Konuya cevap yaz

II. YANLIŞLAMACILIĞA DOĞRU


Birinci kısımda Popper’in bilim felsefesi anlayışında eleştirel tutumun önemi açıklanmaya çalışılmış ve yanlışlamacılık için bir temel oluştululmak istenmiştir. Bu kısımda yanlışlamacılığın neye tepki ve hangi soruna yanıt olduğu açıklanmak suretiyle, yanlışlamacılığa adım adım ulaşılacaktır.


A. VİYANA ÇEVRESİ VE DOĞRULAMACILIK


Mantıksal olgucular ya da Yeni Olgucular olarak da adlandırılan Viyana Çevresi’nin başlıca temsilcileri; Moritz Schlick, Rudolf Carnap ve Otto Neurath’tır.


Viyana Çevresi’nin en temel öğretisi doğrulamacılıktı: “Herşey doğrulanabilirlik ilkesi denilen ve Schlick tarafından ‘bir önermenin anlamı onun doğrulama yöntemidir.’ diye özlü bir biçimde dile getirilen, ilkeye bağlıyıdı” (Magee, 1979:175). Ayer -mantıksal olguculuğu Language, Truth and Logic (Dil, Doğruluk ve Mantık) adlı eseriyle İngiltere’ye getiren kişidir- bunun iki anlamı olduğunu söyler: “Brincisi, deney ve gözlemle -duyusal gözlemle- doğrulanamayan herşeyin anlamsız olmasıydı. (…) İkincisi ise, önceleri Schlick’in yorumladığı biçimde, bir önermenin anlamı onu neyin doğrulayacağını söyleyerek betimlenebilir olmasını gerektiriyordu” (Magee, 1979:176).


Görüldüğü gibi Mantıkçı Pozitivizm’in temel sorunu “amlamsızlık”tır. Onlara göre metafizik olan, gözlemle doğrulanamayan herşey anlamsızdır. Carnap anlamsızlığı iki sınıfa ayırır. Birincisi “sözdizimi (sentaks) bakımından doğru kurulmuş önermelerde anlamsız sözcükler yer alır -bununla şu da öne sürülmüş olur: bu gibi sözcükleri içinde blulunduran tüm tümceler için de doğrulama koşulları verilmemiştir” (Akarasu, 1979:160). Bu anlamsız sözcüklere örnek olarak, “mutlak”, “koşulsuz olan”, “gerçekten varolan”, “hiçlik”, “evrentemelli” vb. sözcükleri verir. “Anlamsızlığın ikinci sınıfı şurada bulunur: Anlamlı deyimler sözdizimi bakımından bozuk bir biçimde biraraya getirlirler. Bu çeşitten anlamsızlığa örnek ‘Sezar bir sayıdır.’, ‘kırçiçeği bir hayvandır’” (Akarsu, 1979:161).


Metafizik önermeler daha çok Carnap’ın ayırdığı anlamsızlığın birinci sınıfınına dahildir. Carnap’a göre metafizik sorunlar görüntü-sorunlardır. Başka bir ifadeyle sorun dahi değillerdir, çünkü bunlar anlamsızdır. Örneğin biri gerçekçi (realist) öteki idealist ya da tekbenci (solipist) iki coğrafyacı olduğunu düşünelim. Her ikisi de Brezilya’nın ortasında belli bir gölün olup olmadığını araştıracaklar. O bölgeye yapılan bilimsel bir gezi ve empirik araştırmalar sonucu gölün mevcut olduğunu ve gölün coğrafi durumunu, derinliği, yüzölçümü vb. ölçümleri alıyorlar. Bu iki araştırmacının bu ölçümlerde bir karşıtlığı bulunmayacaktır. “Ama eğer (…) biri gölün yalnızca var olmakla kalmayıp ayrıca bilinçten bağımsız bir gerçekliği olduğunu öne sürerse, buna karşılık tekbenci de böyle bir gerçeği yadsırsa, her ikisi de artık empirik araştırmacı olarak değil, metafizikçi olarak konuşuyorlar demektir” (Akarsu, 1979:161). Empirik araştırmalar bitmiş olduğundan ve bu görüş ayrılıklarını karara vardıracak hiç bir yol olmadığından, gerçekçi sav da solipist sav da anlamlı olarak kabul edilemez sonucuna varılır. 


Hem doğrulamacılık hem de metafiziğin anlamsızlığı Popper tarafından eleştirilecektir.


B. DOĞRULAMACILIĞIN ELEŞTİRİSİ


Popper doğrulamacılığı Hume Problemi olarak da adlandırılan Tümevarım Problemi ve ayrıca Sınırkoyma Problemi bağlamında değerlendirir. Bu noktalara geçmeden önce Popper’in metafiziğin anlamsızlığı görüşüne eleştirisi, bu bölüm için bir giriş niteliği taşıyacaktır.


1. Metafiziğin Anlamlılığı


Popper’e göre; metafiziğin anlamsızlığının ya da daha genel bir ifadeyle anlamlı/anlamsız ayrımının ortaya konması, hatalıdır ve bu aynı anda hem çok geniş hem de çok dar bir tutumdur: Bilimsel kuramlar da dahil tüm düşünceleri, inançları, iddiaları yadsıması ve anlamsız kılması açısından çok geniş, yalnızca empirik önermeleri anlamlı kılması açısından da çok dardır.


“Karl Popper’le Söyleşi”de Magee’nin; bilimin dışında kalan herşeyin anlamsız olduğu görüşüne Popper’in hiç katılmadığı saptamasını ortaya atması sonucu Popper bunu şöyle yanıtlar:


“Hayır, hiçbir zaman. Bence çürütülemez bir önerme deney bilimlerinin olamaz, ama bu onu anlamsız kılmaz. Bilimsel kuramlarımızın pekçoğu sınanamaz bilimöncesi kuramlardan geliştirildi. Newton’un kuramının geçmişinin izi Anaksimandros’a Hesiedos’a kadar geri götürülebilir; eski atomculuk kuramı 1905’lere kadar sınanamaz olarak kaldı. Doğrusu bilimsel kuramlarımızın çoğu bilimöncesi öykülerden doğmuştur. Bu öykülere ‘anlamsız’ demenin yanıltıcı olacağını düşünüyorum” (Magee, 1996:29-30).


Görüldüğü gibi Popper, metafiziğin ne anlamsız olduğunu ne de bilimsel olduğunu savunuyor.



2. Tümevarım ve Doğrulamacılığın Sorunları


a) Tümevarım (Hume) Problemi


Bilimsel Araştırmanın Mantığı’nda birinci bölümde Popper, konuya Tümevarım Problemi ile girer. Tekil önermelerden tümel önermelere varma yöntemine tümevarım yöntemi denir ve “tümevarımlı çıkarımların temellendirilip temellendirilemeyeceği ya da hangi koşullarda temellendirilip temellendirilemeyeceği sorusu tümevarım sorunu olarak bilinir” (Popper, 1996c: 36).



Şu basit örnekle tümevarımı ve tümevarım problemini örneklendirelelim:


“Bir taşı havaya bin kere attık ve hep geri düştü - hiç bir zaman havada kalmadı ya da kül gibi dağılmadı ya da bir tırtıla dönüşmedi. Dolayısıyla eğer ileride bir taşı havaya atarsak onun yere düşeceği sonucuna vardık. ‘Her zaman yere düşüyor.’ önermesinden ‘Yere düşecek.’ sonucunu geçerli bir şekilde çıkaramayız fakat her zaman düştüğü olgusal gerçekliğini, gelecekte de böyle yapacağına delil kabul ederiz” (Hospers, 1994:51). “Bu türden düzenlilikleri doğa yasası olarak kabul ederiz. Ama bu düzenliliklerin meydana gelmeye devam edeceğini nasıl bilebiliriz [italikler benim]” (Hospers, 1994:52-53).


İşte, bir tümevarımcı bu tip bir soruya doyurucu bir yanıt veremez, ancak şöyle diyebilir: “Gelecekte de geçmişte işlediği gibi işleyeceğine emin olduğumuz şeyler, yazı tura atışları ya da başkalarının ölümleri değil doğanın yasalarıdır” (Hospers, 1994:53). Ne var ki, şüpheci görüş bunu yeterli bulmaz, çünkü ona göre geçmişte meydana gelen olayların gelecekte de devam edeceğine dair hiçbir mantıksal neden öne sürülemez. Hume bunu şöyle dile getirir:


“[deneylerden çıkarılan] bütün delliller [geçmişin geleceğe] benzeyeceği varsayımı ile temellendirildiği için; deneylerden çıkarılan herhangi bir delilin; geçmişe benzerliğini ispat edebilmesi imkansızdır. Olayların akışının her zaman düzenli olduğunun önceden kabul edilmesi tek başına; yeni bir argüman ya da yeni bir çıkarsama olmadan; bunun gelecekte de devam edeceğini ispatlamaz” (aktaran, Hospers, 1994:55).


Hume’un bu şüpheciliği Bertrand Russell’a şu saptamayı yapmasına neden olmuştur: “Usdışının bütün XIX. yüzyıl ile XX. yüzyılın geride bıraktığımız bölümü boyunca gösterdiği gelişme, Hume’un deneyciliği yıkışının doğal sonucudur” (aktaran, Popper, 1996d:83).


Popper, Hume (tümevarım) problemine bu bağlamda hem mantıksal (Hm), hem de psikolojik (ruhbilimsel) (Hrb) olarak yaklaşır.


“Hm Deneylerimizin olduğu [yinelenmiş] durumlardan, deneyimlerimizin olmadığı diğer durumlara [sonuçlara] doğru uslamlamada bulunmakta haklı mıyız? Hume’un Hm’ye yanıtı, ne kadar çok olursa olsun, hayırdır. (…) Hume’un ruhbilimle ilgili sorunu şudur: Hrb Neden aklı başında insanların tümü, gerçekten, deneyimini edinmiş olmadıkları durumların, deneyimini edinmiş oldukları durumlara uyacağını beklerler- buna inanırlar? (…) Hume’un Hrb’ye yanıtı şudur: ‘Huy ya da alışkanlık’ yüzünden; yani, yinelemelerle, idealarımn çağrışım mekanizmasıyla koşullandırdığımız için; Hume, bu mekanizma olmasaydı yaşamımızı sürdüremezdik der” (Popper, 1996d: 86-87).


Popper, tümevarım sorununa yanıt ararken Hume problemine bu şekilde yaklaşır ve ruhbilimsel olan, inanaca dayalı terimleri yani öznel terimleri, nesnel terimlere çevirmekle işe başlar. Popper’e (1996d:88-89) göre “bir kez mantıksal sorun Hm, çözüldü mü, çözüm (…) aktarım ilkesine dayanarak ruhbilimsel soruna Hrb’ye aktarılır.” Bu da Hume’un usdışıcılığını dışarıda bırakır.


Popper Hume’un mantıksal sorununu yeniden şu biçimlerde dile getirir:

“M1 Açıklayıcı evrensel kuramın doğru olduğu savı ‘deneysel gereçekler’ aracılığıyla (…) birtakım test önermelerinin ya da gözlem önermelerinin (ki deneye dayandıkları söylenebilir) doğruluğu varsayılarak haklı çıkarılabilir mi?” (Popper, 1996d:89-90).


Popper’in bu soruya yanıtı Hume’unkiyle aynıdır: “Hayır, haklı çıkaramayız; hiçbir sayıda doğru test önermesi, açıklayıcı bir evrensel kuramın doğru olduğu savını haklı çıkarmaz.” (Popper, 1996d:90)


Popper bu akıl yürütmeyi ilerletir. Hume’un “doğrudur” kavramı yerine soruna “doğrudur ya da yanlıştır” kavrımını koyar:


“M2 ‘Deneysel gereçekler’ açıklayıcı bir kuramın doru ya da yanlış olduğu savını haklı çıkarabilir mi; yani, test önermelerinin doğruluğu sayıltısı, ister evrensel bir kuramın doğru olduğu savını ister yanlış olduğu [3] savını haklı çıkarabilir mi?” (Popper, 1996d: 90).


Popper’in bu soruya yanıtı olumludur.


“M3 Böyle ‘deneysel gerekçeler’, birbirleriyle çelişen evrensel kuramları, doğruluğa ya da yanlışlığa göre, bir diğerine yeğlemeyi, haklı çıkarabilir mi? M2’ye yanıtım ışığında M3’ün yanıtı da açık oluverir: Evet, şanslıysak kimileyin haklı çıkabilir. Çünkü test önermelerimiz, çekişen kuramların kimilerini -ama tümünü değil- çürütebilir; madem ki doğru bir kuram arıyoruz, yanlışlığı kanıtlanmamış olanları yeğleyeceğiz” (Popper, 1996d: 90-91).


Bu akıl yürütmelerle Popper, usdışılığa götüren tümevarım sorununa yanıt bulduğunu söyler. Yanıt bulduğu sorun şudur: “Russel, Hume’un Hm’ye verdiği yanıtla a) ussallık, b) deneycilik, c) bilimsel işlemler arasında uyuşmazlık olduğunu vurgular” (Popper, 1996d:88). İşte Popper, yanıtıyla, bilim ile deney arasındaki uyuşmazlık sorunu tersine çevirir. Bunu yanlışlamacılık ile sağlar.


Özetle Popper’in verdiği yanıtların anlamı şudur: Popper, M1’e verdiği yanıt ile, kuramlara varsayımsal ya da kestirimsel diyebileceğimiz sanılar olarak bakmamız gerektiğini söyler (Popper, 1996d:92). M2’ye verdiği yanıt yanlışlamacılığı, M3’e verdiği yanıt, doğruya tam olarak ulaşılamasa da doğruya yakın olanın saptanabilceğini, bir kuramın diğer bir kurama yeğlenebileceğini anlatır.


b) Sınırkoyma Problemi


Sınırkoyma Problemi (problem of demarcation) kısaca bilim olan ile bilim olmayan arasındaki sınırın ne olduğunu ortaya koyma problemidir. Popper’in (1996c: 43) ifadesiyle; “bir yandan deney bilimlerini öte yandan matematikle mantığı olduğu kadar ‘metafizik’ dizgeleri birbirinden ayırabilmemizi sağlayacak bir ölçüt bulma problemine sınırkoyma problemi” denir. Daha önce de açıklandığı gibi, Viyana Çevresine göre bilim ile metafiziği birbirinden ayıran sınır, doğrulamacılıktır. Doğrulamacılığın eleştirisi ise, bu yöntemin sınırkoyma ölçütü olarak kullanılamayacağını gösterir.


Popper, doğrulamacılık ilkesi hem çok geniş hem de çok dar derken kastettiği de bu yöntemin aksaklıkları idi. Eğer bilim olan ile olmayan arasındaki sınır, onun doğrulanabilirliği olsaydı o zaman bir teoloji de bilim kavramı altında değerlendirilebilirdi, çünkü bir teolog dünyaya her bakışında Tanrı’nın varlığını doğrulayan binlerce empirik veri bize sunabilir. Popper buna, Marx’ın tarih kuramını [4], Freud’un ruhçözümünü ve Alfred Adler’in ‘birey ruhbilimi’ diye adlandırdığı kuramını da ekliyor.


Adlerci ve Freudcu görüş, Popper’e göre sürekli doğrulanabilirdir; çünkü birbirine zıt, iki farklı olayda dahi aynı anahtar çözümleme her iki olayın da aynı kefeye konulabileceğini açığa çıkarır.


“Bir çocuğu boğmak niyetiyle suya iten adamın eylemiyle, çocuğu kurtarmak amacıyla kendi canını feda eden adamın davranışı. Bu iki olayın ikisi de hem Adlerci hem de Freudcu terimlerle aynı kolaylıkla açıklanabilir. Freud’a göre birinci adam bastırılmış dürtüleri (örneğin Oidipus kompleksinin bir bileşeni) yüzünden hastadır, ikinci adam ise bunları yüceltmeyi başarmıştır. Adler’e göre ise birinci adamın derdi aşağılık duygusudur (ve olasılıkla, bir suç işlemeye cüret edebileceğini kendi kendine kanıtlama ihtiyacı yaratmaktadır); ikinci adamınki de aynıdır (ancak bu kez duyulan ihtiyaç, çocuğu kurtarmaya cüret edebileceğini kanıtlamaya yöneliktir)” Popper, 1996a: 168).


Kısaca, bu kuramların aslında en büyük çekiciliği, en büyük handikaplarını oluşturur Popper’e göre: Olgularca hep doğrulanması. Peki Popper bu sınırkoyma probleminin önüne nasıl geçer? Cevap yanlışlamacılıktır.










Beşten, üç çıkarsa kaç kalır?
Geri
Top