• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Kürt sorunu yok, Kürt İstilası Var

Mavi Gül

ѕση_¢ıqℓıк
Özel üye

Terörle mücadeleyi yasalar değil ABD kısıtlıyor​

Ordu ve Hükümet kanadından Kürt meselesi üzerine açıklamalar gelmeye devam ediyor.

Genel Kurmay İkinci Başkanı'nın "sınır ötesi" açıklamasından sonra bu defa da Genel Kurmay Başkanı'ndan "Yetkilerimiz kısıtlı. Bu kısıtlı yetkilere karşın terörle mücadele ediyoruz" açıklaması geldi.

Ordu kanadının terörle mücadeleye vurgu yapan açıklamalarına karşın Hükümet sorunu bir "terör" ve "terörle mücadele" sorunu olarak değil, "demokratikleşme" sorunu olarak gördüğünü, hatta "milli bir mesele" olarak gördüğünü bizzat Başbakan'ın ağzından açıkladı.

Öncelikle Ordu kanadının görüşleri üzerinde biraz durmakta fayda var. Genel Kurmay, mevcut yasaların kendilerinin terörle mücadelesini kısıtladığından bahsediyor. Hükümet ise askerin terörle mücadele etmesi için herhangi bir kısıtlama olmadığı cevabını veriyor.

Terörle mücadele hukuki bir mesele değildir. Çünkü ortada terör varsa, hukuk dışı bir olguyla karşı karşıyayız demektir. Böyle bir durumda, yapılacak iki şey vardır, birincisi hukuk dışına çıkan terör güçlerini yakalamak ve hukuka teslim etmek. İkinci yol ise hukuk dışına çıkan terör güçlerini, silah yolu ile engellemek, yani askeri yol.

Ordu, terörle mücadelede silahı kullanır. Onun görevi, devlete silah çeken teröristi etkisiz hale getirmek, silah bırakmaya zorlamak, yakalamak, en son seçenek olarak da yok etmektir.

Ordu'nun şikayeti eğer mevcut yasalarla teröristlere, onların destekçi ve yandaşlarına caydırıcı bir veza verilemediği ise bunda elbette haklıdır. Bir terör örgütünün, örgüt üyelerinin ve yandaşlarının serbestçe hareket etme hakkına sahip oldukları bir ülke durumundadır Türkiye. Ama bunun böyle olması, Ordu'nun terörle mücadele etmesinin kısıtlanması değildir. Siz teröristi yakalarsanız ve onu hukuk bırakırsa yapmanız gereken teröristleri yakalamaya devam etmektir. Zaten serbest bırakılıyorlar diye bir bahane olamaz.

Burada Ordu'nun, terörle mücadelede en büyük kısıtlayıcı gücü açıklamadığını belirtmeliyiz. Bugün Türk Ordusu terörle yeterli şekilde mücadele edememektedir çünkü Ordu'nun terörle mücadelesi ABD tarafından kısıtlanmaktadır. Türk Ordusu, arkasında ABD'nin bulunduğunu bildiği teröristlerle mücadele edememektedir. Çünkü böyle bir mücadelenin sonunda ABD ile savaşma riski bulunmaktadır.

Ancak gerçek bu olduğu halde Ordu, terörün arkasındaki esas güç olan ABD'nin askeri gücünü ortaya koyacağına, tam tersi kaçamak bir yol tutmakta ve AB Uyum Yasaları'nı hedef almaktadır. Ordu burada açıkça hedef saptırmaktadır. Bunun siyasi izdüşümü ise, AB karşıtı ABD'ciliktir.

Türkiye’de Kürt istilası
harita1.png

Kurtuluş Savaşımıza katılmayan Kürtler, özellikle 1990 yılından itibaren yoğunlaşan bir şekilde Türk devletine savaş açmıştır. Kürtçülerin en önemli tezlerinden biri de Güneydoğu’da ekonomik ve sosyal zorlukların olduğu ve devletin bu bölgeleri boşladığıdır. Oysa nüfus artış oranları Kürtçüleri yalanlamaktadır. 1990’dan itibaren Türkiye’de 15 yıllık nüfus artış oranı ortalama % 24’tür. Oysa bu rakam Güneydoğu’da % 40’tır. Karadeniz,
İç Anadolu ve Doğu Anadolu’nun Türk nüfusu azalırken Kürt nüfusu artmaktadır.

ABD uluslararası Kürt meselesinde dümeni ele aldı

PKK'nın son dönem artan silahlı eylemliliğinin arkasındaki gücü Ordu doğru bir şekilde tespit edebilmiş midir? Ya da bunu açıklayacak cesarete sahip midir acaba?

PKK eylemliliğini, Türkiye'nin AB sürecini baltalamakla açıklayan teoriler, özellikle iktidar içindeki Kürtçüler tarafından ve bir kısım medya tarafından yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.

PKK'nın silahlı eylemleri, AB Uyum Yasaları'nı hedef konumuna getirecektir. Çünkü gerçeken de mevcut yasal düzenlemeler terörü cezasız bırakmakta, hatta devlete karşı terörü korumaktadır. Bu nedenle PKK eylemleri, nesnel bir şekilde, toplum içinde AB'ye ve AB Yasaları'na tepkiyi yükseltecektir.

Bu işin doğasıdır. Bu eylemlere girişen PKK da elbette bunun bilincindedir. Ancak PKK'nın eylemleri, Türkiye'nin AB sürecinde tam olarak nereye düşmektedir?

PKK'nın son silahlı kampanyası dikkat edilirse ABD'nin tüm Orta Doğu'da PKK'ya yüklediği yeni misyonla doğrudan alakalıdır. PKK'yı uluslararası operasyonel güç olarak değerlendiren ABD, bu gücü Türkiye, İran ve Suriye'nin üzerine salmıştır. Artan PKK terörünün nedeni, ABD'nin uluslararası Kürt meselesinde dümeni ele almış olmasıdır.

Kuzey Irak merkezinde denetimi ele alan ABD, bölge ülkelerine ve elbette Kürt meselesinde söz sahibi olmak isteyen rakibi AB'ye karşı önemli bir avantaj elde etmiştir. Bu avantajı değerlendirerek, uluslararası Kürt hareketinin ikinci ayağı olan PKK'yı da tümüyle ele geçirmiştir. PKK'nın ABD tarafından tümden ele geçirilmesi, uluslararası Kürtçülüğün hamiliğinin Avrupa'nan ABD'ye geçmesi demektir. Bu bakımdan ABD, çok önemli bir uluslararası mevzi kazanmış bulunmaktadır.

PKK saldırıları neyi hedefliyor?

Böyle bir mevzide başlayan PKK saldırıları, doğrudan ABD'nin lehine bir süreci tetiklemektedir.

Şöyle ki:

1- PKK saldırganlığı Türkiye'de AB'ci çevreleri tecrit etmektedir. Böylece ABD, AB'ye karşı güçlenmektedir. Türkiye'nin AB üyelik görüşmelerinde sıkışacağını gören ABD, PKK'yı Türkiye'ye saldırtarak Türkiye'yi AB'dern kopartmakta ve kendine bağlamaktadır.

Bu noktada Kıbrıs'taki gelişmelerle Kürt meselesindeki gelişmeler birbirini doğrulamaktadır. ABD'nin Kürt meselesinde inisayatifi ele almasına Fransa, Rumların hamiliğine soyunarak ve Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya çalışarak cevap vermektedir. Ancak bu silah da geri tepmekte, Türkiye'de AB karşıtlığını arttırmakta, Türkiye'yi daha çok ABD'ye itmektedir.

2- PKK saldırıları Türk hükümetini bir çıkmaza sokmaktadır. Terör, bir hükümet için olabilecek en önemli sorundur. Terörle mücadelede yetersiz kalan hütkümet ayakta kalamaz.

Bunu gören Hükümet, ister istemez ABD taleplerine boyun eğmek zorunda kalacaktır. Terörün bitmesi karşılığında teröre ve arkasındaki ABD'ye belli bazı tavizlerin verilmesi gerektiği düşüncesi güç kazanacaktır. Nitekim öyle de olmaktadır.

3- PKK saldırıları sadece Hükümeti değil aynı zamanda Ordu'yu da yıpratmaktadır. Teröre karşı eli kolu bağlı bir asker görüntüsü Ordu'nun prestijini düşürmektedir.

Ancak Ordu üzerindeki asıl etkisi prestij kaybından ziyade askeri bir tehdittir. ABD, PKK'yı saldırtarak Türk Ordusu'na bir savaş durumunda ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Teröre karşı mücadelede bile yetirsiz kalan bir ordunun ABD'ye karşı savaşı göze alması elbette beklenemez.

4- Son olarak PKK saldırıları Amerikancı bir darbenin ön koşullarını sağlamaktadır. Artan terör, ister istemez sivil idareden askeri bir idareye geçişi zorlar. Dünyanın her yerinde yoğun şiddet olan ülkelerde askeri önlemler çoğalır. Türkiye'de artan terörün askeri önlemleri arttıracağı beklenmelidir.

Ama sadece önlemler değil aynı zamanda askerin siyasal varlığı da artacaktır. Bu ise, ABD'nin tam da 12 Eylül stratejisidir. Terörü önce tetiklemek, sonra ise onu dizginleyecek bir komuta kademesine olur vermek! Artan terör kampanyasının böyle bir sonucu da beklenmelidir.

Kürt nüfus artışı doğal bir artış değildir, bir istila hareketinin parçasıdır. Diyarbakır merkezli Kürtçü hareket bu noktadan çevresine doğru bir Kürtleştirme hareketine girişmiştir. Irak ve İran sınırına doğru başarı ile tamamlanan hareket (yeşil bölge) artık kuzeye doğru yönelmiştir. Haritada turuncu renkte görülen bölge son beş yıldır PKK’nın sızmaya ve
yerleşmeye çalıştığı bölgedir.

PKK stratejisinin en önemli ayağı ise, büyük şehirlere ve kıyı şeridine hakim olmaktır. Bu nedenle Güneydoğu’dan bu bölgelere planlı bir nüfus kaydırma politikası izlenmektedir. Antep’ten İzmir’e kadar güney sahillerinin etnik yapısı değiştirilmiştir. Hedef alınan
bölgenin özelliği denize açılma kapısı olmasıve ekonomik rant kaynağı olmasıdır. Yukarıdaki haritada görüldüğü gibi, Kürtler Türk nüfusun dört misli üremekte ve bu nüfus fazlalığının bir bölümünü Güneydoğu’da tutmakta, önemli bir bölümü ise Türk bölgeleri istila etmek için göçermektedir.

Türkiye'ye böylesi bir stratejik saldırı başlatan ABD aynı zamanda kendi denetimindeki medyayı da manipülasyon için devreye sokmaktadır.

1- Amerikancı Akşam gazetesi, artan saldırıların Türkiye'yi sınır ötesine çekmeye çabaladığını, bu tuzağa düşülmemesi gerektiğini yaymaktadır.

2- Amerikancı Yeni Çağ gazetesi, artan ladırıların Türkiye'ye Kerkük'ü unutturmak için başlatıldığını yaymaktadır.

3- Amerikancı Aydınlık dergisi ve Amerikancı Başyazarı Perinçek artan terörün Türkiye'yi Barzani ile ittifaka zorlamak için yapıldığını yaymaktadır.

Enteresandır bu üç Amerikancı yayın organı da, terörün arkasında ABD'nin olduğunu söylemekte ama ısrarla Türkiye'nin Apo ile ve PKK ile mücadele etmesinin yanlış olacağını iddia etmektedir. Hatta hedef saptırma olduğunu söylemektedir.

Oysa asıl hedef saptırma, PKK'yı ve elebaşısı Apo'yu aklayan, olumlayan, destekleyen bu teorilerdir. Böylece Türkiye tek bir şeye zorlanmakatadır. Sınır ötesinde, Kerkük'te, Kuzey Irak'ta başını belaya sokmak istemeyen Türkiye, kendi Kürdü ile, yani PKK ve Apo ile barışmalıdır. Ne de olsa Apo, yine de olabilecek en iyi Kürttür!

Bu teorileri, mevcut AB karşıtlığı, PKK içindeki AB'ci bölünme haberleri ile birlikte ele aldığımızda oyun daha net ortaya çıkar. Amerikancı medya, Türkiye'yi Apo'ya gül vermeye zorlamaktadır. Bu kampanyada kullanılan Amerikancılardan Perinçek'in zaten Apo'ya gül vermişliği vardır. Yani ABD doğru insanı kullanmaktadır!

Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır'dan verdiği mesaj

Bu noktada Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır gezisi devreye girmektedir. ABD'nin tehdidini gören Tayyip, Kürt meselesinde isteneni yapmaktadır. Şimdilik PKK ve elebaşısı ile görüşemeyen Tayyip, PKK destekçisi aydıncıkları makamında toplayıp onlarla barış sözleşmesi yapmaktadır. Bu sözleşme gereğince Diyarbakır'a gitmekte ve orada da aynı barış çağrısını yinelemektedir.

Tayyip Erdoğan'ın böyle hareket etmesi bizleri hiç şaşırtmadı. Tam da yapması gereken hamleyi yaptı.

1- Kürt sorununu kabul etti. Bilindiği gibi PKK terör örgütünün temel çıkış noktası Türkiye'de bir Kürt sorunu olduğu ve bu sorunun demokrasi içinde çözülmesi gerektiğidir. Başbakan tam da bunları ifade ederek PKK ile aynı çizgide olduğunu belirtti.

Ancak bu işte Tayyip'ten önce, Perinçek ve Demirel'in katkıları unutulmamalı. Bilindiği gibi Perinçek dergisi aracılığı ile Kürt sorununu kabul ettirmek için onca çabalamış ve Demirel de "Kürt realitesini" tanıdığını açıklamıştı.

Bu üç Amerikancının, Tayyip, Perinçek ve Demirel'in Lozan'da buluşması gayet manalıdır. ABD, has adamlarını AB'ye karşı mevziye sürmektedir.

2- Tayyip Erdoğan Kürt sorununu tanımakla kalmamış bunu İrlanda meselesine benzetmiştir. Bilindiği gibi İrlanda yüzyıllardır İngiltere'nin sömürgesidir.

Türk olmasa bile Türkiye'nin Başbakanının kendi ülkesi için bula bula bu örneği bulması anlamlıdır. Aynı Başbakan'ın yarın bir Pontus meselesinden bahsetmesi ve bu sorunun demokratik yoldan çözümünü savunması herhalde hiç bir Rumu şaşırtmayacaktır!

3- Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır'ı seçmesi de gayet anlamlıdır. Geçtiğimiz ay gerekirse sınır ötesine geçeriz efelenmesinin arkasından gelen bu gezi, Başbakan'ın sınır ötesinden kastının Diyarbakır olduğunu ister istemez düşündürtmektedir!..

Ege ve Akdeniz hattında başarıya ulaşan Kürt istilacılığı iki yeni hat daha açmıştır:

1) Sivas-Tunceli hattından Doğu Anadolu, İç Anadolu
ve Karadeniz’e çıkma. Nitekim Erzincan, Sivas, Tokat, Ordu, Samsun şu an bu yeni hattın hedefi
durumundadır. Bu yoldan PKK Karadeniz’e açılacaktır.
2) Çanakkale, Tekirdağ, Kırklareli hattından İstanbul’u Trakya’dan kuşatmak. PKK’nın uzun yıllardır süren Trakya’ya yerleşme çabası özellikle Trakya’nın sanayi bölgesinde gerçekleşmiştir.

Böyle bir istila hareketi kaçınılmaz bir şekilde Türkiye yöneticilerini olmasa bile Türkleri rahatsız etmekte
ve uyandırmaktadır. Yıllardır topraklarını, mahallelerini, evlerini bu istilacılara açan Türkler yavaş yavaş bu komşuların hiç de iyi niyetli olmadığını görmekte ve gördüğü yerlerde de tepkisini ortaya koymaktadır. Son aylarda, Gönen’de, Çerkezköy’de, Bursa’da, İstanbul’da yaşanan gerginlikler bu durumun habercisidir.

PKK'ya ve ABD'ye mesaj

Görüldüğü gibi Türkiye her halükarda Kürt sorunu adı altında PKK'yı tanımaya ve onunla barışmaya zorlanmaktadır. Böyle bir zorlanma karşısında neler yapılması gerektiğine gelince...

Öncelikle silahlı eylemlerin en sert şekilde karşılanması gerekmektedir. Ordu'nun herhangi bir yasal yetkiye ihtiyacı yoktur. Bunu göstermesi için Ordu'nun ABD'ye savaşırım mesajını iletmesi gerekmektedir.

PKK son dönemde özellikle mayın saldırıları düzenlemektedir. Mayın saldırısı, yüksek teknoloji kullanılan bir saldırı türüdür. Doğrudan ordu gücü göstermektir. ABD, PKK'ya NATO mayınlarını vermekte, Türkiye'nin mayın tarama araçlarını etkisiz kılacak teknolojik desteği sağlamakta ve Türk devletini açıkça tehdit etmektedir.

Türkiye bu saldırıya karşı öncelikle yurt içinde geniş çaplı bir operasyon başlatmalıdır. Bir kaç yüz PKK teröristinin leşini yere sermeden ABD'ye mesaj verilemez.

PKK saldırılarının kesilmesi için İmralı umursanmalıdır. Terörün elebaşısı İmralı'dadır. İmralı'daki elebaşını tam tecride almak, dışarıyla tüm bağını kesmek, ABD'ye ikinci mesaj olaccaktır.

Kürt istilasının nüfus kayıtları

Ancak bu tür askeri önlemlerle bu mesele çözümlenemez. Öncelkle Türk milletinin Kürt meselesi konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye Başbakanının tersine biz Türkler Türkiye'de bir Kürt meselesi değil bir Kürt istilası olduğunu düşünüyoruz. Yaşadığımız en önemli sorun budur.

PKK terör eylemlerini 15 Ağustos 1984'te başlatmıştı. Terör örgütünün arkasında emperyalist bir güç bulunmakla birlikte terörün sonuç alınacağı toplumsal dokunun yaratılması da önemli bir meseleydi. Yani bölücülüğün sosyal, siyasal ve herşeyden önce de demografik zemininin yaratılması gerekiyordu.

Bu amaçla Özal iktidarı ile birlikte Türklere yönelik doğum kontrol kampanyası başlatılırken Kürtlerin nüfusunun arttırılması için özel çaba harcandı. 2005 yılı nüfus istatistikleri bugün karşı karşıya olduğumuz tehlikenin boyutlarını ortaya çok acı bir şekilde koymaktadır.

1- PKK'nın aktifleştiği 1990'dan 2005'e geçen on beş yılda Türkiye nüfusu toplam %24 artmıştır. Ancak bu nüfus artışının üstünde kalan bir bölge bulunmaktadır: Güneydoğu. Güneydoğu nüfusu son onbeş yılda %40 artmıştır.

Güneydoğu'daki bu artışla birlikte Türk bölgelerdeki nüfus azalması da dikkat çekicidir. Karadeniz, İçanadolu ve Doğu Anadolu'nun Türk nüfusu artış göstermemiştir.

2- PKK, sadece Güneydoğu'da Kürt nüfusu arttırmakla kalmamıştır. Aynı zamanda Güneydoğu'dan Batı illerine doğru istila halinde bir Kürt göçü yapılmıştır.

Kürt istilası iki ana hattan ilerlemiştir.

Birinci hat Antep'ten Muğla'ya hatta Kuşadası'na kadar giden sahil şerididir. Bu hatta kalan tüm iller Kürt akınına uğramıştır. Nüfus yapısı tümüyle değişmiş kentler Kürtleştirilmiştir. Bu hat, kıyı şeridi olarak, uluslarası ticaret, turizm ve tarım alanında Türkiye'nin en önemli bölgesidir. Şu anda buraya yerleşen Kürt istilacıların eline geçen bölge PKK'nın ekonomik gücünün önemli kaynağıdır.

İkinci hat doğrudan büyük şehirlere, sanayi merkezlerinedir. İstanbul, Ankara, İzmir, hatta Bursa ve Kocaeli gibi şehirler büyük oranda Kürtleştirilmiştir.
harita3.png

Bu iki hatta başarıya ulaşan Kürt istilacılığı şu anda iki yeni hat daha açmış bulunmaktadır.

1- Sivas-Tunceli hattından Doğu Anadolu, İçanodolu ve Karadeniz'e çıkma.

Nitekim Erzincan, Sivas, Tokat, Ordu, Samsun şu an bu yeni hattın hedefi durumundadır. Bu yoldan PKK Karadeniz'e açılacaktır.

2- Çanakkale, Tekirdağ, Kırklareli hattından İstanbul'u Trakya'dan kuşatmak.

PKK'nın uzun yıllardır süren Trakya'ya yerleşme çabası özellikle Trakya'nın sanayi bölgesinde gerçekleşmiştir.

Böyle bir istila hareketi kaçınılmaz bir şekilde Türkiye yöneticilerini olmasa bile Türkleri rahatsız etmekte ve uyandırmaktadır. Yıllardır topraklarını, mahallelerini, evlerini bu istilacılara açan Türkler yavaş yavaş bu komşuların hiç de iyiniyetli olmadığını görmekte ve gördüğü yerlerde de tepkisini oltaya koymaktadır. Son aylarda, Gönen'de, Çerkezköy'de, Bursa'da, İstanbul'da yaşanan gerginlikler bu durumun habercisidir.

Böyle bir olasılık tüm Amerikancıları ürkütmektedir. Hükümet provokasyon önlemleri alırken, diğer taraftan Amerikancı medya devreye girmekte ve Türk-Kürt kardeşliği mavalı okumaktadır. Lozan'da Tayyip Erdoğan'ın himayesinde konuşan Perinçek o nedenle biz Kurtuluş Savaşı'nı Türklerle Kürtler birlikte verdik demektedir.

Böylelerine hadi ordan diyoruz. Kurtuluş Savaşı'nda 33 bir şehit verdik, bunun ancak 700 tanesi Kürttü: Yani %2!
 

Kürt istilasının 80 yılı​

Rakamlarla Türkiye gerçeği

22 Temmuz seçim sonuçlarını pek çok kesim şaşkınlıkla karşıladı. Türkiye’de 1950 ile başlayan sağ iktidarların son aşamasıydı bu. %47’lik AKP oyuna diğer sağ partilerin oylarını da eklediğinizde neredeyse %70’i geçiyor.

Elbette bunun üzerine çokça yazılacak, değerlendirme yapılacaktır. Burada sol partilerin eksiklikleri öne çıkartılabilir ya da sağcı güçlerin arkasındaki dış destek.

Bunların hepsi de önemli doğrulardır.

Ancak Türkiye’nin toplumsal yapısını analiz ederken, gerçek mesele üzerine nedense hiç eğilinmez.

Bu, ülkenin tabusudur.

En son Türk Tarih Kurumu Başkanı Halaçoğlu’nun yaptığı gibi, bu ülkenin nüfus yapısı üzerine bir fikir beyan etmek isterseniz, ne ırkçılığınız kalır ne bölücülüğünüz; oracıkta ipinizi çekiverirler.

Ancak ülkemizin toplumsal yapısı üzerine ve geleceğimiz üzerine konuşacaksak işe nüfus yapımızla ve bu nüfus yapımızın değişimiyle başlamalıyız.

İnsan hakları, halkların kardeşliği gibi vicdani kategorileri bir kenara bırakıp, doğrudan rakamlara bakarak, ülkemiz nereye gidiyor bunu değerlendirmemiz artık zorunluluk halini almıştır.

Teorinin, hikâyenin yerini biraz çıplak gerçeğin alması gerekmektedir. Bölgelere göre nüfus artış oranı

Türkiye’de bir Kürt İstilası yok diyenleri rakamlar yalanlamaktadır. Haritada görüldüğü gibi Trakya, Marmara, Ege, Karadeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu gibi Türk nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgede nüfus azalmaktadır. Bu azalmaya karşın Güneydoğu’nun nüfus azalmaktadır. Bu azalmaya karşın Güneydoğu’nun nüfusu hızla artmakta, Doğu Akdeniz ve kıyı şeridinde de Kürt göçünün etkisi oranlara yansımaktadır. Büyükşehir ve sanayi merkezlerindeki nüfus artışı da, büyük oranda, Türk bölgelerden göç nedeniyle değil, Kürt göçü nedeniyledir. Haritada görüldüğü gibi, Türkiye’nin demoggrafik yapısı hızla değişmekte, Kürt nüfus güneydoğu’dan taşarak belli bölgeleri adeta istila etmektedir.

1927 yılında Türkiye’nin etnik bileşimi

Cumhuriyetimiz 1923 yılında kuruldu. İlk nüfus sayımı ise 1927 yılında yapıldı. Bu nüfus sayımının ayrıntılı tutanakları bugün elimizde bulunmaktadır. Bu nüfus sayımında bugün için işimize yarayacak çok fazla sorunun cevabı bulunmaktadır.

Osmanlı’nın çok dinli, çok dilli, çok kültürlü kozmopolit yapısını devralan Cumhuriyet, bir ulus devlet projesine başlarken, elindeki insan malzemesinin de dökümünü çıkartmış oluyordu böylece.

Nüfus sayımı bugün için en önemli meselemiz olan Kürt meselesi açısından önemli bulgular ortaya koymaktadır.

Şimdi bu rakamların incelemesine geçebiliriz.

1927 nüfus sayımında vatandaşlara ana dili sorulur. Ana dili sorusuna Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Çerkesce, Rumca, Arapça, Yahudice gibi cevaplar alınır ve kaydedilir.

Buradan çıkan sonuçlar Türkiye’nin etnik bileşimini vermektedir. Her dilin bir etnik grubu simgelediği varsayılırsa Türkiye’de 11.777.810 Türk, 1.184.446 Kürt, 134.273 Arap, 119.822 Rum, 95.901 Çerkes, 68.900 Yahudi, 64.745 Ermeni bulunmaktadır. Toplam nüfus ise 13.648.270’tir.

Bu rakamlar incelendiğinde Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan nüfusun %88’inin Türk olduğu, bundan sonra gelen en kalabalık grubun ise %8.5 ile Kürtler olduğu görülür. Araplar ve Rumlar yaklaşık %1’er, Yahudi ve Ermeniler ise %0.5’erlik bir paya sahiptir.

1927’den 1965’e,
1965’ten 2007’ye Kürtler

Şimdi bu rakamların günümüz açısından ne anlam ifade ettiğine gelebiliriz.

2007 yılında yapılan seçim kayıtlarına göre ülkemizin nüfusu 67.803.927’ye ulaşmıştır. Bu rakam 1927 yılı nüfusunun tam 5 katıdır. Yani 1927-2007 yılları arasındaki 80 yılda Türkiye nüfusu tam 5’e katlanmıştır.

Tüm koşullar her bir grup için aynı olsaydı, etnik gruplar arasında geçişkenlik olmasaydı, doğum oranları da aynı kalsaydı, bugün ülkemizde kaç Kürt yaşıyor olması gerekirdi peki?

O günkü Kürt nüfusunu da 5’le çarparsak 5.922.230 rakamına ulaşırız.

Yani bugün 68 milyon olan Türkiye’nin 6 milyonunun Kürt olması gerekirdi.

Tabii bu sadece bir varsayım. Çünkü 1965’ten sonra yapılan nüfus sayımlarında vatandaşlara ana dili sorulmadı.

Ancak 1965 yılında yapılan nüfus sayımı sonuçlarından, 1927’de %8.5 olan Kürt nüfusun, 1965 yılanda %6’ya düştüğünü biliyoruz.

Yani ilk 40 yılda Kürt nüfus %8.5’ten %6’ya düşmüştür. Bu ise Kürtlerin yavaş yavaş Türk nüfus içinde erimesi anlamını taşımaktadır.

İkinci 40 yılda da yani 1965-2007 yılları arasında da aynı eğilim yaşanmış olsaydı, yine %2.5’lik bir düşüşle Kürt nüfusun %6’dan %3.5’e düşmesi gerekirdi. Bu ise 68 milyonluk ülkemizde 2.4 milyon Kürt demektir.

Nüfus artış eğrisine bakarak Türkiye’nin nüfus artışı ile Kürt nüfus artışını karşılaştıralım. 1927 sonuçlarını takip ettiğimiz mavi çizgide bugün Türkiye’de 5.9 milyon Kürt yaşamalıydı. Bu ise nüfusun %8.5’i dir. Ancak 1965 yılında yapılan nüfus sayımında Kürt nüfus oransal olarak düşmüştür. Yeşil çizgi bu eğilimi göstermektedir. Eğer 1927 ile 1965 arasındaki azalma aynı hızla devam etseydi bugün ülkemizde 2.3 milyon Kürt yaşardı ki bu da Türkiye nüfusunun %6’sıdır. Ancak yeşil çizgi 1965 yılı sonrasında kırılmıştır. Kırılmanın boyutları tam olarak bilinmemektedir. Kürtçülerin iddiası bugün Türkiye’de 20 milyon Kürdün yaşadığıdır. Kırmızı çizgi bu iddiayı göstermektedir. Bu iddia doğru kabul edilecek olsa bugün Kürtler Türkiye’nin %30’unu oluşturmaktadır. Böylesi bir oran normal bir gelişme ile açıklanamaz. Ortada doğum oranları ile açıklanamayacak ölçüde bir artış sözkonusudur.

Bu ise Türklerin de hızla Kürtleşmesidir. 1965 sonrasında yukarı doğru kırılan eğri Kürt istilasının ivmesini göstermektedir.

Bölgelerde nüfus artış oranları

Ama bu varsayım modelini bir kenara bırakıp nüfusun bölgesel dağılımını incelemeye koyulduğumuzda bambaşka bir gerçekle karşılaşırız.

Şimdi bu durumu inceleyelim.

80 yıllık dönemde Türkiye nüfusu ortalama 5 kat artarken bu artış oranı bölgesel olarak farklılaşmaktadır.

Örneğin İstanbul’un nüfusu 12.5 kat, Ankara’nın nüfusu ise 10 kat artmıştır. İzmir’deki artış ise 6.4 kattır. Türkiye’nin en büyük üç kentinde nüfusun ülke genelinin üzerinde bir oranda artması son derece normaldir.

Sonuçta şehirleşme, modernleşme ve sanayileşme ile birlikte, nüfus belli büyük şehirlerde yığınsal bir şekilde artacaktır. Bu, küçük kentlerden büyük kentlere göç edilmesi anlamını taşımaktadır. İş bulmak, daha iyi geçim olanakları ve hayat standardı elde etmek isteyen yoksul yörelerin insanları büyük şehirlere göç edecektir. Tüm dünyada yaşanan toplumsal gelişme de zaten bu yöndedir.

Bu açıdan bölgesel nüfus artışına bir göz atığımızda Trakya ve Marmara’da nüfusun 2.5-4 kat arası, Ege’de 3-4 kat arası, İç Anadolu’da 2-4 kat arasında, Karadeniz’de 1-4 kat arasında, Doğu Anadolu bölgesinde ise 2.5-4 kat arasında arttığını görmekteyiz.

Bu bölgelerdeki artış oranları Türkiye geneli olan 5 katın altındadır. Bu ise bu bölge kentlerinden büyük kentlere bir göç olduğu anlamına gelmektedir. Bunun dışında bu bölgelerde doğum oranlarında belli ölçülerde düşüş de söz konusu olabilir.

Güneydoğu

Ancak bu eğilim bir bölgede tam tersine dönmektedir. Bu bölge Güneydoğu Anadolu bölgesidir.

Diyarbakır’ın nüfusu 7, Urfa’nın 7, Mardin’in 6.2, Bitlis’in 9.3, Hakkari’nin 9.5, Van’ın 11.6 kat artmıştır.

Bu devasa artış oranlarını versek ve kentlerin adlarını söylemesek normal olarak bu bölgenin Türkiye’nin sanayi merkezi olduğu düşünülebilirdi. Ama öyle değil.

Bu bölgedeki artışın tüm ülke genelinden ayrışmasının bir açıklaması olmalıdır. Bu açıklama ise ancak bu bölgede yoğun olarak yaşayan Kürt nüfusun aşırı artışında bulunabilir.

Bu artış, dine bağlı bir doğurganlık oranı olarak görülebilir mi peki?

Eğer bu açıdan bakacak olsak, dini duyguların çok güçlü olduğu Konya, Kayseri, Erzurum gibi bölgelerde de benzer bir oran beklememiz gerekirdi. Ancak bu bölgelerde nüfus artışı Türkiye ortalaması olan 5 katın altındadır.

Demek ki bu artışı dinsel olgularla açıklayamayız.

Peki Kürt etnik grubunun, üremeye yatkınlığı gibi bir durum mu söz konusudur?

Bu da bilimsel açıdan yanlıştır. Hiçbir etnik grubun doğurganlık oranı diğer etnik gruplardan bu ölçüde farklılaşamaz.

O halde bu artışın mantıklı bir nedeni olarak geriye sadece bilinçli bir nüfus artışı kalmaktadır. Bölgede yaşayan Kürt grup, çoğunluk olma güdüsüyle, bilinçli bir şekilde aşırı ölçüde çoğalmaktadır.

Türk göçü-Kürt göçü

Eğer bu bölgede yaşayan Kürt grubun artışı sadece bu bölgede kalsa idi yine bir ölçüde anlaşılabilirdi. Ancak aynı zamanda büyük şehirlere ve kıyı şeridine doğru Kürt nüfusun çok yoğun bir göç verdiğini de biliyoruz.

Bugün Ege ve Akdeniz kıyı şeridinde Kürt göçünün çok yoğun hissedildiği yerlerde nüfus artışı 8 katı bulmaktadır.

Tüm Türkiye tablosunu göz önünde bulundurduğumuzda çok net bir gerçek göze çarpar.

Trakya, Marmara, Karadeniz, Ege, İç Anadolu, Doğu Anadolu’dan büyük kentlere ve sanayi merkezlerine doğru bir göç yaşanmakta ve bu bölgelerde nüfus yoğunluğu azalmaktadır.

Ama yine Güneydoğu Anadolu’dan büyük kentlere ve özellikle Ege-Akdeniz kıyı şeridine çok büyük bir göç olmasına karşın, bu bölgenin nüfus yoğunluğu Türkiye genelinin iki misli artmaktadır.

Yani Kürtler hem Güneydoğu’da hem de büyük şehirler ve kıyı şeridinde hızla artmaktadır.

İşte bu olgu, sanayileşme ve göç gibi klasik sosyolojik kavramlarla açıklanamaz. Eğer sosyolojik bir eğilim olsaydı, örneğin Karadeniz bölgesinde de nüfusun aynı ölçüde artması ve Karadenizlilerin büyük şehirlerle kıyı şeridinde de hızla çoğalması gerekirdi ki, böyle bir durum yoktur.

Aksine Karadenizliler, Egeliler, İç Anadolulular kendi bölgelerinde azalmakta, büyük şehirlerde ise artmaktadır.

Çok yaygın bir örnek, İstanbul’daki Sivas, Malatya ve Tokatlıların durumudur. İstanbul’da bu şehirlerden insanlar çok büyük bir kitle oluşturmaktadır ama kendi kentlerinde nüfus artışları Türkiye ortalamasının altındadır. Yani artan nüfusun gittiği yer büyük şehirdir. Anormal bir artış yoktur.

Kaldı ki tüm bu bölge insanları genel olarak üç büyük kente ve Bursa, Kocaeli gibi sanayi merkezlerine göçmektedir.

Ama Ege ve Akdeniz kıyı şeridinde, Ordulular, Tokatlılar, Tekirdağlılar, Yozgatlılar gibi kalabalık gruplar görülmez. Buralarda Mardinliler, Vanlılar, Şırnaklılar vb. vardır hep.

Buradan tek bir sonuca varılabilir. Nüfus bileşimi Türk olan bölgeler, genel yoksulluk, olanaksızlık, iş bulma umudu, eğitim olanağı gibi sosyolojik gerekçelerle büyük şehirlere göç etmektedir.

Ancak nüfus bileşimi Kürt olan kentlerden göç sadece büyük şehirlere değil aynı zamanda kıyı şeridinin tüm kentlerinedir. Üstelik tüm bu kentlerde de nüfus Türkiye ortalamasının iki misli artmaktadır.

İşte bu durumu etnik bir program içerisinde anlayabiliriz: Kürt grubu belli bir program dahilinde çoğalmakta, belirlenmiş bölgelere göç etmektedir. Bu, Kürtlerin Türkiye’de belli bölgelerde çoğunluğu ele geçirmek üzere bilinçli bir nüfus planlamasından başka bir şey değildir.

Bölgemizde kaç Kürt var?

Burada son derece önemli birkaç yerel örnekle durumu açıklayalım.

Mesela bugün neredeyse bir Kürt kenti görünümü alan Mersin’i inceleyelim. 1927’de yapılan nüfus sayımında Mersin’in toplam nüfusu 210 bindir. Bu 210 bin insan içinde sadece 576 Kürt vardır.

Bugün Mersin’in nüfusu 1.65 milyondur yani 8 kat artmıştır.

Nüfus bileşimi değişmeden artsa bugün Mersin’de 4.550 Kürt yaşaması gerekirdi!

Ama rakam bunun 50 katıdır!

Aynı şekilde Aydın’da 1927’de 198 Kürt yaşamaktaydı, bunun bugün 891 olması gerekirdi!

Fakat Söke, Kuşadası ve Didim’i bir gözünüzün önüne getirin.

Yine en az 50 kat fazladırlar!

Tüm kıyı şeridinde benzer bir olgu gözlemlenmektedir.

Fakat büyük şehirlerde de aynı durumu görmekteyiz.

Örneğin İstanbul’da 1927 yılında 1.692 Kürt yaşıyordu. Bunun bugün 21.150’ye çıkması gerekirdi. Fakat bunun çok çok üstünde yine belki 50 kat fazla Kürt yaşıyor.

O halde tüm kıyı şeridi ve büyük şehirlerde, normal nüfus artışı içerisinde olması gereken Kürt nüfusun 50 katı yaşamaktadır!

Türklerin Kürtleşmesi

Bu, basit bir göç olgusuyla açıklanamayacak kadar büyük bir orandır.

Bu durum ancak bilinçli bir nüfus planlamasının sonucudur.

Ama aynı zamanda doğurganlık oranları ile de açıklanamayacak kadar fazladır. Normalin 50 kat üstü bir doğum oranı olamayacağına göre geriye tek bir olasılık kalmaktadır; Türkler Kürtleşmektedir.

Yani 1927 ile 1965 yılları arasında yaşanan Kürtlerin Türkler içinde erimesinin ve asimile olmasının tam tersi bir olgu söz konusudur. 1965 sonrası dönemde Türkler Kürtler içinde erimeye ve asimile olmaya başlamıştır.

Bu erimenin iki önemli örneğini hemen verelim.

1927 yılında Diyarbakır’da 56 bin Türk yaşamaktaydı. Toplam nüfusun %30’uydu bu.

Bugün ise Diyarbakır’da 1.36 milyon insan yaşamaktadır. Eğer bugün de aynı oran olsaydı, Diyarbakır’da 393 bin Türk yaşıyor olacaktı!

Urfa’da 1927’de 82 bin Türk yaşıyordu ve Türklerle Kürtlerin oranı aynıydı.

Bu oranlar korunsaydı bugün Urfa’da 575 bin Türk yaşıyor olacaktı!

Ancak Güneydoğu’da böyle bir Türk nüfus artık kalmamıştır.

Çünkü Türkler, Kürtler içinde hızla erimiş ve Kürtleşmiştir.

Kuzeye doğru, yani Erzincan, Malatya, Erzurum dolaylarına çıktıkça Türk nüfusun yoğunluğu göze çarpar. Ancak buralarda nüfus artışı Türkiye ortalamasının altındadır.

Bunun dışında bu bölgelerde Kürt oranı 1927’de %15 ile %30 arasında değişmekteydi. Bugün bu bölgelerde de Kürtlerin lehine değişmiştir durum. Mesela Ağrı, Ardahan, Iğdır, Kars dolaylarında Kürtler çoğunluk olmuştur.

Kürt istilası

Genel olarak baktığımızda bugün 1927-1965 arası eğilim korunsaydı 2.4 milyon Kürt yaşıyor olacaktı demiştik. Ancak bugün sadece Güneydoğu kentlerinde 6.5 milyon insan yaşamaktadır.

Bu bölgede 1927 yılında 874 bin kişi yaşıyordu ve bunun sadece 543 bini Kürttü. Geriye kalan %30’luk bölüm ise Türk’tü. Oysa bugün bu bölgede %30’luk Türk oran korunsa 2 milyon Türk ederdi! Ancak bu durum yoktur.

Bir başka açıdan baktığımızda 1927 yılında 1.2 milyon olan Kürt nüfusun yarısı Güneydoğu’da, kalan %40’ı Doğu Anadolu’da yaşıyordu. Geri kalan %10 ise tüm Türkiye’ye dağılmıştı.

Oysa bugün sadece Güneydoğu’nun nüfusu 6.5 milyondur ki bu nüfus, 1965 eğiliminin 2.5 katı, 1927 varsayımsal sonucunun ise tümüdür.

O halde Güneydoğu dışında yaşayan Kürtler nereden çıkmıştır?

Kimi Kürtçüler Türkiye’de 20 milyon Kürt olduğunu iddia ediyorlar. Bu elbette onların iddiası ve gerçeği yansıtmıyor ama bu iddiayı 1927 rakamları ile bir karşılaştıralım.

1927 rakamlarına göre bugün Türkiye’de 6 milyon Kürde karşılık, 60 milyon Türk yaşaması gerekirdi. Eğer Kürtçülerin iddiası doğruysa, yani Kürtler 20 milyonsa, bu Kürtlerin normalin 3 katından fazla artmış olması anlamına gelmektedir.

Bu durumda bugün ülkemizde 46 milyon Türke karşılık 20 milyon Kürt yaşayacaktır ki bu, Türklerin 4 kat, Kürtlerinse 20 kat artması demektir!

Bu Kürtçü varsayım eğer doğruysa, sadece onların asıl niyetlerini ortaya koyar, bu ülkede nüfusa her 1 Türke karşılık 5 Kürt ekleniyorsa, bu durum ancak olağanüstü bir nüfus planlaması ile açıklanabilir.

Bu ise Kürt istilasıdır!

Görüldüğü gibi rakamlar son derece yalın bir gerçeği ortaya koyuyor.

Bunda ne bir ideoloji, ne bir genetik, ne bir ırkçılık bulabilirsiniz.

Herkes rakamları alt alta yazsın ve kendisi yorumlasın.

Hakikaten ülkemizde neler oluyor?

Haritada yeşil renkte gösterilen Güneydoğu illerinde nüfus artışı Türkiye ortalamasının iki misli. Türkiye genelinde 80 yılda nüfus 5 kat artarken bu bölgede 9 kat artmış. Bu artış İstanbul ve Ankara gibi şehirlerle eşit, İzmir, Bursa ve Kocaeli’nin ise üzerinde. Yani yoksul olduğu söylenen bir bölgede, Türkiye’nin en yüksek gelirli bölgelerinden bile yüksek bir nüfus artışı yakalanmış.

Doğu Anadolu bölgesi işe haritada mor renkte. Bu bölgede nüfus artışı Karadeniz ve İç Anadolu’dan yüksek ama Türkiye ortalamasının altında. Bunun nedeni bölgede çoğunluğun Türkler olması. Fakat tümüyle Türk olan Karadeniz ve İç Anadolu’dan daha yüksek oran, bölgede yaşayan Kürtlerin artan etkisini gösteriyor.

Kırmızı renkteki kıyı şeridi yoğun Kürt göçüne maruz kalan bir bölge. En yüksek artış Adana, Mersin ve Antalya’da. Bu bölgeler ilk Kürt göçünün hedefiydi. İkinci Kürt göçünün hedefi olan Muğla ve Aydın’da ise bir 5 yıl sonra Adana-Mersin oranı yakalanacaktır.

Yukarıdaki tabloda büyükşehirlerde ve kıyı şeridinde 1927 sonuçlarına göre bugün yaşaması gereken Kürt nüfus hesaplanmış. Ancak şu an bu hesaplamanın 50 katı bir Kürt nüfus bulunuyor bu bölgede. Bölgeler arası nüfus artış farklılıkları ise en büyük tehlikeyi işaret ediyor. Türk nüfusu kimi yerlerde 80 yıldır hiç artmıyor. En çok artan bölgelerde bile Türkiye ortalamasının altında. Bu eğilim bir 40 yıl daha devam ederse 2050 yılında Türkiye’de Türkler azınlık, Kürtler çoğunluk olacak!
 
Geri
Top