Kara Bitkilerinin Atası Oldukları İddia Edilen Algler

  • Konuyu açan Konuyu açan ZeyNoO
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Hayali evrim senaryosuna göre alglerin yani su yosunlarının, kara bitkilerinin ataları oldukları ve bunların ilk defa 450 milyon yıl önce Paleozoik Dönemde evrimleştikleri öne sürülür. Ne var ki yine son yıllarda ortaya çıkan fosiller evrimcilerin yazdıkları tüm senaryoyu, çizdikleri evrim ağaçlarını bozmuştur.

Algler çok
sayıda hücreye sahip olan ve fotosentez yapabilen organizmalardır Yeşil algler, tek hücreli
1980 yılında Avustralya'nın batısında 3.4-3.1 milyar yaşında fosilleşmiş resif kalıntıları bulunmuştur. (1) Bunlar mavi-yeşil alglerden ve bakteriyi andıran organizmalardan oluşmuşlardı. Bu buluş, evrimcileri daha büyük kaosa sürükledi. Çünkü hayali evrim ağaçları da yıkılmıştı. Bu ağaca göre alglerin de 410 milyon yıl önce Palezoik dönemde ortaya çıkmış olmaları gerekiyordu. Bu konuda bir diğer ilginç nokta da, bulunan en eski alg fosillerinin tıpatıp bugünkü kompleks alg yapılarına sahip olmalarıdır. Bu konuda çalışma yapan bilim adamları durumu şöyle ifade etmişlerdir:

Daha da ilgi çekici olan, pleurocapsalean alg ile modern pleurocapsalean algin hemen hemen birbirlerine denk olduklarının ortaya çıkmasıdır.

Bugüne kadar bulunabilmiş en eski fosiller, çekirdeksiz algler türünden mineraller içindeki fosilleşmiş cisimlerdir ve bunların üç milyar yıldan daha uzun bir geçmişleri vardır. Ne kadar ilkel olurlarsa olsunlar, bunlar bile oldukça karmaşık ve ustaca organize edilmiş yaşam biçimlerini temsil etmektedirler.


Tabii bu noktada akla, evrimcilere sorulacak şu soru gelmektedir:

100-150 milyon gibi bir sürede, sayısız çeşitte kara bitkisinin alglerden türediğini iddia eden evrim teorisi, neredeyse 1 milyar yıl önceki alglerle bugünkü alglerin tıpatıp aynı yapıda olmalarını nasıl açıklamaktadır?

Evrim teorisi savunucuları bu ve bunun benzeri pek çok soruyu görmezden gelmekte ve gerçeklerden kaçmaya çalışmaktadırlar.

Alglerin veya su yosunlarının evrimi hikayesinin bir başka açmazı da, prokaryotik algin mi ökaryotik algden evrimleştiği, yoksa ökaryotik algin mi prokaryotik algden evrimleştiğidir. Bu konuda evrimciler kendi aralarında bir çelişki yaşamaktadırlar. Algin cinsine karar verememektedirler. Bu noktada öncelikle hücre türlerini genel olarak incelemekte fayda vardır.


Evrimciler önce sol üstte görülen sabit yapılı prokaryot hücrenin evrimleşmesiyle sol altta görülen kompleks yapılı ökaryot hücrenin ortaya çıktığını ve canlıların oluştuğunu iddia etmişlerdir. Bu iddiaların gerçekleşmesinin imkansız olduğunu anladıklarında ise bu sefer işlemin tam tersinin gerçekleştiğini savunmaya başlamışlardır.

Prokaryot hücreler bakteri benzeri, içlerinde organel olmayan hücrelerdir. Ökaryot hücreler ise bitki ve hayvan hücreleri olup, prokaryotlardan daha kompleks yapılı hücrelerdir. Evrim teorisi ilk başta ökaryotik hücrenin prokaryot hücreden evrimleştiğini iddia etmekteydi. Ancak bunun imkansız olduğunun anlaşılması üzerine evrimciler bu sefer de ağız değiştirerek tersini savunmaya çalıştılar. Fakat bu iddiaları da bir spekülasyondan öteye geçemedi. Bu konuda evrimcilerin içine düştükleri çelişkiyi kendisi de bir evrimci olmasına rağmen Robert Shapiro şöyle itiraf eder:

Prokaryotik algden ökaryotik alge geçiş oldukça fazla sorgulandı, çünkü geçiş o kadar karışıklık dolu ve o kadar zıtlık içeriyordu ki birçok modern biyolog bu konuyla ilgilenmedi ve sonradan tamamen vazgeçtiler. Çelişkiler o kadar büyüktü ki bazı araştırmacılar daha sonra ökaryotların prokaryotlardan değil de, prokaryotların ökaryotlardan evrimleştiğini iddia ettiler. Fosil kayıtları ise daha açık değildi. Prokaryot fosillerinin pre-kambriyen kayalarda mevcut olduğu açıktı ama onların kökeni ile ilgili zaman ya da şartları bilmiyoruz.
 
Düzenleyen yönetici:
Bazı bölgelerde denizler veya denizin bir bölümünün meydana getirdiği su birikintileri, besin yönünden oldukça fakirdir. Tıpkı mercanlar gibi böyle bölgelerde yaşayan denizanaları da ihtiyaç duydukları besini adeta nereden bulacaklarını bilircesine, hemen bünyelerine alacakları bir alg ararlar. Denizanaları normal şartlarda bulundukları sularda dokungaçları sayesinde küçük balıkları ve diğer hayvanları yakalayarak beslenen canlılardır. Ancak verimsiz denizlerde bu olanaklar yoktur, bu nedenle alglerle ortak bir yaşam içine girerler. Dokungaçları sayesinde algleri fark eder ve bunları sindirmeden bedenlerinin içine alırlar

Gerekli enerjiyi alabilmek için denizanaları, sabah erkenden güneş enerjisini en fazla alan bölgede suyun yüzeyine çarpan ışığa doğru yönelirler. Güneş gökyüzünde doğudan batıya doğru hareket ettikçe denizanaları bu hareketi izlerler ve güneşin yöneldiği yöne doğru dizilirler. Bu büyük topluluk suyun altında 700 cm. kadar derinliğe uzanan dikey bir duvar meydana getirir. Bu dikey duvar, güneş ışığının suya vurduğu alanda oluşur. Eğer karanlık sular içinde ağaçların arasından sızan bir güneş ışığı çizgisi meydana gelirse, denizanaları bu fırsatı da kaçırmazlar ve güneş ışığının oluşturduğu bu hat boyunca "her biri güneş ışığını görecek şekilde" sıralanırlar. Kısacası güneş ne tarafta ise, denizanaları o bölgededir. Amaç sadece kendilerini besleyen fotosentetik canlılara gerekli olan enerjiyi sağlayabilmektir. Aynı bölgede güneş almayan karanlık sularda ise denizanalarından eser yoktur. Güneş iyice battığında denizanaları bulundukları su kütlesinin merkezine gelirler. Karanlık bastığında ise algleri, kendi ürettikleri veya suyun içinde bulunan nitratlarla beslerler.

resim6_denizanasi.jpg

Denizanaları normal şartlarda küçük balıklarla beslenirler. Ancak verimsiz denizlerde besin kaynaklarını sadece algler sağlar. Denizanalarının, bu canlıları bir besin deposu olarak tanıyıp bünyelerinde barındırmaları, adeta şuurlu bir davranıştır

Bu olağanüstü ve tümüyle akılcı olan işlemleri yapabilmek için denizanaları özel bir tasarıma da sahiptirler. Bu canlılar, yüksek ve alçak yoğunluktaki ışığı ayırt edici duyu organları ile donatılmışlardır. (1) Bu, onların su içinde "daha parlak ışığa" olan günlük göçlerini sağlayan en önemli unsurdur. Bir denizanasının "ışığa duyarlı" hassas bir sisteme sahip olması ve bunun "muhtemel" gerçekleştireceği simbiyotik bir ilişki için fayda sağlaması, kuşkusuz ki öylesine okuyup geçilecek bir konu değildir. Denizanaları öncelikle kendilerine besin sağlayacak canlıyı tanımaktadırlar. Bu son derece önemlidir, çünkü denizanası hiçbir zaman yanlışlıkla suyun içinde bulunan bir başka organizmayı veya farklı türde bir algi bünyesine almaz. Kendisine hangi canlının fayda getireceğini bilir. Danizanasının gözleri yoktur, beyni de yoktur. Oldukça büyük bir bölümü sudan oluşmaktadır. Dokungaçlarıyla hissettiği ise sadece tek bir hücredir. Hissettiği bu canlıda bir kloroplastın varlığını fark etmesi gerekmektedir. Onu etraftaki artıklar veya kimyasallarla beslemek yerine onu doğruca güneşe götürmesi, içine aldığı hücrenin neyle beslendiğini biliyor olduğunu gösterir. İnsanların bile henüz 19. yüzyılda keşfedebildiği alglerin özelliklerini, denizanalarının milyonlarca yıldır biliyor ve kendi faydalarına kullanıyor olmaları olağanüstü ve akıllı bir dizaynın varlığını Allah'ın üstün sanatı göstermektedir.
 
Mercanlar yaşamlarını sürdürebilmek için alglerle ortak bir yaşam sürerler. Mercanların üzerine yerleşen tek hücreli algler mercanlara sahip oldukları güzel renkleri verirken, aynı zamanda onların beslenmelerini de sağlarlar. Algler, mercan kayalarının gelişimi için gerekli kireç oluşumunu hızlandırmakta ve aynı zamanda bu canlıların üst yüzeylerini tuzlu suyun aşındırıcı özelliğine karşı korumaktadır.




Mercanla alglerin meydana getirdiği bu ortak yaşamın en belirgin şekli Kızıldeniz'de görülmektedir. Kızıldeniz'e rengini veren güzel mercanların tüm fonksiyon ve faaliyetleri bu ortak yaşamın bir sonucu olarak meydana gelir. İki çöl arasında bulunan Kızıldeniz son derece verimsiz bir bölgedir. İklimi kuru olduğu gibi bu denizi besleyen hiçbir nehir veya tatlı su kaynağı yoktur. Dolayısıyla bu deniz, bir oksijen veya nitrojen kaynağına sahip değildir. Normal şartlarda Kızıldeniz'in verimsiz ve içinde fazla canlı barındırmayan bir deniz olması beklenmektedir. Oysa mercanlar bu verimsiz ortamda rahatlıkla yaşarlar. Mercanların bu denizde başlattıkları yaşam, başka canlıların da yaşamalarına olanak vermektedir.

Hiçbir yerden hayat kaynağı olmayan bu suyun içinde mercanların yaşamalarını sağlayan tek unsur yeşil alglerdir. Mercan kendi bedeni içinde alge barınacak bir yer verir ve alg de yaptığı fotosentez sayesinde mercana besin ve enerji sağlar. Mercanlar alglerin enerji kaynakları olan güneş ışığına ulaşabilmeleri için her türlü yöntemi denerler. Bunun için mercanlar genellikle gündüz içlerine kapanırlar ve dışarıda sadece iskeletlerinin kalmasını sağlarlar. Bu şekilde algin rahatlıkla ulaşabildiği güneş ışığı, fotosentez işlemini gerçekleştirmesini sağlayacaktır. Böylelikle mercan da, ihtiyacı olan besine ulaşmış olacaktır.

Mercan, tüm besin gereksinimini kendine özgü bir sistem ile alır. Bu canlılar kendi hücrelerinden alglerin derilerini zayıflatan hazmettirici bir çözelti salgılarlar. Bu yöntem ile algler tarafından fotosentezlenmiş tüm besinlerin %80'i dışarı çıkar ve mercanın kendi hücrelerine girer. (1) Mercanın izlediği bu yöntem aslında son derece şuurludur. Mercan, algin kendisi için son derece değerli bir besin kaynağı olduğunu bilmektedir. İşte bu nedenle kendi ihtiyacı olan besini elde etmek için eritici madde salgılarken, algin tümüyle ölmesine izin vermez. Salgılanan miktar sadece istenen enerjinin açığa çıkmasına yardımcı olacak kadardır.

Alglerin meydana getirdiği fotosentez işlemi aynı zamanda suyu oksijen bakımından da zenginleştirir. Oksijen ile zenginleşen su, canlılık zincirini de genişletir. Hayvanların artıkları ve bakteriler sayesinde nitrojen seviyesi de artar. Bu da verimliliğin ve canlılığın artışı demektir. İşte Kızıldeniz içinde bir yaşamın var olmasının nedeni budur.

Bu ilişkiden elbette alglerin de faydalandıkları yönler vardır. Mercanlar normal şartlarda CO2 ve amonyak salgılarlar. Bu maddeler algler için mükemmel bir besin ve gübre kaynağıdır. Aynı zamanda alg, yaşamak için nitrat ve fosfata da ihtiyaç duymaktadır. Bu maddeler de mercanların atıklarında bulunan maddelerdir. (2) Mercanların atıkları vardır, çünkü bilindiği gibi mercan bir bitki değil, bir hayvandır. Dolayısıyla mercanın dokularında alglerin yaşayabilmesi için gerekli olan tüm hammaddeler bulunmaktadır. Yani alg, içinde yaşadığı bu canlı sayesinde besinini hiç çaba harcamadan elde eder. Ayrıca artık düşmanlarından korunacağı bir sığınağa da sahiptir.

Mercanın, alge güneş ışığı sağlamak için geliştirdiği yöntemler ise benzersiz bir aklı sergilemektedir. Mercanlar genellikle deniz içinde güneş ışığının yoğun olduğu yerlerde ve özellikle de sığ sularda biraraya gelirler. Güneş ışığının daha az olduğu derin sularda ise yatay olarak serilir ve bulundukları ortamdan en fazla ışık elde edebilecekleri şekle girerler. Böylelikle mercanlar için hayat kaynağı olan algler, en önemli enerji kaynağına ulaşmış olur. Bütün bunlara bakarak mercanın algi çok iyi tanıdığı ve nelere ihtiyacı olduğunu bildiği izlenimi ediniriz. Oysa bahsettiğimiz canlılar, herhangi bir deniz hayvanı olan mercan, diğeri de tek hücreli bir mikroorganizma olan algdir. Eğer birbirlerini tanıdıklarını iddia edersek, bu canlıların şuurlu davrandıklarını iddia ediyoruz demektir. Bu elbette mümkün değildir. Bir algin tüm enerjisini güneşten alarak beslendiğini bilmesi bir mercan için kuşkusuz imkansızdır. Dahası mercanın, bu özelliği kendi yararına kullanmayı düşünmesi elbette ki mümkün değildir. Bütün bunlar bir yana mercanın, daha çok fayda elde edebilmek için algin zarını eritmeyi akletmesi, algin güneşten daha fazla faydalanabilmesi için su içinde özel bir yer belirlemesi normal şartlarda olanaksızdır. Oysa bu iki canlı söz konusu ortaklığı yaşar ve birbirlerini gayet iyi tanırlar. Bu durumda imkansızın gerçekleştiğini ve ikisinin de şuurlu davrandığını iddia etmemiz gerekir. Kuşkusuz kimse böyle bir iddia ile ortaya çıkamayacaktır. Bu durumda tekrar Allah'ın sonsuz aklının tecellilerini gördüğümüzü ve tekrar, tesadüfen oluşumun ne kadar büyük bir aldatmaca olduğunu da anlarız.

Alglerin mercanlara sağladığı faydalar bunlarla da sınırlı değildir. Algler, yöntemi henüz belirlenememiş olmakla birlikte mercanların iskeletini oluşturmakta ve bu iskeletin büyümesini sağlamaktadırlar. Bu önemli bir yardımdır, çünkü mercanlar, ancak kendi iskeletlerini oluşturmak ve büyütebilmek şartıyla yaşayabilirler. Algler bununla da kalmaz hem kendilerini hem de içinde yaşadıkları bu canlıları zararlı olan ultraviyole ışınlardan korumak amacıyla yüksek faktörlü güneş kremi etkisi gösteren kimyasal bir madde üretirler. Özellikle gelen ışınların çok güçlü olduğu tropikal bölgelerde salgılandığı için bu madde büyük bir önem taşımaktadır. (3) Küçücük bir alg hücresi, sıcağın zararlı etkilerini adeta tahmin edercesine bir tedbir almaya karar vermektedir. Üstelik bunu yapabilmek için kimyasal yöntemler kullanır. Bütün bu yönleriyle baktığımızda detaylarını anlattığımız bu ortak yaşam, dünyadaki en iyi ve en gelişmiş simbiyozdur.

Maksimum 29 derecelik sıcaklıkta yaşayabilen mercanlar, suyun sıcaklığının 34 dereceye çıkmasından rahatsız olduklarında bir reaksiyon gösterir ve algleri üzerlerinden atarlar. Bu tepkileri mercanları ölüme götüren ilk adımdır. Bundan sonra boşalan mercan katmanlarına süngerler ve yabancı algler yerleşirler. Ortak bir yaşam sürdükleri mercanlardan ayrılan algler, mercanların sahip olduğu güzel renkleri de alır götürürler. Sonuçta mercanların rengi yeşil ve kahverengiye dönüşür. Yabancı maddelerle kaplanmış, gözalıcı rengini kaybetmiş olan mercanlar, alglerin koruyucu özelliklerinden de mahrum kalmışlardır. Tuzlu suyun aşındırıcı etkilerine artık açıktırlar. Mercanlardan geriye sadece kireç ve inorganik albuminler kalır. Geçen yıllar ve suyun hareketi ile bunlar da erozyona uğrayarak kuma dönüşür. Isı artışı 4 hafta sürerse, mercanların yaşamaları için gerekli algleri bulmaları ve dolayısıyla yaşayabilmeleri imkansız hale gelir.
 
Pembe renkleri ile görmeye alıştığımız flamingolar da aslında renklerini özel bir kaynaktan alırlar. Bunlar alglerdir. Flamingoların yedikleri algler onların kendine has renklere sahip olmalarını sağlamaktadır. Kuşun vücuduna giren algler, hayvanın her yanına yayılarak tüylerini de renklendirirler. (1)

Bunun dışında algler, büyük deniz taraklarının da beslenmesine yardımcı olmaktadırlar. Küçük bir alg türü olan zooxanthellae yalnızca diğer hayvanların bedenlerinde yaşayabilen bir mikroorganizmadır. Deniz taraklarının bedenini de kendisine en emin yer olarak kabul eder. Büyük deniz tarakları bu canlılara barınacakları rahat bir ortam sağlar, bu küçük yeşil canlıları düşmanlara karşı korur. Bunun yanı sıra ortak yaşadığı bu canlı için karbondioksit, nitrojen ve fosfor gibi besinleri sağlar. Elbette bütün bunların karşılığında zooxanthellae tarafından hazırlanan maddeler de deniz taraklarının başlıca besin maddesini oluşturmaktadır.

resim8_Zooxanthellae.jpg

Zooxanthellae

Evrim teorisini savunanlar algler hakkında çeşitli senaryolar üretmişlerdir. Bunların içinde en çok kabul gören hikayeye göre, alg ilkel bir yaşam formudur ve evrimleşerek bitkilerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. "Eski ve küçük olan ilkeldir" şeklinde özetleyebileceğimiz evrimci saplantı burada da kendini göstermiştir. Daha önceki bölümlerde de gördüğümüz gibi evrimcilerin ilkel olarak nitelendirdikleri bakteriler ve virüsler, hayret verici özelliklere ve kompleks mekanizmalara sahiptirler. Bu durum, dünyada yaşamın devam etmesi için hayati ödevler yüklenmiş olan alg için de geçerlidir. Bu aşamada, evrimci senaryolarda nedense üstü kapalı geçilen veya hiç değinilmeyen sorular gündeme gelmektedir.

Evrim teorisini savunanların somut olarak açıklamaları gereken temel sorular vardır. Bilimsel araştırmalara göre, algler bundan yaklaşık 3,5 milyar yıl önce GüneyAfrika'daki kayalarda, günümüzde sahip olduğu şekilde, aniden ortaya çıkmaktadırlar. Aynı dönemde aniden ortaya çıkan bakteriler gibi algler de, günümüzde sahip oldukları özellikleri taşımaktadırlar. Bu canlıların atası olarak öne sürülebilecek


ilkel bir varlık asla var olmamıştır. İncelediğimiz bu canlıların milyarlarca yıl geçtiği halde aynı şekilde ve özelliklerde günümüze kadar gelmiş olmaları, bütün bu zaman boyunca da hiç evrim geçirmediklerinin delilidir.

Yeryüzünün oksijen ve aynı zamanda besin kaynağı olan algler, denizdeki en küçük canlıdan kara üzerinde yaşayan en büyük hayvana, hatta insana kadar tüm varlıklara çeşitli şekillerde fayda getiren üstün bir yaratılış harikasıdır. Sadece kendi hayatını devam ettirmekle kalmaz, başka canlıların bedenlerine girip onlara da fayda sağlar. İşte bütün bunlar, Allah'ın mutlak varlığını görmek isteyenler için büyük ve benzersiz delillerdir.
 
Alglerin büyük bir bölümü dimetilsülfit (DMS) adı verilen bir gaz üretir. Bu gaz denizin hemen üstündeki havada oksijenle reaksiyona girerek katı taneciklere dönüşür. Böylelikle bulutlar meydana gelir. Başka bir deyişle, algler kendi bulundukları bölgelerde bulutların oluşumundan da sorumludurlar. Bu bulutlar da güneşten gelen radyasyonu geri yansıtarak gezegeni olması gerekenden daha soğuk, yani şimdiki ısısında tutar. Dolayısıyla algler, gezegenin ısısını dengeleyecek kadar etkili ve önemli bir özelliğe sahiptirler.

Kuşkusuz evrimci biyologların böyle bir sistemi anlamaları ve evrim ile açıklamaları mümkün değildir. Evrenin hiçbir safhasında meydana gelmemiş olan ve yalnızca bir aldatmaca ve hayalden ibaret olan evrim, tek hücreli bir canlının atmosfer şartlarını ve yeryüzünün ısısını etkilemesini de açıklayamaz. Üstelik bu canlının söz konusu sistemi gerçekleştirirken kullandığı mekanizma evrimcileri daha da düşündürecek türdendir.

Atmosfer ısınmaya başladığında alglerin aktivitesi artar ve DMS, yani dimetilsülfit gazı üretmeye başlarlar. Alglerin bu maddeyi nasıl ve neden ürettikleri henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Bir görüşe göre DMS hücrenin salgıladığı bir atık maddedir. Diğer bir iddiaya göre de hücreler zarar gördüklerinde düşmanlarına karşı korunmak için toksik, yani zehirli bir asit salgılamaktadırlar. Virüs veya planktonların saldırılarına uğrayan bir alg işte bu nedenle büyük miktarda DMS salgılar. Bu hipotez doğrulansa da bir algin bu maddeyi neden bazı zamanlarda fazla miktarda bazı zamanlarda da az miktarda salgılandığı henüz anlaşılamamıştır. Bu canlının söz konusu maddeyi salgılaması, daha çok ihtiyaca yönelik olmaktadır. Algler sıcaklığa göre üretim miktarını değiştirmektedirler. Hedef, yeryüzünün soğutulması olduğundan algler, DMS üretimini tropik bölgelerde daha fazla, daha soğuk bölgelerde daha az yapmaktadırlar.

Bu organizmalar olmasaydı Dünya çok daha sıcak bir yer olacaktı. Nitekim söz konusu üretim sonucunda gezegenimizde 40 0C'ye varan bir soğuma meydana gelmektedir. Bu soğuma alglerin de işine yarar. Eğer soğuma olmazsa, iyice ısınan okyanusun üst katmanları soğuk olan alt katmandan ayrılacak ve böylece yüzeyde bulunan alglerin derinlerdeki besinlere ulaşması imkansız olacaktır. İşte bu nedenle algler antifiriz etkisi gösteren bu maddeyi salgılarlar. İlginç olan, tropik okyanuslarda yaşayan bu canlıların neden antifiriz üretmeye ihtiyaç duyduklarıdır. Bu sorunun cevabı, organizmanın bu işlemden başka faydalar da edindiğini gösterir:

resim3_tropik_ada.jpg

Algler, tropik bölgelerde antifiriz maddesi üreterek sıcak okyanus yüzeylerinden aşağıda bulunan besinlereulaşabilirler. Antifiriz üretme özellikleri, suyun buharlaşarak havaya geçmesinin de temel nedenidir.

Algler antifiriz üretmeye ihtiyaç duyarlar, çünkü ürettikleri bu madde ile suyun buharlaşmasını sağlayarak havaya geçebilirler. Alglerin havaya geçip atmosferin üst bölgelerine çıkabilmesi ise uzak bölgelere yayılmalarına yardımcı olmaktadır. Hava akımları, bu küçük canlıların tüm gezegeni dolaşabilmeleri için oldukça etkili bir yoldur. Gökyüzünün bu canlılarla dolu olması işte bu yüzden hiç de şaşırtıcı değildir. Yeryüzünün hemen üzerindeki hava katmanında, çeşitli türlerden, metreküpte 10,000 kadar mikroorganizma tespit edilmiştir. Atmosferde 50 km. yüksekliğe kadar, alglerle aynı yöntemi kullanan canlı bakteri ve mantar çeşitleri bulunmaktadır. Bu canlılar, yeryüzündeki alglerin fotosentez işlemlerini hızlandırırlar. Fotosentez sonucu su yüzeyi ısınır ve bu durum su yüzeyinde kabarcıkların oluşmasını sağlar. Algler ise, adeta bir sonraki aşamada kabarcıkların patlayacağını ve böylelikle havaya ulaşabileceklerini bilircesine kabarcığın üzerindeki yerlerini alırlar. Patlayan kabarcık, alglerin planlarını gerçekleştirir. Artık sudan ayrılmış ve rahatça hareket edebilecekleri havanın içine geçebilmişlerdir.

DMS oluşurken çevresine ısı şeklinde enerji yayar. Bu enerji çevredeki havayı ısıtır ve ısınan hava yükselir. Alttaki hava, oluşan akımla yukarı çekilir ve bulutları oluşturur. Böylelikle su yüzeyindeki algler hava akımı ile yukarı çıkar ve yayılmak için yükselen hava hareketlerinin meydana getirdiği rüzgarı kullanırlar. Havaya yayılan alglerin büyük çoğunluğunun kırmızı olması başka bir önemli noktadır. Kırmızı renk, atmosferin üst katmanlarına çıktıklarında onları morötesi ışınlara karşı korumaktadır. (1)

Anlattığımız bütün bu sistem, böylesine küçük bir canlının gezegenimiz etrafına yayılabilmek için her türlü gereksinime ve mekanizmaya sahip olduğunu açıkça göstermektedir. Bir canlının atmosferin ısısını etkileyebilecek güçteki özel bir gazı üretmesi ve bununla dünyayı, tüm canlıların yaşamasına olanak verecek ortalama bir ısıda tutabilmesi özel bir dizayn ve planlamanın varolduğunun açık bir kanıtıdır. Üstelik hayret verici olan, herşeyin gazın üretiminden ibaret olmaması, bu gazın özel şekillerde üst katmanlara çıkabilmesi, bulutun oluşumuna sebep olması ve daha da önemlisi bu işlemlerin bir mikro canlının işine yarıyor olmasıdır. Daha önce belirttiğimiz gibi, evrimciler meydana gelen bu olaylar karşısında şaşkındırlar. Bu doğaldır, çünkü bir mikro canlının organize bir şekilde tüm dünyanın ekosistemini etkisi altına alması evrimin basit ve hayali mekanizmalarını tümüyle saf dışı bırakacak çok önemli bir delildir.
 
Bazı canlılar içlerinde halkalar bulunan pigmentlere sahiptirler. Bu halkanın özelliği etrafındaki elektronların serbestçe hareket edebiliyor olmasıdır. İşte bu nedenle söz konusu halka kolaylıkla elektron kazanabilir veya kaybedebilir. Dolayısıyla bu halka etrafındaki ışığı ve enerjiyi hemen yakalayabilir. Yeryüzüne gelen güneş ışığı da bu pigmentin kendisine çekebildiği enerjilerden biridir. Güneşin enerjisini yakalayan ve kendi bünyesine alabilen bu pigmente "klorofil" deriz. Eğer bir canlı "klorofile" sahipse, bu canlı "fotosentez" yapabilir.

Fotosentezi ne insanlar ne de hayvanlar gerçekleştirebilirler. Bu canlılar, klorofilden yoksundurlar. Bu işlem, laboratuvarlarda da yapay olarak gerçekleştirilemez. Klorofilde meydana gelen işlemler ve bu pigmentin sahip olduğu mekanizma son derece karmaşıktır ve henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Yeryüzünde yeşil bitkilerin dışında, sadece daha önce değindiğimiz fotosentetik bakteri ve birazdan inceleyeceğimiz algler fotosentez yapabilirler. Bu mikroskobik canlılar, fotosentez işlemi ile kendi enerjilerini karşılarken yeryüzünün de büyük bir gereksinimine cevap verirler. %30 oranında karbondioksit gazını içlerine çeker ve gezegenin %70'lik oksijen ihtiyacını karşılarlar. Ayrıca canlı türlerinin %70'i için besin sağlarlar. (1) Bu canlılar, sadece fotosentez yapabilecekleri bir mekanizmaya değil, bedenlerine aldıkları güneş ışığını vücutlarının ışık göremeyen kısımlarına taşımalarını sağlayan özel bölmelere ve mekanizmalara da sahiptirler. (2)

resim1_Algler_klorofil.jpg

Algler, klorofil içeren yeşil ve mavi-yeşil renkte ya da kahverengi ve kırmızı olabilmektedirler

Bu mikro canlıların insanlardaki gibi bir beyni yoktur, insanlar gibi düşünemez ve akıl kullanamazlar. Bedenleri ancak mikroskop altında görülebilen tek veya biraraya gelmiş birkaç hücreden ibarettir. Ancak bünyelerinde kendileri için yaratılmış olan mikroskobik bir fabrika ile ekolojik sistemin en önemli gereksinimlerini karşılarlar; oksijen ve besin. Şimdi mikro dünyanın bu kapsamlı işlevlere sahip elemanlarından en önemlisini, yani algleri daha yakından inceleyelim:

Algler sığ sularda yaygın olarak bulunan organizmalardır ve sıcak su kaynaklarından buz ve kar yüzeylerine kadar güneş ışığı gören her su yüzeyinde yaşayabilirler. Alg hücresi, renkli ve renksiz kısım olarak iki bölümden oluşur. Renksiz kısımda DNA ve bazı alglerde çekirdek bulunurken, bu bölümü çevreleyen renkli kısımda RNA ve renk veren çeşitli pigmentler bulunmaktadır.

Özel alg grupları içerdikleri pigment türü, hücre duvarları ve hareketliliklerine göre birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Algler, klorofil içeren yeşil veya mavi-yeşil renkte ya da kahverengi ve kırmızı olabilmektedirler. Kahverengi ve kırmızı olanlar yalnızca klorofil içermez, ayrıca yeşil rengi gizleyen karoten gibi pigmentleri de içerirler. (3) Algler ince ve katı bir hücre zarına sahiptirler. Bazı algler flagella adı verilen tüycüklerle hareket ederler. Hücrenin içinde kompleks bir çekirdek bulunmaktadır. Klorofil ise fotosentezin ışık reaksiyonlarını gerçekleştiren özel bir zar ile çevrilmiş, daha doğrusu korunmuş durumdadır.

Alglerin fotosentez dışında gerçekleştirdiği diğer önemli işlerden bir tanesi, içinde bulundukları suyun organik maddelerini büyük miktarda artırmalarıdır. Bu yolla suda yaşayan organizmaların besinlerini artırmaktadırlar. Dolayısıyla alglerin bulunduğu sular son derece verimli ve diğer canlıların yaşaması için oldukça elverişlidir. Algler aynı zamanda suların yenilenmesi açısından da temizleyici bir rol oynarlar. Doldurucu, hatta yapıcı özelliklere sahip olanlar, kıyı ve diplerin biçimini ve niteliğini değiştirirler. Suda yaşayan hayvanlara besin olur, onlar için besin üretir ve bu yönleriyle okyanus ortamında beslenme zincirinin temelini oluştururlar.

Bazı algler temel enerji olarak ışık ve CO2 kullanırlar. Kimileri ise basit organik maddelerden karmaşık organik maddeler üreterek bunlarla beslenirler. Alglerin kullandıkları ve ürettikleri enerjinin miktarını anlayabilmek için şu örneği verebiliriz. Atlantik Okyanusu'ndaki günlük enerji zincirinde, bir yaz gününde okyanus yüzeyine güneşten ulaşan enerji miktarı 2 milyar kaloridir. Bu enerjinin %99.5 yansıtılır ve dağıtılırken sadece %0.5'lik bir oran 1.670.000 gr. besin üretmek amacıyla tek hücreli algler tarafından kullanılır. Algler bunun %32'sini karbondioksit olarak alır, %8'ini ise organik madde olarak eritir ve dışarı atarlar. (4) %8'lik oran , gezegenin ihtiyacı olan organik madde miktarıdır. Söz konusu döngü ile bu organik madde diğer canlılara iletilmiş olur.

Algler özellikleri bakımından da çok yönlü olarak kullanılmaktadır. Çeşitli yiyeceklerin, ilaçların ve diğer endüstriyel ürünlerin kullanımında doğrudan kullanıldıkları gibi, çeşitli ürünlerin yapımında da çok önemli bir etkendirler. Bu ürünler, çeşitli yiyeceklerin, tıbbi ve kozmetik ürünlerinin yapımında da kullanılmaktadır. (5) Allah, bu küçük canlıyı, pek çok faydaya vesile kılmıştır. Elbette bu, üstün güç sahibi yüce yaratıcımız olan Allah'ın büyüklüğünün bir başka önemli delilidir
 
Denizde yaşayan kabuksuz sümüklüböcekler, mercanların ve benzer diğer organizmaların üzerlerinde yaşarlar. Bu canlılar kabuklarının olmaması sebebi ile balıklara karşı çok az bir korunmaya sahiptirler. Ancak bu savunmasız görünümlerine karşın düşmanlarından çok özel bir yöntemle korunurlar. Sümüklüböcekler, üzerinde yaşadıkları mercanların rengini aldıklarından fark edilemezler. Bu canlıların mercanlarla aynı renkte olmalarının tek sebebi alglerdir

resim7_mercan.jpg

Mercanlarla beslenen sümüklüböcekler, mercanı sindirirken, üzerindeki algi ayırarak onu canlı tutar. Alg sayesinde rengi değişir ve avcılar tarafından tanınması zorlaşır

Mercanlarla beslenen bu canlılar, mercanı sindirirken onun dokusunda bulunan algi ayırır ve onu canlı tutarlar. Sümüklüböcek bunu yapabilecek özel bir mekanizmaya sahiptir. Bedenine aldığı algi karnından dış yüzeyinde bulunan dokungaçlarının içine doğru hareket ettirir ve orada canlı olarak kalmasını sağlar. Bu yöntemle savunmasız olan deniz sümüklüböceği mükemmel bir kamuflaj sağlamış olur. (1) Sümüklüböceğin, bünyesine aldığı alg sayesinde artık rengi değişmiş ve çevredeki avcılar tarafından tanınması güçleşmiştir.

Acaba bir sümüklüböcek "renk" görebilir mi? Mercanın renginden haberdar mıdır ve onun rengini aldığında düşmanları tarafından fark edilemeyeceğini düşünebilir mi? Mercanlara renklerini veren canlıların algler olduğunu nasıl bilebilir ve yediği besin içinden algi ayrıştırması gerektiğini nasıl anlar? Bu canlıyı vücudunda nasıl canlı tutabilir ve dokungaçlarına kadar nasıl hareket ettirir? Bu korunmayı sağlamak için öncelikle tehlikeden nasıl bir yöntemle kaçabileceğini hesap etmesi, daha sonra mercanın içindeki renkli maddenin kaynağını araştırması, bunun kendi içinde sindirilmesini engelleyecek enzimler üretmesi ve bunu dokungaçlarına kadar taşıyacak bir mekanizma meydana getirmesi gerekmektedir. Bu saydıklarımız son derece detaylı ve bilimsel işlemlerdir. İnsanın uzun araştırmalar yapmasını ve çalışmasını gerektiren bu işlemler, kendinden ve çevresindeki diğer yaşamdan habersiz bir sümüklüböcek tarafından kolaylıkla, yaşadığı "her an" ve türünün tüm bireyleri tarafından gerçekleştirilmektedir. İnsanın başaramadığı bütün bu mucizevi işlemleri bu küçük canlı keşfetmiştir ve yaptığı işleri kusursuzca başarır. Başarır, çünkü varlığı ile Allah'ın mutlak varlığının delillerinden biridir. Allah'ı tanıyıp takdir eden insanların Allah'a olan yakınlıklarını artırmaktadır. Allah'ın varlığını insanlardan gizlemeye çalışarak tesadüfleri ilahlaştıran Darwinizm için ise büyük bir darbedir.
 
Geri
Top