• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Karanfil Kokulu Bir Mektuptur Aşk

~meLek~

GalataSaray'ım
Yasal sarılışların terli yataklarında ölümcül dalgadır aşk, yosun tutmaz çarşafta
Ruhumuzun soğuk odalarını ısıtmaz nefesimiz, mutluluğun bedeli ödenir yasakla
Tanımsız bir maviliktir gökyüzü, çocuklar sıkılınca sonsuzluğuna bakarlar inatla
Kekre bir gözyaşıdır beklemek, sevdanın heybesini doldurur bir adam masallarla



Sırrımızın o kadim obalarında yorgun bir masalı dinlerken, gökyüzüne her baktığımızda insan olmanın erdemiyle, gönlümüzdeki o kıpır kıpır devinimlerle kendi masalımıza yürürüz. Kanatlarımızda alaz bir ıslaklık, kanımızda coşkulu ve haylaz bir kalabalıkla yararız yaşadığımız ovalardaki yaşam denizlerini. Neden bu kadar derinlere indiğimizi asla bilemeyiz. Ama ruhumuzdaki o sıkıntıya bir dokunuşun temasını hayal edip gönlümüzü çocuklaştıran armonilerle ve kapımıza gelip dayanan o mutluluk süvarileriyle karşılaşmayı isteriz.

Düşün ki, yüreğimizin yüklerini bir yere boşaltabilmek harika bir mutluluk pozudur. O yorgun anlarımızda soluklanıp bir ayrıntıya dalabilmek, bir sevgilinin gözlerinde yaşam olabilmek, yıllar ötesine giderek yollar aşabilmek zor değil. Hayatın ayrıntı karelerinde mutluluk asılıdır gülüm. Biz o ayrıntıların her karesinden mutluluğu çıkaramazsak, gökyüzünü bir çocuk gibi zıplayıp avuçlayamazsak neye yarar yaşamak, neye kar eder hayatı anlatmak.

Çoğul mutlulukların raflarında hep an’ların tozları birikir, bu yüzden dünleri unutmak zordur ve eskimiş değerlerimizi bir eskiciye vermek bunun için zordur. Yürüdüğümüz anların yelesinde mutluluğu okşarken ellerimiz ve seviştiğimiz zamanların o kirli yataklarında tertemiz sevinçlerle, arıtılamayacak coşkularla birbirine değerken nefesimiz an ne kadar saydamsa, işte o kadar sevinç doludur aşkın heybesi.

Çıplak suların yangın teninden sıyrılarak dinledim sensizlikte ruhumu. Objeleri aşka dönüktü güneşin, sıkılgan ruh halimizdi gündüzün ve sen bayram urbalarını giydiriyordun çocuksu sevinçlerimizin. Uzak şehirler gibiydi üzgün hallerimizde aşk. Yakasız gömlek, ütüsüz ceketti ve sen uzansan dudağıma değecektin. Sustuk öylece yokluğa, darıldık bizi üzen uzaklığa ve sonra yine sarıldık olmazlığa. Vakit sen oldu, an kendi içinde çıkmaz bir yol oldu birden, dumur gözlerine anladım ki mutluluğun yaşları oturdu.

O iç yalnızlığını giyindikçe yaşamın, ben kendi gökyüzümün isli bulutları altında ağlamayı sever oldum. O sıvası dökülmüş kırık boyalı duvarlarda aşkın çileli hanelerinde gam ve keder öğütür kadınlar, duman çeker bir adam yüreğinin girdaplarına ve öğünür umuduyla özlem ekinleri boy verirken uzaklarda. Kendimizle sevişmemizin hareli yataklarında bir yalnızlık kokusu vardır. O bize iç sesimizin alyansını sunan zaman düşleriyle, ruhumuzu kendinden eden bir kadının işveli öpüşleriyle yıkılır mihrabımız, dal kuruluğuna isyan eder, deniz sarılığına. Yeşil düşünüşler ömrümüzün ak denizlerine sokulur, en ücramızda bile ansızın sevdanın o mor yapraklı çiçekleri açar.

Ne çok olmuş sarılmayalı sana karanfil kokulum. Ne çok olmuş gözümün siperine alıp seni yıldız ülkelerine götürmeyeli. Umut zemherilerini gövdemin alaz yataklarından toplayıp, gönül yapılarımı seninle bire üçe beşe katlayıp sana geldim işte. Uzan gövdemin aşkla dalgalanan çardağına, uzan gönlümün ölümsüz kırlarına ve daya yüreğini seven gönlümün fiyakalı surlarına. Ben, sana koşup gelen bir sevdalıydım o an. Ben seni sevmeye âşık, ben seni sarmaya sırnaşık bir adamdım ve tüm sevi yüklerimi yanı başına boşaltarak gözlerine bir ışık gibi aktım ve senin o sevinç parıltılarını haberin bile olmadan çalarak kendimle barıştım. Biz o mutluluk odasında yapayalnızdık bir zaman sonra ve aşka dokunarak düşlerimizle seviştik. İçimizin harami ganimetlerini yine oraya serptik.

Bizler hep var olmak istediğimiz bir meridyen ararız gölgemize, içimizin dalgakıran boşluğuna tutunarak uzak ülkeler aşarız. Yine kendimize döndürür hayat ve yine bir rulet gibi bizi kendi içinde çevirir AŞK denen yaşamak. Peki’lerle tamlanan o yüzümüzün üzgün çizgilerine bir kuşun kanadı değer, içimizin alaz penceresinden rüzgârı kapı dışı ederken mevsim şarkıları yüreğimizi deler. İmbat yağmurları çoğul bir düşünüşün senfonisiyle dalar ruhumuza, biz insan sevinçlerimizin perdelerini güneşe siper ederken. Aşk sarılır kendine ve dökülür bir sevinç gibi ağrılı yüreğimizin şefkate muhtaç köşelerine.

Aşkın rengi kendi ırmağında yuvarlanan bir yaprağın özünde gizlidir, görmek istersen önce suya gireceksin. Aşkın rengi sevdanın musallasında yatan aşığın gözlerindedir, onu da görmek istersen aynı musallaya yatmayı göze alacaksın. Aşkın asil rengi sevebilmekten geçer, onu yüreğinde hissetmediğin sürece renklerin asıl anlamlarını asla bilemeyeceksin. Gün gelecek, vakit gelecek yine orada, o odada bir araya geldiğimizde, yine düşlerin yakasını tuttuğumuzda aşkı fısıldayacağız birbirimize. Anlar saygılı bir sessizlik olacak, vakitler sevişmelerle süslenecek ve gönül ağrımız işte o an tatlı bir huzurla esneyecek.



Hikâyesi: Karanfil kokulu bir mektuptur aşk, ne açmaya gücün yeter, ne de koklamaya yüreğin. O içimizdeki s/özsüz cümleleri birbirine ekleyerek s/öz olabilmek içimizdeki dünyaya ve anlatabilmek bir çırpıda o yangın mevsimlerini. Anlatabiliyorsak iyiyiz/ya/anlatamazsak!.. Hangisi yaman ağrıdır, hangisi soğuk bir rüzgarın ıslığıdır böylesine yüzümüzde konaklayan, hangi acı hatırayla demlenip, aşka filizlenir!.
Ne denir ki yüreğin yaşayamadıklarını, ya da yaşadım farz edip saramadıklarını betimlemesine. O iç sesimizin miadı takvimlerine günün gözyaşı düşmeden, o fiyakalı yalnızlığımızın bağları bir sarılışla çözülmeden hangi söz anlatır gökyüzümüzün hangi renk olduğunu...
Aşk, kayıp bir düşünce, yankımızdan önce bizim ruh isyanımız olur işte böyle....


Selahattin YETKİN
 
Geri
Top