Karabaş ve Kangal Köpek

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Güneşin Uykusu ve Umutlu Çocuk

Eskiden, yemyeşil vadilerin ve masmavi gökyüzünün buluştuğu, minik bir köyde, Toprak adında bir çocuk yaşardı. Toprak, diğer çocuklardan farklıydı; gözleri yıldızlar gibi parlardı ve kalbi, kocaman bir sevgiyle doluydu. En yakın arkadaşları ise, Karabaş adında siyah tüylü, kocaman bir kurt köpeği ve Kangal adında, heybetli mi heybetli, altın sarısı bir Kangal köpeğiydi.

Karabaş, Toprak'ın yaramazlıklarına eşlik eder, oyunlarda onunla koştururdu. Kangal ise, sakin ve bilge bir duruşuyla, Toprak'ı tehlikelerden korur, gerektiğinde yaramazlıklara karşı onu usulca uyarır gibiydi. Üçlü, köyün etrafındaki ormanlarda birlikte dolaşır, nehir kenarında oyunlar oynar, güneşin batışını seyrederlerdi.

Bir gün, köyü derin bir üzüntü kapladı. Güneş, artık eskisi gibi parlaklığını göstermiyordu. Sanki bir uykudaydı. Sabahları karanlık, öğlenleri kasvetli, akşamları ise soğuk ve ürkütücüydü. Bitkiler solmuş, çiçekler boyun bükmüştü. Köy halkı, bu duruma bir çare bulmak için çaresizce bir araya geliyordu.

Toprak, Karabaş ve Kangal, köydeki bu karanlığa çok üzülmüşlerdi. Toprak, kalbindeki umutla, bu duruma bir çözüm bulmaya karar verdi. "Güneşi uyandıralım!" dedi, gözleri parlayarak. Karabaş heyecanla havladı, Kangal ise başını hafifçe yana eğerek Toprak'ı onayladı.

Toprak, Karabaş ve Kangal, köyün en yaşlı bilgesi olan Ayşe Nine’nin yanına gittiler. Ayşe Nine, uzun yılların birikimiyle, yüzünde derin çizgiler taşıyan, bilge bir kadındı. Toprak, Ayşe Nine’ye güneşin neden uyuduğunu ve nasıl uyandırabileceklerini sordu.

Ayşe Nine, derin bir iç çekerek, "Güneş, kalplerdeki sevgi ve umut azalınca uykuya dalar," dedi. "Onu uyandırmak için, kalplerdeki sevgiyi ve umudu yeniden canlandırmamız gerek. Bunun için de, çok uzaklardaki 'Işık Çiçeği'ni bulmalıyız. Bu çiçek, güneşin kalbine dokununca onu yeniden uyandırır."

Toprak, bu zorlu görevi üstlenmeye hazırdı. Karabaş ve Kangal da ona eşlik etmeye can atıyorlardı. Ayşe Nine, onlara büyülü bir pusula ve bir harita verdi. Bu harita, Işık Çiçeği'nin yerini gösteriyor, pusula ise yolculukları boyunca onlara yardımcı olacaktı.

Toprak, Karabaş ve Kangal, ertesi sabah erkenden yola koyuldular. Yol boyunca pek çok zorlukla karşılaştılar. Yüksek dağları aştılar, derin vadilerden geçtiler, engin ormanlarda kayboldular. Karabaş, yaramazlığıyla onları güldürüyor, Kangal ise, kuvveti ve cesaretiyle, her tehlikeden onları koruyordu.

Bir gün, yolculukları sırasında, büyülü bir gölün kenarına geldiler. Gölün suyu, pırıl pırıldı ve içinde, rengarenk balıklar yüzüyordu. Ancak gölün etrafı sisle kaplıydı. Toprak, pusulayı kontrol ettiğinde, Işık Çiçeği'nin bu sisin ardında olduğunu anladı.

Ancak sisin içinden korkunç bir ses yükseldi. Sis canavarının sesiydi bu. Canavar, gölü koruyor ve kimsenin geçmesine izin vermiyordu. Toprak, biraz korksa da geri adım atmadı. "Biz, kalbimizdeki sevgi ve umutla buradayız," dedi canavara. "Sadece Işık Çiçeği'ni almak ve güneşi yeniden uyandırmak istiyoruz."

Sis canavarı, Toprak'ın cesaretine ve kalbindeki iyiliğe hayran kaldı. "Madem kalbiniz bu kadar temiz, size geçit vereceğim," dedi. Sis dağıldı ve canavar, gölün kenarından çekildi.

Toprak, Karabaş ve Kangal, gölün etrafından dolaşarak, Işık Çiçeği'nin bulunduğu yere ulaştılar. Çiçek, o kadar parlaktı ki, sanki güneşin kendisi minicik bir tohum gibi toprağa düşmüş gibiydi. Toprak, çiçeği nazikçe toprağından aldı ve kalbinin üzerine bastırdı.

O anda, gökyüzünde bir şimşek çaktı ve bütün köy aydınlandı. Güneş, yeniden parlamaya başlamıştı. Toprak, Karabaş ve Kangal, köylerine geri döndüklerinde, tüm köylülerin sevinç çığlıkları ile karşılaştılar.

O günden sonra, Toprak, Karabaş ve Kangal, köylerinde daha da sevilen, sayılan ve örnek alınan bir üçlü oldular. Toprak, kalbindeki sevgiyi ve umudu her zaman korudu. Karabaş, yaramazlıklarına devam etti ama artık daha sorumluydu. Kangal ise, bilgeliği ve koruyucu tavrıyla, herkesin güvencesi oldu. Ve böylece, güneş her gün yeniden doğmaya devam etti, kalpler sevgi ve umutla doldu.
 
Güneşin Gözlüğü ve Karabaş'ın Yaramazlığı

Güneşin yeniden parlamasıyla köyde hayat normale dönmüştü ama Toprak, Karabaş ve Kangal’ın maceraları bitmemişti. Bir gün, güneş o kadar parlaktı ki, herkes gözlerini zor açıyordu. Toprak, "Güneş bile çok parlıyor, gözlerimizi kamaştırıyor," diye söylenirken, Karabaş bir anda havaya zıplayarak kuyruğunu sallamaya başladı. Sanki bir fikir bulmuş gibiydi.

O anda, Karabaş gözlerini kısarak, köydeki eski bir sandıkta bulduğu, kocaman, yuvarlak bir şeyi ağzına aldı. Bu, bir zamanlar köyün yaşlı bir gözlükçüsüne ait olan, devasa bir güneş gözlüğüydü! Gözlük o kadar büyüktü ki, Karabaş'ın bütün kafasını kaplıyordu. Köy halkı kahkahalarla gülmeye başladı.

Karabaş, gözlükle dolaşırken garip sesler çıkarıyordu. Gözlüğün camları, güneşi o kadar garip yansıtıyordu ki, etraftaki her şey renk değiştiriyordu. Çiçekler mor, ağaçlar pembe, gökyüzü ise parlak turuncu görünüyordu. Karabaş, bu durumdan oldukça memnun kalmış, sanki dünyanın en komik palyaçosu gibi etrafta koşuşturuyordu.

Kangal ise bu duruma biraz şaşkınlıkla bakıyordu. Sanki "Bu da nereden çıktı?" der gibi bir hali vardı. Toprak, gülmekten kendini alamıyordu. Karabaş'ı durdurmak istese de, o kadar hızlı koşuyordu ki yakalamak imkansızdı. Karabaş, gözlüğüyle koşuştururken, köyün ortasındaki çeşmeye doğru yaklaştı. Ama gözlük o kadar büyüktü ki, mesafeyi tam olarak kestiremiyordu.

Ve işte o an, Karabaş, tam da çeşmenin kenarına geldiğinde, bir anda suya düştü! Gözlük, başından kaydı ve çeşmenin dibine doğru batmaya başladı. Karabaş, panikle havlamaya başlarken, suyun içinde çırpınıyordu. Kangal, hemen suya atlayarak Karabaş'ı kurtardı. Toprak, gülmekten yerlere yatarak, "Karabaş, yine yaptın yapacağını!" diye bağırdı.

Karabaş, sudan çıkıp, gözlüğün peşinden koşmaya çalışırken, suya düşen gözlük çeşmenin dibine takılıp kalmıştı. Toprak, uzun bir sopa buldu ve gözlüğü çıkarmaya çalıştı. Ama o kadar derindeydi ki, çıkarmak mümkün olmuyordu. O sırada, yaşlı Ayşe Nine yanlarına geldi. Ayşe Nine, gülerek, "Bırakın bakalım şu yaramaz gözlüğü, ona ihtiyacımız yok," dedi.

Ayşe Nine, cebinden küçük bir büyü tozu çıkardı ve çeşmeye serpti. Bir anda, çeşmedeki su renk değiştirerek parladı ve gözlük, suyun yüzeyine doğru yükseldi. Toprak, gözlüğü aldı ve Karabaş'a verdi. Ama Karabaş, artık gözlüğe bakmak bile istemiyordu. Sanki, "Ben bu yaramazlığıma bir ara vereyim en iyisi" der gibi bir hali vardı.

O günden sonra Karabaş, güneş gözlüğü takmadı ama yaramazlık yapmaktan da vazgeçmedi. Sadece, biraz daha dikkatli olmayı öğrendi. Kangal ise, her zamanki gibi sakin ve bilge duruşuyla, Karabaş'ın yaramazlıklarına tahammül ediyor ve Toprak'ı güldürmeye devam ediyordu.

Köyde hayat, güneşin parlaklığıyla birlikte neşeyle devam etti. Her gün yeni bir macera, yeni bir komik olay yaşanıyordu. Toprak, Karabaş ve Kangal, maceralarına devam ederken, köyün en sevilen üçlüsü olarak kalmaya devam ettiler. Çünkü hayat, onlar için her zaman eğlenceli ve şaşırtıcıydı. Ve herkes biliyordu ki, bu üçlünün maceraları asla bitmeyecekti!
 
Geri
Top