Kürt sorunu; Türkiye’nin bölünmesi sorunudur. Daha doğrusu “Kürt Sorunu” Türkiye’nin parçalanmasını esas alan bir zamanların “Şark Sorunu” nun yeni bir versiyonudur. Türkiye’nin bölünerek toprakları üzerinden bir “Kuzey Kürdistan” çıkarmayı esas alır. Tabii bir de “Ermeni Soykırım” sorunu vardır. Onun amacı da benzerdir.
“Kürt Sorunu” nu Cumhuriyet rejim ve uygulamalarıyla ilişkilendirmek yanlıştır. Bu, kökleri 18. yüzyıla kadar giden bir olgudur. Yakın tarihimizdeki, “Kürdistan Teali”, “Kürdistan İstiklal” gibi cemiyetlerin amaç bakımından PKK’dan bir farkı yoktur. Şeyh Sait ile de PKK arasında fazla bir fark yoktur. Birisi Türkiye’yi bölmek için dini, diğeri de ideolojiyi kullanmıştır. Fark bu kadardır. Birisi bölücülüğünün bedelini canıyla, diğeri de özgürlüğünü ömür boyu kaybederek ödemiştir.
Türkiye’yi parçalayarak bir kısım toprakları üzerinden bir Kürt devleti çıkararak “Kürt sorununu” çözmeye çalışan PKK adlı terör örgütü, bunu beş aşamada gerçekleştirmenin hesabını yapmaktadır. Bunları aşağıdaki biçimde sıralamak mümkündür:
-Kürtçe Yayın ve Eğitim
-Kürt Kimliğinin İnşa Edilmesi
-Yerinden Yönetim (Enerji ve Suyun Kontrolü)
-Özerk Yönetim
-Bağımsız Devlet
PKK’nın 31.10.1990 tarihli sözüm ona 4. Kongresinde, İmralı’daki başının ağzından sunulan “Politik Rapor” daki şu cümleler dikkat çekicidir:
“Bağımsız bir kimlik kazanılmamış ki, o kimliğe dayalı politikalar; dolayısıyla, kaderini tayin hakkı, insan hakları, kültürel haklar, siyasi haklar söz konusu edilsin... Öncelikle halledilmesi gereken kimlik sorunudur; kimlik savaşının kazanılmasın gereği birincil derecede önem kazanmaktadır. Bugün de savaşın bir boyutu ” kimlik savaşı “olmaktadır. Bireysel düzeyden tutalım, ulusal düzeye kadar, geliştirmeye çalıştığımız, biraz da kazanmaya çalıştığımız ulusal kimlik ve onun üzerinde gelişecek toplumsal özgürlük iradesidir”. İmralı’daki elebaşının mümkün olan her yolu deneyerek bölücülük yapılması ve bunun aşamalı bir biçimde gerçekleştirilmesi talimatına, PKK’nın siyasi ve silahlı uzantıları harfiyen uymaktadır. PKK örgütü ve yandaşları “milli kimlik”, “siyasallaşma”, “özerklik” ve “bağımsız devlet” savaşıyla aşama aşama hedeflerine gitmek istemektedir. “Kültürel Haklar”, “su ve enerji kaynaklarının” denetiminin yerel yönetimlere bırakılması vs.. İmralı stratejisinin ürünüdür.
“Kürt Sorunu”nu yıllar önce Atatürk’e Ahmet Emin Yalman da sormuştur. Ahmet Emin Yalman, Atatürk’e “Kürt sorununa değinmiştiniz” diye söze başlar ve şu soruyu sorar: “Kürtlük sorunu nedir? Bir iç sorun olarak değinseniz iyi olur”. Atatürk’ün yanıtı şöyledir: “Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarları için kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri öyle yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi mahvetmek gerekir”.
Türkiye’yi bu anlamda yıllar sonra “mahvetmek” için harekete geçmiş olanlar var. “Ayrı bayrak, ayrı meclis, dış politika ve maliye dışında hizmet alanlarıyla sınırlı ortak yönetimi öngören, ayrı hükümet” istiyor. Onlar bölücübaşının, bölücülük yaklaşımlarını şöyle değerlendiriyorlar: “Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt Sorununa demokratik çözüm yaklaşımı son derece belirleyici” dir. Malum hanımefendi ise her fırsattan istifade ederek “demokratik” taleplerini gündeme getiriyor ve iki isteğinden söz ediyor: Birinci isteğinin İmralı’yı da içeren “genel af”, ikinci isteğinin de “Kürdistan eyalet sistemi” olduğunu söylüyor. O, “Bir an önce bir genel affın çıkarılması lazım. Bu birincisi. İkincisi, çok tabu saydıkları ama Osmanlı tarihinden cumhuriyetin kuruluşuna kadar tüm resmi belgelerde geçen Kürdistan eyalet sistemini kur”.
Bunca olana ve bitene rağmen “farklı görüş ileri sürenleri” bölücü “olarak niteliyorsunuz” diyenler, eğer idrak özürlü değillerse AB’nin ve İmralı’nın projelerinin taşeronu oldukları açıktır.
Özcan YENİÇERİ
“Kürt Sorunu” nu Cumhuriyet rejim ve uygulamalarıyla ilişkilendirmek yanlıştır. Bu, kökleri 18. yüzyıla kadar giden bir olgudur. Yakın tarihimizdeki, “Kürdistan Teali”, “Kürdistan İstiklal” gibi cemiyetlerin amaç bakımından PKK’dan bir farkı yoktur. Şeyh Sait ile de PKK arasında fazla bir fark yoktur. Birisi Türkiye’yi bölmek için dini, diğeri de ideolojiyi kullanmıştır. Fark bu kadardır. Birisi bölücülüğünün bedelini canıyla, diğeri de özgürlüğünü ömür boyu kaybederek ödemiştir.
Türkiye’yi parçalayarak bir kısım toprakları üzerinden bir Kürt devleti çıkararak “Kürt sorununu” çözmeye çalışan PKK adlı terör örgütü, bunu beş aşamada gerçekleştirmenin hesabını yapmaktadır. Bunları aşağıdaki biçimde sıralamak mümkündür:
-Kürtçe Yayın ve Eğitim
-Kürt Kimliğinin İnşa Edilmesi
-Yerinden Yönetim (Enerji ve Suyun Kontrolü)
-Özerk Yönetim
-Bağımsız Devlet
PKK’nın 31.10.1990 tarihli sözüm ona 4. Kongresinde, İmralı’daki başının ağzından sunulan “Politik Rapor” daki şu cümleler dikkat çekicidir:
“Bağımsız bir kimlik kazanılmamış ki, o kimliğe dayalı politikalar; dolayısıyla, kaderini tayin hakkı, insan hakları, kültürel haklar, siyasi haklar söz konusu edilsin... Öncelikle halledilmesi gereken kimlik sorunudur; kimlik savaşının kazanılmasın gereği birincil derecede önem kazanmaktadır. Bugün de savaşın bir boyutu ” kimlik savaşı “olmaktadır. Bireysel düzeyden tutalım, ulusal düzeye kadar, geliştirmeye çalıştığımız, biraz da kazanmaya çalıştığımız ulusal kimlik ve onun üzerinde gelişecek toplumsal özgürlük iradesidir”. İmralı’daki elebaşının mümkün olan her yolu deneyerek bölücülük yapılması ve bunun aşamalı bir biçimde gerçekleştirilmesi talimatına, PKK’nın siyasi ve silahlı uzantıları harfiyen uymaktadır. PKK örgütü ve yandaşları “milli kimlik”, “siyasallaşma”, “özerklik” ve “bağımsız devlet” savaşıyla aşama aşama hedeflerine gitmek istemektedir. “Kültürel Haklar”, “su ve enerji kaynaklarının” denetiminin yerel yönetimlere bırakılması vs.. İmralı stratejisinin ürünüdür.
“Kürt Sorunu”nu yıllar önce Atatürk’e Ahmet Emin Yalman da sormuştur. Ahmet Emin Yalman, Atatürk’e “Kürt sorununa değinmiştiniz” diye söze başlar ve şu soruyu sorar: “Kürtlük sorunu nedir? Bir iç sorun olarak değinseniz iyi olur”. Atatürk’ün yanıtı şöyledir: “Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarları için kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri öyle yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi mahvetmek gerekir”.
Türkiye’yi bu anlamda yıllar sonra “mahvetmek” için harekete geçmiş olanlar var. “Ayrı bayrak, ayrı meclis, dış politika ve maliye dışında hizmet alanlarıyla sınırlı ortak yönetimi öngören, ayrı hükümet” istiyor. Onlar bölücübaşının, bölücülük yaklaşımlarını şöyle değerlendiriyorlar: “Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt Sorununa demokratik çözüm yaklaşımı son derece belirleyici” dir. Malum hanımefendi ise her fırsattan istifade ederek “demokratik” taleplerini gündeme getiriyor ve iki isteğinden söz ediyor: Birinci isteğinin İmralı’yı da içeren “genel af”, ikinci isteğinin de “Kürdistan eyalet sistemi” olduğunu söylüyor. O, “Bir an önce bir genel affın çıkarılması lazım. Bu birincisi. İkincisi, çok tabu saydıkları ama Osmanlı tarihinden cumhuriyetin kuruluşuna kadar tüm resmi belgelerde geçen Kürdistan eyalet sistemini kur”.
Bunca olana ve bitene rağmen “farklı görüş ileri sürenleri” bölücü “olarak niteliyorsunuz” diyenler, eğer idrak özürlü değillerse AB’nin ve İmralı’nın projelerinin taşeronu oldukları açıktır.
Özcan YENİÇERİ