi iki katına çıkartmamız gerekmektedir. Bu yatırım için ise 100 milyar YTL’ik bir ödeneğe ihtiyaç duyulacaktır. Unutulmamalıdır ki yakın gelecekte enerji kaynaklarında yaşanan , sıkıntılar enerji ihtiyacını dışardan karşılama olasılığını da kaldıracaktır. Böyle bir durumda her ülke mutlak anlamda kendi enerjisini üretmek zorunda kalacaktır.
Ülkemizde ; mevsim sıcaklıklarında meydana gelen düzensizlik , kış aylarında uzun süreli kurak dönemlerin yaşanması , kar yağışı oranlarında yaşanan düşüşler , yağış rejiminde başlayan değişimler, akarsu ile kaynak su seviyelerindeki azalmalar, sıcak iklim bölgelerindeki kuş türlerinin ülkemizde de görülmeye başlanması , orman ağaçlarının yetişme dönemlerinin uzaması, sıkça yaşanan orman yangınları v.s ülkemizdeki iklim değişiminin ilk emareleridir.
Ülkemizin bu sorunun üzerine sağlıklı bir şekilde gidebilmesi için Kanada , Japonya misali kuraklık üzerine araştırma yapan bilimsel bir merkez oluşturmalıdır.
Küresel ısınma ile ilgili ilk teori 19. yüzyılın sonlarında İsveçli kimyager Svante ARRHENİUS tarafından dile getirilmiştir.1970 li yılların başlarında bilimsel veriler ışığında bazı gazların sera etkisi yaratabileceği konusunda bilim çevreleri, fikir birliği aşamasına geldiler. İlk ciddi oluşum , Dünya Meteoroloji Örgütü öncülüğünde , Dünya İklim Konferansının Cenevre’de toplanmasıdır . Konferansın sonunda hükümetlere insanın sebep olduğu iklim değişiminin olumsuz etkilerinin önlenmesi için çağrıda bulunuldu. 1988 ‘de NASA’ya bağlı olarak çalışan iklim uzmanı James HANSEN , katıldığı bir toplantıda sera gazlarının etki ve sonuçlarını gözler önüne serdi. Hansen’in açıklamalarının yarattığı yankılar, BM Hükümetler Arası İklim Değişimi Panelinin ( IPCC )1990 yılında gerçekleşmesine zemin hazırladı. Dünya’nın farklı ülkelerinden yaklaşık 2000 bilim adamının katıldığı IPCC; küresel ısınmaya insanın yaptığı etkinin henüz ispatlanmadığını bildiren bir rapor yayınladı.1992 ‘de Brezilya’nın Rio de Jenerio kentinde UNCED ( Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı ) toplandı. 160’ tan fazla ülkenin katılımı ile İklim Değişimi Konvansiyonu imzalandı. 1995’in sonlarında 2000 bilim adamının verilerine dayanarak IPCC ikinci raporunu yayınladı ve iklim değişiminin doğal nedenlerden dolayı değil; insan etkilerinden kaynaklandığını bildirdi.1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde düzenlenen konferansa katılan ülkeler , sera etkisi yaratan gazların emisyonunu engelleyecek veya azaltacak koşulların altına imza attılar. Kyoto Protokolüne göre 1990 yılında yayılan gaz oranının , 2008-2012 yılları arasında % 5.2 oranında azaltılması hedeflenmiştir. Görülen tehlikenin boyutları yanında belirlenen bu hedef son derece yetersiz kalmaktadır.Yeryüzünde günümüzde yaşanan küresel ısınma nedenli değişimler ve sıkıntılar 1960’lı yıllarda atmosfere yayılan sera gazlarından kaynaklanmaktadır. Günümüzde atmosfere yayılan gazların etkileri ise 10-15 yıl sonra ortaya çıkacaktır. 1960’lı yıllarda atmosfere yayılan gazlar ile günümüzde atmosfere yayılan gazların oranı kıyaslandığında önümüzdeki yıllarda dünyayı telafisi imkansız sonuçların beklediği ortadadır. Dünyadaki sera gazı emisyonunun derhal 1950’li yılardaki oranına çekilmesi gerekmektedir. Günümüzde bu oran bazı ülkeler için ciddi rakamlara ulaşmıştır. Örneğin , ABD’nin yılda ortalama sera gazı emisyon miktarı yaklaşık 7 milyar ton kadardır. Dünya nüfusunun % 4 ‘ünü oluşturan ABD’nin küresel ısınmadaki rolü % 24’lerde seyrederken , bu ülkenin Kyoto Protokolüne imza atmamış olması düşündürücüdür. Zaten 1997’ de imzalanan protokol 2005’te ancak yürürlüğe girebilmiştir. Protokolün yürürlüğe girebilmesi için onaylayan ülkelerin 1990’daki emisyonlarının Dünyadaki toplam emisyonun % 55 ‘ini bulması gerekiyordu. Bu oran, 8 yıl sonra Rusya’nın protokolü onaylaması ile gerçekleşti. Bu protokole imza atan kimi gelişmiş ülkeler farklı taktiklere başvurmaya başladılar.Rusya’nın ülkemizin Karadeniz kıyılarında özellikle Zonguldak yöresinde rafineri yapma isteği , gelişmiş ülkelerin geri kalmış ülkelere sera gazı emisyonu yüksek teknolojilerini satmak istemeleri gibi. Kyoto Protokolü ile devreye girecek önlemler son derece pahalı yatırımlar gerektirmektedir. ABD KYOTO protokolüne imza attığı taktirde , yaratmış olduğu sera gazı emisyonunu azaltmak için ortalama bir trilyon dolar harcaması gerektiğini belirtmiştir. ABD yetkilileri açık bir şekilde böyle bir harcama yapamayacaklarını söylemişlerdir.