Kanla Karışık Yağmur
Kanla karışık yağmur yağıyordu gözlerinden.... Yere düşen notaları kırmamak için dikkatle basmaya çalışıyordu küçük ayakları... Gözle görülemeyecek kadar küçük mutluluklar eşlik ediyordu yere düşen notalara. Onlara da dikkat etmek lazımdı kırmamak için bir cam edasıyla....
Sessizleşti ortam, düşlere karıştı gerçek. Zaman yalan oldu, kan gövdesini başka bir yere götürüyordu, ona sormadan... Takip ediyordu kırmızı ayak izlerini, ya da o öyle sanıyordu, çünkü kendi izleriydi, yerlerde, notaların yanında kıpkırmızı parlayan...
Kanadı kırık kuşu kim getirmişti, ne işi vardı bu sahnede onun? Onunla ilgilenebilir miydi, zihninde ölü kuşlar yatarken, kanat sarmayalı ne kadar zaman olmuştu sahi? Sorumluluğunu alacağı kaç kuş olabilirdi, kaç kuşu sığdırabilirdi düşlerine?
Sessizliği bozdu, kusuyordu. Içinde bir şey kalmayacakmışçasına kusuyordu. Rahatlıyordu, iğreniyordu, utanıyordu. Kimden utanıyordu? Kanadı kırık kuş, cam kırığı notalar ve mutluluk parçaları... Mutluluk birikintileri... Seçemedi... Gözleri de seçememeye başlamıştı, ayakları kan revan içinde kalmıştı; nota parçaları, kırıntılar ayaklarını kesmişti. Aldırmıyordu.
Kötü bir koku, can acısı, karanlık, sessizlik. Gözlerini sildi elleri kanadı. Ellerini sildi mendil kanadı. Kandıramıyordu artık kendini, hayal kuramıyordu eskisi gibi... Canını yakıyordu bu, daha çok içkiye ihtiyacı olduğunu biliyordu ama tedariksiz davranmıştı. Hep tedariksizdi. Bundan mı canı yanmıştı yoksa notalar çok mu sivriydi? Yoksa mutluluk çok mu acıydı?
Melis Zararsız
Cok hosuma gitti sizlerlede paylstim
Kanla karışık yağmur yağıyordu gözlerinden.... Yere düşen notaları kırmamak için dikkatle basmaya çalışıyordu küçük ayakları... Gözle görülemeyecek kadar küçük mutluluklar eşlik ediyordu yere düşen notalara. Onlara da dikkat etmek lazımdı kırmamak için bir cam edasıyla....
Sessizleşti ortam, düşlere karıştı gerçek. Zaman yalan oldu, kan gövdesini başka bir yere götürüyordu, ona sormadan... Takip ediyordu kırmızı ayak izlerini, ya da o öyle sanıyordu, çünkü kendi izleriydi, yerlerde, notaların yanında kıpkırmızı parlayan...
Kanadı kırık kuşu kim getirmişti, ne işi vardı bu sahnede onun? Onunla ilgilenebilir miydi, zihninde ölü kuşlar yatarken, kanat sarmayalı ne kadar zaman olmuştu sahi? Sorumluluğunu alacağı kaç kuş olabilirdi, kaç kuşu sığdırabilirdi düşlerine?
Sessizliği bozdu, kusuyordu. Içinde bir şey kalmayacakmışçasına kusuyordu. Rahatlıyordu, iğreniyordu, utanıyordu. Kimden utanıyordu? Kanadı kırık kuş, cam kırığı notalar ve mutluluk parçaları... Mutluluk birikintileri... Seçemedi... Gözleri de seçememeye başlamıştı, ayakları kan revan içinde kalmıştı; nota parçaları, kırıntılar ayaklarını kesmişti. Aldırmıyordu.
Kötü bir koku, can acısı, karanlık, sessizlik. Gözlerini sildi elleri kanadı. Ellerini sildi mendil kanadı. Kandıramıyordu artık kendini, hayal kuramıyordu eskisi gibi... Canını yakıyordu bu, daha çok içkiye ihtiyacı olduğunu biliyordu ama tedariksiz davranmıştı. Hep tedariksizdi. Bundan mı canı yanmıştı yoksa notalar çok mu sivriydi? Yoksa mutluluk çok mu acıydı?
Melis Zararsız
Cok hosuma gitti sizlerlede paylstim