Mana, ilkel toplumlarca önemli kabul edilen bitki, hayvan gibi varlıklarda ve kabile reisi, büyücü gibi kişilerde bulunduğuna inanılan doğaüstü bir güçtür. Kan birliğiyle ve ortak bir atayla ya da akrabalıkla tanımlanan klan ve kabile, temelde bir soy-sop grubu olan ve ortak atanın insan dışında bir bitki ya da hayvanın (totem) da olabildiği klanlarda, üyeleri birbirine bağladığına inanılan kutsal güce “Mana” denmekteydi. Mana'ya sahip olduğuna inanılan canlı ve cansız varlıklaraysa "fetiş" deniyordu.
İnsan, önce, kendi kişiliğinin dışında her yönde belirmiş bulunan yaygın bir güç görmüştü. Bu güç, hem maddede, hem ruhta beliriyordu. İlkel insanlar, bu güce "Mana" adını taktılar. Mana düşüncesine bütün dinlerde çeşitli semboller halinde rastlanmaktadır. En ileri felsefelerde bile çıkış noktası hep bu ilkel Mana düşüncesidir. İnsan, kendi canını düşününce Mana'yı kişileştirmiş bundan da ölümden sonra yaşama düşüncesi doğmuş, "ölümden sonra yaşama" düşüncesi ölülere tapınmaya yol açmıştır.
İlkel dinlerin kaynağında ölümü kaçınılmaz olarak tasavvur eden zekanın insanı ümitsizliğe sevk etmesine karşı doğanın savunma tepkisi bulunmakla birlikte, insanda var olduğuna inanılan ölümsüz ruh ve can denilen prensip, ilkel insan tarafından bütün tabiata yayılmış, şeyler ve bireyler arasında paylaşılan ortak bir kuvvet şekline yükseltilmiştir.
İlkel toplumlar, kendilerinin çok büyük sayıda görünmez kuvvetler tarafından kuşatıldığını tasavvur ederler. Antropologların bir Güney Okyanus Adası deyimi iktibas ederek "mana" dedikleri, ruhlar ve tanrılar için, kişiliği olmayan kuvvetten bu kuvvet sınıfı, böyle birçok kültürlerde en yüksek bir derecede Yüce Tanrı da içermektedir. İlkelin dünyası canlıdır, meskundur, görünmezlerle doldurulmuştur. Fakat realitenin bu çeşit dinî ve majik tasavvurunun evrenin manevi ve maddi yönleri arasında keskin bir tefrik yaptığını düşünmek doğru olmaz. Bunlar; basit, fakat karışık bir dokuyu içinden çıkılmaz şekilde birbirine karıştırmışlardır.
"Mana" kelimesi, Pasifik bölgesine ait olmakla beraber, kuvvet, kudret. inanç şeklinde birçok ülkelerde görülmektedir. Bu kelimenin içeriğinin, Mikronezya'ya ait olduğu bilinmekle beraber, "mana" kelimesinin Polinezya dilinden nakledildiği tespit edilmiştir. Antropolog Robert Ranulph Marett, mana'yı yüksek tabiat kuvvetini belirten teknik bir terim olarak kullanmıştır. Marett, aynı zamanda bunun Animizm'den önce Animatizm'le ilgisi olduğunu öne sürmüştür. Tylor'a göre Animizm dininin daha doğru bir deyişle inancının kaynağı, bu rûhî varlıklara inanmaktadır. Mana, varlıklarda, eşyada, taş, ağaç ve benzeri alet, balta, kalkan ve sembolde bulunan kişisel olmayan bir kuvvet, kudret olarak Marett tarafından bilim alanında da kullanılmış ve böylece diğer bilim insanlarınca da benimsenmiştir. Polinezya'dan alınmış bir kelime olan"tabu" kelimesinin Mana kavramıyla yakın bir bağlantısı yardır. Mecâzî anlamda yasak dokunulmaz demektir. Mana inancı, tabu adetinin esasını teşkil etmektedir. Tabu'nun pratik anlamı, "Noli Me Tengere"dir. (Bana dokunma! Bana dokunmaya izinli değilsin!) Yüzbaşı J. Cook, 1777’de Tonga adasında bu kelimenin kullanıldığını görmüştür.
Tabu, Mana inancının negatif yönünü teşkil etmektedir. Kuvvetle yüklü her şey, tehlikelidir. Şu halde Manayla dolu olan şeylerden kaçınmak gerekir. Eğer bir kimse ya da bir nesne, "tabu" olarak kabul edilirse, o kimseye ya da o nesneye dokunmakla insana zarar gelir. Çünkü tabu, olanın içi kutsal bir kuvvetle doludur. Tabu olan, bazen de temiz olmayandır. Örneğin loğusalar, ay halindeki kadınlar, ceset v.s. pis olarak telakki edildiğinden, tabudurlar. Öte yandan şefler, sihirbazlar da çoğu ilkel topluluklarda tabu olarak kabul edilirler. Dinsel liderler tarafından kutsal olarak bildirilen nesneler de tabudurlar. Tabu, "Sürekli Tabu" ve "Geçici Tabu" diye ikiye ayrılabilir. Kabile şefleri ya da büyücüler tarafından cezalandırılan kimseler, geçici bir süre için, dokunulması yasak olan, yani başkaları için tabu kimselerdir.
Totem inancı da yine Mana düşüncesinden çıkmıştır. Totem, Mananın cisimleşmesidir. Bir klanın insanları belli bir hayvan, ya da bitki çeşidini en çok Mana toplayıcı saymışlar ve onu kutsal görmüşlerdir.
20. yüzyıl düşünürü, Felicien Challa, ilkel dinlerin ve sonsuz bir hayat tasavvurunun ortaya çıkışını şöyle anlatmaktadır: İlk insanlar, kendi kişiliklerinin dışındaki yaygın gücü olan "Mana"yı kavradıkları anda sonsuzu duymuşlardır. Ben varım, varlığa katılıyorum. Ne yalnız annem babam, büyükannemle büyükbabam, atalarım, ne de bütün insanlık ve bütün hayvanlık, beni var edemezdi. Evrenin bütün güçleri bende toplanıyor. Birgüneş, bir Samanyolu, bir evren olmasaydı, ben de var olamazdım. Ben, evrensel hayatın ürünüyüm. Varlığımın derinliğinde varlığı buluyorum. Bu varlık, benim dar kişiliğimi her yandan sarmakta ve onu aşmaktadır. Bu varlık sonsuzdan beri benden önce gelmekteydi, sınırsız akışı boyunca sonsuza kadar benden sonra gidecektir. İşte bu, sonsuz varlıktır.
Sioux'lar, doğadaki ve insanlardaki gizemli, şaşırtıcı şeyleri Mana etkisiyle açıklarlar ve buna "Waanda" der. Bu kuvvetin Irakualar'daki adı"Orenda"dır. Algonkin yerlileriyse bu kuvvete "Manitu" demektedirler. Bu kuvvet Siular'da "Wakan", Huronlarda "Oki", Antiller'de "Zemi", Afrikalı Mabuti (Bambuti) Pigmeleri'nde "Megbe", Kongolular'da "Elima" diye adlandırılır. Hindistan'da "Brahma", Çin'de "Te", Eskimolar'da "Sillaa", Endonazya'da "Todi"dir. Fakat herhangi biri ya da herhangi bir şey, Oki'ye, Zemi'ye, Megbe'ye, Orenda'ya sahip olamaz. Yalnızca tanrılar, kahramanlar, ölülerin ruhları ya da kutsalla belli bir ilişkiye girmiş insanlar ve nesneler, yani büyücüler, fetişler, putlar vb mana'ya sahip olabilir.
İlkel toplumlarda görülen bu tasavvurlar, topluluklara göre değişik isim alsa da sonuçta, evrensel bir hayat prensibi olarak hep var olmuştur. İşte bu evrensel hayat prensibi, Bergson'a göre yukarıda sözünü ettiğimiz ruhların cevheridir. Durkheim'e göreyse Mana, klanın üyelerini birbirine bağlayan totemik bir prensip olup ruh da bu prensipten aldığı pay ile gerçek olmakta ve yine bir anlamda ruh, bu totemik prensibin doğrudan doğruya bireyleşmesinden başka bir şey değildir.
Rg Veda'nın bir kasidesinde şöyle denmektedir: "Bilgeler, tek varlığı başka başka adlandırırlar: Agni derler, Mitra derler, Veda derler ona..." Bu metinlerde mana fikrinin yüceltilişini ve aynı zamanda kamutanrıcılıktan (Panteistik) tektanrıcılığa doğru bir yönelişi görmek mümkündür.
Etnografların ve sosyologların “Mana” dedikleri şeyi Eski Türkler, “kut” diye adlandırmışlardır. İnançlarına göre kut, hangi insan, hayvan ya da cansız varlığa değerse onu kutlu kılmaktadır. Kut gökten inen ışık sütunu, bir altın ışık olarak tasavvur edilmektedir. Aynı zamanda toplumsal ruh olan kut, kişisel toteme yani kişisel egemenliğe sahip olduktan sonra meydana gelmektedir. Bir efsanede Türklerin ilk göç nedeni olarak, kuta önem vermemiş olmaları gösterilmektedir. Efsaneye göre göç, Türklerin kutsal bir dağı Çinlilere feda etmelerinin bedelidir.
Mana inancının en yaygın olduğu yer, Polinezya adalarıdır. Polinezyalılara göre "mana", tanrılardan gelip gökten yere akmakta, bunu kabile şefleri alıp, başkalarına geçirmektedir. Her başarının sırrı, "Mana"ya sahip olmakla açıklanır. Mana'nın olumlu belirtileri yanısıra, tehlikeli belirtileri de vardır. Bu alışılmışın dışındaki kuvvet ya da kudrete sahip olmak, ya da onun zararından korunmak için, birtakım tedbirler almak ve birtakım şeylere riayet etmek gerektir. Bu ise ancak büyü işlemleriyle mümkündür.
Mana, belirli bir çerçevesi olmayan, her yere dağılabilen, bir bakıma tapan insanların kendisinde de bulunan, her tür çerçeveye oturmaya hazır, tanımlanamayan fakat söyleme aktarılamaması nedeniyle tam da bu yetersizlikle nitelenen... her yere yayılmış gizemli bir güçtür. Kendini olağanüstü birtakım belirtiler ve işlevlerle gösterir. Özellikle kuvvetli, etkili ya da toplum yönünden önemli şeyler ve şahıslarda bulunan, sessizce ve görünmeden yöneten saklı ya da gizli.bir kuvvettir. Mana, etkili ve görünmeyen, onu öldürebilmesi kadar faydası için çok şey yapmaya da elverişli olan elektrik gücüne sahip bilgisiz bir kimse tasavvuruna benzer. Gerçekten de bir kimse ya da söz için etkililikte elektrikle donanmaktan söz edilir; bu bakımdan mana, dikkat çekici bir mahiyete sahip insanlara ve olaylara isnat edilir. O, kabile başkanında, önemli cins hayvanlar, bitkiler ve kayalarda bulunur. O, bir kişitan bir maddeye nakledilebilir: bir oka bahşedilmiş olabilir.
Bir tarlanın çok ürün vermesi Mana etkisiyledir. Çok hızlı akan, bol suyu olan, taştığı zaman çevresine zarar veren bir ırmak manayla doludur. Garip şekilli taşlar, kayalar, avdan eli bol dönen avcılar, hayatları boyunca şansın kendilerine güldüğü mutlu kabile şefleri, özellikle Güney Pasifik'te yaşayan yerliler için, manayla doludurlar. Melanezyalılarda da kullanılan bu kelime, "Dinamizm"le eş anlamdadır. Mana, alışılmışın dışındaki belirti ve fonksiyonlarla insan ve nesnelerde kendini gösteren mistik bir kuvveti ifade etmektedir.
Melanezyalılar için Mana; kimi bireylerin, genel olarak ölülerin ruhlarının ve tüm ruhların sahip olduğu gizemli ve etkin bir güçtür. Muazzam kozmik yaradılış ancak ilahi mana sayesinde gerçekleşmiştir. Tuvaletlerin de insan bedeninde ve dışkılarda var olan “kudreti toplayıcı” yönleriyle kendi Mana'ları vardır. Nesnelerde de insanlarda da Mana vardır; çünkü bunu kimi üstün canlılardan almışlardır; başka bir deyişle kutsala gizemli bir biçimde bulaşmışlar ve buna bulaştıkları ölçüde mana'ya sahip olmuşlardır. Niteliği açısından bu güç, fiziksel güçlerden farklıdır ve bu gücün uygulanmasının belli bir nedeni de olmayabilir. İyi bir savaşçı, gücünü kendi fizik gücüne ya da atalarına değil, ölü bir savaşçının ona verdiği mana'ya borçludur; bu mana, boynuna asılı küçük bir taştan oluşan muskada, kemerine asılı birkaç yaprakta, dilindeki duada bulunur. Bir insanın domuzları ürüyorsa ya da bahçesinin verimi artıyorsa bunun nedeni, bu domuzun ve ağaçların sahibinin, özel bir manayla yüklü taşlara sahip olmasıdır.. Mükemmel olan her şey mana'ya sahiptir; yani insanda etkin, devingen, yaratıcı ve mükemmel ne varsa mana'dan kaynaklanır.
Van der Leeuw'ya göre, dinî anlamak için anahtar kavram, "dini kudret" kavramıdır. Fakat o da kudreti, “Mana” çerçevesinde tanımlar. Dini kudret, kimi durumlarda mana örneğinde olduğu gibi, gayri şahsi ve biçimsiz bir şey olarak anlaşılmalıdır. Ona göre Mana, zaman zaman dinî kudret anlamına gelir. Mana, her şeyde bulunabilen, fiziki olmayan doğaüstü kudret ya da tesirdir. Fakat doğaüstü olan her zaman için güçle eş anlamlı değildir.
Bergson, "Mana" kavramı üstündeki farklı yorumlar arasında bir tercihe girişmemektedir. Fakat O'na göre ilkelerdeki bu tasavvur olup bitmiş bir şey değildir. Aksine Bergson'un görüşü, içimizde derinleşme gibi bir çabayı göze aldığımızda bu düşünceye varabileceğimiz yönündedir. O'na göre "Mana" dediğimiz kavramı elde ettikten sonra insan, tabiat olayları üzerine etki edebilen ruh dediği şeyle de donatılmış olur. İşte Bergson'a göre ölümden sonra yaşama inancının ilkel anlayıştaki temeli de budur. O'na göre can kavramıyla ruh (sprit) kavramı arasında belli bir ilişki söz konusudur. Tabiatta her yerde hazır bulunduğuna inanılan ruhlar, daha önce canların varlığı kabul edilmeseydi insan şekline bu denli yaklaşamazdı. Diğer taraftan bedenlerden ayrılan canlar, ruhlarla aynı cinsten kabul edilmez ise tabiat olaylarına tesir edilebilecekleri de düşünülemezdi. Demek oluyor ki ilkel insan, ölüleri zarar ve fayda verebilen ve tabiat güçlerini belli bir oranda da olsa elde tutulabilen kişilikler olarak kabul etmektedir.
Kutsal ya da tanrısal güç evrensel enerji haline geldiğinde, genel olarak ya psikolojik alanda evrensel olarak kişilik üstü Ruh, ya da derhal evreni harekete geçiren tanrısal bir aracının şeklini alan güç ya da, bölünmez bir dünya-düzeni olarak "Tao", "Rta", "Asha", "Maat", "Dike", "Mana" gibi evren içinde faaliyet gösteren yaşayan bir güç olarak ortaya çıkar.
Bedenle ruhu hem aynı, hem de birbirinden ayrılabilir kabul eden insanlar, bedenler gibi ruhların da olumlu ya da olumsuz olabilecekleri inancını taşımışlardır. Bu bakımdan iyi, üstün ruhla birlikte kötü ruh kavramı da ortaya çıkmıştır. Kimi araştırmacılarsa Melanezya dininden alınma bir kavram olan ve üstün ruh anlamına gelen “Mana”nın, ilk dinî tecrübe olabileceği görüşündedirler.
"Tote'misme indivi-duel", bir kişiyle totemi arasındaki mistik-majik ilişki ve dostluk bağını ifade eder. Birey totemi, genellikle erginlik çağında ve belli bir törenle edinilir. Totem, kişinin koruyucusudur ve majik bir güç olan "Mana"yı taşımaktadır. Bu gücü elde etmek amacı ve inancıyla totem-hayvan öldürülür ve kimi parçalan muska gibi taşınır. Aynı amaçla özel durumlarda totem hayvanın yendiği de olur. Birey totemizminde, totemle insan arasında kader birliği inancı vardır, örneğin yaralanan bir insanın acısına, toteminin de ortak olduğuna inanılır. Kimi yer ve kabilelerde bu totem, kişi için "koruyucu cin" şeklinde anlaşılmaktadır.
Mana, rûhânî ve majik arasında yüzen bir kavramdır. Mana, sınırları içinde, insanların çıkarları için yapılmış olabilir ve ilkel toplulukta bir majik uygulamalar tekniği böyle bir işlem çevresinde gelişir. "Mana" ile ifade edilen kutsal, majik kuvvet, olumlu ve olumsuz bir şekilde kullanılabilir. Mana bahşedilmiş şeyler, avcının okları gibi, insanların arzuladıklarını elde etmeye çalışmalarında etkililik kazanmış olabilir. Muskalar gibi mana bahşedilmiş şeylerin kullanılışı, insana kötü kuvvetler ve ruhların tehlikeli saldırılarından korunma imkanını verir. Mana'lama işlemi yapılabilininceye kadar o, dinden çok büyüyle ilgiliydi. Bu bakımdan kimi bilginler, dinin büyüden olageldiğine inanmaktadırlar. Bir kimse, onların ilkel topluluklar hakkındaki bu kanaatini kabul etmek zorunda değildir ve gerçekte "ileri" dinlerde bile büyüyle din birbirine karışmış durumdadır.
Bunu anlamanın 2 yolu vardır. 1.si, kabile topluluklarında din, bu toplulukların kültürünün tabii bölümüdür. Böyle bir topluluğun bir üyesi, bir dine ait olup olmamada seçebildiğinden daha fazlasını seçemez; örneğin biı Algonquin olur ya da olmaz. Batı'lı insanların bugün yaptığı gibi kutsalla kutsal olmayan arasında dinle hayat ötesi arasında bir ayrılık yoktur. Din, ilkel insanın hayatında, başka her şeyle karışmıştır. O bütün çevresini idare etme usulü ve baki kalma teknikleriyle birbirine karışmıştır. Göze görünmeyen kuvvetlerin majik yönetimi de onun baki kalma tekniğinin bölümü olalıdan beri büyü, ister istemez ilkelin diniyle birleşti.
İlkel dinde dinle büyünün birbirine niçin karıştığını kavrayışın diğer yolu şudur ki bir gözle görünmez kuvvet olarak mana, kutsalı sezmekle yakından ilgisi bulunan deliller taşır. Alman din tarih ve felsefecisi Rudolf Otto, "Idea of the Holy" (Kutsal Düşüncesi)'de bizim "numinaus" tecrübe -kutsal, korku verici ya da tabiat üstüyle karşılaştırıldığında korku, huşu, sır ve çekim duygusu gibi insanların tecrübesi- dediğimiz şeyin dindeki önemine işaret etti. Otto, "ruh" -numina, kutsal korularda ve diğer yerlerde kutsal bir anlamla ikamet etti- anlamına gelen Latince'deki "numen"den türettiği bir kc1ime olan numinous'u dinî tecrübenin esas elemanı olarak anladı. O, numinus tecrübeyi çeşitli yönlerden tarif etti:
"En anlaşılmaz ibadetin durgun bir hâlet-i rûhiyesiyle aklı istila ederek ara sıra hafif bir akıntı gibi süpürüp geçer. O, sanki heyecanla titreyen ve yankılanan ruhun daha değişmez ve tükenmez vaziyeti içinde devam eder. O, spazm ve koşmayla birden ruhun derinliklerinden patlayabilir ya da en tuhaf galeyanlara götürebilir. O, onun vahşi ve şeytânî şekillerine sahip olup biraz daha korkunç korku ve ürpertiye daldırabilir. O, onun kaba ve vahşi geçmişlerine, ilk tezahürlerine sahip olup tekrar güzel, temiz ve parlak bir şey içinde gelişebilir. Neyin ve kimin kişiliğinde insanın susmuş, titrek ve dilsiz teslimiyeti bulunabilir? Anlatılamayan ve bütün yaratıkların üstünde bir sırrın varlığında!"
Numinous, daha sonra, korku vericiden çok yüksek ve kutsala kadar sıralanabilen gözle görünmez varlıkların bir tecrübesidir. İlkel insana dair gözle görünmez kuvvetlerin kişiliği olabilir ya da olmayabilir. Kimi bilim insanları, ilkel dinin temelini kişiliği olmayan bir dinamizm -dinamizm, herhangi bir şeyde bulunup kişiliği olmayan tabiat üstü bir kuvvete inanıştır- olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Diğerleri, animizmi -animizm, daha kişiliklendirilmiş olup Özellikle ağaçlar, ateş ocakları gibi tabii şeylerde bulunan ruhlara inanıştır- başta kabul etmektedirler. Bununla beraber, bir kimse diğerini reddetmek için bir görüş üstünde ısrar etmek zorunda değildir. Mana, dinamik şekilde bir sıvıda da iş görebilir; ya da beşeri ya da tabiat üstü varlıkların bir kişiliği bulunan mahiyeti olabilir. Gerçekten, dinî duygu, tabii şekilde majik korku ve ümitlerden yüksek tapınma ve teslimiyete kadar tıpkı bir tayf içerir, böylece ilkel dünya tasavvuru, bir kişiliği bulunmayan dinamik enerjilerden tanutara ve bazen yüksek bir Tanrı'ya kadar bir tüm kuvvetler dizisi ihtiva eder. Bu kuvvetler dizisi, bir özel grubun dinî kavramlarına bakarak açıklanabilir.
İnsan, önce, kendi kişiliğinin dışında her yönde belirmiş bulunan yaygın bir güç görmüştü. Bu güç, hem maddede, hem ruhta beliriyordu. İlkel insanlar, bu güce "Mana" adını taktılar. Mana düşüncesine bütün dinlerde çeşitli semboller halinde rastlanmaktadır. En ileri felsefelerde bile çıkış noktası hep bu ilkel Mana düşüncesidir. İnsan, kendi canını düşününce Mana'yı kişileştirmiş bundan da ölümden sonra yaşama düşüncesi doğmuş, "ölümden sonra yaşama" düşüncesi ölülere tapınmaya yol açmıştır.
İlkel dinlerin kaynağında ölümü kaçınılmaz olarak tasavvur eden zekanın insanı ümitsizliğe sevk etmesine karşı doğanın savunma tepkisi bulunmakla birlikte, insanda var olduğuna inanılan ölümsüz ruh ve can denilen prensip, ilkel insan tarafından bütün tabiata yayılmış, şeyler ve bireyler arasında paylaşılan ortak bir kuvvet şekline yükseltilmiştir.
İlkel toplumlar, kendilerinin çok büyük sayıda görünmez kuvvetler tarafından kuşatıldığını tasavvur ederler. Antropologların bir Güney Okyanus Adası deyimi iktibas ederek "mana" dedikleri, ruhlar ve tanrılar için, kişiliği olmayan kuvvetten bu kuvvet sınıfı, böyle birçok kültürlerde en yüksek bir derecede Yüce Tanrı da içermektedir. İlkelin dünyası canlıdır, meskundur, görünmezlerle doldurulmuştur. Fakat realitenin bu çeşit dinî ve majik tasavvurunun evrenin manevi ve maddi yönleri arasında keskin bir tefrik yaptığını düşünmek doğru olmaz. Bunlar; basit, fakat karışık bir dokuyu içinden çıkılmaz şekilde birbirine karıştırmışlardır.
"Mana" kelimesi, Pasifik bölgesine ait olmakla beraber, kuvvet, kudret. inanç şeklinde birçok ülkelerde görülmektedir. Bu kelimenin içeriğinin, Mikronezya'ya ait olduğu bilinmekle beraber, "mana" kelimesinin Polinezya dilinden nakledildiği tespit edilmiştir. Antropolog Robert Ranulph Marett, mana'yı yüksek tabiat kuvvetini belirten teknik bir terim olarak kullanmıştır. Marett, aynı zamanda bunun Animizm'den önce Animatizm'le ilgisi olduğunu öne sürmüştür. Tylor'a göre Animizm dininin daha doğru bir deyişle inancının kaynağı, bu rûhî varlıklara inanmaktadır. Mana, varlıklarda, eşyada, taş, ağaç ve benzeri alet, balta, kalkan ve sembolde bulunan kişisel olmayan bir kuvvet, kudret olarak Marett tarafından bilim alanında da kullanılmış ve böylece diğer bilim insanlarınca da benimsenmiştir. Polinezya'dan alınmış bir kelime olan"tabu" kelimesinin Mana kavramıyla yakın bir bağlantısı yardır. Mecâzî anlamda yasak dokunulmaz demektir. Mana inancı, tabu adetinin esasını teşkil etmektedir. Tabu'nun pratik anlamı, "Noli Me Tengere"dir. (Bana dokunma! Bana dokunmaya izinli değilsin!) Yüzbaşı J. Cook, 1777’de Tonga adasında bu kelimenin kullanıldığını görmüştür.
Tabu, Mana inancının negatif yönünü teşkil etmektedir. Kuvvetle yüklü her şey, tehlikelidir. Şu halde Manayla dolu olan şeylerden kaçınmak gerekir. Eğer bir kimse ya da bir nesne, "tabu" olarak kabul edilirse, o kimseye ya da o nesneye dokunmakla insana zarar gelir. Çünkü tabu, olanın içi kutsal bir kuvvetle doludur. Tabu olan, bazen de temiz olmayandır. Örneğin loğusalar, ay halindeki kadınlar, ceset v.s. pis olarak telakki edildiğinden, tabudurlar. Öte yandan şefler, sihirbazlar da çoğu ilkel topluluklarda tabu olarak kabul edilirler. Dinsel liderler tarafından kutsal olarak bildirilen nesneler de tabudurlar. Tabu, "Sürekli Tabu" ve "Geçici Tabu" diye ikiye ayrılabilir. Kabile şefleri ya da büyücüler tarafından cezalandırılan kimseler, geçici bir süre için, dokunulması yasak olan, yani başkaları için tabu kimselerdir.
Totem inancı da yine Mana düşüncesinden çıkmıştır. Totem, Mananın cisimleşmesidir. Bir klanın insanları belli bir hayvan, ya da bitki çeşidini en çok Mana toplayıcı saymışlar ve onu kutsal görmüşlerdir.
20. yüzyıl düşünürü, Felicien Challa, ilkel dinlerin ve sonsuz bir hayat tasavvurunun ortaya çıkışını şöyle anlatmaktadır: İlk insanlar, kendi kişiliklerinin dışındaki yaygın gücü olan "Mana"yı kavradıkları anda sonsuzu duymuşlardır. Ben varım, varlığa katılıyorum. Ne yalnız annem babam, büyükannemle büyükbabam, atalarım, ne de bütün insanlık ve bütün hayvanlık, beni var edemezdi. Evrenin bütün güçleri bende toplanıyor. Birgüneş, bir Samanyolu, bir evren olmasaydı, ben de var olamazdım. Ben, evrensel hayatın ürünüyüm. Varlığımın derinliğinde varlığı buluyorum. Bu varlık, benim dar kişiliğimi her yandan sarmakta ve onu aşmaktadır. Bu varlık sonsuzdan beri benden önce gelmekteydi, sınırsız akışı boyunca sonsuza kadar benden sonra gidecektir. İşte bu, sonsuz varlıktır.
Sioux'lar, doğadaki ve insanlardaki gizemli, şaşırtıcı şeyleri Mana etkisiyle açıklarlar ve buna "Waanda" der. Bu kuvvetin Irakualar'daki adı"Orenda"dır. Algonkin yerlileriyse bu kuvvete "Manitu" demektedirler. Bu kuvvet Siular'da "Wakan", Huronlarda "Oki", Antiller'de "Zemi", Afrikalı Mabuti (Bambuti) Pigmeleri'nde "Megbe", Kongolular'da "Elima" diye adlandırılır. Hindistan'da "Brahma", Çin'de "Te", Eskimolar'da "Sillaa", Endonazya'da "Todi"dir. Fakat herhangi biri ya da herhangi bir şey, Oki'ye, Zemi'ye, Megbe'ye, Orenda'ya sahip olamaz. Yalnızca tanrılar, kahramanlar, ölülerin ruhları ya da kutsalla belli bir ilişkiye girmiş insanlar ve nesneler, yani büyücüler, fetişler, putlar vb mana'ya sahip olabilir.
İlkel toplumlarda görülen bu tasavvurlar, topluluklara göre değişik isim alsa da sonuçta, evrensel bir hayat prensibi olarak hep var olmuştur. İşte bu evrensel hayat prensibi, Bergson'a göre yukarıda sözünü ettiğimiz ruhların cevheridir. Durkheim'e göreyse Mana, klanın üyelerini birbirine bağlayan totemik bir prensip olup ruh da bu prensipten aldığı pay ile gerçek olmakta ve yine bir anlamda ruh, bu totemik prensibin doğrudan doğruya bireyleşmesinden başka bir şey değildir.
Rg Veda'nın bir kasidesinde şöyle denmektedir: "Bilgeler, tek varlığı başka başka adlandırırlar: Agni derler, Mitra derler, Veda derler ona..." Bu metinlerde mana fikrinin yüceltilişini ve aynı zamanda kamutanrıcılıktan (Panteistik) tektanrıcılığa doğru bir yönelişi görmek mümkündür.
Etnografların ve sosyologların “Mana” dedikleri şeyi Eski Türkler, “kut” diye adlandırmışlardır. İnançlarına göre kut, hangi insan, hayvan ya da cansız varlığa değerse onu kutlu kılmaktadır. Kut gökten inen ışık sütunu, bir altın ışık olarak tasavvur edilmektedir. Aynı zamanda toplumsal ruh olan kut, kişisel toteme yani kişisel egemenliğe sahip olduktan sonra meydana gelmektedir. Bir efsanede Türklerin ilk göç nedeni olarak, kuta önem vermemiş olmaları gösterilmektedir. Efsaneye göre göç, Türklerin kutsal bir dağı Çinlilere feda etmelerinin bedelidir.
Mana inancının en yaygın olduğu yer, Polinezya adalarıdır. Polinezyalılara göre "mana", tanrılardan gelip gökten yere akmakta, bunu kabile şefleri alıp, başkalarına geçirmektedir. Her başarının sırrı, "Mana"ya sahip olmakla açıklanır. Mana'nın olumlu belirtileri yanısıra, tehlikeli belirtileri de vardır. Bu alışılmışın dışındaki kuvvet ya da kudrete sahip olmak, ya da onun zararından korunmak için, birtakım tedbirler almak ve birtakım şeylere riayet etmek gerektir. Bu ise ancak büyü işlemleriyle mümkündür.
Mana, belirli bir çerçevesi olmayan, her yere dağılabilen, bir bakıma tapan insanların kendisinde de bulunan, her tür çerçeveye oturmaya hazır, tanımlanamayan fakat söyleme aktarılamaması nedeniyle tam da bu yetersizlikle nitelenen... her yere yayılmış gizemli bir güçtür. Kendini olağanüstü birtakım belirtiler ve işlevlerle gösterir. Özellikle kuvvetli, etkili ya da toplum yönünden önemli şeyler ve şahıslarda bulunan, sessizce ve görünmeden yöneten saklı ya da gizli.bir kuvvettir. Mana, etkili ve görünmeyen, onu öldürebilmesi kadar faydası için çok şey yapmaya da elverişli olan elektrik gücüne sahip bilgisiz bir kimse tasavvuruna benzer. Gerçekten de bir kimse ya da söz için etkililikte elektrikle donanmaktan söz edilir; bu bakımdan mana, dikkat çekici bir mahiyete sahip insanlara ve olaylara isnat edilir. O, kabile başkanında, önemli cins hayvanlar, bitkiler ve kayalarda bulunur. O, bir kişitan bir maddeye nakledilebilir: bir oka bahşedilmiş olabilir.
Bir tarlanın çok ürün vermesi Mana etkisiyledir. Çok hızlı akan, bol suyu olan, taştığı zaman çevresine zarar veren bir ırmak manayla doludur. Garip şekilli taşlar, kayalar, avdan eli bol dönen avcılar, hayatları boyunca şansın kendilerine güldüğü mutlu kabile şefleri, özellikle Güney Pasifik'te yaşayan yerliler için, manayla doludurlar. Melanezyalılarda da kullanılan bu kelime, "Dinamizm"le eş anlamdadır. Mana, alışılmışın dışındaki belirti ve fonksiyonlarla insan ve nesnelerde kendini gösteren mistik bir kuvveti ifade etmektedir.
Melanezyalılar için Mana; kimi bireylerin, genel olarak ölülerin ruhlarının ve tüm ruhların sahip olduğu gizemli ve etkin bir güçtür. Muazzam kozmik yaradılış ancak ilahi mana sayesinde gerçekleşmiştir. Tuvaletlerin de insan bedeninde ve dışkılarda var olan “kudreti toplayıcı” yönleriyle kendi Mana'ları vardır. Nesnelerde de insanlarda da Mana vardır; çünkü bunu kimi üstün canlılardan almışlardır; başka bir deyişle kutsala gizemli bir biçimde bulaşmışlar ve buna bulaştıkları ölçüde mana'ya sahip olmuşlardır. Niteliği açısından bu güç, fiziksel güçlerden farklıdır ve bu gücün uygulanmasının belli bir nedeni de olmayabilir. İyi bir savaşçı, gücünü kendi fizik gücüne ya da atalarına değil, ölü bir savaşçının ona verdiği mana'ya borçludur; bu mana, boynuna asılı küçük bir taştan oluşan muskada, kemerine asılı birkaç yaprakta, dilindeki duada bulunur. Bir insanın domuzları ürüyorsa ya da bahçesinin verimi artıyorsa bunun nedeni, bu domuzun ve ağaçların sahibinin, özel bir manayla yüklü taşlara sahip olmasıdır.. Mükemmel olan her şey mana'ya sahiptir; yani insanda etkin, devingen, yaratıcı ve mükemmel ne varsa mana'dan kaynaklanır.
Van der Leeuw'ya göre, dinî anlamak için anahtar kavram, "dini kudret" kavramıdır. Fakat o da kudreti, “Mana” çerçevesinde tanımlar. Dini kudret, kimi durumlarda mana örneğinde olduğu gibi, gayri şahsi ve biçimsiz bir şey olarak anlaşılmalıdır. Ona göre Mana, zaman zaman dinî kudret anlamına gelir. Mana, her şeyde bulunabilen, fiziki olmayan doğaüstü kudret ya da tesirdir. Fakat doğaüstü olan her zaman için güçle eş anlamlı değildir.
Bergson, "Mana" kavramı üstündeki farklı yorumlar arasında bir tercihe girişmemektedir. Fakat O'na göre ilkelerdeki bu tasavvur olup bitmiş bir şey değildir. Aksine Bergson'un görüşü, içimizde derinleşme gibi bir çabayı göze aldığımızda bu düşünceye varabileceğimiz yönündedir. O'na göre "Mana" dediğimiz kavramı elde ettikten sonra insan, tabiat olayları üzerine etki edebilen ruh dediği şeyle de donatılmış olur. İşte Bergson'a göre ölümden sonra yaşama inancının ilkel anlayıştaki temeli de budur. O'na göre can kavramıyla ruh (sprit) kavramı arasında belli bir ilişki söz konusudur. Tabiatta her yerde hazır bulunduğuna inanılan ruhlar, daha önce canların varlığı kabul edilmeseydi insan şekline bu denli yaklaşamazdı. Diğer taraftan bedenlerden ayrılan canlar, ruhlarla aynı cinsten kabul edilmez ise tabiat olaylarına tesir edilebilecekleri de düşünülemezdi. Demek oluyor ki ilkel insan, ölüleri zarar ve fayda verebilen ve tabiat güçlerini belli bir oranda da olsa elde tutulabilen kişilikler olarak kabul etmektedir.
Kutsal ya da tanrısal güç evrensel enerji haline geldiğinde, genel olarak ya psikolojik alanda evrensel olarak kişilik üstü Ruh, ya da derhal evreni harekete geçiren tanrısal bir aracının şeklini alan güç ya da, bölünmez bir dünya-düzeni olarak "Tao", "Rta", "Asha", "Maat", "Dike", "Mana" gibi evren içinde faaliyet gösteren yaşayan bir güç olarak ortaya çıkar.
Bedenle ruhu hem aynı, hem de birbirinden ayrılabilir kabul eden insanlar, bedenler gibi ruhların da olumlu ya da olumsuz olabilecekleri inancını taşımışlardır. Bu bakımdan iyi, üstün ruhla birlikte kötü ruh kavramı da ortaya çıkmıştır. Kimi araştırmacılarsa Melanezya dininden alınma bir kavram olan ve üstün ruh anlamına gelen “Mana”nın, ilk dinî tecrübe olabileceği görüşündedirler.
"Tote'misme indivi-duel", bir kişiyle totemi arasındaki mistik-majik ilişki ve dostluk bağını ifade eder. Birey totemi, genellikle erginlik çağında ve belli bir törenle edinilir. Totem, kişinin koruyucusudur ve majik bir güç olan "Mana"yı taşımaktadır. Bu gücü elde etmek amacı ve inancıyla totem-hayvan öldürülür ve kimi parçalan muska gibi taşınır. Aynı amaçla özel durumlarda totem hayvanın yendiği de olur. Birey totemizminde, totemle insan arasında kader birliği inancı vardır, örneğin yaralanan bir insanın acısına, toteminin de ortak olduğuna inanılır. Kimi yer ve kabilelerde bu totem, kişi için "koruyucu cin" şeklinde anlaşılmaktadır.
Mana, rûhânî ve majik arasında yüzen bir kavramdır. Mana, sınırları içinde, insanların çıkarları için yapılmış olabilir ve ilkel toplulukta bir majik uygulamalar tekniği böyle bir işlem çevresinde gelişir. "Mana" ile ifade edilen kutsal, majik kuvvet, olumlu ve olumsuz bir şekilde kullanılabilir. Mana bahşedilmiş şeyler, avcının okları gibi, insanların arzuladıklarını elde etmeye çalışmalarında etkililik kazanmış olabilir. Muskalar gibi mana bahşedilmiş şeylerin kullanılışı, insana kötü kuvvetler ve ruhların tehlikeli saldırılarından korunma imkanını verir. Mana'lama işlemi yapılabilininceye kadar o, dinden çok büyüyle ilgiliydi. Bu bakımdan kimi bilginler, dinin büyüden olageldiğine inanmaktadırlar. Bir kimse, onların ilkel topluluklar hakkındaki bu kanaatini kabul etmek zorunda değildir ve gerçekte "ileri" dinlerde bile büyüyle din birbirine karışmış durumdadır.
Bunu anlamanın 2 yolu vardır. 1.si, kabile topluluklarında din, bu toplulukların kültürünün tabii bölümüdür. Böyle bir topluluğun bir üyesi, bir dine ait olup olmamada seçebildiğinden daha fazlasını seçemez; örneğin biı Algonquin olur ya da olmaz. Batı'lı insanların bugün yaptığı gibi kutsalla kutsal olmayan arasında dinle hayat ötesi arasında bir ayrılık yoktur. Din, ilkel insanın hayatında, başka her şeyle karışmıştır. O bütün çevresini idare etme usulü ve baki kalma teknikleriyle birbirine karışmıştır. Göze görünmeyen kuvvetlerin majik yönetimi de onun baki kalma tekniğinin bölümü olalıdan beri büyü, ister istemez ilkelin diniyle birleşti.
İlkel dinde dinle büyünün birbirine niçin karıştığını kavrayışın diğer yolu şudur ki bir gözle görünmez kuvvet olarak mana, kutsalı sezmekle yakından ilgisi bulunan deliller taşır. Alman din tarih ve felsefecisi Rudolf Otto, "Idea of the Holy" (Kutsal Düşüncesi)'de bizim "numinaus" tecrübe -kutsal, korku verici ya da tabiat üstüyle karşılaştırıldığında korku, huşu, sır ve çekim duygusu gibi insanların tecrübesi- dediğimiz şeyin dindeki önemine işaret etti. Otto, "ruh" -numina, kutsal korularda ve diğer yerlerde kutsal bir anlamla ikamet etti- anlamına gelen Latince'deki "numen"den türettiği bir kc1ime olan numinous'u dinî tecrübenin esas elemanı olarak anladı. O, numinus tecrübeyi çeşitli yönlerden tarif etti:
"En anlaşılmaz ibadetin durgun bir hâlet-i rûhiyesiyle aklı istila ederek ara sıra hafif bir akıntı gibi süpürüp geçer. O, sanki heyecanla titreyen ve yankılanan ruhun daha değişmez ve tükenmez vaziyeti içinde devam eder. O, spazm ve koşmayla birden ruhun derinliklerinden patlayabilir ya da en tuhaf galeyanlara götürebilir. O, onun vahşi ve şeytânî şekillerine sahip olup biraz daha korkunç korku ve ürpertiye daldırabilir. O, onun kaba ve vahşi geçmişlerine, ilk tezahürlerine sahip olup tekrar güzel, temiz ve parlak bir şey içinde gelişebilir. Neyin ve kimin kişiliğinde insanın susmuş, titrek ve dilsiz teslimiyeti bulunabilir? Anlatılamayan ve bütün yaratıkların üstünde bir sırrın varlığında!"
Numinous, daha sonra, korku vericiden çok yüksek ve kutsala kadar sıralanabilen gözle görünmez varlıkların bir tecrübesidir. İlkel insana dair gözle görünmez kuvvetlerin kişiliği olabilir ya da olmayabilir. Kimi bilim insanları, ilkel dinin temelini kişiliği olmayan bir dinamizm -dinamizm, herhangi bir şeyde bulunup kişiliği olmayan tabiat üstü bir kuvvete inanıştır- olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Diğerleri, animizmi -animizm, daha kişiliklendirilmiş olup Özellikle ağaçlar, ateş ocakları gibi tabii şeylerde bulunan ruhlara inanıştır- başta kabul etmektedirler. Bununla beraber, bir kimse diğerini reddetmek için bir görüş üstünde ısrar etmek zorunda değildir. Mana, dinamik şekilde bir sıvıda da iş görebilir; ya da beşeri ya da tabiat üstü varlıkların bir kişiliği bulunan mahiyeti olabilir. Gerçekten, dinî duygu, tabii şekilde majik korku ve ümitlerden yüksek tapınma ve teslimiyete kadar tıpkı bir tayf içerir, böylece ilkel dünya tasavvuru, bir kişiliği bulunmayan dinamik enerjilerden tanutara ve bazen yüksek bir Tanrı'ya kadar bir tüm kuvvetler dizisi ihtiva eder. Bu kuvvetler dizisi, bir özel grubun dinî kavramlarına bakarak açıklanabilir.