Yazar: Haydar Ersöz
Yere bakmak.
Bakışları insanı ele verir.
Ruhun aynasıdır.
Ruhsal sorunları olanlar bakışlarını toplayamazlar, gözlere bakamazlar.
Yalan söyleyenler gözlerini kaçırırlar.
Entrika planlayanlar gözlere bakamazlar.
Gözlere bakmak mertlik işidir, vicdanı, kalbi rahat özgür olanlar çekinmezler, korkmazlar, dimdik bakarlar, gülerek, severek.
Öfkelendiklerinde de bakışları kıvılcımlar saçan şimşek olur, kimse karşısında duramaz.
O bakışlarla karşılaşmaya yüreği yetmeyenler o bakışları kırmaya, eğmeye uğraşmışlar tarih boyu.
Ertuğral Gazi Ahi dergahında Erenler postuna niyaz ederek Gazilik kemeri kuşanmıştı.
Yoldan çıkan padişahlar büyük atasından devraldıkları bu kuşağa diz çöktürerek, etek öptürmeye vardırdılar işi.
Post unutulmuştu, padişahım çok yaşacılar çevrelerini kuşatmışlardı.
İngiltere Kraliçesi de herkesi önünde diz çökmeye mecbur eder. Dünya imparatoru olmaktır bu. Herkese diz çöktürmek.
Krallar, başbakanlar, vekiller, lordlar, bankerler, burjuvalar, herkes Kraliçenin önünde diz çökerek selam verir.
Biat kültürüdür bu. Boyun eğmek, otoriteye girmek. Üstünlüğünü kabul etmek.
Sultanlar gözlerine bakmayı yasaklamışlar. Kimse sultanın gözüne bakmayacak. Sultan tek başına en yukarı bakacak. Ümmet, kullar ise aşağı bakacak.
Bu kurala büyük ihtimalle Akşemseddin uymamıştır, sultanların en bilgesi ve en güçlülerinden kabul edilen Fatih'in gözlerinin içine bakmıştır. O nedenle Fatih Akşemseddin'i bırakmak istememiş olmalıdır. O kudreti, kudretteki yumuşaklığı, yumuşaktaki kararlılığı, kararlılıktaki ışığı, pırıltıyı gören biri sultan bile olsa karşısında erir.
O kendine güven, o kadar büyük bir sultanı reddeder, değirmenine döner, kendine ait olan mekana. Kendi olamayacağı sarayı istemez.
Bedreddin'i sorguya çeken Çelebi Mehmet karşısında eriyor. Eridiğini gizlemek, üste çıkabilmek için diyor ki; "yüzün solmuş, korkuyor musun?" Bedreddin cevap veriyor; "güneş batarken solar, sararır". Bunun anlamı güneş batarken de güneştir, ya sen...?
Pir Sultan ile Yavuz karşılaşsaydı ne olurdu acep, kim gözlerini kaçırırdı? Babasının katili, entrikaların sultanı, kendi ana dili, aidiyeti olmadığı için farsça şiirler yazan, ordusuna güvenen Yavuz mu, Hakka güvenen, ruhu da, vicdanı da güneş gibi parlak, temmuz gibi sıcak, "Benim itlerim bile haram yemez" diyen Pir Sultan mı? Hangisinin sultanlığı gerçek kudret idi?
Gönüller Sultanı olmak mı, İdrisi Bitlisi'ye sultan olmak mı?
Hacı Bayram Veli'yi Ankara'da namaz kılmıyor, öğrencilerine dilencilik yaptırıyor, camiye gelmiyor diye ulema hapseder, zincire vururlar. Ama gücünü kerametini de bildikleri için korkup idam etmeye de cesaret edemezler. O sırada ordularıyla Ankara'ya gelmekte olan Yıldırım Han'ın karşısına götürürler zincirlenmiş olarak.
Yıldırım ise bir gece önce onu rüyasında görmüştür, onun o halini görünce öfkeyle köpürür ve onu zincire vuranların kellesini alır. Babası yaşındaki Veli'nin ellerini öper, bağışlanmasını diler.
Veli'nin elleri ayakları zincirli, yüzü gözü kan revan içindedir, ancak gözlerindeki pırıltı eskisinden daha güçlüdür.
Timur ile savaşmaya giden Yıldırım'ın gözleri o yaşlı acılı gözlerin karşısında sönük kalmıştır.
Erenler, dergahın eşiğine yüz sürerek içeri girerler. Eşiğe niyaz ederler.
Dergahın eşiğine ulaşıncaya kadar bakışları düşürülmüştür, gözleri eğilmiştir, boyunları bükülmüştür, onurları kırılmıştır, ayak altı ile aynı seviyeye ulaşmıştır.
O eşik er kişinin en aşağıdan doğrulmaya başladığı mekandır. İçeri girince onu ezen, aşağılayan, kıran, inciten dünyevi yüklerin tamamından sıyrılır ve doğrulur, Kırkalar ceminde dara düş olduğunda dimdik olurlar. Vicdanı, aklı, fikri, sevgisi, aşkı arşı alaya yükseltir. Gözler göğün en yükseğine Hakka bakar. Hakan, Sultan sönük kalır.
Temiz bir vicdan yer ile göğün direğidir.
Duru bir sevgi Dünya'yı dolduran günışığıdır.
Dümdüz bakan gözler mertliğin okudur,
kimse eğemez, bükemez.
Onurlu bir baş, sadece sevgilinin göğsünün, gülün kokusuna, eğilir,
aşk ile.
alıntıdır