On yaşında küçük bir kız olan Eylül, gri bir şehrin gri bir evinde yaşıyordu. Pencerelerinden sadece beton binalar ve dumanlı bir gökyüzü görünüyordu. Hayatı, okul, ev, okul, ev döngüsünden ibaretti. Renksiz, tatsız, kokusuz bir hayat. Annesi ve babası çalışıyordu, onu fark etmiyorlar, ya da fark etmeyi umursamıyorlardı. Eylül'ün dünyası, bu griliğin içinde yavaş yavaş küçülüyordu. Oysa Eylül'ün kalbinde, görkemli bir ormanın, şırıl şırıl akan bir nehrin, gökyüzünün her tonunu barındıran bir gökkuşağının resimleri saklıydı. Bunlar, eski bir resimli kitabın sayfalarından sızmış, hayal gücünün zengin topraklarında filizlenmişti.
Bir gün, okulda yeni bir öğretmen geldi. Bayan Gül. Gül renkli, uzun bir elbisesi ve gözleri parıldayan, yaşlıca bir kadındı. Diğer öğretmenlerin aksine, çocuklara hikayeler anlatırdı. İşte o zaman Eylül'ün içindeki isyan filizlenmeye başladı. Bu isyanın henüz bir adı yoktu. Sadece bir histi, kalbinde, göğsünde, tüm bedeninde bir sızı gibi yayılan.
Bayan Gül'ün hikayeleri, Eylül'ü gri şehrin dışına taşıyordu. Yemyeşil ovalarda koşturuyor, uçsuz bucaksız gökyüzünde yelken açıyor, gizemli ormanlarda kayboluyordu. Her hikaye, Eylül'ün iç dünyasını daha da renklendiriyordu. Ama bu renkler, gri şehrin duvarlarını yıkmak için yeterli değildi.
Bir gün, Bayan Gül, çocuklara bir görev verdi: “Hayallerinizin resmini çizin.” Eylül, uzun süre düşündü. Gri kurşun kalemini eline aldı ve kağıda, gördüğü tüm o renkleri, canlılığı yansıtmaya çalıştı. Yemyeşil orman, şırıl şırıl akan nehir, gökkuşağı… Resmi bittiğinde, Eylül, kendi dünyasının bir parçasını, kağıda dökmüştü.
Öğretmen, Eylül'ün resmini görünce şaşırdı. Diğer resimler, sıradan, cansızdı ama Eylül'ünki, hayat doluydu. Eylül, resmin hikayesini anlattı. Sessiz ve sakin bir şekilde, her kelimesi içinden geçen fırtınaları anlatıyordu. Çocuklar, Eylül'ün hikayesine kapıldılar. İlk defa, Eylül'ün dünyasını anlıyorlardı.
O günden sonra, Eylül'ün isyanı yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Artık sadece bir his değildi. Bir amaçtı, bir umuttu. Eylül, okula her gidişinde, kalbindeki renkleri taşıyordu. Bayan Gül'ün hikayeleri, ona güç veriyordu. Ve Eylül, biliyordu ki, bu isyanın, isminin olmasa da, dünyasını değiştirecek bir gücü vardı.
Eylül, yıllar sonra, gri şehrin dışına taşındı. Yemyeşil bir vadide, küçük bir ev yaptı. Orada, kendi bahçesinde yetiştirdiği çiçeklerle, hayallerini boyadı. Eylül'ün isyanı, hiç bir zaman bitmedi. Ama artık, griliği aşmış, renklerin, umudun, ve hayatın isyanıydı. Ve adı artık vardı: Yaşam.
Bir gün, okulda yeni bir öğretmen geldi. Bayan Gül. Gül renkli, uzun bir elbisesi ve gözleri parıldayan, yaşlıca bir kadındı. Diğer öğretmenlerin aksine, çocuklara hikayeler anlatırdı. İşte o zaman Eylül'ün içindeki isyan filizlenmeye başladı. Bu isyanın henüz bir adı yoktu. Sadece bir histi, kalbinde, göğsünde, tüm bedeninde bir sızı gibi yayılan.
Bayan Gül'ün hikayeleri, Eylül'ü gri şehrin dışına taşıyordu. Yemyeşil ovalarda koşturuyor, uçsuz bucaksız gökyüzünde yelken açıyor, gizemli ormanlarda kayboluyordu. Her hikaye, Eylül'ün iç dünyasını daha da renklendiriyordu. Ama bu renkler, gri şehrin duvarlarını yıkmak için yeterli değildi.
Bir gün, Bayan Gül, çocuklara bir görev verdi: “Hayallerinizin resmini çizin.” Eylül, uzun süre düşündü. Gri kurşun kalemini eline aldı ve kağıda, gördüğü tüm o renkleri, canlılığı yansıtmaya çalıştı. Yemyeşil orman, şırıl şırıl akan nehir, gökkuşağı… Resmi bittiğinde, Eylül, kendi dünyasının bir parçasını, kağıda dökmüştü.
Öğretmen, Eylül'ün resmini görünce şaşırdı. Diğer resimler, sıradan, cansızdı ama Eylül'ünki, hayat doluydu. Eylül, resmin hikayesini anlattı. Sessiz ve sakin bir şekilde, her kelimesi içinden geçen fırtınaları anlatıyordu. Çocuklar, Eylül'ün hikayesine kapıldılar. İlk defa, Eylül'ün dünyasını anlıyorlardı.
O günden sonra, Eylül'ün isyanı yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Artık sadece bir his değildi. Bir amaçtı, bir umuttu. Eylül, okula her gidişinde, kalbindeki renkleri taşıyordu. Bayan Gül'ün hikayeleri, ona güç veriyordu. Ve Eylül, biliyordu ki, bu isyanın, isminin olmasa da, dünyasını değiştirecek bir gücü vardı.
Eylül, yıllar sonra, gri şehrin dışına taşındı. Yemyeşil bir vadide, küçük bir ev yaptı. Orada, kendi bahçesinde yetiştirdiği çiçeklerle, hayallerini boyadı. Eylül'ün isyanı, hiç bir zaman bitmedi. Ama artık, griliği aşmış, renklerin, umudun, ve hayatın isyanıydı. Ve adı artık vardı: Yaşam.