Kapını Aç Çok Üşüyorum
"Zaten her zaman Lusin
İsterse biraz giderdi
Bu kez de uzatmıştır azıcık
Belki de
Seyreder gibi vitrini
Kalakalmıştır bir yerde."
E. Cansever
Bekleme salonunda, adı okununca ayrılma vaktinin, sönen son ışığa da el sallamak, kış vakti uzun uzun bakmak gibi, dumanı tüten bir evin penceresindeki, yeleği sökük bir kız çocuğuna.
Üç tarafı taburelerle örülü, diğer tarafı kimbilir hangi dünün önündeki kapıyla, küçükçe bir bekleme salonunun kokusu sinmişse ve sesler, rengarenk sesler dolmuşsa ciğerlerine, gitmek bir büyüdür artık. Kalmak sancılı bir doğum, gitmek morfine bezeli bedeni sürüklemek.
Yarınlar, yeşil çamların arasından, serin ırmakların boşaldığı yarınlar, önünde duran, dünün özendiği yarınlar, sepetlerden dökülen üzüm tanesi gibi sekerken, yaşlı bir amca bağırıverir,
- Eskişehir yolcusu kalmasın!
Şehir eskimiş, eski bir şehirmiş, şehirmiymiş neymiş, eskidenmiş ohoooo, gitmek Ağrı Dağı misali dimdik, gitmek, kafiyesiz bir şiir, gitmek, nedense hep biraz içimizde.
Diyorum ki Sevgilim,
Hani biz eskiden seninle, hiç bilmezken birbirimizi aynı anda baktıkmıydı denizlerden yarına, sözgelimi ikibinbeş yılının Nisan ayında, bir pazartesi günü, düşündükmüydü, gitmek biçiminde bir gelmenin varolduğunu.
Eskişehir yolcusu kalmadı,
üzümler de sepetlerinden düşmedi zaten,
belki biraz köy ekmeği dökülmüştür,
güvercinler aç.
Kapılar kapanınca,
tren ilk düdüğünü çaldığı vakit başlar doğum,
kalan bir bebek dünyaya getirir, bilmez büyüdüğünü görmez hiç, bu yüzden öksüzdür, yetimdir kalanların doğurduğu bebekler. Elleri hep havadadır, gözleri batan güneşin dağılımında.
Bir bebek daha doğar,
havaya tutulu, tellere, direklere, yol kenarında otlayan koyunların seslerine, kuzey yıldızına çokça.
Gidenlerin doğurduğu bebekler, kalanlarınkine, uzak ülkelerdeki gezginlerin heybelerinin heybetini anlatırken, kalanlarınkiler de, bu heybetli heybelerin anlatımındaki ihtişamlı gözlere anlatırlar;
"Aşk gitmenin ardından daha da gider gelmelere."
Diyorum ki Sevgilim,
Gel bir cigara içelim seninle,
İki yalnız, iki sessizden bir büyü çıkmaz dedin, unutmadım, büyüler üstümüze yağdı, birini tren raylarına savurduk, diğerini bir güvercin kanadına.
İki ayrı hastalıktık, iki yabancı ateştik, bir treni yakamadık, birimiz elleri havada, diğerimiz kuzey yıldızına tutulu bir bebek dünyaya getirdi.
Belki biraz seyreder gibi bir vitrini kalakaldık, ayrı yerlerde.
Gel bir cigara daha içelim,
Her seferinde gitmenin şerefine, bir şiiri daha yakalım,
Gel sevgilim,
Seninle binlerce kez Lusin ile Stepan'ı okuyalım,
(bir anlaşma biçiminde, bir anlaşma biçiminde.)
Aşk gitmenin ardından daha da gider gelmelere.
(bir gece biçiminde, bir gece biçiminde.)
Aşk gitmenin ardından daha da gider gelmelere.
(bir sen biçiminde, bir ben biçiminde.)
Kapını aç, çok üşüyorum.
"Zaten her zaman Lusin
İsterse biraz giderdi
Bu kez de uzatmıştır azıcık
Belki de
Seyreder gibi vitrini
Kalakalmıştır bir yerde."
E. Cansever
Bekleme salonunda, adı okununca ayrılma vaktinin, sönen son ışığa da el sallamak, kış vakti uzun uzun bakmak gibi, dumanı tüten bir evin penceresindeki, yeleği sökük bir kız çocuğuna.
Üç tarafı taburelerle örülü, diğer tarafı kimbilir hangi dünün önündeki kapıyla, küçükçe bir bekleme salonunun kokusu sinmişse ve sesler, rengarenk sesler dolmuşsa ciğerlerine, gitmek bir büyüdür artık. Kalmak sancılı bir doğum, gitmek morfine bezeli bedeni sürüklemek.
Yarınlar, yeşil çamların arasından, serin ırmakların boşaldığı yarınlar, önünde duran, dünün özendiği yarınlar, sepetlerden dökülen üzüm tanesi gibi sekerken, yaşlı bir amca bağırıverir,
- Eskişehir yolcusu kalmasın!
Şehir eskimiş, eski bir şehirmiş, şehirmiymiş neymiş, eskidenmiş ohoooo, gitmek Ağrı Dağı misali dimdik, gitmek, kafiyesiz bir şiir, gitmek, nedense hep biraz içimizde.
Diyorum ki Sevgilim,
Hani biz eskiden seninle, hiç bilmezken birbirimizi aynı anda baktıkmıydı denizlerden yarına, sözgelimi ikibinbeş yılının Nisan ayında, bir pazartesi günü, düşündükmüydü, gitmek biçiminde bir gelmenin varolduğunu.
Eskişehir yolcusu kalmadı,
üzümler de sepetlerinden düşmedi zaten,
belki biraz köy ekmeği dökülmüştür,
güvercinler aç.
Kapılar kapanınca,
tren ilk düdüğünü çaldığı vakit başlar doğum,
kalan bir bebek dünyaya getirir, bilmez büyüdüğünü görmez hiç, bu yüzden öksüzdür, yetimdir kalanların doğurduğu bebekler. Elleri hep havadadır, gözleri batan güneşin dağılımında.
Bir bebek daha doğar,
havaya tutulu, tellere, direklere, yol kenarında otlayan koyunların seslerine, kuzey yıldızına çokça.
Gidenlerin doğurduğu bebekler, kalanlarınkine, uzak ülkelerdeki gezginlerin heybelerinin heybetini anlatırken, kalanlarınkiler de, bu heybetli heybelerin anlatımındaki ihtişamlı gözlere anlatırlar;
"Aşk gitmenin ardından daha da gider gelmelere."
Diyorum ki Sevgilim,
Gel bir cigara içelim seninle,
İki yalnız, iki sessizden bir büyü çıkmaz dedin, unutmadım, büyüler üstümüze yağdı, birini tren raylarına savurduk, diğerini bir güvercin kanadına.
İki ayrı hastalıktık, iki yabancı ateştik, bir treni yakamadık, birimiz elleri havada, diğerimiz kuzey yıldızına tutulu bir bebek dünyaya getirdi.
Belki biraz seyreder gibi bir vitrini kalakaldık, ayrı yerlerde.
Gel bir cigara daha içelim,
Her seferinde gitmenin şerefine, bir şiiri daha yakalım,
Gel sevgilim,
Seninle binlerce kez Lusin ile Stepan'ı okuyalım,
(bir anlaşma biçiminde, bir anlaşma biçiminde.)
Aşk gitmenin ardından daha da gider gelmelere.
(bir gece biçiminde, bir gece biçiminde.)
Aşk gitmenin ardından daha da gider gelmelere.
(bir sen biçiminde, bir ben biçiminde.)
Kapını aç, çok üşüyorum.