Iklim değişiminden küresel ısınmaya

  • Konuyu açan Konuyu açan arzum
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

arzum

Forum Tutkunu
( İnsanlığı Bekleyen Felaketler )

1. Bölüm


Büyük patlama teorisine göre , Dünya’nın yaklaşık 4.6 milyar yıl yaşında olduğu tahmin edilmektedir. Dünya’nın ilk oluşumundan günümüze kadar yerkürede statik bir yapının olmadığı bilinmektedir. Dünya’mızın iç , yüzey ve atmosfer yapısı sürekli bir değişim ve devinim içerisindedir. Bazen bu değişim çok uzun bir süreçten geçerek gerçekleşirken; bazen son derece kısa zaman dilimleri içerisinde oluşumunu tamamlamıştır

image005.webp

Her değişim, yeryüzünde yaşayan canlıları doğrudan etkilemiş ya onların ortama uyum sağlamalarını zorlaştırmış yada yok olup gitmelerine neden olmuştur. Bilimsel çalışmalar, yeryüzünde çeşitli nedenlere bağlı olarak , bitki ve hayvan türlerinden birçoğunun yok olduğunu ispatlamıştır . Örneğin, son 1500 yıl içinde sadece kuş türlerinden 129 ‘unun yok olması gibi . Milyonlarca yıl önce yaşayıp , günümüzde sadece fosillerine rastladığımız canlı türleri , yeryüzünün aynı zamanda canlılar açısından da devinim alanı olduğunu ispatlamaktadır. Elbette bu canlı türlerinden en önemlisinin “insan” olduğunu biliyoruz. İnsan oğlunun yeryüzündeki varlığı yaklaşık üç milyon yıl öncesine dayandığı tahmin edilmektedir. Yapılan araştırmalarda ilk insan izlerine Kuzeydoğu Afrika’da rastlanmıştır. Kuzeydoğu Afrika’dan dünyanın dört bir tarafına yayılan insanlar , günümüze kadar birçok şiddetli deprem ,volkanik patlama ve bugünün kabusu olmaya başlayan buzul çağlarını yaşamıştır. Bütün bu meşakkatli süreçlerden geçerek günümüze kadar gelmek, elbette insanoğlunun yüksek meziyetlerinin de kesin bir delilidir. İlkel olarak gördüğümüz toplumlar , ilk çağlarda ortama uyum sağlayıp , kendilerine bir çıkış yolu bulmuşlardır. İnsanoğluna bağış edilen zeka , İnsanları zor yaşam koşullarından çıkartmayı başarmıştır. İlkel toplumlardaki insanlara bile eğitim verildiği takdirde, kısa bir sürede medeni insanlar seviyesine çıkabilmeleri her zaman ve coğrafyada insanların zeka seviyelerinin birbirine yakın olduğunu ispatlar.

image004.webp
Günümüzde de insanlık önemli doğa felaketleri ile karşı karşıya kalmıştır.Tüm canlı hayatını doğrudan etkileyen ve insanlık için ciddi bir tehdit olarak değerlendirilen bu olaylardan biri “küresel ısınma veya iklim değişim ”olarak adlandırılmaktadır.Ancak ; bu değişimin insan neslinin sonu olacağını söylemek son derece güçtür. Çünkü, insanoğlu geçmişinde bu süreçlerin daha beterini atlatmayı başarmıştır. Asıl tehlike , değişim sürecinin insanlar tarafından hızlandırılmasıdır. Bu hızlı değişimin eko-sistemin işleyişini kat’i surette bozacağı aşikardır. Bir döngü üzerine kurulu olan eko-sistemin bir halkasında meydana gelecek kopukluk , doğanın kendisini toparlamasını engelleyecektir. Çünkü doğal ortamdaki her varlık başka bir varlığın yaşamasına olanak sunmaktadır. Eko-sistem , müdahale edilmediği sürece uzun süre içerisinde yaşadığı kayıpları yine o uzun süre içerisinde başka bir şekilde telafi edebilir. Günümüzde insan eli ile hızlandırılmış değişim sürecinde yeryüzünün kendisini yenileme fırsatı olmayacaktır

image003.webp
 
Son yıllarda birçok bilim adamını meşgul eden küresel ısınma , iklim değişimi ve buzul çağı gibi oluşumlar İnsanların kafasında soru işaretlerin oluşmasına yol açmaktadır. Bazı insanlar bu değişimlerin nedenleri üzerinde düşünürlerken genel çoğunluk sonuçlarını merak etmektedir. Yapmış olduğum bazı araştırmalar sonucunda ulaştığım ilginç noktaları , neden ve sonuçları ile ortaya koymaya çalıştım. Burada sizinle paylaştıklarımı konunun bir özeti olarak algılamanızı istiyorum.
İnsanların ilkel aletler icat ettikten sonra yerleşik hayata , sanayi devriminden uzay çağına geçmesi sürecinde , insanlar çoğalıp tüm yeryüzüne yayılmışlardır. Teknolojik gelişmelere paralel olarak dünya nüfusu da ; Tıp alanında ki gelişmeler , yaşam standartların yükselmesi gibi etkenlere bağlı olarak artmıştır. Dünya nüfus artışı 18.yüzyılda büyük bir sıçrama göstermiştir. 200 yıl gibi kısa bir sürede dünya nüfusu yaklaşık 9-10 kat artarak rekor düzeye ulaşmıştır. Dünya nüfusunun artışı doğal olarak ihtiyaç oranını ve çeşidini de etkilemiştir. Nüfusun ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ,olabilecek tüm enerji kaynakları düşünülmeye başlanmıştır.

image001.webp
18. yüzyılda bilinen nedenlere bağlı olarak meydana gelen Dünya nüfusundaki artış , dönemin iktisatçılarından Thomas MALTUSUS’un konu ile ilgili ilk bilimsel makale yazmasına ortam hazırlamıştır. Thomas MALTUS makalesinde ; geometrik olarak artan Dünya nüfusuna karşılık , aritmetik olarak artan gıda maddelerinin yetersiz kalacağını belirterek ,yakın gelecekte insanlığın açlığın pençesine düşeceğini yazmıştır. İnsanlık , tarih boyunca ilk defa böyle bir tehdit ile karşılaşacaktır. Böyle bir tehdide karşılık, insanoğlunun son yüzyılda aldığı bazı önlemler, açlık sorununu çözmüş değildir. Tarım alanlarının genişletilmesi , birim alandan elde edilen verimin arttırılması ve genetik biyolojinin gelişmesi ile en iyi kalitede ürünlerin elde edilmesi açlık coğrafyasının genişlemesini engelleyememiştir.Yeryüzü kaynaklarının dengeli bir şekilde dağılmamış olması da tartışılması gereken ayrı bir konudur.
İnsan hayatı ve yüksek yaşam kalitesinin önemsendiği dünyamızda , tüm insanların mevcut kaynaklardan yararlanması gerektiği bilinmelidir. Oluşum sürecini tamamlamış , sınırları belli olan dünyamızın artan nüfusa ve ihtiyaçlara cevap verememesi geleceği tehdit eden sorunlardan biridir. İnsanların yiyecek , tatlı su , kereste , lif , yakıta yönelik yoğun talebi nedeni ile son 60 yıl içinde tarım arazisi haline dönüştürülen bölgelerin yüz ölçümü 18. ve 19. yüzyıllarda bu amaçla kullanılan alanların toplamını geçmiştir. Yeryüzündeki karaların % 24’ü tarım alanı haline getirilirken ; Orman ,otlak ve mera alanları azalmış, yeryüzü erozyonun kıskacına girmiştir.
İnsanlığın temel gereksinimini sadece gıda kaynaklarına bağlamak eksik bir yaklaşımdır.İnsanoğlunun çeşitlenen ve artan ihtiyaçlarını karşılamak için her alanda teknolojiye baş vurulmuştur. Teknoloji insan yaşamını kolaylaştırırken ,teknolojinin eko- sistem üzerindeki olumsuz etkileri geleceğimizi tehdit eder konuma gelmiştir.Bir döngü üzerinde kurulan eko sistemde insanların müdahale ettiği her noktada , sistemin işleyişini bozmaktadır. Bunun sonucunda alınması gereken önlemler yeni sorunları doğururken , süreç doğayı yaşanamaz hale getirmektedir
2.Bölüm

Yeryüzünün %71’nin denizlerden , Dünya yüz ölçümünün % 15’inin kurak alanlardan oluştuğunu düşündüğümüzde , yaşam alanlarının ne kadar sınırlı olduğunu anlarız. Yüksek alanlar, dik yamaçlar,bataklıklar,ormanlar yaşam alanlarının dışında kaldığını unutmayalım. Olaya bu açıdan bakıldığında dar olan yaşam alanlarının ne kadar önemli olduğu anlaşılır.Nüfus artışının engellenemeyişi, değişen ve gelişen ihtiyaçların çoğalması elbette insanları farklı faaliyetlere yönlendirecektir. Her geçen gün tüketim ve üretim alanlarının çeşitlenmesi bunu kanıtlar. Her yenilik başka bir sorunu tetiklemektedir. Bu da bilim dünyasının yeni alanlar üzerinde ki meşguliyetini sağlar…
1992’de Rio’da 182 devletin katılımıyla gerçekleşen ve sonuçları “ Gündem 21 “ diye kamuoyuna sunulan çok önemli uluslar arası bir anlaşma yapılmış,bu anlaşmada sorun olarak şu konular ele alınmıştır.

image007.webp
* Nüfus artışı…
* Global ısınma ve sera etkisi …
* Ozon tabakasının incelmesi…
* Asid yağmurları…
* Ormanların azalması , çölleşme ve toprak kaybı…
* Kirlilik ve su kaynaklarının tükenmesi
Bir komplo teorisi olmaktan çıkan küresel ısınmanın neticesinde yakın gelecekte elimizde bulunan doğal kaynakların birçoğunun yok olacağı veya sınırlı hale geleceği istatistiklerle belgelenmiştir .Küresel ısınma ; Güneş’ten gelen enerji ile bu enerjinin Dünya’dan uzaya yansıtılmasındaki dengenin , yansıtılan enerji lehine bozulması şeklinde ifade edilir. Normal koşullarda Güneş’ten yeryüzüne ulaşıp atmosfere yansıtılan kızıl ötesi radyasyonun büyük bir bölümü atmosferimizde bulunan su buharı , karbondioksit ve diğer gazlar tarafından soğurulur. Bu gazlar yeryüzünden gelen enerjinin doğrudan uzaya dönmesini engelleyerek “sera etkisi” oluştururlar.
Gelişen teknoloji , sanayi ve kentleşme ile birlikte, Atmosferimizi oluşturan gaz oranlarının dengesi bozulmuştur.Bu dengenin bozulması atmosferin enerji soğurma kapasitesini arttırarak , atmosferimizde daha fazla enerjinin birikmesine ve atmosferimizin ısınmasına yol açmıştır. Bilim adamları , tarih öncesi en yaşlı buz tabakalarını inceleyerek , son beş yılda bile ortalama küresel sıcaklığın normalden 100 kat hızlı arttığını ispatlamışlardır.Sürecin önü alınmadığı taktirde atmosferdeki karbondioksit oranının 18. yüzyıl öncesine göre iki katına çıkacağı hesaplanmıştır. Böylece uzaya dönmesi gereken enerji % 2 oranında azalacaktır . Bu enerjinin küçümsenmemesi gerekir. Bu oran dakikada yaklaşık 3 milyon ton petrolden elde edilecek enerjiye eşdeğerdir. 2100 yılında bu enerjinin oranı 3 katına çıkması beklenmektedir. Küresel ısınmanın 50 ile 150 yıl arasında sıcaklık ortalamalarını
2-11 C arttıracağı sanılmaktadır. Daha kesin bilgilere göre geçen yüzyıl içinde yeryüzünün sıcaklık değeri 0.8 C artmıştır. 2030 yılında bu oran 1.5 C 2050 yılında 2.5 C artacağı öngörülmüştür. Yüzyılımızın sonda da sıcaklığın ulaşılacağı 6 C ‘ye insan nesli dayanamayacaktır. Doğa böylece insanoğlunu tasfiye edebilir. Araştırma sonuçlarına göre ortalama 120 bin yılda dünyamız 1.4 C sıcaklık azalarak buzul çağına girerken ,1.4 C sıcaklık artarak buzul çağından çıkmıştır. Doğal olarak gelişen bu küçük sıcaklık değişiminde bile dünya buzul çağına girip çıkabilmektedir.Burada ki sorun insan oğlunun bu değişim sürecini birkaç yüzyıl içinde gerçekleştirmesidir. Bunun sonucunda beklenen değişimleri şöylece sıralamak mümkündür.

image009.webp
 
* Okyanuslar ısınacak ,buzullar eriyecek , deniz seviyesi yükselecek ,orman yangınları artacak , buzul tabakaları parçalanacak, göller küçülecek , kurak dönemler uzayacak, ırmaklar kuruyacak… Ülkemizin iki katından daha geniş bir alana sahip Sibirya’ da , son 40 yıl içinde sıcaklıkların 3 derece artması ile 11 bin yıllık buzulların erimeye başladığı tespit edildi . Dünya’nın en geniş buzul alanı erirken açığa çıkan milyarlarca ton metan gazı, atmosferde birikecek ve karbondioksitten 20 kat daha zararlı bu kütle , yeryüzündeki “sera gazı” etkisini katlayarak arttıracaktır. Kuzey Kutup’ta bu değişimler yaşanırken ,tahminlere göre 2080 yılına kadar Güney Kutup bölgesindeki Antarktika’da tüm buzullar eriyecek ve önlenemez doğa felaketleri başlayacak…
image012.webp
• Kış sıcaklıkları artacak , ilk bahar erken gelecek , sonbahar gecikecek , bitkiler erken çiçek açacak , göç dönemleri değişecek , yaşam alanları farklılaşacak, kıyı şeritleri erozyona uğrayacak, kar yığınları azalacak, mercan resifleri ağaracak, bulutların yoğunlukları azalacak, yüksek enlemlerde sıcaklar artacak , hastalıklar yayılacak…
• Yeryüzü küresel ısınma ile birlikte geri dönülmez bir aşamaya gelecek, ormanların yok olması ile birlikte çöl alanları genişleyecek , tarım alanları daralacak , insanlar salgın hastalıkların pençesine düşecek , atmosferde oluşacak sıcak dalgaların akabinde yıkıcı sel felaketleri oluşacak, 70-80 yıl sonra kış mevsimi tamamen ortadan kalkacak , yaz mevsimi yaşanmaz hale gelecektir…
image013.webp
• Ülkemiz dahil Avrupa kıtası 100 yıl içerisinde büyük bir çöl alanına dönüşecektir. “Newsweek” dergisinin bir haberine göre küresel ısınma ; etkisini önümüzdeki 60 yıl içinde belirgin olarak hissettirecek . Bunun sonucunda Dünya’nın birçok yerinde-özellikle Avrupa’da oluşması beklenen kuraklık , artan sıcaklar ile birleşecek ve neticesinde çöl ve benzeri oluşumlar bu kıtanın yapısını değiştirecek. Dünyada çölleşmeden 65 milyon hektarlık birinci sınıf tarım arazisinin etkilendiği , bunda dolayı yaklaşık bir milyar insan risk altında olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadı.
• Ortalama 20 yıl içinde ,Dünya’nın doğal kaynakları, tüm dünya nüfusunu besleme kapasitesi azalacak .Kuraklığın pençesinde kalan ve yaşam koşullarının iyice güçleştiği Afrika Kıtasından yaklaşık 400 milyon insan , ABD ve Avrupa gibi gelişmiş ülkelere göç etmeye başlayacak . Gelişmiş bu zengin ülkeler, göçe karşı korunmak için sınırlarını bir kale misali korumaya çalışacaklar. Sürecin ileri aşamalarında kuzey bölgelerdeki ( İskandinav ülkeleri gibi ) ülkeler de güneye göç etmek zorunda kalacaklar. Sonuçta tarihin ender tanık olduğu dev göç dalgaları, Dünya coğrafyasının sosyal yapısını değiştirecektir.

image014.webp
• Farklı bir popülasyona sahip olan sulak alanlar , atmosferdeki karbonun yaklaşık % 40’nı tutma kapasitesine sahiptir. Dünya genelindeki sulak alanların % 7’si çeşitli amaçlar uğruna kurutulmuştur. Bu oran ülkemizde % 40’lara dayanmıştır. Sonuçta kurutulan her sulak alan barındırdığı popülasyonun yok oluşuna neden olurken atmosferdeki karbon emme görevini de yitirmiş olur.
Bu tespitler felaket senaryoları gibi görünse de insanlık dönülmez bir yolun eşiğine gelmiş durumdadır. Belirtileri her geçen gün ortaya çıkan bu beklentiler ,birer birer gerçekleşecektir. Mevsim sıcaklıklarının anormal izlemesi , yağış rejimleri ile yağış biçimindeki bariz değişimler , yüksek dağlar ile ( And ve Alp dağlarında olduğu gibi ) kutuplardaki buzul erimeleri , şiddetli kasırga sayının artması , sık sık yaşanan sel felaketleri , hayvanların göç yollarının değişmesi , kuş gribi , sars virüsü gibi salgın hastalıkların ortaya çıkışı ilk etapta aklımıza gelen emarelerdir.
 
3.Bölüm

Bilim adamlarının özellikle ağaç halkaları ,buz örnekleri, mercan ve okyanus tabanlarında yaptıkları incelemeler neticesinde ulaştıkları sonuç;1997 ve sonrasının son 1200 yılın en sıcak yıllarına dönüştüğüdür. Bilimsel veriler ,Dünya üzerinde son bir milyar yıl içerisinde sıcaklık değerlerinde belirgin iniş ve çıkışların olduğunu gösteriyor. Bu sıcaklık değişimlerinin nedenleri tam olarak ispatlanamamış olsa da ,kimi çalışmaların sonucunda Dünya’nın Güneş çevresindeki elips biçimli yörüngesinin 95.000 yılda basıklaştığı ve bunun sonucunda yeryüzünün ortalama 100 bin yıllık buzul çağlarına girdiği sanılmaktadır. Dünya’nın ekseni üzerinde 41.000 yıllık periyodu olan doğrusal bir kayma ile 23.000 yıllık periyodu olan dairesel sapmanın kıta kayma hareketleri, dağ oluşum hareketleri, yanardağ patlamaları ve jeolojik çağlarda yaşanan sıcaklık değişimleri üzerindeki etkileri araştırılmaktadır.
Jeolojik çağlarda Dünya üzerinde rutin iklim değişimlerinin olduğu bilinmektedir. Her iklim değişimi ile birçok canlı türü de yok olmuştur. Yok olan canlılar arasında insanların dikkatini en fazla çeken “dinozor”lardır. Dinozorlar çağı ve dinozorların yok oluşu ile ilgili bir çok teori ortaya atılmıştır . Bu teorilerden en fazla bilineni , bundan yaklaşık 65 milyon yıl önce Meksika yakınlarındaki Yukatan Yarımadası’na çarpan bir gök taşı ile ilgili teoridir. Teoriye göre, yeryüzüne çarpan büyük bir gök taşı büyük depremlere , devasa tsunamilere , volkanik patlamalara , sel felaketlerine yol açarak eko-sistemin işleyişini bozmuştur . Sonuçta dinozorlar ile birlikte yeryüzündeki canlıların % 70 ‘inden fazlası yok olmuştur. Ancak, gerçeğin bundan farklı olduğunu düşünenler de var . Bir grup İngiliz bilim adamının Grönland adasında başlattığı incelemeler ve fosillerden edindikleri bulgulara dayanarak ortaya atıkları teoriyi özetlersek ; Yaklaşık 250 milyon yıl önce Sibirya bölgesinde yer kabuğunun zayıf alanlarında meydana gelen volkanik patlamalar , lavların binlerce kilometrekarelik alanlara yayılmasına yol açmıştır . Bu olay yeryüzündeki sıcaklık değerlerini 4-5 santigrat derece arttırarak , İlk etapta bu sıcaklığa dayanamayan birçok canlı türü ( hayvan ve bitki ) yok olmuştur. Karalarda meydana gelen bu değişim , okyanusların da ısınmasına yol açmıştır. Özellikle kıta kenarlarında biriken ölü atıklarından oluşan metan depolarının , ısınmanın etkisi ile ortaya çıkardıkları” karbon 12” gazı , okyanuslardaki çoğu canlı hayatını daha kısa sürede sonlandırmıştır. Okyanuslardaki metan gazının açığa çıkardığı” karbon 12”gazı yer yüzündeki ısıyı 5 santigrat derece daha arttırmıştır. İlk aşamada ( 40 bin yıl içinde ) yok olmayan canlılar 40 bin yıl daha süren ikinci aşamada tamamen yok olmuşlardır. Araştırmaların vardığı sonuca göre bütün bunlara dayanabilen tek canlı,yarı sürüngen memeli bir hayvan türüdür. Bir inek büyüklüğündeki bu yarı sürüngen memeli, yok oluş tarihinden yaklaşık yüz bin yıl boyunca varlığını sürdürmüştür. Yaklaşık 80 bin yıl süren bu süreç içerisinde dinozorlar da türlerine göre yavaş yavaş yeryüzünden silinmişlerdir. Farklı nedenlere bağlı da olsa, yeryüzünün tekrar ısınıyor olması, günümüz ile dinozorlar çağı arasında bir benzerlik kurulabilmesine imkan tanımaktadır..
image016.webp
 
Bazı bilim adamları küresel ısınmanın gerçek sorumlusunun Güneş olduğu kanısındalar. Almanya’daki etkin bilim merkezi Max Planck Enstitüsü’nde yapılan araştırmaya göre Güneş’in yaydığı radyasyon son 60 yılda hızla artarak Dünya genelinde sıcaklıkların artmasına neden oldu.Güneş üzerindeki güneş lekelerinin oluşturduğu manyetik bölgenin yüzyıllar öncesine göre daha da büyüdüğü anlaşılmıştır. Güneş lekelerinin sayısının azaldığı dönemlerde Dünya genelinde sıcaklık ortalamaları düşerken ; lekelerin oluşturduğu manyetik bölgelerin sayısının artması ile yüzyılımızda sıcaklık ortalamalarının da arttığı bilinmektedir. Yeryüzünün ısınma ve soğuma nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte, son bir milyon yılda yeryüzünün dokuz defa buzul çağlarını yaşadığı kanıtlanmıştır. Bazı bilim adamlarına göre 50 milyon yıldan beri genel olarak soğuyan Dünya’mız, kısa süreli sıcak bir ara dönem geçirmektedir. Anlaşılan o ki biz bu ara dönemin sonlarını yaşıyoruz. Bunu ,şu şekilde yorumlayabiliriz : Buzul çağları arasında insanlığa sunulan bu ara dönemi sonlandırmak için elimizden geleni yapıyoruz.Yeryüzü beklenilen sıcaklık değerlerine ulaştığında buzullar eriyecek ve bu erime okyanuslardaki sıcak ve soğuk su döngüsünü sağlayan okyanus akıntılarını durduracaktır. Akabinde yeryüzü kutuplardan başlamak üzere hızla soğuyarak yeni bir buzul çağına girecektir. İnsanlar kendisine sunulan mükemmel yaşam koşullarını doğanın hassas döngüsünü hesaba katmadan ,ortadan kaldırmak için adeta bir yarış havası içerisindeler.
Kendi geleceğine acımayan insanoğlunu daha büyük felaketler de beklemektedir.
image018.webp
• Dünya genelinde buzulların erimesine örnek verebiliriz.Erimeye başlayan Grönland’daki buz kütlesi incelmeye başlamış , buradaki buzul sisteminin aniden çökebileceği ve bunun sonucunda yeryüzünde deniz seviyesinin 7 metre yükselebileceği düşünülmektedir.
image020.webp
İki deprem felaketi yaşayan Endonezya’da şimdi de süper volkan patlamasından endişe ediliyor. Böyle bir olayda atmosfere yayılacak yüz binlerce ton kül yüzünden Dünya tekrar buzul çağına dönebilir.Dünya’nın büyük süper volkanının Sumatra Adasındaki Toba Gölü olduğunu söyleyen Avusturyalı jeolog Prof. Ray CAS , bu volkanın fay hattının tam üzerinde olduğunu ve burada üçüncü büyük bir deprem beklediğini belirtmiştir. Prof. CAS Endonezya’da yaşanan 9 ve 8.7 şiddetindeki depremlerin , beklenilen “süper volkan patlaması”nın yanında hafif kalacağını iddia etmiştir. Son olarak 73 bin yıl önce patlayan Toba atmosfere yaydığı gaz ve küllerin etkisi ile atmosferde güneş ışınlarını bloke ederek dünya iklimini değiştirmiştir. İddianın devamında , Toba süper volkanın 50-1000 yıl içinde patlayabileceği , patladığı zaman Dünya’nın kısa sürede buzul çağına gireceği belirtilmiştir.
image021.webp
image023.webp
image025.webp
• Dünya ısındıkça okyanus akıntı sistemi değişecek , hatta akıntı sistemi durabilecek . Bunun sonucunda Kuzey Avrupa’da ortalama 4-5 C sıcaklık azalacak , ABD’nin batı kıyıları tamamen kurak bir iklim alanına dönüşecek , akıntılar ile okyanuslarda oluşan beslenme zinciri bozulacak ve bu, insan yaşamını da doğrudan etkileyecektir.” Okyanus akıntıları” ekvatordaki yüksek ısıyı kutuplara , kutuplardaki düşük ısıyı ekvatora taşıyarak ekvator ile kutup arasındaki sıcaklık farkını azaltan bir denge unsurudur. Ekvator ile kutuplarda oluşan farklı termik basınç alanları sürekli rüzgarların işleyişini düzenlemektedir. Okyanus akıntılarının yavaşlaması veya durması , ekvator ile kutuplar arasındaki ısı farkını artıracak , böylece ekvator ile kutuplarda ki termik basınç alanları arasındaki farkı da artıracaktır. Bu durum güçlü rüzgar akımlarının oluşmasına , kötü hava koşullarının ortaya çıkmasına yol açacaktır. Sonuçta atmosferdeki hava akımı ile ısı sirkülasyonun düzeni ciddi anlamda bozulacaktır.Son yıllarda Tropik kuşakta sayıları ve şiddetleri artan kasırgalar bunun ilk işaretleri olabilir. 1970’li yıllardan bu yana , kasırga sayısındaki artışı doğrudan bu nedene bağlamak mümkün değildir. Kasırgaların , artan deniz suyu ısısı nedeniyle daha çok enerji topladıkları bilinmektedir.
• Bunun da sebebi ısınan havanın genleşmesi ile havanın su buharı tutma oranının artmasıdır. Bu artma ,doğrusal değil de; sanki üstsel bir matematiksel fonksiyon gibi katlanarak gerçekleşmektedir. Sonuçta ,buharlaşma ve yoğunlaşma ile oluşan hareket,fırtınalara daha çok enerji taşıyarak devam eder. Böylece daha güçlü kasırgaların oluşmasına yardımcı olur.
• Ozon tabakasının kutuplarda hızla incelmesi, küresel ısınma ile birlikte buzulları eritirken canlı hayatını da olumsuz yönde etkilemektedir. Genelde spreylerden çıkan hafif ve zehirli gazlar nedeni ile atmosferde meydana gelen seyrelme, 70’li yılardan beri Dünya’yı tehdit eder durumdadır .Zararlı ve hafif olan klorofloro gazlarını küçümsememek gerekir, bu hafif gazların sera etkisi karbondioksitin yaklaşık 1500 katı kadardır. Kutupların basıklığı nedeni ile yer çekiminin kutup noktalarında fazla olması bu hafif ve zararlı gazların kutup bölgelerinde toplanmasına yol açmaktadır. Günümüzde kutup bölgelerindeki ozon tabakasında meydana gelen seyrelme alanı , Amerika kıtasının yüz ölçümünün üç katı büyüklüğüne ulaşmış durumdadır . Bunun sonucunda Güneş’ten gelen zararlı ışınların yeterince emilmemesi ; Yeryüzünün aşırı ısınmasına , buz dağlarının erimesine ve özelikle kanser vakalarının çoğalmasına yol açmaktadır
 
image027.webp
4.Bölüm

Küresel iklim , oldukça karmaşık bir sistem olduğu için küresel ısınmanın yol açacağı iklim değişikliğinin Dünya’nın her bir bölgesini ne şekilde etkileyebileceğini kestirebilmek mümkün görünmemektedir. Küresel iklim değişikliği , Dünya üzerinde şu anda olumlu koşullara sahip bölgelerde olumsuz değişimlere yol açacağı gibi, Olumsuz koşullara sahip bölgelerin de daha iyi hale gelmesine yol açabilir.Küresel ısınma sürecinde ,büyük iklim kuşaklarında önemli kaymalar meydana gelecektir. Bazı araştırmalara göre ılıman kuşak 30 – 60 enlemlerinden 50 – 70 enlemlerine , tropikal iklim kuşağı 50 derece enlemlerine kadar genişleyecektir. Bu kayma bitki örtülerini de tetikleyerek , bitki alanlarında da kaymalara neden olacaktır. Sonuçta, Tundra bitki örtüsü tamamen yok olacak , orman alanları daralacak , savan ve bozkır alanları genişleyecek, çöllerin alanı % 3 oranında artacaktır. Aynı zamanda çeşitli tarım ürünlerinin yetiştiğialanlarda da değişim yaşanacaktır. Böyle bir durumda Dünya ülkeleri sosyal , ekonomik ve siyasal politikalarını değiştirmek zorunda kalacaklardır.
Belirtileri bugünden başlayan , Dünya gündemini henüz meşgul etmeye başlayan “iklim değişikliği” ülkeler arasında yeni tartışma konularını ortaya çıkartmıştır. Buzulların erimesi ile ortaya çıkacak olan kutup bölgeleri ülkeler arasında ki paylaşımı ayrı bir tartışma mevzusu olmaktadır. Kuzey Buz Denizi’ne sınırı olan Rusya , ABD , Kanada , Norveç ve Danimarka gibi ülkeler , bölge üzerinde hak iddia ederlerken , kutba yakın diğer kuzey ülkeler de denizler hukukunun sınırlarını zorlayarak bölgeden pay almaya çalışıyorlar. Kanada ile Danimarka’nın 1.5 kilometrekarelik yüz ölçüme sahip , sıcaklık değerlerinin – 40 dereceye kadar düştüğü ,fok ve kutup ayıları dışında hiçbir canlının yaşayamadığı Hans Adaları üzerinde uzun süredir adeta bir soğuk savaş başlattıkları bilinmektedir. Ülkeler arası birçok savaş nedenini tarih yazmıştır , ancak küresel ısınma ile birlikte kutuplarda vuku bulacak toprak savaşının gündeme gelebileceği düşünülmemiştir. Bilim adamlarının araştırma sonuçlarına göre, küresel ısınma ile birlikte , yüzyılımızın sonuna doğru Kuzey Buz Denizi tarih öncesi dönemden beri ilk kez açık su havzası haline gelecek . El değmemiş kutup bölgelerinde henüz keşfedilmemiş zengin petrol ve doğalgaz rezervlerinin olduğu tahmin ediliyor. Bilim dünyasına göre önümüzdeki elli yıl içinde kuzey kutbu yalnız petrol ve doğalgaz açısından değil , biyolojik ve genetik kaynaklar açısından da büyük önem taşıyacaktır . Japon ve Kanadalı bilim adamlarının dondurulmuş metan üzerinde yaptıkları çalışmalar neticesinde , hedeflenen noktaya ulaşıldığında dondurulmuş metanın ,yakın bir gelecekte insanlığın enerji kaynakları arasına ki yerini alacağı öngörülmektedir. ABD’nin jeolojik araştırmalar merkezinin yaptığı bir çalışmaya göre,metan gazının dünya rezervlerinin 1/3 ‘ünün kutup bölgesinde olduğu sonucuna varılmıştır. Tarih boyunca sahipsiz kalan kutup bölgesi , zengin yer altı kaynakları ile birlikte yakın geleceğin elverişli iklim alanına dönüşeceği gerçeği ülkelerin dikkatini bu alanlara çekmiştir. Tüm bunlar bilimi,siyaseti ve uluslar arası hukuku bir araya getiren yeni tartışmaları doğuracaktır.
Küresel ısınma ve hızla artan nüfus ve doğanın kirlenmesi ile Dünya’nın kullanılabilir su kaynakları giderek azalmaktadır.Yeryüzünün % 97.4 ‘ ü tuzlu sular ile kaplı iken , içilebilir veya sulama amaçlı kullanılabilir tatlı su oranı sadece % 2.6 civarındadır. Başka bir ifade ile yeryüzünde bulunan su miktarı yaklaşık 1.38x1018 ton iken , insanların kullandığı tatlı su miktarı yılda 4.000 milyar tonu aşmaktadır. Kullanılabilen su miktarı bu kadar az olunca , su kaynaklarının bulunduğu bölgeler önemli alanlar haline dönüşüyor. Yeryüzündeki su kaynaklarının dengeli bir şekilde dağılmamış olması , çoğu coğrafyada suyu tartışılmaz en önemli sorun haline getiriyor.Bazı ülkelerde suyun petrolden daha önemli ve daha pahalı olması bunu kanıtlar. Bir ABD’li günde ortalama 500 , bir İngiliz ise 200 litre su kullanırken; bazı Afrika ülkelerinde bu oran kişi başına 10 litreyi bile bulamıyor. Bazı ülkeler su zengini iken bazı ülkeler kurak bölgelerde bulunuyor. Dünya Kaynaklar Enstitüsünün 1996’da yapmış olduğu bir araştırmada 5.3 milyarlık Dünya nüfusunun sadece 3.4 milyarının günde ortalama 50 lt su alabildiği , geriye kalan iki milyar kişinin temiz su bulamaması nedeni ile epidemik hastalıklar , açlık ve ölüm ile karşı karşıya kaldıkları tespit edilmiştir. Coğrafi özellikler ve demografik nedenler ile geri kalmış ülkelerin 37’sin de , bu koşullar devam ettiği taktirde 2025 yılında çok ciddi kuraklık sorunlarını yaşayacaklardır. Tarihte bazı medeniyetlerin susuzluktan yok olduğu veya yer değiştirdiği bilinmektedir. İçinde bulunduğumuz yüzyıl içinde de benzer olaylar vuku bulmuştur.
Artan dünya nüfusuna karşılık su kaynaklarının yetersiz kalması , sanayileşme ile birlikte mevcut kullanılabilir temiz su kaynaklarının hızla kirlenmesi ,genişleyen ve gelişen tarım alanlarında kullanılan su miktarının artması , , kaliteli suyun korunamaması ( sanayileşen ve hızla kalkınan Dünya’mızda evsel , tarımsal ve endüstriyel artıkların göl ve akarsu havzalarını kirletmesi suyun kalitesini bozmaktadır. ) güncel su sorunları olarak gösterilebilir.
image029.webp
image030.webp
 
Kullanılabilir tatlı suyun yeryüzündeki adaletsiz dağılımı ülkeler arasında bazen ciddi sorunların oluşmasına da yol açmaktadır. Kimi komplo teorisyenine göre yakın gelecekte bazı ülkeler arasında su savaşlarının çıkması kaçınılmazdır. Fırat ve Dicle nehirleri için Türkiye ile Arap ( Suriye ve Irak ) ülkeleri ; Ürdün Irmağı için İsrail Ürdün ve Filistin ile ; Brahmaputra Nehri için Çin Hindistan ile ; Ganj nehri için Hindistan Bangladeş ile ;Nil nehri için Mısır Etiyopya ile savaşmak zorunda kalacaktır. Öyle görünüyor ki milliyetçilik , din ve ideoloji uğruna yapılan savaşların yerini ,”hayatta kalma savaşı”na bırakacaktır. Gözden kaçırılmaması gerekir ki su, yaşam için önemli bir unsurdur .Yakın gelecekte suyun ciddi bir sorun olacağı da kaçınılmazdır . Ancak ; Bazı siyasi bilimcilere göre İsrail , artan nüfusunun su ihtiyacını karşılamak , Ortadoğu’daki güvenliğini perçinlemek , kargaşa ortamı yaratarak bu coğrafyadaki su kaynakları üzerinde hak sahibi olmak gibi emeller uğruna , Dünya’da yapay bir su sorunu oluşturmaya çalışmaktadır.
Küresel ısınma ile birlikte ; Denizlerin ısınması , çöllerin genişlemesi, buzulların erimesi canlı türlerin yaşamını belirgin bir şekilde etkilemeye başladı. İngiltere hükümeti tarafından hazırlanıp Avrupa Birliği çevre bakanlarının dikkatine de sunulan bir raporda ; şimdiye kadar kuşların , balıkların ve deniz kaplumbağalarının göç yollarındaki değişiklikler saptanmış durumdadır. Göç ederek yaşamlarına uygun iklim bölgelerini bulup varlıklarını sürdürebilecek canlıların dışında , kutup ayıları , foklar gibi göç güdüsü olmayan canlıların doğal çevreleri her geçen gün daralmaya başlayacaktır. Denizlerin ısınması ile birlikte , birçok deniz canlısının gıdasını oluşturan plankton miktarında meydana gelen değişimler birçok hayvan türünün kaderini önemli ölçüde etkileyecektir.
Dünya var olduğundan bu yana, iklim değişikliklerine sıkça maruz kalmıştır. Fakat günümüzde yaşanan değişim çok hızlı gerçekleştiğinden ,birçok canlı türü yeni koşullara uyum sağlamaya vakit bulamayacağından yok olmaya mahkumdur. İngiltere hükümeti bu raporu sunduğu Avrupalı çevre yetkililerine , daha ziyade tehlikedeki bazı türlerin göç yollarını ve konaklama yerlerini korumaya odaklanılması gerektiği çağrısı yapıyor
image032.webp
İnsanların çeşitli faaliyetlerinin küresel ısınmaya katkısı şöyledir:
• Enerji kullanımı % 49
• Sanayileşme % 24
• Ormanların tahribi % 14
• Tarım % 13

Küresel ısınmaya neden olan bu alanların gelişimini bozmadan olumlu hale getirebiliriz. Tükenebilir fosil kaynakların yerine yenilenebilir enerji kaynakları kullanılmalıdır. Fosil kaynakları bu hızla kullanıldığı taktirde petrol ve doğal gaz yataklarının içinde bulunduğumuz yüzyıl içinde , kömür yataklarının ise 300 yıl içinde tükeneceği hesaplanmıştır. Dünyamızın bu kaynakların hızla tükenişini bekleme lüksü yoktur. Bu nedenle doğaya zarar vermeyen yenilenebilir ; Güneş - rüzgar – dalga – jeotermal ve biyokütle gibi enerji kaynaklarına yönelinmelidir.
Ekonomik büyüme yarışı içinde olan ülkeler , sanayilerinin gelişimini durdurma gibi bir eğilim göstermezler. Ancak bütün ülkeler sanayi atıklarını arıtacak ve sanayi gazlarını filtre edebilecek teknolojiyi kullanabilirler. Böylece toprak , su ve atmosfer kirlenme hızı önemli ölçüde azalmış olur.
Farklı coğrafi özelliklere sahip iklim bölgelerinde yetişen orman alanlarının , farklı nedenlerle hızla tahrip edilişi kabul edilemez. Dünyanın akciğerleri olarak bilinen ormanlar atmosferdeki oksijen döngüsü , yer altı su dengesi , atmosferdeki nem oranını ve yaban hayatının koruma alanı olarak bilinir. Eko sistemin sağlıklı gelişimi için yüzyıllardır tahrip edilen orman alanları sadece koruma ile kalınmamalı derhal yenilenmelidir. Çünkü sözde birçok orman alanında tek bir ağaç bile bulunmamaktadır. Ormanların bu şekilde yok oluşu binlerce yıl içinde oluşan toprak erozyonunu da hızlandırdığı unutulmamalıdır. Orman alanlarının tahribi , küresel ısınma hastalığının ilaçlarından birini ortadan kaldırmış olur. Gelişmiş ülkelerin yaratmış oldukları küresel ısınmaya karşı , geri kalmış ülkelere ağaçlandırma projeleri sunmaları , bu konuda onları destekleyici politikalar geliştirmeleri tartışılmaya değer bir konudur.
Dünya tarımsal gıda ihtiyacını karşılayabilmek için farklı çözüm yolları bulmuştur. Tarım alanlarını ; Orman , otlak - mera ve sulak alanlar aleyhinde genişletmektedir. Özellikle birim alandan en yüksek verimi almak için kullandığı kimyasal maddeler toprağı kirletmektedir. Tarım alanlarının aşırı ve bilinçsiz sulanması tatlı su problemini yaşatırken , nadasa bırakılan araziler toprakta barınan gazların atmosfere yayılmasına yol açmakta , erozyonu kolaylaştırmaktadır. Günümüzde tarımda kullanılan bu yaygın teknoloji , küresel ısınmayı artırırken insan sağlığını da ciddi anlamda etkilemektedir. Küresel ısınma üzeride en az etkiye sahip olan tarımsal faaliyetler , aynı zamanda önlemi en kolay alınan bir alandır. Son yıllarda dünya genelinde desteklenen ve tercih edilen organik tarım faaliyetleri istenilen düzeyin çok altındadır.
 
5.Bölüm

Küresel ısınma sonucu tüm yeryüzü olumlu veya olumsuz etkilenirken , ülkemizi bunların dışında düşünmek mümkün değildir. Ülkemiz de yeryüzünde yaşanacak her değişimden payını mutlaka alacaktır .Hızla gelişmekte olan ülkemizde çevre , su , atmosfer kirliliği oranı dünya standartlarının çok üzerinde olduğu belgelenmiştir. Türkiye yılda yaklaşık 350 milyon ton sera gazı atmosfere yaymaktadır. Ülkemizin dünya genelinde atmosferi kirletme oranı % 1.3 kadardır. Türkiye ; Yüzölçümü ile dünyanın 24. büyük ülkesi , nüfusu ile 19. sırada yer alırken küresel ısınmadaki etkisi ile 13. sırada bulunmaktadır. Sanayileşme ve kentleşme oranındaki yükseliş yakın doğamızı ciddi oranda etkilemektedir. Küresel ısınmanın da ilk belirtileri her geçen gün ülkemizde görünmeye başlanmıştır. Türkiye’yi bu süreçte bekleyen başlıca değişimleri şöylece sıralayabiliriz.
image034.webp
Küresel ısınma sonucu tüm yeryüzü olumlu veya olumsuz etkilenirken , ülkemizi bunların dışında düşünmek mümkün değildir. Ülkemiz de yeryüzünde yaşanacak her değişimden payını mutlaka alacaktır .Hızla gelişmekte olan ülkemizde çevre , su , atmosfer kirliliği oranı dünya standartlarının çok üzerinde olduğu belgelenmiştir. Türkiye yılda yaklaşık 350 milyon ton sera gazı atmosfere yaymaktadır. Ülkemizin dünya genelinde atmosferi kirletme oranı % 1.3 kadardır. Türkiye ; Yüzölçümü ile dünyanın 24. büyük ülkesi , nüfusu ile 19. sırada yer alırken küresel ısınmadaki etkisi ile 13. sırada bulunmaktadır. Sanayileşme ve kentleşme oranındaki yükseliş yakın doğamızı ciddi oranda etkilemektedir. Küresel ısınmanın da ilk belirtileri her geçen gün ülkemizde görünmeye başlanmıştır. Türkiye’yi bu süreçte bekleyen başlıca değişimleri şöylece sıralayabiliriz.
• Ülkemizde tüm Dünya ile birlikte asgari sıcaklıklar 2 C artacak…Son 70 yılda 70 istasyonda kaydedilen sıcaklık verilerine göre ülkemizin yıllık ortalama sıcaklıkları artış göstermektedir. Özellikle Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde sıcaklık ortalamaları her 10 yılda 0.07-0.34 derece artmaktadır. Dünya Yaban Hayatını Koruma Fonu (WWF) raporuna göre Akdeniz havzasında bulunan Türkiye’de 40 dereceye yakın sıcaklıklar mevsim normali kabul edilecek .
• Akdeniz’de tarım alanları yok olacak , kuraklık , orman yangınları ve yağmur dengesinin bozulmasına yol açacak. Bütün dünyada küresel ısınma yaşanırken , dünyanın bazı yerlerinde yağış oranları azalacak bazı yerlerde ise artacaktır . Maalesef Anadolu da hem sıcaklık değerleri yükselecek hem de yağış oranları genel olarak azalacaktır.
• Tarımsal arazilerin % 40 kurak iklim bölgesinde kalarak tarımsal verimlilik düşecek tarımsal çeşitlilik azalacaktır.Sanayileşme ile birlikte bir tarım ülkesi olan ülkemiz , önemli tarım alanlarını kaybederek ,tarımsal ürün sıkıntısına girebilir.Kuraklığın en çok hissedileceği Orta Anadolu ile Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki tahıl ve baklagiller üretiminde ciddi sıkıntılar yaşanacaktır. Tahıl zengini olan ülkemiz tahıla muhtaç hale gelebilir. Ülkemiz tarımsal kuraklığa karşı tatlı su potansiyelini tasarruflu kullanmak zorundadır. Bunun için damlama ve yağmurlama usulü sulama alanları yaygınlaştırılmalı , tarımsal alanlarda nem oranını artırmak için rüzgar perdesi gibi önlemler almalıdır. Ülkemizde süregelen tarım politikalarında ( özellikle destekleme – denetleme ve teşvik alanlarında ) köklü değişimlere gidilmelidir.
• Nehirlerimizdeki su oranı azalacak. Barajlardaki su seviyesi düşecek ( ocak 2006 döneminde barajlarımızdaki doluluk oranı % 43’lerde iken , bu oran ocak 2007 yılında % 25’lerde kalmıştır ). Hidroelektrik enerji üretimi ciddi oranda aksayacak. Ülkemiz ciddi bir su sorunu ile karşılaşacak. Dünya kriterlerine göre kişi başına düşen su oranı 1000 metre küpten az olan ülkeler su yoksulu sayılırken , kişi başına 2000 metre küpten daha fazla suya sahip ülkeler suyu yeterli ülke olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde teknik ve ekonomik anlamda tüketilebilecek yer altı ve yer üstü su miktarı 110 milyar metreküp kadardır. Kişi başına 1692 metreküp su düştüğü belirlenmiştir. 2025’yıllarında nüfusu 80 milyona ulaşacağı zannedilen ülkemizde bu oran kişi başına 1300 metre küp suya düşecektir. Bu da ülkemizin zannedildiği gibi su zengini bir ülke olmadığını gösterir. Ülkemiz yer altı sularının yaklaşık % 40’nı barındıran Konya Havzası , yağışların yetersizliği yanında ,sulama amaçlı açılan 10 binlerce kuyu taban suyu seviyesini her yıl yaklaşık bir metre düşürmektedir. Bunun sonucunda da Konya havzasındaki taban suyu seviyesinin Tuz gölü taban seviyesinin altına düşme tehlikesi gündeme gelmiştir, yer altı su döngüsünün Tuz gölünden Konya havzasına dönüşmesi , bölgenin hızla çoraklaşmasına ve verimsizleşmesine neden olacaktır.Böylece Tuz gölü ile birlikte Van Gölü, Sultansazlığı, Hotamış ,Bafa ve Manyas gibi birçok gölün sularındaki ciddi azalmalar geleceğe dönük tatlı su sıkıntısının ilk emareleridir. Türkiye haritalarında görülen mavi renkli bir çok göl alanı ortadan kalkmıştır ( Tuz gölün bir bölümü , sultansazlığın tümü gibi ) .

• Yüksek basınç kuşağının kuzeye kayması ile ülkemizde tropikal iklime benzer bir iklim oluşacak. Ülkemizin önemli bir alanı çölleşecek Düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar , seller heyelanlar ve hortumlar sıkça oluşacak. Bu yıl özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde ki yağışlar sellere neden olmuştur. Sonuçta bir çok can kaybı ile birlikte önemli maddi zararlar ortaya çıkmıştır.
• Isınma ile birlikte denizlerimizdeki su akıntıları ve sıcaklık rejimleri değişecek . balıkların göç yolları bozulacaktır . Son yıllarda ülkemizin Akdeniz kıyılarında sıcak Hint okyanusunda yaşayan balık türlerinin görülmesi , Akdeniz’de yaşayan balık türlerinin Kuzey Ege, Marmara ve Karadeniz’de yaşam ortamı bulması küresel ısınmanın denizler üzerindeki etkisine somut bir kanıttır.
• Kış mevsimi ortadan kalkacak, kar yağışları azalacak . İklim değişiklikleri göçlere neden olacak Ülkemizde yaşayanlar kuzey bölgelere yerleşmeye çalışacaklar. Son yıllarda ülkemizde kış mevsiminde uzun süreli yaşanan kuraklık hepimizi endişelendirmektedir.
• Ülkemizde, deniz seviyesinin yüz yıl içerisinde yaklaşık 1 metre yükselmesi beklenmektedir. Deniz yükselmesinden kıyılar etkilenecek , kıyı çizgisindeki yerleşmeler sular altında kalırken , delta alanlarındaki tarım alanları plajlar ve limanlar kullanılamaz hale gelecektir.
• Türkiye’nin gelişen turizmi olumsuz etkilenecek…Yaz yerine bahar turizmi yapılacak . Güney bölgeleri , turizmi kuzeye kaptıracak , Akdeniz yerine Karadeniz öne çıkacaktır. Samsun ,Trabzon , Sinop ve Kastamonu kıyıları ülkemizin önemli deniz turizm alanlarına dönüşecektir.
Ülkemizde ki yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı durumunda , ülkemizin en büyük ithalat kalemini oluşturan petrol – doğalgaz ve kömür alımlarında önemli azalmalar yaşanacaktır. Bu ülkemizin dışarıya olan bağımlılığını da azaltır. Ülkemizin coğrafi konumu nedeni ile sahip olduğu güneş enerjisi , rüzgar ,jeotermal ve dalga enerji kaynaklarını kullanır hale getirmelidir. Bunun içinde ülkemizin büyük maddi yatırımlar yapması gerekecektir. Ülkemizin coğrafi konum ve iklim özelliklerine bağlı olarak güneşli gün sayısının fazla , güneş etkisinin yüksek olmasına karşılık güneşten yüksek düzeyde enerji elde etmek pahalıyla mal olacaktır. Ülkemizde 500 megavatlık bir kömür santralinden ürettiği elektriği , güneşten sağlamak için 80 kilometrekarelik düz bir alana ihtiyaç duyulacaktır. Ülkemiz rüzgar enerjisi yönünden de azımsanmayacak bir potansiyele sahiptir. Ülkemizin belirlenen rüzgarlı alanlarında kurulacak rüzgar enerji santrallerinden günümüzde üretilen enerjinin iki katı enerji elde edilebilir. Bir rüzgar enerji türbininden 20 bin kişinin enerji ihtiyacı karşılanabilmektedir. Ülkemiz fay hatlarının yoğun olduğu bir deprem ülkesidir. Bunun sonucunda da her coğrafi bölgemizde jeotermal enerji kaynakları bulunmaktadır. Bu güne kadar sadece Denizli Sarayköy de bir jeotermal elektrik santralinin kurulmuş olması büyük bir eksikliktir. İstanbul – Çanakkale boğazları ile Marmara denizinde Karadeniz ile Akdeniz sularının üstten ve alttan ters yönlü akışlarından yararlanmak mümkündür. Bu alanlara kurulacak büyük tribünler sayesinde yoğun bir elektrik enerjisi elde edilebilir. Ülkemizin artan enerji ihtiyacına karşılık , bu alanlarda çeşitli hedef programları belirlemelidir. Türkiye’nin yıllık enerji üretimi şu anda 165 milyar megavat / saat’ir. Artan ihtiyaca binaen on yıl içinde enerji üretimimizi iki katına çıkartmamız gerekmektedir. Bu yatırım için ise 100 milyar YTL’ik bir ödeneğe ihtiyaç duyulacaktır. Unutulmamalıdır ki yakın gelecekte enerji kaynaklarında yaşanan , sıkıntılar enerji ihtiyacını dışardan karşılama olasılığını da kaldıracaktır. Böyle bir durumda her ülke mutlak anlamda kendi enerjisini üretmek zorunda kalacaktır.
Ülkemizde ; mevsim sıcaklıklarında meydana gelen düzensizlik , kış aylarında uzun süreli kurak dönemlerin yaşanması , kar yağışı oranlarında yaşanan düşüşler , yağış rejiminde başlayan değişimler, akarsu ile kaynak su seviyelerindeki azalmalar, sıcak iklim bölgelerindeki kuş türlerinin ülkemizde de görülmeye başlanması , orman ağaçlarının yetişme dönemlerinin uzaması, sıkça yaşanan orman yangınları v.s ülkemizdeki iklim değişiminin ilk emareleridir.
Ülkemizin bu sorunun üzerine sağlıklı bir şekilde gidebilmesi için Kanada , Japonya misali kuraklık üzerine araştırma yapan bilimsel bir merkez oluşturmalıdır.
Küresel ısınma ile ilgili ilk teori 19. yüzyılın sonlarında İsveçli kimyager Svante ARRHENİUS tarafından dile getirilmiştir.1970 li yılların başlarında bilimsel veriler ışığında bazı gazların sera etkisi yaratabileceği konusunda bilim çevreleri, fikir birliği aşamasına geldiler. İlk ciddi oluşum , Dünya Meteoroloji Örgütü öncülüğünde , Dünya İklim Konferansının Cenevre’de toplanmasıdır . Konferansın sonunda hükümetlere insanın sebep olduğu iklim değişiminin olumsuz etkilerinin önlenmesi için çağrıda bulunuldu. 1988 ‘de NASA’ya bağlı olarak çalışan iklim uzmanı James HANSEN , katıldığı bir toplantıda sera gazlarının etki ve sonuçlarını gözler önüne serdi. Hansen’in açıklamalarının yarattığı yankılar, BM Hükümetler Arası İklim Değişimi Panelinin ( IPCC )1990 yılında gerçekleşmesine zemin hazırladı. Dünya’nın farklı ülkelerinden yaklaşık 2000 bilim adamının katıldığı IPCC; küresel ısınmaya insanın yaptığı etkinin henüz ispatlanmadığını bildiren bir rapor yayınladı.1992 ‘de Brezilya’nın Rio de Jenerio kentinde UNCED ( Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı ) toplandı. 160’ tan fazla ülkenin katılımı ile İklim Değişimi Konvansiyonu imzalandı. 1995’in sonlarında 2000 bilim adamının verilerine dayanarak IPCC ikinci raporunu yayınladı ve iklim değişiminin doğal nedenlerden dolayı değil; insan etkilerinden kaynaklandığını bildirdi.1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde düzenlenen konferansa katılan ülkeler , sera etkisi yaratan gazların emisyonunu engelleyecek veya azaltacak koşulların altına imza attılar. Kyoto Protokolüne göre 1990 yılında yayılan gaz oranının , 2008-2012 yılları arasında % 5.2 oranında azaltılması hedeflenmiştir. Görülen tehlikenin boyutları yanında belirlenen bu hedef son derece yetersiz kalmaktadır.Yeryüzünde günümüzde yaşanan küresel ısınma nedenli değişimler ve sıkıntılar 1960’lı yıllarda atmosfere yayılan sera gazlarından kaynaklanmaktadır. Günümüzde atmosfere yayılan gazların etkileri ise 10-15 yıl sonra ortaya çıkacaktır. 1960’lı yıllarda atmosfere yayılan gazlar ile günümüzde atmosfere yayılan gazların oranı kıyaslandığında önümüzdeki yıllarda dünyayı telafisi imkansız sonuçların beklediği ortadadır. Dünyadaki sera gazı emisyonunun derhal 1950’li yılardaki oranına çekilmesi gerekmektedir. Günümüzde bu oran bazı ülkeler için ciddi rakamlara ulaşmıştır. Örneğin , ABD’nin yılda ortalama sera gazı emisyon miktarı yaklaşık 7 milyar ton kadardır. Dünya nüfusunun % 4 ‘ünü oluşturan ABD’nin küresel ısınmadaki rolü % 24’lerde seyrederken , bu ülkenin Kyoto Protokolüne imza atmamış olması düşündürücüdür. Zaten 1997’ de imzalanan protokol 2005’te ancak yürürlüğe girebilmiştir. Protokolün yürürlüğe girebilmesi için onaylayan ülkelerin 1990’daki emisyonlarının Dünyadaki toplam emisyonun % 55 ‘ini bulması gerekiyordu. Bu oran, 8 yıl sonra Rusya’nın protokolü onaylaması ile gerçekleşti. Bu protokole imza atan kimi gelişmiş ülkeler farklı taktiklere başvurmaya başladılar.Rusya’nın ülkemizin Karadeniz kıyılarında özellikle Zonguldak yöresinde rafineri yapma isteği , gelişmiş ülkelerin geri kalmış ülkelere sera gazı emisyonu yüksek teknolojilerini satmak istemeleri gibi. Kyoto Protokolü ile devreye girecek önlemler son derece pahalı yatırımlar gerektirmektedir. ABD KYOTO protokolüne imza attığı taktirde , yaratmış olduğu sera gazı emisyonunu azaltmak için ortalama bir trilyon dolar harcaması gerektiğini belirtmiştir. ABD yetkilileri açık bir şekilde böyle bir harcama yapamayacaklarını söylemişlerdir.
 
Protokole göre:
* Atmosfere salınan sera gazı miktarı % 5 ‘e çekilecek


* Sanayiden , motorlu taşıtlardan ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek
* Daha az enerji ile ısınma , daha az enerji tüketen araçlar ile uzun yol alma , daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini sanayi alanlarına yerleştirme, ulaşımda , çöp depolamada “çevrecilik”i temel ilke olarak alma.
* Atmosfere bırakılan metan ve karbondioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına ön plana çıkartılacak. Fosil yakıtlar yerine alternatif enerji kaynakları kullanılacak .
* Çimento, demir- çelik , kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek.
* Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler , teknolojiler devreye sokulacak..
* Güneş enerjisinin önü açılacak . Nükleer enerjide karbon oranı sıfır olduğu için Dünya’da bu enerji ön plana çıkarılacak. Nükleer enerji tesisleri atmosfere karbon yaymasa da ; Nükleer santrallerdeki radyasyon tehlikesi , reaktör güvenliği , nükleer atıkların yok edilmesi gibi çevre sorunlarını unutmamak gerekir. Bu sorunlar oldu olalı uluslar arası kamu oyunda büyük tartışmalara ve tedirginliklere yol açmıştır.1986 yılında ki Çernobil faciası bu tartışma ve tedirginlikleri haklı çıkartmıştır. Bu gün dünyada 30 kadar ülke de yaklaşık 450 tane nükleer santral bulunmaktadır. Bu santrallerin 110 tanesi ABD’de 58’i Fransa’da 14’ü İngiltere’de bulunmaktadır. Kaldı ki Nükleer santrallerin hammaddesini oluşturan uranyum mevcut rektörler de kullanımı ile 65 yıl içinde tükeneceği tespit edilmiştir.
* Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacak v.s
95 ülkeden , 360 bilim adamı tarafından hazırlanan“ Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi ” adlı raporda Dünya’da yaşamın devamı için gereken doğal kaynakların 2/3 ‘nün insanlar tarafından tüketilmekte olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, insan türünün hem kendisi hem de yeryüzündeki diğer 10 milyon canlı türü için tehlike oluşturduğu vurgulanmıştır. Doğal değişimin yanı sıra , sanayileşme ve kentleşmeye bağlı suların kirlenmesi , teknolojik gelişmelerin de etkisi ile son 100 yıl içinde balık türlerinin büyük bir çoğunluğu yok oldu. Ocak 2007 yılında Paris’te yapılan Küresel Isınma ile ilgili son uluslar arası çalışma raporu ; dünyamızın geri dönülmez bir sürece girdiğini duyurmuştur. Artık dünyamız hastalanmıştır . Bu hatalığın olumsuz sonuçlarından en az etkilenmek , gelişen olumsuz koşulları geciktirmek için dünya genelinde önlemlerin alınması gerektiği belirtmiştir. Bu önlemler sadece devletler bazında değil bireyler bazında da alınması gerektiğini ortaya çıkartmıştır.

6. Bölüm

Hızla artan nüfus , gelişen sanayi ve teknoloji , ihtiyaçların çeşitlenmesi enerji kaynaklarına duyulan gereksinimi arttırmıştır . İnsanoğlunun ihtiyaç duyduğu enerjiyi fosil kaynaklarından alması ve her geçen gün bu kaynaklardaki tüketim oranının artması , felaketlerin başlamasına yol açmıştır. Araştırmalara göre bugünden itibaren bu kaynakların kullanımından tamamen vazgeçilmesi bile süreci ancak 20 yıla kadar etkilemeyecektir. Dünya’nın doğal olarak kendisini yenileyebilmesi içim ortalama 70 yıllık bir zamana ihtiyaç duyulacaktır. Dünya’nın birçok ülkesinde bilim adamlarının özverili çalışmaları ile yapılan bilimsel uyarılar gerektiği gibi sonuçlanamamaktadır. Bu konuda Dünya’nın en önemli organizasyonu olan KYOTO Protokolü -ABD dahil- bazı ülkeler onaylamadığı gibi; onaylayan birçok ülke de sorumluluklarını gereği gibi yerine getirmemektedir. Kaldı ki KYOTO Protokolüne göre atmosfere salınan zararlı gazların 2012 yılına kadar % 5.2 oranında azaltılması hedeflenmiştir . Bu hedef , söz konusu sorunun çözümü için son derece yetersizdir. Yakın gelecekte hiçbir kimlik farkı ve coğrafya gözetmeksizin insanlığın sonunu hazırlayacak bu değişimlere ülkeler adeta kulaklarını tıkamaktadırlar. Büyük bir savaşın hazırlığını yaparcasına korkunç silahların icadına imza atarlarken bir an bile tereddüt etmeyen ülkelerin iklim değişimini görmemeleri düşündürücüdür. Ulaşılan silah teknolojisi ile küresel ısınmaya gerek duyulmadan tüm yer yüzü kısa bir zaman içinde yaşanmaz hale getirilebilir. Bu silahların korkusu ve küresel ısınmanın dayattığı değişimler, ünlü fizikçi S. HAWKING’in endişelerini arttırmış ve dünyadan ümidini kesmiş olmalı ki , insanlığı uzayda koloniler kurmaya çağırmıştır. Bu günün kazanımları uğruna yarının kayıplarını düşünmeyen ülkeler , gelecek kuşaklara nasıl hesap vereceklerini düşünmek gerekir.
Küresel ısınmaya neden olan sera gazlarını üreten ülkeler ürettikleri ölçüde değişimin sonuçlarından etkilenselerdi sorunun çözümü farklı gelişebilirdi. Ne yazık ki doğal yapı tüm yeryüzünü bundan etkilenmesine yol açıyor. Küresel ısınmada en çok rol oynayan ülkeler ve büyük şirketlerin , menfaatleri uğruna konuyu gizleyebilmek için , bilim adamlarına rüşvet gibi uygunsuz teklifler sunması tepkinin kaynağını oluşturabilir.
Bazı ülkeler sorumluluk göstererek veya gelecekte enerji kaynağı sıkıntısına düşme telaşından , tükenebilir fosil kaynakları yerine yenilenebilir kaynaklara yönelmişlerdir. Bu yönelişler takdir edilse de gelişmeler karşısında son derece yetersiz kalmaktadır. Küresel ısınma üzerindeki payı % 3.5 olan Almanya son yıllarda aldığı bazı önlemler ile sera gazı salınımını % 17oranında azaltmıştır. Almanya bunu yaparken yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmiştir. Böylece ekonomik büyümesinde de bir aksama yaşanmamıştır.
Kanada olayın ciddiyetini devlet bazında hissetmiş olmalı ki , çevre bakanını konuya karşı yetersiz kaldığından görevden almıştır. Avustralya da yapılan bir ankette; en çok korktuğunuz şey nedir diye sorulduğunda nüfusun üçte ikisi küresel ısınma olarak cevaplamıştır. Terörizm gibi konular daha alt sıralarda yer almıştır. Bu da Avustralya toplumunun hassasiyetini ortaya koymaktadır. Ülkemizde ise bu hassasiyet , oluşturulan kamuoyu ile yeni yeni belirlemektedir.
İnsanlık doğaya verdiği bu büyük tahribattan vazgeçmelidir.Bunun için de sanayi ve teknolojiden vazgeçmeden , teknolojiyi doğaya da yararlı hale getirmelidir.Belki de teknoloji kullanılarak orman alanları genişletilerek atmosferdeki su döngüsü korunmaya çalışılabilir. Özellikle termik karakterli değişen yerel ve sürekli basınç alanları korunmalıdır.Ozon tabakasındaki seyrelmeye müdahale edilerek doğa ve canlı hayatı kısa sürede bu tehditten kurtarılmalıdır. Dünya’yı bekleyen şiddetli depremlere karşı üst düzey önlemler alınmalıdır . İnsanlar depremlere karşı bilinçlendirilmeli ve depremleri önceden tespit eden cihazlara ulaşılmalıdır.Oluşması beklenen süper volkan patlamalarına karşı geniş boyutlu teknolojik müdahaleler hazır hale getirilmelidir v.s.
Tüm insanlığı ve doğayı tehdit eden yüksek teknolojiye dayalı silahların tüm ülkelerde geliştirilmesi ve bulundurulması yasaklanmalıdır.Atom ve hidrojen bombasının , nükleer silahların, biyolojik silahların ulaştığı çap, kullanımı durumunda telafisi imkansız durumlar ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu alanda harcanan ekonomik boyut astronomik rakamlara ulaşmış durumdadır. Bu gün dünya gayri milli hasılasının % 1’i küresel ısınmaya karşı kullanılsa gidişatın durdurulması söz konusudur. Buna karşılık bundan sonra her yıl küresel ısınmanın verdiği zararla dünya ekonomisi % 5-6 oranında kayıp verecektir. 50-60 yıl sonra ise tüm dünya ekonomisi sorunu düzeltmeye yetmeyecektir.
Artan nüfusa rağmen sınırlı olan yaşam alanları , kutup bölgelerine , çöllere hatta deniz altlarına doğru kaydırılmalıdır. Bu alanlar zaman içerisinde yaşam alanlarına dönüştürülmelidir.Yerleşim alanları ile sanayi alanları kurulurken; Tarım alanları da mutlaka düşünülmelidir.Ülkemizdeki ulaşımın % 91’nin karayollarında yapılması , her geçen yıl karayollarının gelişimi ve genişlemesi tararım alanlarının daralmasına yol açmaktadır. Özellikle birinci sınıf tarım alanlarında , yerleşme yerleri , sanayi alanları ile yol yapımları ülkemizin konu ile ilgili bilinç seviyesini gösterir.
Bütün araştırma verileri , küresel ısınmanın en fazla orta kuşak – Akdeniz havzasında etkili olacağıdır. Gelişmiş ülkelerin nerdeyse tamamının orta kuşakta bulunması , salınan sera gazlarının bu kuşaktaki sıcaklık oranlarını artırması , artan ısının ekvator ile kutup kuşağına dağılamaması bu alanı hızlı bir şekilde kuraklığın pençesine düşürecektir. Bu nedenle Türkiye de bundan en fazla etkilenecek ülkelerden biri olacaktır.
Ülkemiz farklı iklim çeşitliliği,yer şekilleri ve ender rastlanan coğrafyası ile bu felaketlerin yıkımına terk edilmemelidir. Ülkemiz bunu engellemeye çalışırken , uluslar arası çalışma organizasyonların da aktif görevlerde bulunmalıdır. Türkiye ; Kuraklaşmaya , çölleşmeye ve erozyona karşı ciddi bilimsel projeler üretmeli ve bunları geniş çaplı bir biçimde uygulamaya sokmalıdır.Ülkemizin zengin doğal kaynaklarına ve artan nüfusuna rağmen doğayı bekleyen olumsuzluklara karşı ilgisiz ve yetersiz kalınmamalıdır. Yapılması gerekenler hükümet politikası değil; devlet politikası haline dönüştürülmelidir.
Jeolojik zamanlar incelendiğinde değişen ve gerçekleşen doğal olaylar birçok canlı türünün yok olmasına neden olmuştur. Ne kadar istemesek de doğal değişim süreci işleyecektir. Bu sürecin bir kesitinde günümüz canlılarından birçoğunun yok olacağı –ne yazık ki-acı bir gerçektir. İnsan türünün bunlardan biri olmayacağı düşünülemez. Malum olduğu üzere, insanlık kendi sonunu getirecek süreci düşündürücü bir şekilde hızlandırmıştır. İnsanoğlunun doğaya yaptığı olumsuz her müdahalenin , doğa tarafından karşılıksız bırakılmadığının bilimsel bir gerçek olduğu kesinlikle unutulmamalıdır.
 
Geri
Top