İsfahan şehrinde çok âdil, halkı tarafından çok sevilen bir hükümdar ve bu hükümdarın bir de "keşiş"
hazinedarı vardır. Onca varlığa rağmen çocukları yoktur, mutsuzdurlar. Ne zaman ki Hanım Sultan ve
keşişin karısı, kudret elmasını bölüşüp yerler; hükümdarın bir oğlu, keşişin de bir kızı olur.
Hanımlar daha elmayı dişlediklerinde, çocukları olursa birbirleriyle evlendirmeye ahdetmişlerdir.
Fakat keşiş böyle bir beraberliğe razı değildir. Daha kızı Aslı bebek yaştayken, ailece İsfahan'ı
terk ederler. Hükümdar oğlu Ahmet Mirza büyür. Rüyasındaki sevgilisinin aşkıyla yanmaktadır.
Kardeşten daha çok sevdiği Sofu ile birlikte yollara düşer. O, artık Âşık Kerem olmuştur.
Kerem, Sofu ile birlikte Van'a gelir. Atlarını hana bağlayıp kahveye misafir olurlar. Akşam olunca
üç beş ahbap toplanır. Hoş beşten sonra "Âşık bize hallerini de bakalım" diyerek türkü isterler.
Kerem alır sazı eline, bakalım ne der:
Hey ağalar hangi derde yanayım
Yitirdim Aslı'mı gören olmadı
Pervâneler gibi yandım tutuştum
Yandım alevimi gören olmadı.
Aslı Han, Müslüman olmuştur. Köşklerinin bahçesinde Kerem'le birliktedir. Gece kaçmayı
kararlaştırırlar. Kerem kahveye gelir. Çevresindekiler bir türkü niyaz ederler. Aklında kervan
kıranın erken batması ve sarı yıldızın geç doğması, gecenin uzun bir karanlığa dalması dileği
vardır.
Sabah oldu şavkın batmaz
Döne kervan kıran döne
Aşk ateşi serden gitmez
Niye doğdun sarı yıldız?
Yıldızlarda ne ruşensin
Alem içre perişansın
Garip yurduna düşmansın
Niye doğdun evler yıkan
beller büken?
Sana kervan kıran derler
Yâre ikrar veren derler
Bana Dertli Kerem derler
Niye doğdun sarı yıldız?
Kerem, Aslı Han'ın yurtlarının Gence'ye göçtüğünü öğrenir ve Sofu ile yollara düşerler. Yolda Kerem
görür ki gökte bir bölük turna uçup gitmekte. "Sofu Kardaş, getir şu sazı; turnalara anamı, babamı,
Aslı'yı sorayım" der...
Aşıp aşıp karlı dağlar gelirsin
Eğlen turnam eğlen haber sorayım
Bizim elden ne haberler bilirsin
Eğlen turnam eğlen haber sorayım.
Kerem ile Sofu, Gökbelen'e gelmişlerdir. Atları handa, kendileri kahvede sabahlamışlardır. Günün
mahmurluğunda kahvenin önünden güzeller geçmektedir. İçlerinde biri vardır ki güzeller güzeli. Kerem
onu Aslı'ya benzetir. Alır sazı...
Her sabah her sabah gel geç buradan
Gamı gasaveti kaldır aradan
Ne güzel yaratmış seni yaradan
Ben de seni yaradanın kuluyum.
Göy göy olur Gökbelen'in çınarı
Elinde olur yiğitlerin fermânı
Sana derim sana kahveci pınarı
Benim yârim buralardan geçti mi?
Kerem ile Sofu yine yollarda. Kelbe köyünde konaklarlar. Köylülere buradan bir keşiş ailesinin geçip
geçmediğini sorarlar. Kars'a doğru gittiklerini, ancak dört ay olduğunu öğrenirler. Yolda yine turna
katarı görürler. Kerem sazıyla buluşur:
Dertli Kerem der ki uğradım derde
Canım kurban olsun merd oğlu merde
Allı turnam ne gezersin buyerde
Yok mu sizin vatanınız eliniz?
Azerbaycan'a girmişlerdir, Şuşa yolundadırlar. Yolda gördüklerine "Buradan bir keşiş, bir kadın, bir
de kız geçti mi?" diye sual ederler. Ama hep "Görmedik" cevabını alırlar. Şuşa'ya gelip kahveye
yerleşirler. Akşam Kerem sazını alır, bağrına basar:
Ne vakit ki han Aslımdan ayrıldım
Beni öldürmeli döğmeli değil
Gece gündüz ah ederek yanarım
Beni öldürmeli döğmeli değil.
Yedi yıldır hatırını sormadım
Geçti ömrüm bir murada ermedim
Fırsat elde iken demler sürmedim
Beni öldürmeli döğmeli değil.
Keşişin karısı ve kızıyla Karapınar'a doğru gittiklerini öğrenirler. Ertesi gün erkenden yola
düşerler. Seher yeli esmeye başlayınca Kerem "Sofu eğlen hele, şu seher yeriyle sevdiğime bir selam
göndereyim" der ve sazına sarılır:
Eğer gider isen bizim ellere
Eğlen biraz burda dur seher yeli
Bir nâmem var göndereyim yarıma
Götür Aslı Han'a ver seher yeli.
Tercan yöresinde Şogun deresine geldiklerinde bir yaralı ceylan görürler. O hâliyle yavrularını
emzirmektedir. "İlâhi avcı kolun kırılsın. Bu yavrulara da mı acımadın" diye kargışta bulunur. Yola
devam ederken iki avcı ile karşılaşırlar. Biraz sohbetten sonra avcılar türkü ister. Kerem'in
türküsü ceylan içindir:
Süre süre avcı dağdan indirmiş
Kaç kuzulu ceylan kaç avcı geldi
Zalim avcı vurmuş seni sindirmiş
Kaç kuzulu ceylan kaç avcı geldi.
Kerem ile Sofu, Ürgüp'e geldiklerinde, yanlarına üç beş ahbap gelir, bir türkü niyaz ederler. Kerem
alır sazını, görelim ne der:
Şu dünyada üç nesneden korkarım
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Hiç birinden asla gönlüm hoş değil
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm.
Acı tatlı yıllar süren bir sürü maceradan sonra Aslı Han'a kavuşmak nasip olacaktır. Ancak o gece
Aslı Han, babasının yaptırdığı makas değmedik, iğne dikmedik elbisesini giymiştir. Güle benzemiştir
allar içinde, serviye dönmüştür dallar içinde. Aslı'ya el ile değil, gül ile bile dokunmaya
kıyamayan Kerem, düğmeleri el ile mi, tel ile mi çözsem diye düşünür ve önce sazıyla "Çöz Aslım çöz
göğsün düğmelerini" deyişini söyler. Ne dilde ne telde takat kalmıştır. Düğmeler bir türlü çözülmez.
El ile çözmeyi dener. Düğmeler büyülüymüş meğer. Bir taraftan çözülürken diğer taraftan
iliklenirmiş. Kerem öyle bir "ah" çeker ki yetmiş iki bin tüyünün dibi birden sızlar. Ah üstüne bir
ah daha çekince, üç yüz altmış altı damarına bir ateş yayılır, ağzından alevler çıkar. Kül olur
Kerem. Aslı vurulmuşa döner. Sırma saçlarını süpürge ederek külleri toplamaya çalışır. "Her ateş
söner de aşk ateşi sönmezmiş" ya, küller içindeki bir kıvılcımdan Aslı da tutuşur. Gül Aslı
alevlerden bir dal olur, döne döne yanar. Aslı ile Kerem'in elleri değil ama külleri kavuşmuştur.
16. Yüzyıldan günümüze ulaşan bu eserler, hem hikâyesiyle birlikte bizi sımsıcak sarıp sarmalıyor,
hem de "Bizim klasiğimiz yoktur" diyebilen soytarıların yüzüne müstehzi bir gülüşle bakmamıza vesile
oluyor.
Öyle birine rastlarsanız, bu târif üzre bakın, hemen anlayacaktır içinizden geçenleri ve dar
gelecektir yöresi yanı.
Ve sakın unutmayın Âşık Kerem ile Aslı Han'ı.
hazinedarı vardır. Onca varlığa rağmen çocukları yoktur, mutsuzdurlar. Ne zaman ki Hanım Sultan ve
keşişin karısı, kudret elmasını bölüşüp yerler; hükümdarın bir oğlu, keşişin de bir kızı olur.
Hanımlar daha elmayı dişlediklerinde, çocukları olursa birbirleriyle evlendirmeye ahdetmişlerdir.
Fakat keşiş böyle bir beraberliğe razı değildir. Daha kızı Aslı bebek yaştayken, ailece İsfahan'ı
terk ederler. Hükümdar oğlu Ahmet Mirza büyür. Rüyasındaki sevgilisinin aşkıyla yanmaktadır.
Kardeşten daha çok sevdiği Sofu ile birlikte yollara düşer. O, artık Âşık Kerem olmuştur.
Kerem, Sofu ile birlikte Van'a gelir. Atlarını hana bağlayıp kahveye misafir olurlar. Akşam olunca
üç beş ahbap toplanır. Hoş beşten sonra "Âşık bize hallerini de bakalım" diyerek türkü isterler.
Kerem alır sazı eline, bakalım ne der:
Hey ağalar hangi derde yanayım
Yitirdim Aslı'mı gören olmadı
Pervâneler gibi yandım tutuştum
Yandım alevimi gören olmadı.
Aslı Han, Müslüman olmuştur. Köşklerinin bahçesinde Kerem'le birliktedir. Gece kaçmayı
kararlaştırırlar. Kerem kahveye gelir. Çevresindekiler bir türkü niyaz ederler. Aklında kervan
kıranın erken batması ve sarı yıldızın geç doğması, gecenin uzun bir karanlığa dalması dileği
vardır.
Sabah oldu şavkın batmaz
Döne kervan kıran döne
Aşk ateşi serden gitmez
Niye doğdun sarı yıldız?
Yıldızlarda ne ruşensin
Alem içre perişansın
Garip yurduna düşmansın
Niye doğdun evler yıkan
beller büken?
Sana kervan kıran derler
Yâre ikrar veren derler
Bana Dertli Kerem derler
Niye doğdun sarı yıldız?
Kerem, Aslı Han'ın yurtlarının Gence'ye göçtüğünü öğrenir ve Sofu ile yollara düşerler. Yolda Kerem
görür ki gökte bir bölük turna uçup gitmekte. "Sofu Kardaş, getir şu sazı; turnalara anamı, babamı,
Aslı'yı sorayım" der...
Aşıp aşıp karlı dağlar gelirsin
Eğlen turnam eğlen haber sorayım
Bizim elden ne haberler bilirsin
Eğlen turnam eğlen haber sorayım.
Kerem ile Sofu, Gökbelen'e gelmişlerdir. Atları handa, kendileri kahvede sabahlamışlardır. Günün
mahmurluğunda kahvenin önünden güzeller geçmektedir. İçlerinde biri vardır ki güzeller güzeli. Kerem
onu Aslı'ya benzetir. Alır sazı...
Her sabah her sabah gel geç buradan
Gamı gasaveti kaldır aradan
Ne güzel yaratmış seni yaradan
Ben de seni yaradanın kuluyum.
Göy göy olur Gökbelen'in çınarı
Elinde olur yiğitlerin fermânı
Sana derim sana kahveci pınarı
Benim yârim buralardan geçti mi?
Kerem ile Sofu yine yollarda. Kelbe köyünde konaklarlar. Köylülere buradan bir keşiş ailesinin geçip
geçmediğini sorarlar. Kars'a doğru gittiklerini, ancak dört ay olduğunu öğrenirler. Yolda yine turna
katarı görürler. Kerem sazıyla buluşur:
Dertli Kerem der ki uğradım derde
Canım kurban olsun merd oğlu merde
Allı turnam ne gezersin buyerde
Yok mu sizin vatanınız eliniz?
Azerbaycan'a girmişlerdir, Şuşa yolundadırlar. Yolda gördüklerine "Buradan bir keşiş, bir kadın, bir
de kız geçti mi?" diye sual ederler. Ama hep "Görmedik" cevabını alırlar. Şuşa'ya gelip kahveye
yerleşirler. Akşam Kerem sazını alır, bağrına basar:
Ne vakit ki han Aslımdan ayrıldım
Beni öldürmeli döğmeli değil
Gece gündüz ah ederek yanarım
Beni öldürmeli döğmeli değil.
Yedi yıldır hatırını sormadım
Geçti ömrüm bir murada ermedim
Fırsat elde iken demler sürmedim
Beni öldürmeli döğmeli değil.
Keşişin karısı ve kızıyla Karapınar'a doğru gittiklerini öğrenirler. Ertesi gün erkenden yola
düşerler. Seher yeli esmeye başlayınca Kerem "Sofu eğlen hele, şu seher yeriyle sevdiğime bir selam
göndereyim" der ve sazına sarılır:
Eğer gider isen bizim ellere
Eğlen biraz burda dur seher yeli
Bir nâmem var göndereyim yarıma
Götür Aslı Han'a ver seher yeli.
Tercan yöresinde Şogun deresine geldiklerinde bir yaralı ceylan görürler. O hâliyle yavrularını
emzirmektedir. "İlâhi avcı kolun kırılsın. Bu yavrulara da mı acımadın" diye kargışta bulunur. Yola
devam ederken iki avcı ile karşılaşırlar. Biraz sohbetten sonra avcılar türkü ister. Kerem'in
türküsü ceylan içindir:
Süre süre avcı dağdan indirmiş
Kaç kuzulu ceylan kaç avcı geldi
Zalim avcı vurmuş seni sindirmiş
Kaç kuzulu ceylan kaç avcı geldi.
Kerem ile Sofu, Ürgüp'e geldiklerinde, yanlarına üç beş ahbap gelir, bir türkü niyaz ederler. Kerem
alır sazını, görelim ne der:
Şu dünyada üç nesneden korkarım
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Hiç birinden asla gönlüm hoş değil
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm.
Acı tatlı yıllar süren bir sürü maceradan sonra Aslı Han'a kavuşmak nasip olacaktır. Ancak o gece
Aslı Han, babasının yaptırdığı makas değmedik, iğne dikmedik elbisesini giymiştir. Güle benzemiştir
allar içinde, serviye dönmüştür dallar içinde. Aslı'ya el ile değil, gül ile bile dokunmaya
kıyamayan Kerem, düğmeleri el ile mi, tel ile mi çözsem diye düşünür ve önce sazıyla "Çöz Aslım çöz
göğsün düğmelerini" deyişini söyler. Ne dilde ne telde takat kalmıştır. Düğmeler bir türlü çözülmez.
El ile çözmeyi dener. Düğmeler büyülüymüş meğer. Bir taraftan çözülürken diğer taraftan
iliklenirmiş. Kerem öyle bir "ah" çeker ki yetmiş iki bin tüyünün dibi birden sızlar. Ah üstüne bir
ah daha çekince, üç yüz altmış altı damarına bir ateş yayılır, ağzından alevler çıkar. Kül olur
Kerem. Aslı vurulmuşa döner. Sırma saçlarını süpürge ederek külleri toplamaya çalışır. "Her ateş
söner de aşk ateşi sönmezmiş" ya, küller içindeki bir kıvılcımdan Aslı da tutuşur. Gül Aslı
alevlerden bir dal olur, döne döne yanar. Aslı ile Kerem'in elleri değil ama külleri kavuşmuştur.
16. Yüzyıldan günümüze ulaşan bu eserler, hem hikâyesiyle birlikte bizi sımsıcak sarıp sarmalıyor,
hem de "Bizim klasiğimiz yoktur" diyebilen soytarıların yüzüne müstehzi bir gülüşle bakmamıza vesile
oluyor.
Öyle birine rastlarsanız, bu târif üzre bakın, hemen anlayacaktır içinizden geçenleri ve dar
gelecektir yöresi yanı.
Ve sakın unutmayın Âşık Kerem ile Aslı Han'ı.