• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

İlkel İnanışlarda Totem ve Tabu

Sentinus

Tengri biz menen!
Özel üye

Totem​

"Totem" kelimesi, "Totam" şeklinde Kuzey Amerika Kızılderililerinden Chippeva, Ojibwa ya da Ocibva kabilesinden gelmektedir ve "ototeman"kelimesinden türetildiği ileri sürülmektedir. 1791’de John Long, yayınladığı eserde bu adı kullanmıştır. Kelimenin anlamı, "Onun erkek kardeşiyle kız kardeşi akrabadır." demektir. Kızılderililere göre bu "Rûh" hayvan şekline girmiş rûhî bir yaratık olarak görülmektedir. O çevredeki kimi kabileler tek ya da toplum halinde hayvanlar, bitkiler ya da kuşlarla akraba olduklarına inanmaktadırlar.

"Totem" sözcüğünü Batı'da ilk olarak J. Long adlı İngiliz yazarı, 1791'de yayınladığı yolculuk anlatısında kullanmıştır. İlkel toplulukları inceleyen bilim insanları, totemciliğin kurumlarını aydınlığa çıkardıkça, bu dinin insanlık tarihinde önemli rol oynadığı varsayımı güçlenmektedir. 19. yüzyılın ortalarında Mac Lenan, totemcilikle Eskiçağ dinleri arasında, Robertson Smith de totemcilikle Samilerin dinleri arasında kimi yakınlıklar kurmuşlardır. İngiliz antropologu Frazer de, totemcilik konusunda değerli incelemeler yapmıştır.

"Totemizm" kelimesi, sosyolog ve sosyal antropologlar tarafından, “Totem” kelimesinden meydana getirilmiştir. Yazının başında da belirtildiği gibi bu kelime, Kızılderili adı verilen Kuzey Amerika yerlilerinden alınarak, sosyal ilimler edebiyatına mal edilmiştir. Birçok ilkel toplumlarda ayrı terimlerle hemen hemen aynı inanç tanıtılmaktadır. Kuzey Amerika'da dikkati çekmişse de benzer totemik inanç, Avustralya ve Okyanus adalarında da görülmüştür. Bu yerliler ve Afrika ve Avusturya klanları, totem adı verilen hayvan, bitki ya da eşyayı kutlu, mübârek sayar, eşyada bile bir hayat tasavvur eder, kendileriyle bu totemler arasında bir hısımlık bulur ve aynı atadan geldiklerine inanır, totemlerine son derece hürmet eder, ona dokunmaktan çekinirler. Mehmet Eröz, bütün cemiyetlerde totemizmin izlerini bugün bile görebilmenin mümkün olduğunu ifade etmektedir.

Avustralya kabileleri, Amerika Kızılderilileri ve Melanezya toplulukları arasında görülen totemcilik, antropolojide en ilkel toplum tipi olarak kabul edilen klanın dinsel kurumudur. Bu yüzden de genellikle dinlerin en ilkeli sayılır.Totemcilik, geniş anlamda, bir hayvan, bitki ya da nesnenin, klanın atası olarak kutsal sayılmasıdır. Totemlere göre klanlarla bölünmüş bir kabilede, canlı cansız bütün varlıklar, "Totem'e göre" sınıflandırılır. Sözgelimi, bir Avustralya kabilesinde güneş, beyaz papağana benzetildiği için, beyaz papağandır ya da siyah papağana benzetildiği için siyah papağandır.

Bir din kuramı olarak totemizm ve onun içeriği hakkındaki tartışmalar oldukça uzun bir geçmişe sahiptir. Sonuçta totemizm, bir din teorisi olarak, neredeyse tamamen reddedilmiştir. Totemizmi daha sonra Lévi-Strauss ele almış, onun ne bir kurum ne de bir din değil de, bir düşünce biçimi olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre totemizm, toplumsal kategoriler ve ilişkilerle dünyaya ilişkin kavramlaştırmalarımız arasında aracılık eden bir“sınıflayıcı cihaz”dır.

Totemcilikle ilgili en önemli bilimsel bireşimiyse, Fransız toplumbilimcisi Emile Durkheim, "Les Formes Elementaires de la Vie Religieuse" adlı eserinde ortaya koymuştur.Durkheim'e göre totemcilik, 3 ana kavrama dayanır:"totem", "mana" ve "tabu". Totem, bir klanın bütün üyelerinin kutsal saydığı yaratıkları ya da nesneleri gösterir; klan üyeleri bu totemden türediklerine inanırlar. Totem ayrıca, ortaklaşa bir etiket, bir imge olmasının yanısıra, dinsel bir nitelik de taşır. Nesneler, totem ölçü alınarak, "kutsal olan" ya da "kutsal olmayan" diye sınıflandırılır. Totem, kutsal olansa, onun taştan ya da tahtadan yapılan simgeleri, totemin kendisinden daha kutsaldır; bu simgeleri "ŞURİNGA" denir.

Bir çeşit hayvan, bitki ya da nesnelere totem olarak bakıldığı, hatta hazan cansız bilinen bir şeye kaya vb bazen bir tabiat olayı olan gök gürültüsüne, yıldırıma ya da kimi göksel bir sicime (göktaşı ya da meteor) totem şeklinde yakınlık gösterildiği tespit edilmiştir. Toteme kendisini bağlı olarak gören toplumlar, kendileriyle onları akraba tanımaktadırlar. Bu, bazen de bir sembol ya da bir işaret olarak benimsenmektedir.

Totem, klan halkının kutsal saydığı bir varlık olarak belirmektedir. Totemle klan topluluğu arasında bir kan akrabalığı bulunduğu benimsenmekte, hatta bu totem bir hayvan ise, çok zaman o kutsal hayvanın, klan mensubu kişilerin ilk ceddi, dedeleri, ataları sayılmaktadır. Arada, kan akrabalığı bulunduğu düşüncesinin, nasıl, ne zaman teşekkül ettiği bilinememektedir. Bir iddiaya ve yoruma göre çok ötelerinde olan bir durum ya da olay sonucunda böyle bir ilişki ve inancın çıktığını varsayanlar olmuştur.

Totemin bütün klanla özel bir ilişkisi vardır. Totem her şeyden önce klanın atasıdır. 2.si, klanın koruyucu ruhu ya da gözetenidir, klan halkına güç zamanlarda yol gösterir, çocuklarını daima tanır ve korur. Bunun için, totemdaşlar totemlerini öldürmemek ya da ona zarar vermemek, onun etini yememek ya da ondan herhangi bir biçimde yararlanmamak konusunda kutsal bir borç altındadır. Bu yasağın herhangi bir biçimde çiğnenmesi otomatik olarak cezalandırılır. Bir totemin özelliği yalnızca tek bir hayvanın ya da bir varlığın içinde değil, türün bütün üyelerinde gizlidir. Zaman zaman şölenler yapılır ve burada totemdaşlar birtakım törenli danslarla totemlerinin hareketlerini ve özelliklerini temsil eder ya da onlara öykünür.

Klanın atalarını ve koruyucu ruhlarını kimi hayvanlarda görme olayı, totemizm adını aldı. Daha sonra insanlar, yalnızca hayvanları değil, otları, ağaçları da, totem, yani klanlarının ataları ve koruyucuları olarak almaya başladılar. İnsan, yaşamını daha iyi güven altına almak, kendini yabanıl hayvanlardan korumak, avda şanslı ve mutlu olabilmek için, kendi yarattığı totemin yardımını sağlamayı, büsbütün zorunlu bir şey sayıyordu. Dua ederek, yakararak, sungularda bulunarak, totemi övgülere boğarak, gönlünü almaya çalışıyordu. Yavaş yavaş, toteme bu sığmışlar, av büyüsü ya da gözbağcılığı denen çok kesin olarak belirlenmiş bir ayin usulüne göre yapılmaya başlandı.

Totemin sahip olduğu güç (mana-kut), kutsal çerçevesine giren her şeyde yaygın olarak bulunur. Tarlada bolluk, ilacın iyileştirmesi, evin ayakta kalması bu güç sayesindedir.

Toteme bağlı olma durumu, ya anne tarafından ya da baba tarafından elde edilir. Totemin anne tarafından geçme durumunun, baba tarafından geçmesinden önce ve daha eski olması olasıdır. Bir toteme bağlılık, Avustralyalının bütün diğer toplumsal görevlerinin temelini oluşturur. Bir yandan boy bağlarının, diğer yandan da kan akrabalıklarının üstünde bir şeydir.

Totem inanışında insan vücudunun kimi kısımları özel bir kutsallık taşımaktadırlar. Örneğin saç ve kan gibi. Totemi oluşturan insanlar, tek bir aile ve kan kardeşi sayılırlar. Bu yüzden de klan üyelerinden biri, başka bir klan üyesi tarafından öldürülürse onun kanı yerde bırakılmaz. Kan davası gütmek, bütün klan için bir borç sayılmaktadır. Bir başka tabu ise, klan içi evliliktir. Klanlardaki kadınlar ve erkekler kardeş sayılırlar.

Totemizmin önemli bir özelliği de kadının rahmindeki bebeğe totemin geçtiğine inanılmasıdır. Bu yüzden de kadının totem sayıldığı söylenebilir. Totemizmde ölen bir insanla akrabalığı bulunan kadınlar saçlarını kesmek, bedenlerine toprak sürmek ve yas süresince konuşmamak zorundadırlar. Kimi yerlerde kadınların konuşma yasağının yıllarca sürdüğü de olmuştur. Erkekler rütbece kadınlardan, yaşlılar ise, dine kabul edilmiş olsa bile gençlerden üstündür.

Yine bu toplumlarda, insanlar, en genel anlamıyla "dış evlilik" diye tabir edilen, ancak çıkışı itibarıyla bugünkü evlilik kurumuyla uzaktan yakından bir ilişkisi olmayan bir dışardan eşleşme kuralına göre cinsel ilişkilerini düzenlerler. En basit toplayıcı toplumlarda bu kural yalnızca aynı toteme mensup insanların birbirleriyle cinsel ilişkisini yasaklamış, kadın olsun, erkek olsun tüm bireylere partnerlerini grup dışında arama kuralı getirmiştir.

Avustralya'da yasak olan bir klana bağlı biriyle cinsel ilişkinin cezası daima ölümdür. Kadın ister aynı yerli topluluktan olsun, ister başka bir boydan kaçırılmış olsun, önemi yoktur; onu karısı olarak kullanan suçlu ve kadın klan arkadaşları tarafından öldürülebilir. Kimi olaylarda belirli bir zaman için ele geçmekten kurtulursa suç unutulabilir. Yeni Güney Gal'de Ta-ta-thi boyunda görülen ender olaylarda erkek öldürülür. fakat kadın yalnızca öldüresiye dövülür ya da mızraklanır ya da her ikisi birden yapılır. Kadını büsbütün öldürmemenin nedeni, onlara göre, kadının zorlanmış olma olasılığıdır. Hatta gelip geçici aşklarda bile klan yasakları en korkunç şeyler olarak düşünülür ve ölümle cezalandırılır.

Totem, kalıtım yoluyla geçtiği ve evlenmekle değişmediği için, örneğin anne tarafından geçmesi durumunda yasağın sonuçları kolaylıkla anlaşılabilir. Örneğin erkek, klana Kanguruyla bağlıysa ve Emu toteminden bir kadınla evlenirse, kız ve oğlan bütün çocuklar Emu olur. Totem yasasına göre, kendisi gibi Emu olan annesi ve kız kardeşiyle yasak olan cinsel ilişkide bulunması böyle bir evlenmeyle doğan bir oğul için olanaksızdır.

Gerek bu boyların, gerekse diğer birçok totemli budunun dili, kuşkusuz bununla ilgili bir özellik gösterir. Akrabalığı göstermek için kullandıkları kavramlar 2 birey arasındaki akrabalığı değil, bireyle topluluğun arasındaki ilişkiyi göz önünde tutmaktadır. Bunlar L. H. Morgan'ın anlatışına göre"sınıflandırmacı" akrabalık sistemiyle ilgilidir. Yani bir adam yalnızca kendisini dünyaya getiren adama "baba" demez; boyun kurallarına göre, annesiyle evlenebilecek ve bunun için kendisine baba olabilecek bütün erkeklere de baba der. Bunun gibi, yalnızca kendisini doğuran kadına"anne" demez; boy yasalarına göre kendi anası olabilecek bütün kadınlara da anne der. Yalnızca öz anne ve babanın çocukları olanlara "kardeş"ya da "kız kardeş" demekle kalmaz, anne ve baba topluluğundaki herkesin çocuklarına da kardeş der. Onun için 2 Avustralyalının birbirine verdiği akrabalık isimleri, bizim dilimizdeki âdet üzere, zorunlu olarak aralarındaki bir kan akrabalığını göstermez. Maddi ilişkiden çok toplumsal ilişkileri anlatır. Bu sınıflandırmacı sistemin anahtarını belki de küçük çocukluk çağlarında bulabiliriz. Bu çağlarda çocuklar anne ve babalarının kadın ve erkek ahbaplarına da "amca" ya da"teyze" demeye alıştırılır. Aynı şeyi "frères en Apollon" ya da "soeurs en Christ" denildiği zaman eğretilemeli bir anlamda söylenmiş olarak da görüyoruz. Bize bu kadar garip görünen bu dil alışkanlığının açıklanması, rahip L. Fison'un "topluluk evliliği" dediği şeyin, yani birden fazla erkeğin birden fazla kadın üstünde kocalık haklarına sahip olduğu evlilik biçiminin bir artığı ve izi olarak bakarsak basitleşmiş olur. Bu tür evlilikten doğan çocuklar aynı anneden doğmadıkları halde birbirlerine kardeş ve topluluğun bütün erkeklerine de baba gözüyle bakar.

Avustralya ve Melanezyalılarda totemizme bağlı olarak ibadet ve ayinler de gelişmiştir. Klan ya da lokal gruplar geçmişteki Totem Ata'ları için kutsal efsaneler anlatır, ilâhiler okurlar. Yine bu işler için kutsal yerleri, ibadet malzemeleri,kum yada kaya resimleri, ilk totemlerine dair dramatize ettikleri oyunları vardır. Ayrıca totem olan hayvan ya da bitkinin majik kuvvetini artırmak amacıyla, dinsel törenler yapılır.

Yukarı Mısır krallığının koruyucu tanrısı dişi akbabaydı. O çağda Mısırlılar kozmik tanrılardan habersizdiler. Gök-tanrı Nut inek, günes-tanrı Horus kartal, ay-tanrı Toth maymun baslıdır. Mısır’ın kutsal Apis öküzleri, hayvan tapımının en tipik örneğidir. Eski Mısır’ın bu hayvan çoktanrıcılığı, pek belli bir biçimde, "ilkel totem" kalıntısıdır. Nasıl ilkellerin her kabilesinin ayrı bir hayvan totemi varsa eski Mısır’ın her köy ve kasabasının da ayrı ir tanrısı vardır. Bu bakımdan eski Mısır’ın sayılamayacak kadar çok hayvan-tanrısı olmuştur.

Totem, şu ya da bu kanguru ya da karga değil, fakat genel olarak kanguru ya da kargadır. Fakat bazen de, hususi bir nesne totem olarak kabul edilir. Bu, özellikle de türünün tek örneği olan güneş, ay, şu ya da bu takım yıldızı vs. gibi bir şey, totem olarak hizmet gördüğünde kaçınılmaz bir durumdur.

Totemizm, Animizm gibi insanlığı etkileyen ilk inançlardan biridir. Totemler daha çok hayvanlardan olur. Kimi zaman da söz konusu hayvan yerine onun bir parçası (kuyruğu, dili, pençesi, tüyü gibi.) totem yerine geçer. Hayvan totemleri en çok avcılıkla geçinen ilkel toplumlarda görülür. Hayvanlardan sonra 2. sırayı bitki totemleri almaktadır. Daha seyrek rastlanılmakla beraber çeşitli nesnelerle fırtına, ebem kuşağı vb. gibi meteorolojik olaylar da totem olurlar. Ayrca çeşitli nesnelerden de totemler vardır.

İnsanlar, toteme hem birey hem de klan topluluğu olarak, belli bir süyülü ve mistik bir bağla, bir ilişkiyle bağlıdır. Klanlar, kendilerini o totemin adıyla adlandırırlar. Çok zaman onlarla akraba olduklarını kabul ederler, onu korurlar, kutsal sayarlar. Totem canlıysa, onu öldürmek ya da eti yenilecek cinsten ise, onu yemek, "tabu"dur, yani yasaktır. Fakat kimi özel törenlerle, eğer totem yenilecek bir cins hayvansa, eti birtakım törenlerle, belli zamanlarda yenilir.

Kimi araştırmacılar, kurbanın da kökenini totemik kültte (tapınımda) bulurlar. Kimi yayınlarda da olayın psikolojik temelleri üstünde durulup, insandaki saldırganlık içgüdüsünün en önemli tatmin araçlarından biri olarak kurban kavramı savunulmakta ve bu içgüdünün en fazla göz aracılığıyla tatmin olacağı, bunu daha sonra dokunma ve işitme duygularının izleyeceği bildirilmektedir. İnsanlık tarihinde dinî düşüncenin önemli evreleri olarak kabul edilen animizm ve totemizmde, kutsal varlıklara çoğunlukla hayvanların ve kimi kültürlerde de insanların kurban olarak adandığı görülür.

Eski Cermen kavimlerinde birtakım kutsal hayvanlar kimi tanrılara, at ile kargaysa tanrı Odin'e adanmıştır. Böylece tanrılara hem insanlar hem de hayvanlar kurban edilmektedir. Keltlerde ise, insanlar dışında genellikle beyaz renkte boğaların kurban edildiği ve at etinin tüketildiği bildirilmektedir. Keltlerde boğa, karga ve ayı gibi totemler de vardır. Tötonlardaysa orman tanrısına yaban domuzu kurban edilerek, tanrının memnuniyeti sağlanmaya çalışılır. Ayrıca Slavlarda, yıldırım, ates, hayvan ve gök tanrıları vardır. Halk, bu tanrılara tapar ve bunlar için kurbanlar keser ve kurbanların kanlarını çevreye bulaştırır.

Freud, bilinmeyen fikirlerin ilkel insanlardan zamanımıza kadar geldiğini, hayvan ruhlarından korkarak onların totem olarak benimsendiğini, bu ruhlara totem denmesinin, kabileyi korumak gibi bir duygu altında kalındığını belirtmiştir. Freud, böylece: Salomon Reinach'ın "Code du Totemisme", "Revue Scientifique" eserinden etkilenerek onun görüşünü benimsemiştir. Bu görüş şöyle özetlenebilir:
  • Kimi hayvanlar, öldürülmez, onlar evcilleştirilir.
  • O hayvan kazara ölürse ona bir gömme töreni yapılır.
  • O hayvanın etini yememek, vücudunun kimi uzuvlarına uygulanmaz.
  • O hayvan öldürülmezse de, kimi tabulara karşı törenle öldürülebilir. Şayet törenle öldürülürse, ona yas tululur.
  • Dini törenle öldürülen hayvanın derisi ve kimi yerleri saklanıp kullanılabilir.
  • Her kabile kendi totem hayvanının adını kullanır.
  • Totem hayvanlarının resimleri bedenlerine dövmeyle yapılabilir.
  • Totem hayvanı koruma ve onun adını alma işleri yapılır.
  • Totem hayvanıyla ilgili olarak efsaneler anlatılır, hikâyeler söylenir.
  • Totem hayvanının kökleriyle o toplum arasında aynı köklerin bulunduğu inancı vardır.
Çok yönlü ve karışık olan totemizm tasavvuru, kendisini 3 şekilde gösterir:
  • Grup Totemciliği
  • Fert Totemciliği
  • Cins Totemciliği
Grup Totemciliğinin özellikleri şunlardır: söz konusu edilen grup ya da klan totem hayvanından gelmektedir. Bu menşe birliğime dair efsane ve hikâyeler vardır. Grup ya da klan kişileri arasında, birbirleriyle evlenme yasağı (Exogamie-Dış evlilik) vardır. Totem babadan oğula geçer.

Fert Totemciliğinde, tek kişinin tek bir hayvanla olan mistik-majik durumu söz konusudur. Buna "Alter Ego" (Başka Ben) da denir. Bir insanla bir hayvan arasındaki kader ve hayat birliğini anlatır. İnanışa göre, birisini yaralanması ya da ölmesi halinde, öteki de yaralanır ya da ölür. Bu durumu anlatan başka bir deyimde Nagualizm'dir ve Aztekçe Naualli'den gelmiştir.

Cins Totemciliğiyse, totemciliğin Avusturalya'da görülen başka bir şeklidir. Bir grubun ya da bir klanın erkeklerinin ayrı, kadınlarının ayrı toteme sahip olmaları şeklidir.

Totemizm ve Semavi Dinler​

Freud, totemizmle hem Yahudilik hem de Hıristiyanlık arasında ilginç paralellikler kurar. Musa'yı öldürmekle Yahudiler'in (belki de zamanın tüm halklarının) kapıldıkları suçluluk duygusu ileride Pavlus'un kuracağı Hıristiyan teolojisinin temel taşı olacaktır. Romalı bir Yahudi olan Pavlus, bu suçluluk duygusunun geriye doğru izini sürerek bu duyguya “aslî günah” adını verecektir. Bu günah, Tanrı'ya karşı bir suçtu ve kefareti ancak ölümle sağlanabilirdi. Aslında bu kefaret, ölümünü gerektiren günah önce öldürülen, fakat daha sonra kutsallaştırılan babanın öldürülüşüdür. Fakat öldürme hatırlanmayarak yerine kefaret fantezisi konmuştur. Bu kefaret eyleminde Tanrı’nın Oğlu kendisini suçsuz yere öldürtür ve tüm insanların suçunu üstlenir. Bu kefareti oğul ödemeliydi, çünkü babayı oğullar öldürmüştü.

Totemizm, kimi dinler tarih araştırmacılarına göre Animinizm'den doğmuştur. Halk edebiyatında, masallarda ve Tevrat'taki hayvanların konuşmasıyla İncillerde güvercine önemli bir yer verilmesini Totemizm kalıntısı olarak sayanlar da vardır.

Türklerde Totemizm​

Türk Kültürüyle ilgili önemli konuları inceleyerek onları sosyal bilimlerin hizmetine sunmayı önemli bir görev sayan Merhum Prof. Dr. Mehmet Eröz, Türklerde kutsal sayılan ya da uğursuz olduğuna inanılan kimi hayvanlarla ilgili anlayışların totemik iz taşımakta olduğunu düşünmektedir. Türk Sosyolojisine özellikle Türk Kültürü boyutlu alan araştırmalarıyla desteklenmiş çalışmalarla katkıda bulunmuş olan Eröz, yaşamını yitirdiği 1986'ya kadar Türkiye'nin sosyal yapı sorunlarını incelemenin önemini vurgulamıştır. Türk sosyal sisteminde kimi kutsal ya da uğursuz sayıldığına inanılan şeyleri de değerlendirmeye tabi tutan Eröz, özellikle kurt, koyun, at, tavşan gibi hayvanların Türklerde var olduğuna inandığı totemik sembollerin en başta gelenleri olduğunu ifade etmektedir.

Türk toplumsal teşkilatının 24'e ayrılması, Oğuz şehrinin her 4 boyunun bir“ongun” ve “töz”ü (totemi) vardı. “Ongun” olarak anılan avcı kuşlar, başlıca şahin, kartal, tavşancıl, sungur, uç ve çakır'dır. Bu kuşlardan “Uç” kuşunun Kadirli –Saimbeyli taraflarında bilindiği ve adına“Karakuş”dendiğini Eröz araştırmalarında öğrendiğini belirtiyor. Bu yırtıcı kuş, 7-8 kilo ağırlığında, sıkıştırıldığında insanlara saldıran ve parçalayabilen bir hayvandır. Bu hayvan adı pek çok yerde yer adlarına geçmiştir. Kilis ilinin merkez ilçesine bağlı “Arpakesmez” köyünde “Karakuş” soyadını taşıyan ailelerin bulunması ve yine merkez ilçeye bağlı birçok köyde de kuş soyadını taşıyan ailelere rastlanması buna örnek olarak verilebilir.

Totem; klan denilen küçük ilkel topluluklarca dokunulmazlığına ve kutsal sayıldığına inanılan kimi canlılardır. Bu topluluklar, soylarının totem kabul ettikleri canlıdan geldiğine inanırlardıı. Fakat Türklerde bu şekilde bir totem inancı yoktu. Sadece, bozkırın vahşi ve ehlileştirilemeyen hayvanı olan kurdun, Türk inanışları içinde kutsal bir varlık olarak görüldüğünü bilmekteyiz. Fakat kurda tapınma olayı Türklerde söz konusu değildir.

Ziya Gökalp, Eski Türklerin toteme “ongon” dediklerini belirtirken Abdulkadir İnan, “töz”ün Türkçe olduğunu savunuyor. Ongun'un Moğolca olduğunu bu nedenle Türklerin “töz” dediklerini ifade ediyor. Eröz ise “ongon”un Moğolca bir kelime dahi olsa kullanım olarak Türkçe'ye iyice yerleşmiş olduğunu dile getiriyor. Buna örnek olarak Avşarların kurduğu “Onguncular Köyü” ve şifa bulmak, iyileşmek anlamındaki “onmak”sözcüğünün de bu kökten geldiğini önemle vurgulamaktadır.

Birçok Türk boyunun ecdadı (atası) bildikleri "bozkurt", bir totemdir. Mukaddes Türk çocuklarının annesi olan kayın ağacı, yani anne ağaç da totemdir. Bilhassa Oğuz Türkleri arasında sığır da bir totemdi. Oğuz Kağan destanında Oğuz'un vücut yapısında totem çizgileri görülür: “Oğuz'un beli kurt beli gibi, ayakları ud (sığır) ayağı gibiydi.”

Tabu​

Totemi öldürme, kesme, yeme, ona dokunma konusundaki yasağa “tabu” adı verilir. Totemi öldürmek yasaktır. Böylece ilk sosyal ve ahlâkî kural olan totemizmin 2 önemli tabusu ortaya çıkmıştır:
  • İçevlilik yapma!
  • Totemi öldürme!
Tabu'nun pratik anlamı, "Noli Me Tengere"dir. (Bana dokunma! Bana dokunmaya izinli değilsin!) Toplum içinde ilk yasak, cinsel ilişkiler üzerine konmuştur. Bu yasak, Tarih öncesinin sosyal hayatında hayal edilemeyecek ölçüde büyük ve geniş sonuçlar yaratmıştır. Toplumun bütün üstyapısında insanı insan yapan, bu yasaktır denilebilir. "Totem" ve "Tabu" gelişirken, insanın içinde: Bir bilinen Şuur, bir de bilinmez şuuraltı ikiliği ve tezadı yaratarak her türlü yüceltimlere olanak verir. "Psikoloji" dediğimiz şey, bu sosyal yasağın yaratığıdır. Dinlerden, güzel sanatlara kadar bütün ülkücülüklerin kaynağı da budur.

Tabuyu basit bir yasak olarak değil kutsal bir şeyin ayakaltına alındığında zararı dokunacağı korkusundan kaynaklanan yasak olarak düşünmek gerekir. Tabunun anlamı 2 zıt yöne ayrılmaktadır. Bir taraftan kutsanmış olanı, diğer taraftan gizemli, tehlikeli ve yasak olanı ifade etmektedir. Hemen hemen bütün kültürlerde cinsellik, ölüm, belirli hastalıklar, yasak ilişkiler, boşaltım ve zihinsel rahatsızlıklar ve bunlarla ilgili sözcükler tabu olarak kabul edilmiştir.

Tabu terimi, antropolojik kullanımda, domuz ya da deniz kabuklularını yemeye karsı olan Yahudi kuralından “ensest tabusu”na kadar tüm yasak çeşitlerini kapsar. Bu bağlamda sözcük farklı nosyonları birleştiren oldukça soyut bir kavramdır ve “yasak, kutsallık, kirlilik, bulaşma” gibi anlamları bünyesinde barındırır. 19. yüzyılda genellikle bir din teorisi olarak kurgulanan totemizm'le birlikte ele alınan bu terim, günümüzde bu içeriğinden farklı bir kullanım alanına sahiptir.

Tabunun amacı kutsal olanla kutsal olmayanı birbirinden ayırmaktır. Kurbanların yenmesi gibi klan üyelerinin topluca katıldıkları törenler dışında, totem olan hayvanı öldürüp yemek ye da totem olan bitkiyi koparmak yasaktır. Kökünü dinden alan kimi yasaklar da, tabu olarak klanın ahlâksal ve toplumsal yaşamına egemendirler. Aynı klanın bir üyesini öldürmek "tabu" olduğu gibi, bir klanın üyeleri arasında evlenme de yasaktır; bunlar aynı toteme taptıklarından birbirlerine karşı "tabu"durlar. Bu yüzden klan üyeleri, eşlerini başka bir klandan seçmek (egzogami) zorundadırlar.

Irak'ın ünlü "Silindir damgası" (empreinte de cylindre), herkesin ortaklaşa malı sayılan tapınaktaki taşınır toplum mülklerine dokunulmaması için icat edilmiş ilk mühürdür. Yeryüzünün Mısır'dan Kapadokya'ya (Orta Anadolu'ya) ve Girid'e, Sind Hindi'ne kadar her yerine Irak damgasını o vurmuştur. Vurduğu her nesneyi dokunulmaz kutsal adak yapan ve "tabu"laştıran odur. Mührün üstündeki işaretler belki de ilk rakamlardır: Yazıya doğru gidiş ilerlemektedir.

Tabu, bir salgın hastalık gibi ona dokunan insana geçerek, dokunanı da tabu durumuna getirir; Bu yüzden tabuya dokunan, cezalandırılır. Tabuya dokunmayı engellemek için, kimi karmaşık ayinler geliştirilmiştir: Polinezya kabilelerinin kralları, dokundukları her şeyi tabulaştıracak kadar güçlü bir "mana"yla dolu sayıldıkları için, yemeklerini elleriyle yemezler, görevli kişilerce yedirilirlerdi. Totemcilikte tabuya saygı gösterme "olumsuz tapınma" diye adlandırılır; olumlu "tapınmaysa", ayinler, görenekler ve törenlerden oluşur.

Şamanizm'e göre, ayı, orman tanrısının ruhunun simgesidir. Adının söylenmesi tabudur. Şamanistler, onun adını anmaktan korkarlar. Eski Kıpçaklar, ayıya “aba” baba demişlerdir. Günümüzde "Karaoğlan" ya da "Kocaoğlan" diye anılmasının nedenleri, belki de adının tabu olduğu dönemlerden kalmadır.

Orta Asya'da Hunların ve Göktürklerin egemenliği devirlerinde, ilkel boylardan bazıları ölülerini tabutlara koyup ağaçlara asmışlardır. Bu adet Yakutlarda 18. yüzyıla kadar devam etmiştir.

Altay Türklerinin tanrılar adına yaptıkları bayramların en büyüğü Ayzıt Bayramı'dır. Bu bayramlar 2 mevsimde yapılırdı. Yazın yapılan bayram törenlerini ak şamanlar yönetirdi. Ormanda yapılan bu törende beyaz elbise giyilirdi. Bu törene kadınlar katılmazdı. Kışın yapılan bayram törenleriniyse siyah şamanlar yönetirdi. Bu törende şamanlar siyah elbise giyerlerdi. Kış törenleri evlerde yapılır ve kadınların da katılımına açık olurdu. Bu bayramlardan bir diğeriyse, Üzüt Bayramı'dır. Diğer adıyla ruhlar bayramı olarak tanımlanmaktadır. Bedenden ayrıldıktan sonra “süne”denilen ruh, başka bir dünyaya gider. Orada süneyi Erlik'in bekçisi olan ölüm ruhu Aldacılar karşılar. Aldacılar, her yeni ölünün çoktan ölmüş yakınlarından birinin ruhudur. Süneyle Aldacılar bir süre dolaşır. Çocuk Süne'si yedi, yetişkinlerin Süne'si 40 gün böyle dolaşır. Bu süre içinde ölü çıkan evde çeşitli tabular varlık gösterir. Bu eve şaman girmez. Bir hafta, ölü çıkan evden dışarıya eşya verilmez. Dışarıdan da alınmaz. Kırk gün sonra ölen kimsenin akrabaları “Üzüt Bayramı” yaparlar. Bu bayramda, hayvan kesilir, etiyle sofralar kurulur ve ihtiyarlar yüksek sesle dualar okurlar.

Av ve avlakların tabu olduğu Dede Korkut Oğuzları'nda Dirse Han Oğlu Boğaç Han Hikâyesi'nde açıkça görülür. 9 Oğuzların yalnız avcılıkla geçinen illerinde bir baba kızını azarlamak istediği zaman; “Seni sürü sahibi bir kocaya vereceğim; orada sürüleri sağacaksın, koyun, keçi gibi hayvanların etini yiyeceksin.” diye tehdit ederdi. Bu elde kimi kızların yapılan bu tehdide inanarak intihar ettikleri olurdu.

Türkçede “börü” kelimesi tekinsiz kabul edildiği için, bu adın yerine Anadolu'da korunma amaçlı “kurt” denilmiş, bu ad, sonraları söylene söylene yaratığın cinsine ad olmuştur. Tekinsiz kabullenmeden kaynaklanan bu durum, diğer Türk toplumlarında da görülmektedir. Tubalar (Soyot) “uzun kuyruklu” ya da “gök gözlü”, Yakutlar “kuturuktax” (kuyruklu), Başkurtlar “kuş-kurt”, Kırgız-Kazaklar “kaskır” demişlerdir. Çuvaşlar “kaşkır” adını da börünün gerçek adı sayarak bunu da tabu yapmışlar ve “kaşkır”a “peygamber iti” demeye başlamışlardır. Çuvaşlar, “uzun kuyruk” (vırın hüre) derler.

Bugünkü toplumumuzun büyük bölümü tavşanı av hayvanı olarak görmekle birlikte bir kısmı, özellikle Alevi-Bektaşiler "tabu" olarak kabul etmektedirler. Alevi-Bektaşi denilince ilk çağrışım yapan özellik “tavşan yemez” olduklarıdır. Toroslar'da yaşayan Alevilerin tavşandan korunmak için tazı besledikleri, tavşan saklandığı için ürünü yakıp harman yerini terk ettikleri gibi anlatılar biraz abartı gibi görünse de gerçeklik payı var gibi durmaktadır. Türkiye'de avcı derneklerinin flamaları genellikle kırmızı bez üzerine çapraz tüfek, keklik ve tavşan (ya da ördek) figürlerinden oluştuğu, avcıların önemli bir bölümünün tavşan avladığı düşünülürse aradaki sorun daha net görülecektir.

Ermenilerde ve Süryanilerde tavşan eti yenmez. Yahudi inancında da yasaklanmıştır. Tevrat'ta tavşan mekruh sayılmıştır (Tesniye, 14: 3). Roux, Tevrat'taki bu inancın Şii geleneğinin ve Hititlerin de yer aldığı yerel kalıntıdan etkilenmiş olabileceğini belirtir. Çünkü İran Şiiliğinde tavşan kirli kabul edilmektedir Eti yenmez. Tavşan Hititlerde “tabu”dur ve yenmesi yasaktır. İran'ın eski inancı Zerdüşt dinî metinlerindeyse tavşan, “suyun bulunduğu yeri bildiği ve koşarak diğer hayvanlara bildirdiği için” kutsal kabul edilmiştir
 
Geri
Top