• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

İstanbul çocuğu Metehan,

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
İstanbul çocuğu Metehan, hayatında daha çok AVM'lerin kaygan zeminlerinde kaymış, daha çok kebap kokularıyla büyümüştü. Karadeniz'in hırçın dalgaları, yemyeşil tepeleri ve tabii ki efsanevi balıklarıyla tanışması ise, dedesinin ısrarıyla gerçekleşen bir yaz tatiliyle mümkün olmuştu. Dedesi, "Şehir çocuğu, biraz kıyıya vur, adam olursun!" diye tembihlemiş, Metehan'ı da şehre 1000 mil uzaklıktaki, Trabzon'un ufak bir köyüne yollamıştı.

Metehan, havayı soluyar soluyar "burası ne kadar yeşil, ne kadar nemli" diye mırıldanırken, dedesi, yırtık balıkçı şapkasıyla, parmaklarında yılların izlerini taşıyan eline sıkı sıkıya tutuşturduğu bir oltayla ona bakıyordu. "Bak bakalım İstanbul çocuğu, şunu denize atacak mısın yoksa?" gibi bir ifadeyle.

Metehan, İstanbul'da balık tutmayı sadece balık ekmekçilerinin vitrinlerinden seyretmişti. Oltayı tutuşu bile komik duruyordu, sanki bir oyuncak silah tutuyordu. Dedesi, "Şimdi yavaş yavaş at, oltayı hisset, denizle konuş!" diye öğütler verirken, Metehan içinden, "Denizle nasıl konuşulur ki ya? Instagram'dan mı mesaj atılacak?" diye düşündü.

İlk saatler başarısızlıkla sonuçlandı. Metehan, bir tek denizanası yakalamış, o da oltayı çeker çekmez sümüksü bir şekilde kaçmıştı. Güneş, Metehan'ın burnunu kızartmış, vücudu sivrisineklerin ziyafetine dönmüştü. İstanbul çocuğu pes etmek üzereydi. "Dede, bu iş zor be," diye söylendi.

Dedesi, tecrübeli gözleriyle Metehan'ı süzdü. "Zor olan hayatta başarılı olmaktır torunum," dedi ve ekledi: "Balık tutmak da hayata benzer; sabır, şans ve doğru yem gerek."

Bu sözlerden sonra, dedesi Metehan'a özel bir yöntem öğretti: "Karadeniz'in balıkları, İstanbul'un köftelerinden çok farklıdır. Bunlar 'şehre düşkün' balıklardan değil, vahşi ve gururlular. Onları sadece 'İstanbul' kokulu yemlerle kandıramazsın. Lafla değil, gerçek lezzetlerle avlayacaksın!"

Dedesi, gizli bir formülle hazırladığı bir yemi oltaya taktı. Yem, yerel bir ot ve bir tür karadeniz böceğinin karışımıydı. Metehan kuşkuyla yemi inceleyip, "Bu ne acaba dede? Kokusu fena değil aslında..." dedi.

Sonra oldu. Olta öyle bir çekildi ki, Metehan düşüncesizce denize düşecekti neredeyse. Birkaç dakikalık mücadeleden sonra, devasa bir kefal çektiler kıyıya. Metehan'ın gözleri parlıyordu. İstanbul'un AVM'lerinde gördüğü hiçbir şey bu kadar heyecan verici değildi.

O gün, Metehan birçok balık tuttu. Karadeniz'in soğuk sularında terledi, dalgaların şiddetini hissetti. Ama bunların hepsi unutulmuştu şimdi. O, Karadeniz'in kahramanıydı artık. Dedesiyle o akşam yedikleri ızgara balık, dünyanın en güzel yemeğiydi.

Ertesi gün İstanbul'a dönerken, Metehan, çantasında balıklarla birlikte unutulmaz bir deneyim taşıyordu. Artık sadece AVM'ler ve kebap kokularıyla değil, Karadeniz'in rüzgarıyla, dalgalarıyla, ve tabii ki o vahşi, gururlu balıklarla da anacaktı kendini. Ve belki de bir gün tekrar dönecek, denize "Merhaba" diyecekti. Bu sefer, sadece Instagram'dan değil, yüreğinden.
 
Geri
Top