Eskiden, dağların tepesine yakın, gür ormanların kalbinde, Bıdık Ahmet adında bir oduncu yaşarmış. Bıdık Ahmet, adının aksine pek de minyon değildi. Kocaman bir göbeği, yanakları kırmızı elmalar gibi, kolları ise kalın ağaç dalları gibiydi. Sabah erkenden kalkar, kocaman baltasını omzuna atar, ormanın yolunu tutardı.
Bıdık Ahmet'in tek amacı, her gün en az bir ağacı devirmekti. Ağaç kesmek onun için hem bir iş hem de bir tür meditasyondu. Ama o gün, her şey farklı olacaktı.
Her zamanki yerine geldiğinde, gözüne kestirdiği bir çam ağacının önünde durdu. Bu çam ağacı, diğerlerine göre daha heybetli, daha yaşlı ve sanki biraz da daha kibirli duruyordu. Bıdık Ahmet baltasını havaya kaldırdı, tam indirecekken, ağaç bir anda öksürdü.
"Hıhım! Genç adam, bir saniye."
Bıdık Ahmet, elindeki baltayı düşürmek üzereydi. Gözleri yuvalarından fırlayarak etrafına baktı. Kimse yoktu. Yoksa?
"Yukarı bak!" diye bir ses geldi. Bıdık Ahmet başını kaldırdı. Gördüğü şey karşısında nutku tutuldu. Ağaç konuşuyordu. Hem de ne konuşmak!
"Sen... sen konuşuyor musun?" diye kekeledi Bıdık Ahmet.
"Elbette konuşuyorum. Sence bu kadar yıldır ne yapıyordum? Sadece rüzgarda sallanıyor muydum?" diye yanıtladı ağaç. Ağacın sesi biraz boğuk ve homurtuluydu.
Bıdık Ahmet hala şaşkınlıkla ağaca bakarken ağaç devam etti: "Ben Büyük Çam Çümbüş, bu ormanın en bilge ağacıyım. Ve senin burada beni kesmek istemene hiç mi hiç memnun olmadım."
Bıdık Ahmet yutkundu. "Ama... ama ben oduncuyum. Ağaç kesmek benim işim."
"İşin buysa git başkasını kes. Ya da dur! Gel anlaşma yapalım." dedi Çümbüş.
Bıdık Ahmet merakla "Anlaşma mı?" diye sordu.
"Evet, anlaşma. Bana her gün bir fıkra anlatacaksın, eğer gülersem beni kesebilirsin. Ama gülemezsem..."
"Gülemezsen ne olur?" diye sordu Bıdık Ahmet heyecanla.
"O zaman sana bir kese dolusu altın vereceğim ve bu ormanın en zengin oduncusu olacaksın," dedi Çümbüş.
Bıdık Ahmet'in gözleri parladı. Fıkra anlatmak onun için çocuk oyuncağıydı. Her gün köy kahvesinde en komik fıkraları anlatan oydu.
"Anlaştık!" dedi Bıdık Ahmet, elini uzatarak. Ağacın gövdesindeki bir çıkıntı sanki bir el gibi ona uzatıldı.
Böylece fıkra günleri başladı. Bıdık Ahmet her sabah ormana gelir, en yeni, en komik fıkralarını Çümbüş'e anlatırdı. Ama Çümbüş, sanki taş gibiydi. Ne güler, ne de dudakları kıpırdardı.
Bıdık Ahmet'in anlatmadığı fıkra kalmamıştı. Bir gün, tamamen umutsuzluğa kapılarak köydeki en yaşlı bilgeye gitti.
"Bilge dede, bir ağaçla anlaşma yaptım ama güldüremiyorum. Ne yapmalıyım?" diye yakındı.
Bilge dede gülümsedi ve Bıdık Ahmet'e bir sır verdi. "Ağaçlar, sadece komik sözlere değil, aynı zamanda beklenmedik hareketlere de gülerler."
Bıdık Ahmet o gün ormana gittiğinde bambaşka bir plan yaptı. Önce her zamanki gibi bir fıkra anlattı. Çümbüş tepkisiz kaldı. Sonra Bıdık Ahmet cebinden çıkardığı bir muzu soydu ve ağacın önünde yavaş yavaş yemeye başladı. Ağzını şapırdata şapırdata yedi. Muz kabuğunu da kafasına geçirdi. Ardından yere çömeldi ve bir maymun gibi yürüyerek ağacın etrafında dolaşmaya başladı.
Çümbüş, sonunda dayanamadı. Öyle kahkahalar atmaya başladı ki tüm orman çınladı. Ağacın yaprakları titredi, dalları sallandı.
Bıdık Ahmet, muz kabuğu kafasında, şaşkınlıkla ağaca baktı. "Gülüyorsun!" diye sevinçle bağırdı.
"Gülmek ne kelime! Hayatımda bu kadar komik bir şey görmedim," dedi Çümbüş, kahkahaları kesilmeden.
O günden sonra Bıdık Ahmet, bir kese dolusu altın sahibi oldu ve ormanın en zengin oduncusu oldu. Ama bir daha ağaç kesmeye gitmedi. Onun yerine, her gün ormana gidip, Çümbüş'e yeni komik hareketler yapmaya başladı. Onlar, ormanın en iyi arkadaşları oldular. Ve orman da kahkahalarla çınlamaya devam etti.
İşte böyle, koca göbekli Bıdık Ahmet, konuşan ağacı güldürmeyi başardı ve en zengin oduncu oldu. Belki de hayat bazen, komik olana değil, komiği de görebilene gülüyordur, kim bilir?
Bıdık Ahmet'in tek amacı, her gün en az bir ağacı devirmekti. Ağaç kesmek onun için hem bir iş hem de bir tür meditasyondu. Ama o gün, her şey farklı olacaktı.
Her zamanki yerine geldiğinde, gözüne kestirdiği bir çam ağacının önünde durdu. Bu çam ağacı, diğerlerine göre daha heybetli, daha yaşlı ve sanki biraz da daha kibirli duruyordu. Bıdık Ahmet baltasını havaya kaldırdı, tam indirecekken, ağaç bir anda öksürdü.
"Hıhım! Genç adam, bir saniye."
Bıdık Ahmet, elindeki baltayı düşürmek üzereydi. Gözleri yuvalarından fırlayarak etrafına baktı. Kimse yoktu. Yoksa?
"Yukarı bak!" diye bir ses geldi. Bıdık Ahmet başını kaldırdı. Gördüğü şey karşısında nutku tutuldu. Ağaç konuşuyordu. Hem de ne konuşmak!
"Sen... sen konuşuyor musun?" diye kekeledi Bıdık Ahmet.
"Elbette konuşuyorum. Sence bu kadar yıldır ne yapıyordum? Sadece rüzgarda sallanıyor muydum?" diye yanıtladı ağaç. Ağacın sesi biraz boğuk ve homurtuluydu.
Bıdık Ahmet hala şaşkınlıkla ağaca bakarken ağaç devam etti: "Ben Büyük Çam Çümbüş, bu ormanın en bilge ağacıyım. Ve senin burada beni kesmek istemene hiç mi hiç memnun olmadım."
Bıdık Ahmet yutkundu. "Ama... ama ben oduncuyum. Ağaç kesmek benim işim."
"İşin buysa git başkasını kes. Ya da dur! Gel anlaşma yapalım." dedi Çümbüş.
Bıdık Ahmet merakla "Anlaşma mı?" diye sordu.
"Evet, anlaşma. Bana her gün bir fıkra anlatacaksın, eğer gülersem beni kesebilirsin. Ama gülemezsem..."
"Gülemezsen ne olur?" diye sordu Bıdık Ahmet heyecanla.
"O zaman sana bir kese dolusu altın vereceğim ve bu ormanın en zengin oduncusu olacaksın," dedi Çümbüş.
Bıdık Ahmet'in gözleri parladı. Fıkra anlatmak onun için çocuk oyuncağıydı. Her gün köy kahvesinde en komik fıkraları anlatan oydu.
"Anlaştık!" dedi Bıdık Ahmet, elini uzatarak. Ağacın gövdesindeki bir çıkıntı sanki bir el gibi ona uzatıldı.
Böylece fıkra günleri başladı. Bıdık Ahmet her sabah ormana gelir, en yeni, en komik fıkralarını Çümbüş'e anlatırdı. Ama Çümbüş, sanki taş gibiydi. Ne güler, ne de dudakları kıpırdardı.
Bıdık Ahmet'in anlatmadığı fıkra kalmamıştı. Bir gün, tamamen umutsuzluğa kapılarak köydeki en yaşlı bilgeye gitti.
"Bilge dede, bir ağaçla anlaşma yaptım ama güldüremiyorum. Ne yapmalıyım?" diye yakındı.
Bilge dede gülümsedi ve Bıdık Ahmet'e bir sır verdi. "Ağaçlar, sadece komik sözlere değil, aynı zamanda beklenmedik hareketlere de gülerler."
Bıdık Ahmet o gün ormana gittiğinde bambaşka bir plan yaptı. Önce her zamanki gibi bir fıkra anlattı. Çümbüş tepkisiz kaldı. Sonra Bıdık Ahmet cebinden çıkardığı bir muzu soydu ve ağacın önünde yavaş yavaş yemeye başladı. Ağzını şapırdata şapırdata yedi. Muz kabuğunu da kafasına geçirdi. Ardından yere çömeldi ve bir maymun gibi yürüyerek ağacın etrafında dolaşmaya başladı.
Çümbüş, sonunda dayanamadı. Öyle kahkahalar atmaya başladı ki tüm orman çınladı. Ağacın yaprakları titredi, dalları sallandı.
Bıdık Ahmet, muz kabuğu kafasında, şaşkınlıkla ağaca baktı. "Gülüyorsun!" diye sevinçle bağırdı.
"Gülmek ne kelime! Hayatımda bu kadar komik bir şey görmedim," dedi Çümbüş, kahkahaları kesilmeden.
O günden sonra Bıdık Ahmet, bir kese dolusu altın sahibi oldu ve ormanın en zengin oduncusu oldu. Ama bir daha ağaç kesmeye gitmedi. Onun yerine, her gün ormana gidip, Çümbüş'e yeni komik hareketler yapmaya başladı. Onlar, ormanın en iyi arkadaşları oldular. Ve orman da kahkahalarla çınlamaya devam etti.
İşte böyle, koca göbekli Bıdık Ahmet, konuşan ağacı güldürmeyi başardı ve en zengin oduncu oldu. Belki de hayat bazen, komik olana değil, komiği de görebilene gülüyordur, kim bilir?