Présence
Katılımcı
Sebe şehri, çok büyük bir şehirdi. Öylesine büyüktü ki, büyüklüğü bir tepsi kadardı. Bu ulu ve büyük şehir, çok uzun olmasının yanında, çok da sağlamdı. Ama sağlamlığı bir soğan kadardı.
Sebe şehrinde sayısız insan ve diğer canlılar yaşardı. Fakat hepsi üç kişiden ibaretti. Onlardan biri kör, biri sağır, diğeri de çıplaktı.
Bir gün üçü bir aradayken kör: "Bakın şu taraftan atlı askerler geliyor. Hangi milletten, kaç kişi olduklarını görüyorum" dedi.
Sağır: "Evet evet, ben de seslerini duyuyorum, gizli açık ne konuşuyorlarsa işitiyorum" dedi.
Çıplak: "Eğer buraya gelirlerse şu uzun eteğimden keserler diye korkuyorum" diye söyledi.
Kör: "İşte yaklaştılar, haydi bizlere zararları dokunmadan kaçalım" diye arkadaşlarını uyarınca,
Sağır: "Evet, gürültüleri iyice yaklaştı" dedi.
Çıplak: "Haydi onlar bizi soymadan uzaklaşalım buralardan" diyerek harekete geçtiler.
Birlikte panik halinde şehri terk ederek, bir köye sığındılar. Karınları iyice acıkmıştı. O köyde, çok semiz bir kuş buldular. Fakat kuşun zerre kadar eti yoktu. O kuşu, oturup yediler. Karnı doymuş filler gibi şiştiler. Şişmanladılar. Âdeta birer fil gibi irileştiler. Dünyaya sığmayacak bir duruma geldiler. Daha sonra, o kocaman gövdeleriyle bir kapı çatlağından geçerek kayboldular.
***
Bu hikâyedeki sağır; hayattan çok şey isteyen, gözü doymayan, başkalarının ölümünü duyup, kendi ölümünü düşünmeyen insandır.
Uzağı gören kör de, hırs sahibi insanı temsil eder. Hırs sahibi insanlar kendi ayıplarını görmez, başkalarındaki kıl kadar hatayı araştırıp, ortaya dökerler.
Çıplak ise, gözü dünyadan başka bir şey görmeyenlerin durumuna örnektir. Dünyaya çıplak gelip, çıplak gideceğini bilen insan, nasıl olur da dünyevî kaygılarla kendini helâk eder? Dünya hayatı bir rüyadan ibaret olduğu gibi, dünyada servet sahibi olmak, rüyada define bulmaya benzer.
Bu hikâyedeki kapı çatlağından maksat, ölümdür. Ölüm yolu gizli, görünmez bir yoldur. İnsanlar doğarken ölümle nişanlanır, ölürken de evlenmiş olurlar. Gelinin süslenip koca evine götürüldüğü gibi, insanlar da ölünce techîz ve tekfin edilip âhirete yolcu edilir.
Sebe şehrinde sayısız insan ve diğer canlılar yaşardı. Fakat hepsi üç kişiden ibaretti. Onlardan biri kör, biri sağır, diğeri de çıplaktı.
Bir gün üçü bir aradayken kör: "Bakın şu taraftan atlı askerler geliyor. Hangi milletten, kaç kişi olduklarını görüyorum" dedi.
Sağır: "Evet evet, ben de seslerini duyuyorum, gizli açık ne konuşuyorlarsa işitiyorum" dedi.
Çıplak: "Eğer buraya gelirlerse şu uzun eteğimden keserler diye korkuyorum" diye söyledi.
Kör: "İşte yaklaştılar, haydi bizlere zararları dokunmadan kaçalım" diye arkadaşlarını uyarınca,
Sağır: "Evet, gürültüleri iyice yaklaştı" dedi.
Çıplak: "Haydi onlar bizi soymadan uzaklaşalım buralardan" diyerek harekete geçtiler.
Birlikte panik halinde şehri terk ederek, bir köye sığındılar. Karınları iyice acıkmıştı. O köyde, çok semiz bir kuş buldular. Fakat kuşun zerre kadar eti yoktu. O kuşu, oturup yediler. Karnı doymuş filler gibi şiştiler. Şişmanladılar. Âdeta birer fil gibi irileştiler. Dünyaya sığmayacak bir duruma geldiler. Daha sonra, o kocaman gövdeleriyle bir kapı çatlağından geçerek kayboldular.
***
Bu hikâyedeki sağır; hayattan çok şey isteyen, gözü doymayan, başkalarının ölümünü duyup, kendi ölümünü düşünmeyen insandır.
Uzağı gören kör de, hırs sahibi insanı temsil eder. Hırs sahibi insanlar kendi ayıplarını görmez, başkalarındaki kıl kadar hatayı araştırıp, ortaya dökerler.
Çıplak ise, gözü dünyadan başka bir şey görmeyenlerin durumuna örnektir. Dünyaya çıplak gelip, çıplak gideceğini bilen insan, nasıl olur da dünyevî kaygılarla kendini helâk eder? Dünya hayatı bir rüyadan ibaret olduğu gibi, dünyada servet sahibi olmak, rüyada define bulmaya benzer.
Bu hikâyedeki kapı çatlağından maksat, ölümdür. Ölüm yolu gizli, görünmez bir yoldur. İnsanlar doğarken ölümle nişanlanır, ölürken de evlenmiş olurlar. Gelinin süslenip koca evine götürüldüğü gibi, insanlar da ölünce techîz ve tekfin edilip âhirete yolcu edilir.