Berna Moran
Edebiyat Kuramları ve Eleştiri
İletişim Yayınları
Mrksist estetiği, incelerken iki döneme ayırmak gerekiyor: 1934'e kadar olan birinci dönem ve toplumcu gerçekçilik kuramının kabul edildiği 1934'ten sonraki ikinci dönem. Marx, Engels ve Plehanov gibi düşünürlerin, sanat eseri ile ekonomik yapı arasındaki ilişkiyi araştırdıkları birinci dönemde, henüz parti tarafından saptanmış kesin bir görüş yoktu. Sovyetler'de çeşitli akımlar bu arada Rus biçimcileri bile hoşgörü ile karşılanıyordu. İkinci dönem ise, sanat anlayışının Sovyetler'de resmî bir nitelik kazanarak ''toplumcu gerçekçilik'' adını aldığı dönemdir.
Marx, Engels, Plehanov
Estetik üzerine ne Marx bir eser yazmıştır ne de Engels. Ama genel Marksist kuram içinde sanatı ekonomik yapıya bağlamakla Marksist estetiğin temel ilkesini yerleştirmişlerdir. Bundan başka Marx'ın olsun, Engels'in olsun, çeşitli vesilelerle, başka eserleri içinde ya da mektuplarında edebiyat ile ilgiliolarak söyledikleri sözler (ve daha sonra Lenin'in ilaveleri) bugün hâlâ Marksist estetikçilerin dayandırdıkları temel ilkeleri oluşturur. Marx da Engels de edebiyata ve sanata düşkündüler. Marx eğitimi sırasında Yunan ve Latin klasiklerini iyi okumuştu; edebiyata çok meraklıydı (Homeros, Shakespeare, Goethe ve Balzac sevdiği yazarlar arasındadır). Hattâ kendisi şiir, roman ve tragedya yazmayı denemişti (Şiirlerinin pek iyi olmadığı söylenir. Bunlardan ancak ikisi basılmıştır. 1837'de ''Scorpion und Felix'' adlı bir romana başlamış, fakat bitirememişti. ''Oulanem''adlı bir tragedya yazmayı denedi (Bkz: M. Lifsh*tz, Marx'ın Sanat Felsefesi, Çev: Murat Belge, Ararat ayınevi, 1969, s.13-14; Peter Demetz, Marx, Engels and the Poets, bölüm 3). Çalışmalarını felsefe alanına kaydırdıktan sonra da zaman zaman sanat ve edebiyat ile ilgili şeyler yazmak istediyse de pek vakti olmadı (Ne Balzac hakkında yazmak istediği kitabı bitirebildi, ne de 1842'de başladığı ''Din ve Sanat''isimli denemesini, New American Syclopedia için hazırladığı estet F.T. Visher üzerindeki yazısı da yarım kaldı). Eleştiri alanında tamamlanmış tek yazısı Eugene Sue'nun Les Mysteres de Paris (1842-43) adlı romanı hakkındadır. Yine uzunca sayılabilecek bir yazısı Ferdinand Lassalle'in Franz von Sickingen (1850) adlı tragedyası üzerinedir (Lassalle bu eseri, eleştirmeleri için dostları Marx ve Engels'e yollamıştı. Her ikisi de cevaplarını yazdılar. Kişilerin iyi çizilmediğini söyleyerek Shakespeare'i salık verdiler. Marx, kahraman olarak, gerici sınıfı temsil eden Sickingen'in seçilmesini yanlış buldu. Köylü sınıfından çıkan liderleri seçmek daha iyi olacaktı).
Marx ve Engels, Marksist kuramı ortaya atmakla sanatı ekonomik yapıya bağlamış ve aradaki bağın niteliği üzerinde durmuşlardır.
Marksizm ekonomik teori üzerine oturtulmuş bir tarih felsefesidir ve iddia eder ki tarihin gelişmesi bir takım kanunlara göre cereyan eder. Bu kanunların ne olduğunu bize tarihi maddecilik açıklar ve bu sayede toplumun eninde sonunda sosyalizme ve nihayet kominizme varacağını önceden görmek mümkündür.
Tarihi maddeciliğin, toplum tarihinde gördüğü başlıca aşamaları şunlardır: İlkel toplumlar,kölelik üzerine kurulmuş toplumlar, feodalizm, kapitalizm, sosyalizm ve nihayet kominizm. Bilindiği gibi, tarihi maddeciliğe göre üretim güçleri ve üretimi yapan sosyal grupların birbiriyle ilişkisi o toplumun ekonomikyapısını meydana getirir ve altyapı denilen bu ekonomik yapı o toplumun üstyapısı denilen ahlaki, hukuki, dini görüşlerini ve sanat anlayışını belirler. Bundan ötürü bir toplumun üstyapısını ve burada meydana gelen gelişmeleri anlamak için altyapıyı bilmek gerekir.
Felsefe sistemlerinin doğuşu, dinsel inançlardaki değişimler, yeni sanat türlerinin ortaya çıkması, temelde, yani ekonomik yapıda meydana gelen değişikliklerin sonuçlarıdır ve sınıflara ayrılmış bir toplumda, üstyapı, ekonomik bakımdan egemen durumda olan sınıfın görüşlerini, isteklerini yansıtır. Başka bir deyişle, bir toplumun ideolojisi o toplumdaki egemen sınıfın çıkarlarını korumaya, onları meşrulaştırmaya yöneliktir.
Sanat da üstyapının parçası olduğuna göre, o da dönemin ideolojisini yansıtacak, bilinçli ya da bilinçsiz olarak egemen sınıfın çıkarlarına hizmet edecektir. O halde toplumun altyapısı üstyapısını ve dolaysıı ile ideolojisini belirleyecek ve sanat eseri de bu ideolojiyi yansıtan bir yapıt olacaktır. Bu anlamda, edebiyat eseri sınıf çıkarlarını dile getiren bir ideolojidir.
Altyapı ile üstyapı ilişkisini, sanat konusunda gerçekten de böyle doğrudan doğruya, mekanik bir ilişki olarak mı görmek gerek? Belli bir dönemin sanatını gerçekten de o dönemin ekonomik yapısı, sınıf çatışması ve bundan ötürü ideolojisi mi belirler? Bazı Marksistlere göre durum budur. Marx'ın bazı sözleri böyle bir yoruma elverişli sayılabilirse de, gerçekte ne Marx, ne de Engels, bu ilişkilerin basit ve tek yönlü işlediğini iddia etmişlerdir. Altyapı ve üstyapı arasındaki ilişkilerin ne derece kesinlikle uygulanacağı sorunu tartışmalara yol açmış bir konudur.
Edebiyat Kuramları ve Eleştiri
İletişim Yayınları
Mrksist estetiği, incelerken iki döneme ayırmak gerekiyor: 1934'e kadar olan birinci dönem ve toplumcu gerçekçilik kuramının kabul edildiği 1934'ten sonraki ikinci dönem. Marx, Engels ve Plehanov gibi düşünürlerin, sanat eseri ile ekonomik yapı arasındaki ilişkiyi araştırdıkları birinci dönemde, henüz parti tarafından saptanmış kesin bir görüş yoktu. Sovyetler'de çeşitli akımlar bu arada Rus biçimcileri bile hoşgörü ile karşılanıyordu. İkinci dönem ise, sanat anlayışının Sovyetler'de resmî bir nitelik kazanarak ''toplumcu gerçekçilik'' adını aldığı dönemdir.
Marx, Engels, Plehanov
Estetik üzerine ne Marx bir eser yazmıştır ne de Engels. Ama genel Marksist kuram içinde sanatı ekonomik yapıya bağlamakla Marksist estetiğin temel ilkesini yerleştirmişlerdir. Bundan başka Marx'ın olsun, Engels'in olsun, çeşitli vesilelerle, başka eserleri içinde ya da mektuplarında edebiyat ile ilgiliolarak söyledikleri sözler (ve daha sonra Lenin'in ilaveleri) bugün hâlâ Marksist estetikçilerin dayandırdıkları temel ilkeleri oluşturur. Marx da Engels de edebiyata ve sanata düşkündüler. Marx eğitimi sırasında Yunan ve Latin klasiklerini iyi okumuştu; edebiyata çok meraklıydı (Homeros, Shakespeare, Goethe ve Balzac sevdiği yazarlar arasındadır). Hattâ kendisi şiir, roman ve tragedya yazmayı denemişti (Şiirlerinin pek iyi olmadığı söylenir. Bunlardan ancak ikisi basılmıştır. 1837'de ''Scorpion und Felix'' adlı bir romana başlamış, fakat bitirememişti. ''Oulanem''adlı bir tragedya yazmayı denedi (Bkz: M. Lifsh*tz, Marx'ın Sanat Felsefesi, Çev: Murat Belge, Ararat ayınevi, 1969, s.13-14; Peter Demetz, Marx, Engels and the Poets, bölüm 3). Çalışmalarını felsefe alanına kaydırdıktan sonra da zaman zaman sanat ve edebiyat ile ilgili şeyler yazmak istediyse de pek vakti olmadı (Ne Balzac hakkında yazmak istediği kitabı bitirebildi, ne de 1842'de başladığı ''Din ve Sanat''isimli denemesini, New American Syclopedia için hazırladığı estet F.T. Visher üzerindeki yazısı da yarım kaldı). Eleştiri alanında tamamlanmış tek yazısı Eugene Sue'nun Les Mysteres de Paris (1842-43) adlı romanı hakkındadır. Yine uzunca sayılabilecek bir yazısı Ferdinand Lassalle'in Franz von Sickingen (1850) adlı tragedyası üzerinedir (Lassalle bu eseri, eleştirmeleri için dostları Marx ve Engels'e yollamıştı. Her ikisi de cevaplarını yazdılar. Kişilerin iyi çizilmediğini söyleyerek Shakespeare'i salık verdiler. Marx, kahraman olarak, gerici sınıfı temsil eden Sickingen'in seçilmesini yanlış buldu. Köylü sınıfından çıkan liderleri seçmek daha iyi olacaktı).
Marx ve Engels, Marksist kuramı ortaya atmakla sanatı ekonomik yapıya bağlamış ve aradaki bağın niteliği üzerinde durmuşlardır.
Marksizm ekonomik teori üzerine oturtulmuş bir tarih felsefesidir ve iddia eder ki tarihin gelişmesi bir takım kanunlara göre cereyan eder. Bu kanunların ne olduğunu bize tarihi maddecilik açıklar ve bu sayede toplumun eninde sonunda sosyalizme ve nihayet kominizme varacağını önceden görmek mümkündür.
Tarihi maddeciliğin, toplum tarihinde gördüğü başlıca aşamaları şunlardır: İlkel toplumlar,kölelik üzerine kurulmuş toplumlar, feodalizm, kapitalizm, sosyalizm ve nihayet kominizm. Bilindiği gibi, tarihi maddeciliğe göre üretim güçleri ve üretimi yapan sosyal grupların birbiriyle ilişkisi o toplumun ekonomikyapısını meydana getirir ve altyapı denilen bu ekonomik yapı o toplumun üstyapısı denilen ahlaki, hukuki, dini görüşlerini ve sanat anlayışını belirler. Bundan ötürü bir toplumun üstyapısını ve burada meydana gelen gelişmeleri anlamak için altyapıyı bilmek gerekir.
Felsefe sistemlerinin doğuşu, dinsel inançlardaki değişimler, yeni sanat türlerinin ortaya çıkması, temelde, yani ekonomik yapıda meydana gelen değişikliklerin sonuçlarıdır ve sınıflara ayrılmış bir toplumda, üstyapı, ekonomik bakımdan egemen durumda olan sınıfın görüşlerini, isteklerini yansıtır. Başka bir deyişle, bir toplumun ideolojisi o toplumdaki egemen sınıfın çıkarlarını korumaya, onları meşrulaştırmaya yöneliktir.
Sanat da üstyapının parçası olduğuna göre, o da dönemin ideolojisini yansıtacak, bilinçli ya da bilinçsiz olarak egemen sınıfın çıkarlarına hizmet edecektir. O halde toplumun altyapısı üstyapısını ve dolaysıı ile ideolojisini belirleyecek ve sanat eseri de bu ideolojiyi yansıtan bir yapıt olacaktır. Bu anlamda, edebiyat eseri sınıf çıkarlarını dile getiren bir ideolojidir.
Altyapı ile üstyapı ilişkisini, sanat konusunda gerçekten de böyle doğrudan doğruya, mekanik bir ilişki olarak mı görmek gerek? Belli bir dönemin sanatını gerçekten de o dönemin ekonomik yapısı, sınıf çatışması ve bundan ötürü ideolojisi mi belirler? Bazı Marksistlere göre durum budur. Marx'ın bazı sözleri böyle bir yoruma elverişli sayılabilirse de, gerçekte ne Marx, ne de Engels, bu ilişkilerin basit ve tek yönlü işlediğini iddia etmişlerdir. Altyapı ve üstyapı arasındaki ilişkilerin ne derece kesinlikle uygulanacağı sorunu tartışmalara yol açmış bir konudur.