Şu hayatta kimseyi takma kafana. Çünkü kimse kimseyi gerçekten sevmiyor. Sevemiyor. Varsa bir annen, birde baban vardır seni tüm kusurlarına rağmen seven. Annen hep iyi olmanı, mutlu olmanı isterken, baban ise kimseye muhtaç olmamanı, güçlü durmanı ister.
Güçlü ol, ama güçlü olayım derken ezme kimseyi, kırma bir kalbi, dahası inciten taraf olma, ne kadar incinsen de hayatta. Ödemesi zor olan borçlardandır bunlar. Dahası bir kalbin ahı, bini hiç eder de, aklın almaz bunu.
Kısaca kimseyi takma kafana, herkes menfaati kadar yanında, menfaati bitenin dostluğu da bitiyor bir süre sonunda.
Mesela bir kadın saatlerce sana anlatır, sevdiği adamın onu ne kadar üzdüğünden başlar, kalbindeki tüm kırıklığına varıncaya kadar devam eder. Aslında herkese anlatabilir, ama dinleyen yok kimseyi bu hayatta. Herkes konuşmak isterken, kimse dinleyen taraf olmuyor. Sanki sadece sen varsın ve o an kadını anlayan tek adamsın. Ama sende yoksun bir süre sonra kadının çizdiği hayat üçgeninde. Silinirsin, en bilindiğin yerlerden bile...
Kadın sana anlatır, sen dinlersin. Sonra kadının hayatına biri girer, bu defa sen fazlalıksın. Kadın gider, sen piç gibi kalırsın ortada. Hayatın düzeni böyle..
Diyeceğim, herkes herkesin bir süre hayatında, sonra rolleri bitiyor, ömür geçiyor, insan ölüme yaklaştıkça anlıyor ki, herşeyiyle dünya onun olsa, bir saatlik hüzne kederine değmeyecek kadar. Ve bir şeyi daha anlıyor, ölüm için genç olduğunda kırdığı, incittiği insanların isimlerini unutmadığını.
Aslında herkes herkesi gittiğinde anlıyor. Daha da ilginç yanı, hayat herkesi bir şekilde yalnızlığı ile sınıyor.