Görgü Tanıklarına Göre M. Kemal Atatürk’ün Portresi
M. Kemal Atatürk’ün hayatını ve düşüncelerini anlatan pek çok araştırma var. Ama kişiliğini, kişilik özelliklerini anlatan eser sayısı pek az. Bunlar da tam bir portre özelliğini taşımıyorlar.
Atatürk’ün kişiliğiyle ile ilgili gerçeklerin zaman zaman bilgi yetersizliği ya da maksatlı olarak saptırıldığını, bazı inceleme, film, oyun ve romansı çalışmalarda gerçek kişiliğine uymayan, duraksama ve kuşkuya yol açan anlatımlara yer verildiğini, yanlış yargılarda bulunulduğunu görmekteyiz.
Kişiliğini oluşturan gerçek özellikleri en iyi, Atatürk’ü görmüş, tanımış, onunla arkadaşlık etmiş veya birlikte çalışmış güvenilir görgü tanıklarından öğrenebiliriz. Bu amaçla bu tanıkların izlenim ve saptamalarını derledim.
Bu tanıklar annesi, çocukluk, okul ve silah arkadaşları, yaverleri, emir erleri, yakınları, genel sekreterleri, görevliler, politikacılar, Türk ve yabancı gazeteciler ve büyükelçilerdir. Bu görgü tanıklarının izlenim ve saptamalarından yararlanarak ana çizgileriyle bir Atatürk portresi çizmek istiyorum.
Ailesi
Atatürk’ün baba tarafı da anne tarafı da Anadolu kökenli Türkmenlerdir.
Annesi Selanikte Ahmet Subaşı mahallesinde Zübeyde Molla diye anılan dindar bir hanımdır.
Atatürk 1881 yılında Selanik’te doğmuştur. Doğum günü belli değil.
Bütün tanıklar Atatürk’ün hayatı boyunca annesine çok saygılı olduğunu belirtiyorlar. Annesi M. Kemal’in küçüklüğünü şöyle anlatmıştır:
“Mustafam küçük çocukken bile gayet temiz giyinirdi. Büyüksü tavırlar alır (..), çocuklar sokakta oynarlarken, oyunlarına iltifat etmez, onlara bir çeşit küçümsemeyle bakardı.”
Çocukluk arkadaşı Asaf İlbay bu dönemi şöyle anlatıyor:
“Mahalle mektebinde de askeri rüştiyede de daima bir büyük insan tavrı takınır, gayr-i ihtiyari kendisine hürmet telkin ederdi.”
Askerlik mesleğini annesine rağmen, kendi seçmiştir.
Askeri ortaokuldan arkadaşı Kazım Özalp diyor ki:
“Derslerin dışında memleket meselelerini tartışmayı her fırsatta düşünüyorduk.(..) Kötü idareyi değiştirmek lazım geldiği düşüncesindeydik. (..) Gizli olarak Fransızca Temps ve Matin gazetelerini sağlıyor ve okuyorduk. Voltaire’in, Victor Hugo’nun Türkçeye çevrilmiş eserleri, Namık Kemal ve Abdülhak Hamit’in şiirleri gizlice sağlanmakta, fikirler tartışılmaktaydı.”
Askerliği
1905'de sarışın, burma bıyıklı, genç, çevik bir Kurmay Yüzbaşı olarak orduya katılır.
Ünü 1915’te Çanakkale savaşları sırasında parlar. Çanakkale ile ilgili İngiliz Resmi Harp tarihi özetle şöyle yazıyor:
“Çanakkale’de geleceği elinde tutan komutan, üstün şahıs M. Kemal’di. Çanakkale muharebelerinde göstermiş olduğu çok yüksek sevk ve idare, fedakarlık ve feragat, her türlü övgünün üzerindedir ve bu konuda ne söylense azdır.(..) M. Kemal Çanakkale savaşının kaderini tayin etmiştir. Kısacası Çanakkale muharebeleri bütünüyle M. Kemal’in üstün deha ve zekasıyla etkili olduğu bir tarihi anlatır.”
Milli Mücadele stratejisi Atatürk'ün eseridir.
Sakarya ve Büyük Taarruz savaşlarını Başkomutan olarak yönetmiştir.
Orgeneral Asım Gündüz diyor ki:
“Başkomutan olmasıyla orduya sanki bir ordu daha katılmıştı. En ciddi komutanların bu tayini duyunca sevinçten oynadıklarını hatırlarım.”
30 Ağustos günü Yunan ordusunun imha edildiği savaşı, ateş hattında bulunan 11. Tümenin savaş idare yerinden idare etmiştir.
İsmet İnönü diyor ki:
“M. Kemal Paşanın muharebeyi idare ederken, kendi iradesini en ufak kıtaya kadar hissettirip subayları ve erleri canıyla başıyla bütün dermanını kullandırmaya sevk etmekte hususi bir dikkati ve hususi bir başarısı vardır. Muharebeyi böyle idare eder, sevk ve idareyi böyle gayet sert tutar.”
Y. Kadri Karaosmanoğlu:
“Sapına kadar askerdi. Mesleğinin aşığıydı. Samimi ve heyecanlı bir cenk sanatkarıydı. Ama militarist değildi. Harbi şevk ve şetaretle kabul ederdi fakat aramazdı, çağırmazdı. ‘Harpçi olamam, çünkü harbin fecaatini herkesten daha iyi bilirim’ derdi.”
M. Kemal Atatürk tarihin kaydettiği büyük askerlerin ilk safında yer almaktadır.
Görünüşü
ABD’li General Harbord 1919’da Erzurum’da karşılaştığı Çanakkale kahramanı M. Kemal Paşayı şöyle tasvir ediyor:
“İnce, dik duruşlu, askerce görünüşlü, kısa kesilmiş kumral bıyıklı, dümdüz arkaya taranmış kumral saçlı, yüksek elmacık kemikli, 38’inde, genç bir adam. Çok temiz bir şekilde sivil elbiseliydi ve görüşmemiz boyunca başı açık oturdu.”
Y. Kadri 1921 yazında Ankara’da tanıştığı M. Kemal Paşa için şöyle yazıyor:
“Paşa, gazetelerde gördüğümüz resimlerinden hiçbirine benzemiyor. Kendisi bu resimlerin hepsinden daha sevimli, daha canlı, daha ayrı bir sima. (..) Bu yüzün umumi görünüşünde çok zahmet çekmiş, çok uğraşmış, çok düşünmüş kimselerin yüzündeki ifade var.”
F. Rıfkı Atay İzmir’in kurtuluşundan hemen sonra 1922 eylülünde Latife Hanımın köşkündeki ziyafette tanıştığı Paşayı şöyle anlatıyor:
“Paşa arkasında beyaz bir Kafkas gömleği ile merdivenden indi. Bu kemerli gömlek pek ahenkli bir endam ister. M. Kemal ince, zarif ve güzel bir erkekti.”
Şair Ahmet Haşim’in 1928 izlenimleri de şöyle:
“Dolmabahçe Sarayına davet edilenlerden biri de bendim. Gördüğüm fotoğraflara nazaran biraz şişman, biraz yorgun, biraz çizgileri kalınlaşmış bir vücutla karşılaşacağımı zannederken, kapıdan bir ziya dalgası halinde giren yoğunlaşmış bir kuvvet ve hayat görünüşü ile birden gözlerim kamaştı: Bir çift mavi gözün aydınlattığı asabi bir yüz.. Yüzde, alında, ellerde bir sıhhat ve bahar rengi.. Muntazam taranmış, noksansız, sarı, genç saçlar.. Bütün zemberekleri çelikten, ince, yumuşak, toplu, gerilmiş ter ü taze bir uzviyet.”
Son Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak Atatürk’ün boyunun 174 cm. olduğunu yazıyor.
Giyinişi
İngiliz Büyükelçisi Sir Percy Loraine
“Kusursuz giyinirdi. (..) Cumhurbaşkanı olduktan sonra üniformasını çıkarmış, bu şerefli üniformayı bir daha tören ve askeri geçitlerde bile giymemiştir. Nişan olarak yalnız istiklal madalyasını takardı.”
R. Eşref Ünaydın diyor ki :
“..Üniformasını, Mudanya Mütarekesinin imzalandığı gün sırtından çıkardı, bir iki vesileden başka ömrünün sonuna kadar hemen hemen hiç bir daha giymedi. Hiç bir törende mareşalliğini teşhir etmedi. Bazıları cumhuriyetin onuncu yıl bayramında nutkunu söyleyeceği gün, üniformasıyla görünmesini çok rica etmişlerdi. ‘Ne münasebet! Ben emekli olmuş bir askerim. Üniforma nasıl giyebilirim?’ diye cevab verdi.”
F. Rıfkı Atay:
“Atatürk askerliğin aşıkı idi ama savaş sonrası liderler arasında tek asker o iken, hiç üniformalı dolaşmayan da o idi.”
Atatürk’ün temiz, güzel giyinme dikkati ölünceye kadar devam etmiştir. Kazım Özalp şu bilgiyi veriyor:
“Giyimine çok meraklıydı. Bulunduğu cemiyet veya yere uygun kıyafet giymeye özen gösterirdi. Türkiye’de özel terzileri vardı. Paris’te, tanınmış bir terzide de vücut modeli bulunuyor, özellikle merasimlerde giyeceği kıyafetler, orada dikilip getirtiliyordu.”
F. Rıfkı Atay devam ediyor:
“Dış görünüşün ve dekorun içtimai münasebetlerde büyük ehemmiyeti olduğunu bilirdi. Onun için giyinişine ve ev düzenine pek meraklıydı. On beş yıl yanında bulundum, hususi odalarına girdim, günün çeşitli saatlerinde evine gittim. Kendisini bir defa bile traşsız, rahatsız olduğu vakit, velev pijamalı da olsa, üstüne başına titizce itinasız görmedim.”
Konuşması
1920-21 yılında tutanak katibi olarak TBMM’nde çalışan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Atatürk’ün konuşması hakkında diyor ki:
“Meclis’in en iyi konuşan hatibi, Mustafa Kemal Paşa idi. Kesin ifadeli, çok etkili, kararlı, zaman zaman sertlik taşıyan fakat batmayan, ürkütmeyen bir konuşma tarzı vardı.”
Birinci Meclis’in açık ve gizli görüşmelerinin tutanakları, M. Kemal Paşanın Velidedeoğlu’nu doğrulayan çok etkili konuşmalarıyla doludur.
Milletvekili Damar Arıkoğlu da şöyle diyor:
“O kadar yerinde ve güzel kelimeler kullanırdı ki cazibesine tutulmamanın imkanı yoktu.”
F. Rıfkı Atay, Atatürk’ün üslubu hakkında şöyle demektedir:
“Bir hususiyeti de, konuşma zevki ve merakı ile renkli, neşeli ve sade anlatış üslubu idi. Mustafa Kemal bizim nesle yazarken Namık Kemal’i, konuşurken Yahya Kemal’i hatıra getirirdi. Sohbetler ve meclisler adamı olduğu belliydi. Arasıra Rumeli ağzına kayan tatlı bir şivesi, hiç bezginlik vermeyen renkli bir üslubu vardı. İnsanlarda beğenecek pek az şey bulmayı süs edinen nice titiz tenkitçiler, sohbetinin cazibesine kolayca kapılmışlardır.”
Celal Bayar:
“Atatürk nutuklarında, başlangıca ve final tabiriyle ifade ettiği son sözlere çok dikkat ederdi.”
Afet İnan:
“Nutuklarını [önceden] yüksek sesle tekrarlamak ve günde bir kaç kere okumak adeti idi.”
Fransız yazar Claude Farrère diyor ki:
“Kendisiyle konuşuyoruz. İşte bir olağandışılık: Bu insan, muhatapları konuşurken onları dinliyor. Devlet adamları ile sık teması olan bir kimse, bunun nadiren karşılaşılan bir durum olduğunu bilir.”
Madam Roger Pittard da bu konuda şöyle diyor:
“Bir gün Atatürk’e kuvvetinin sırrını sordum. ‘Durur, dinlerim..’ dedi.
Fotoğraflara yansımayan bir mizaç
Fotoğrafları Atatürk’ün mizacını tam olarak yansıtmamaktadır. Atatürk’ün, gülerken çekilmiş ancak bir iki fotoğrafı vardır. Kişiliğinin bu canlı, neşeli, hayat dolu yanı yazık ki saptanmamıştır.
Afet İnan diyor ki:
“Atatürk”ü uzaktan veya bütün fotoğraflarını görenler, hakim çehresinin ifadesinde daima bir sertlik, gözlerinde derin bir bakış, düşünceli çizgilerle dolu bir alın bulurlar. Gülen bir resmini bulmak ender bir hadisedir. Halbuki bütün tanıyanlar bilirler ki Atatürk’ün neşeli bir karakteri vardır. (..) Bilhassa seyahatlerinde çok neşeli bir insan olurdu.”
Yaveri ve arkadaşı Salih Bozok da bu görüşü doğruluyor:
“Ben onda en bariz hususiyet olarak şunu gördüm: Daimi bir neşe. Gerçekten neşeli bir adamdı. Bazan bu neşenin geçici sebeblerle bulandığı olurdu. Fakat arası çok geçmeden eski neşeli hali avdet ederdi.”
F. Rıfkı Atay da diyor ki :
“Hemen hiç gülerek resmi alınmayan Mustafa Kemal, benim tanıyabildiklerim arasında en güler yüzlü kimselerden biri idi.”
Kılıç Ali az bilinen bir yönünü açıklıyor:
“Şakacı ve muzipti. Arkadaşlarına muziplik yapmaktan hoşlanırdı.”
Sağlığı
Hikmet Bayur:
“Atatürk’ün çalışma ve yorgunluğa dayanma kabiliyeti olağanüstü idi.”
Şükrü Kaya:
“Atatürk narin ve nazik yapılı olmakla beraber sağlam, sıhhatli, sıkı ve güçlü adaleli bir adamdı. Yorgunluğa ve uykusuzluğa şaşılacak kadar dayanıklıydı. Kışın pencereleri açtırır, soğuk havayı geniş nefeslerle ciğerlerine sindirir, elini yüzünü karla yıkardı.”
F. Rıfkı Atay :
“Bir defa Dikmen sırtlarında bir piknikten sonra koşmaca oyunu oynamıştık. Bir delikanlı kadar çevik, hızlı ve seğirtkendi.”
Ev sahipliği, terbiyesi, özel hayatı, arkadaşlığı
Yaveri Cevat Abbas Gürer:
“Evinde sadeliği severdi. Basit fakat zevkli eşyasını bizzat tanzim eder, koltukları tutar, kaldırır, dilediği mevki ve vaziyete koyardı.”
Kılıç Ali:
“Dolmabahçe Sarayından sıkılırdı. Saray onu adeta boğardı, saraydan asla hoşlanmazlardı. Bundan dolayı şimdiki Şark Kahvesinin bulunduğu yerde kendine mahsus bir ev yaptırıp oturmayı tasavvur ederlerdi.” [s.67]
Gazeteci Madam Gaulis :
“İnce ruhlu, ince zevkli bir ev sahibi idi.”
Yunus Nadi:
“Terbiyenin Atatürk’ünki kadar asiline başka fanilerde tesadüf ettiğimi hatırlamıyorum.”
Emir Çavuşu Ali Metin:
“En ağır sözü mendebur idi.”
F. Rıfkı Atay:
“Hatıralarına bağlı, dostlarına ve arkadaşlarına vefalı idi.”
Hamdullah Suphi Tanrıöver:
“Özel hayatında, en küçük, en değersiz arkadaşına, sofrasında ayağa kalkacak kadar nazik bir ev sahibidir.”
Uşağı Cemal Granda:
“Bayramda elini öpmek istediğim zaman ayağa kalkmıştı.”
Tevazuu ve yücegönüllülüğü
Atatürk’ü döneminin liderlerinden ayıran farklardan biri de sadeliği ve tevazuudur.
R. Eşref Ünaydın diyor ki:
“Yaşayışı sade, mizacı gösterişten uzaktı.”
Y. K. Karaosmanoğlu:
“Sakarya Savaşı dönüşü, Çankaya yolunda karşılaştık. Hamdullah Suphi gibi bir büyük hatip bile, önümüzdeki adamın hiç bir iş görmemiş, hiç bir övgüye layık değilmiş ve bizlerden biriymiş gibi duruşu karşısında, ne diyeceğini şaşırmıştı.”
Hikmet Bayur:
“Boş gösterişten, övünmelerden, cakadan hiç hoşlanmazdı.”
F. Rıfkı Atay:
“Neferleri ve hizmetçileriyle bile arkadaşça konuştuğunu hatırlarım.”
R. E. Ünaydın:
“Her bir nutkunda cephe komutanından neferine kadar hepsinin yiğitliğine, üstünlüğüne hayranlığını söylerdi. Kendinden bir söz etmezdi. (..) Esir generalleri kabul ettiği zaman, yendiğinin karşısında, duruşu ile kurumlanan, bakışı ile böbürlenen bir muzaffer kumandan tavrı takınmadı. Bilakis yenilmişe teselli veren, bütün efendiliği varlığında toplamış centilmen bir silah arkadaşı gibi davrandı.”
General Trikupis:
“Atatürk beni mert bir askere yaraşır şekilde kabul etti. Atatürk’ün ince ve nazik muamelesi karşısında bu büyük kumandana karşı içimde bir hayranlık duydum.”
Hikmet Bayur:
“Onun en önem verdiği yönlerden biri de her bir başarıyı, her büyük işi, Türk milletine mal etmekti. ‘Atatürk inkılapları’ denilmesini istemezdi ve bu sözleri hep ‘Türk inkılapları’ biçiminde düzeltirdi.”
Gazeteci Asım Us:
“Atatürk’ün mağrur olduğu zamanlar da vardı. Bu da sadece Türk milletinin onuru mevzuubahis olduğu vakitlerde idi.”
Fransız Büyükelçisi Kont de Chambrun:
“Büyüklük taslamadı, kendini gösterişe kaptırmadı; tersine, filozoflara özgü bir hal aldı, bundan ötürü de itibarı hergün biraz daha arttı.”
İngiliz gazeteci Miss Ellison:
“Ben birçok büyük Avrupa devlet adamlarıyla konuştum. Fakat hiçbirini ondan daha alçakgönüllü bulmadım. Acaba bu Avrupalı devlet adamlarından hangisi, şartlar bu kadar aleyhindeyken böyle büyük zaferler kazanmıştır? (..) Kemalist kelimesini işitmekten de hoşlanmıyor. ‘Ben ölsem de, canlı olsam da bu hareket devam edecektir’ dedi.”