• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Mersin Antik Kentleri (Akdeniz Bölgesi)

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Mersin Antik Kenti (Akdeniz Bölgesi)

Anemurion (Anamur)

1MGVo.webpAnemourion'un erken dönem tarihçesi hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Kent, Kommagene'nin son kralı IV.Antiokhos'a Romalılar tarafından bağışlanan Dağlık Kilikia parçası kapsamındaydı. O dönemde, üzerine IV.Antiokhos'un başının kabartması konulan paralar bastırılmıştır.

Anamur ilçesinin 7 km ve Silifke'nin de 125 km batısında Kap Anamur burnu üzerinde bulunan ve Kıbrıs Adasına en yakın konumuyla Ege, Önasya ve kuzey Afrika arasındaki antik dönem deniz trafiğinde önemli bir rol oynayan Anemurion, Kilikia'nın batıdaki en önemli liman kentlerinden biridir. Kentin ismi Anemurion eski Yunanca'da rüzgar anlamına gelen anemos kelimesinden türetilmiş olup büyük olasılıkla rüzgarlı yer olarak düşünülmüştür. Anemurion'un ismine ilk kez M.Ö. IV.yüzyıl'ın bir Liman listesinde ve ortaçağda ise bir araştırma gezileri rehberinde Stallimuri adı altında önemli bir demirleme yeri olarak rastlanmaktadır.

Anemurium, M. Ö. VIII.yüzyılda Asur'ların, daha sonra Perslerin M.Ö. 322'de Seleukosların egemenliğine girmiştir. Roma İmparatorluğu egemenliği sırasında kent, İmparator Caligula tarafından IV. Antıokos'a verilmiştir.
Kommagene Kralı IV. Antiochos (M.Ö. 38-72) yönetimi altında kent ilk sikkelerini bastırmış ve Valerianus dönemine (M. S. 253-260) kadar bu devam etmiştir. M.S. 2 ve 3. yüzyıllarda en parlak dönemini yaşamıştır. Bu da Anemurion'un liman kenti olarak Doğu Akdeniz'de ticaret trafiğinin ara üssü niteliğindeki konumuna ve Kıbrıs'a olan yakınlığına bağlıdır.

Anemurion'un gerileme dönemi Kıbrıs'ın M.S. 650 yılından sonra Arapların yağmalama seferleriyle kesinlik kazanmıştır. VIII.yüzyılda Arap akınlarının başlamasıyla uzun süre Arap ve Bizanslıların arasında el değiştirmiş, ardından önce Selçukluların ve Karamanoğullarının, 15.yüzyılının ikinci yarısından sonra da Osmanlıların eline geçmiştir.


Anemurion'daki Kalıntılar

Anemurium kentinin kalıntıları Nagidos'un yaklaşık 30 km. batısında, Anadolu'nun güneyindeki en uç noktasında bulunan Anamur burnunun doğuya bakan yamaçlarında yer alır.

Anemurion'da ayakta kalan yapıların çoğunluğu M.S. 1. yüzyıldan sonraya tarihlenmektedir. Buradaki ilk arkeoljik kazılar 1960'da başlamıştır. Geç dönemlere ait kilise, su kemerleri, tiyatro, odeon, palaestra, hamamlar, kiliseler ve kentin dağa doğru yamacını kaplayan alanda ise sayıları 350'ye varan beşik tonozlu, iki katlı benzeri örnekleri Anadolu'da bulunmayan yöreye özgü mezarlar yer almaktadır.

Anamur burnunun kuzeydoğu yakasında, ortalama 250 m genişliğinde, güneyden kuzeye doğru uzana 1700 m uzunluğundaki eğimli bir arazi şeridi üzerinde, nekropolü olmayan Roma kenti bulunmaktadır. Roma dönemine ait küçük kent merkezi, güneydeki burun ucundan başlayarak 8 m. yüksekliğinde iç kuleleri (M.S. 1.yüzyıl) de içine alan eğimli bir duvarla son bulmaktadır. Bu duvar, giderek yükselen kaya sırtıyla kıyı şeridi arasında kalan yerleşim alanının kuzey yönünü 424 m. uzunluğu ile kapatmaktadır. Büyük bir olasılıkla Hellenistik yerleşim merkezi de burun kayalıklardaydı. Burada, yukarı kaya sırtında kare biçimli Hellenistik bir kule ortaya çıkarılmıştır. Erken Roma kent alanının bazı bölümleri burun üzerine kurulan ortaçağ binaları nedeniyle bozulmaya uğramıştır.Buradaki Tiyatro II. Yüzyıl Odeion/bouleterion II. yüzyıl, hamam, M.S. yaklaşık 200 yılları, Bazilika gibi kamu binaları eski kent surlarının çevrelediği kıyı şeridi üzerinde yer almaktadır. Rıhtım duvarının üzerinde bulunduğu kaya uzantısı ile kamu binaları arasında bir agoranın bulunduğu sanılmaktadır.

Kentin su gereksinimi Roma döneminde yapılan bir kanal ile sağlanmakta ve bu kanal, suyu kuzeyde Nasrettin dolaylarındaki ovadan kentin doğusundaki burun sırtına kadar iletmekteydi. İkinci kanal M.S.III .yüzyılda sırt boyunca derinlemesine ilerlerken yalnızca kentin aşağı bölümlerine ulaşabiliyordu.

Yerleşim yeri imparatorluk döneminin ortalarından başlayarak eski merkezden uzağa, nekropolün ilerisinde kayasırtı ile kıyı şeridi arasına kurulmuştur. Eski kent surlarının bir bölümü yıkılmış ve yeni yapılaşma (M.S. 38) sırasında eklenen 6,5 hektarlık alana dahil edilmiştir. Orta imparatorluk döneminde gerçekleştirilen kenti genişletme çalışmaları, özellikle arazi yapısının olumsuz etkisi nedeniyle, düzenli bir kent yerleşimi sağlanamamıştır. Merkezde birisi büyük bir paleastraya (III.yüzyıl ortaları )sahip bir hamam daha bulunmaktadır.

Kayalığın yamaçlarındaki yokuşta ve düzlükte bulunan özel binalar, kamu binalarına göre daha az korunmuşlardır. Az sayıdaki iki odalı ev kalıntıları, beşik tonozlu bloklar halinde kullanılmış moloz taş mimarisine işaret etmektedir. Uzun kenarlı iki, üç odalı yapıların pencereleri yay biçiminde örülmüş olup, aralıkları dardır. Alt kattaki oda, kiler görevi yaparken üst katta oturulmaktadır. Yapıların biçimi ile yapılma yöntemleri, bölgesel bir ayak uydurmaya işaret etmektedir ki doğu Pamphilia'dan Kalykadnos'a(Göksu) kadar benzer özellikler göze çarpmaktadır. Evlerin cephesi genelde doğu-batı yönünde, eski yolu görecek biçimde yokuşa ve düzlüğe oturtulmuştur. Dar ve açı verilmiş sınır duvarları, evleri birbirinden ayırmaktadır.

Bu yerleşim biçiminin ve yapım yönteminin bir yansıması, Roma imparatorluk dönemine ait nekropoldeki iyi korunmuş mezarlarda görülmektedir. Vadinin iki bölgeye ayırdığı mezarlık batı yamacında bulunmaktadır. Mezarlık alanı bir yol ile yerleşim alanından ayrılmış durumdadır.

Mezar evleriyle sınır duvarlarının oluşturduğu dar yollar mezarları birbirinden ayırmaktadır. İmparatorluk dönemine ait en eski mezar evleri moloz taşından yapılma basit, bağımsız görünümlü beşik tonozlu, basamaklı şekilere sahip, üç kişi için düzenlenmiş yapılardır. İç ve dış duvarları sıvanmış çatının dış yüzeyi ise su geçirmez bir harçla sıvanmıştır.

Bu aile mezarları zamanında elden geçirilmiş, genişletilmiş, ön odalar eklenmiş ve duvarlarla çevrelenmiştir. Daha geç dönemlerde yapılanlar iki odalı olup, III.yüzyıla ait olanlarda niş, mozaikli taban ve duvar boyaması bulunmaktadır.

Kentte V.yüzyıldan itibaren yapılan kiliseler, IV.yüzyıl sonuna doğru yeniden refah bir düzeye ulaştığına işaret etmektedir. Dört kiliseden üçü, yeni yapım bölgesindedir. Kutsal yapıların bazilikası, nartheksi ve yan odaları olmakla birlikte tabanları mozaik kaplı ve yazıtlarla doludur. M. S. 425'lerde yapılan havari kilisesi için denize yönelik duvar delinmiş, Nekropoldeki kilise birçok kez onarılmış ve mozaik tabanlar yenilenmiştir.

Burada apsis ile pastophorionun orta Bizans döneminde yenileştirilmiş bir kullanımı göze çarpmaktadır. IV.yüzyıl sonu ve V.yüzyıl ortalarında kentte iki ayrı hamam daha yapılmıştır.

Arkeolojik araştırmalar sonucu belirlemelere gör VI.yüzyılda ortaya çıkan kuraklaşma belirtileri VII.yüzyıla taşmış ve VIII.yüzyılda yerleşimin son bulmasına neden olmuştur. Ortaçağda burun kayalığın üzerine kurulan kale, yerleşim zamanını sadece geciktirebilirdi.

Güney yamacı ortaçağda moloz taştan yapılan bir kurtine (ana duvarın bir parçası) çemberi ile çevrelendi. Duvar genişliği 0,60 m ile 1,10 m arasında çeşitlilik gösterir. Arazi yapısından ötürü alçakta kalan kurtineler yer yer tepelerdeki burçlarına kadar korunarak günümüze gelebilmiştir. Oldukça yüksek olan kuzey duvarı, dört köşeli bir Hellenistik kalenin kalıntılarına kadar uzanmaktadır. Giriş büyük bir olasılıkla; yerine göre basamaklı eski yolun bulunduğu kayalık yokuşun ortaçağ duvarlarına ulaştığı ve kaleye ulaşan antik su yolunun bulunduğu kuzey tarafının ortalarında bulunmaktaydı.

Burada bulunan dört köşeli kale burcu çokça bozulmaya uğramış ve bir kapının varlığını düşünememize sebep olmuştur. Kuzey taraftaki kurtinelere paralel giden 100 m. genişliğinde bir şerit, kayalık yamaçdan başlayarak batıdaki kıyı tarafına kadar uzanmaktadır.

İç kalede Geç Antik döneme ait on evin duvar kalıntıları bulunmaktadır. Tepe zirvesini altında yamaca çapraz olarak tutturulmuş bir duvar, kaleyi bölümlere ayırmaktadır. büyük bir olasılıkla kale beyinin oturma yeri olarak yapıldığı sanılan, genişliği 9,50 m., derinliği 6,80 m., kapı genişliği 2,42 m. olan küçük bir salonun, önü doğuya bakmaktadır.1225 te yerleşim yeri ve kale terk edilmiştir. Nasretti ile Ortaköy'ün (Anamur'un 3 km kuzeybatısındaki) eski yerleşim yerlerinde Roma ile Osmanlı yerleşiminin izleri bulunmaktadır.

Anamur'un 2 km kuzeyinde Taşköprü adında çok gözlü bir Roma köprüsü Anamur'un kıyı yolu ile Nagidos arasındadır. Başlangıçta, bütün yıl boyunca suyu eksik olmayan nehrin bugün yatağı doğuya doğru kaymış durumdadır.
 
Aphrodisias (Tisan) Antik Kenti

dC4Av.webpSilifke'nin 31 km. güney-batısındaki Ovacık Köyü'ne bağlı, bugün Tisan adıyla bilinen Aphrodias denize uzanan Ovacık Burnunda bulunan, Doğu ve Batı olmak üzere iki limanı olan antik bir kenttir. Yerleşim yerinin iç kesimlerdeki Isaura ile hemen hemen hiç bağlantısı yoktur. Aphrodisias, Hellen dilinde Aphrodite'ye adanmış, Aphrodite Yurdu anlamındadır.

Kent, İ.Ö.VII.yüzyılda kurulmuş bir Yunan kolonisidir. İ.Ö. IV.yüzyılda Pers satraplığının bir parçası olan kent, satrap Pharnabazos yönetimi altındayken (İ.Ö. 379-374) gümüş sikkeler basmıştır. Aphrodisias önemini, Hellenistik dönemde kaybetmiştir. Roma Döneminde sikke basımı gerçekleşmemiş ve Papazlık merkezi olmayan kent Erken Bizans Döneminde ise polis statüsünü kaybetmiştir. Aphrodisias büyük olasılıkla Seleukia'nın yerleşime uğramasına da etken olmuştur. Sonradan Seleukia chora sına katılmıştır.

Johannitler 1210 yılında Seleukia, Castellum Novumu kral I. Leon'dan aldıklarında tahminen eski Aphrodisas'a yerleştiler, ve bunun üzerine Şövalye Limanı anlamında Porto Kabalieri ismi verilmiştir. Ovacık Yarımadası'nda yer alan Aphrodisias oldukça kapsamlı bir güvenlik sistemine sahiptir. Torosların uzantılarını batıdan doğuya iki kale duvarları ile geçer. Belirli aralıklarla yerleştirilen kare veya dikdörtgen planlı kuleler güneye doğru duvarlara, denize karşı tarafa yönlendirilmişlerdir. Kalenin işçiliği, Nagidos'un sur duvarları gibi İ.Ö.V.-IV. yüzyıla tarihlenmektedir. Esas yerleşim yeri 600 m. uzunluğunda 250 m. genişliğindeki burnun doğusuna düşmektedir. Roma ve Erken Bizans Döneminde yerleşim bölgesi doğuya doğru kaymıştır.

Göktepe'nin güney tarafına yayılmış nekropol tepenin üzerinde bir Bizans kulesi, batıda limanda bir erken Bizans kilisesi yer almaktadır. Doğuda liman koyunun kuzey yamacında aziz Panteemon'un üç nefli sütunlu bazilikası günümüze kadar gelebilmiştir. Kilisenin öne çıkan apsisi naosun apsisi değil, batı Kilikia'da kilise yapımında sık sık tespit edilmiş olan pastophorionlar arasındaki ara bölümdeki apsistir. Kilisenin, kurucusunun yazıtını da içeren mozaik süslemeleri ve mimari yapısı İ.S.V. yüzyıla tarihlenmektedir. Sonraki geç dönemlerde kilise en azından bir kere kapsam alanıyla küçültülmüştür. Yan nefler bırakılmış ve kaideleriyle her iki stylobat, kısmen mevcut olan sütun tamburlarıyla moloz taş duvar ile kaplanmıştır. Diakon Johannes isimli kurucunun yazıtı olan sunak platesi mezar kapağı olarak ikinci sefer kullanılmıştır. Bunun, bir erken Bizans kilisenin sunak masası olduğu sanılmaktadır.

Doğu limanı önünde korunmuş küçük kalkerli adada (Kösrelik Ada'sı, Gökada) bir nekropolü ve Erken Bizans kilisesi bulunmaktadır.
 
Prakana, Diokaesareia (Uzuncaburç) Antik Kenti

TKREc.webp
Kent antik çağda Hellenistik ve Roma dönemlerine rahip krallık olan Olba hanedanlığının yerleşim yeri ve başkentidir. Ancak, Ortaçağda, 8.yüzyılda, kendisi de Olba diye anılanDiokaisareia kenti (bugünkü Uzuncaburç) ile, doğusundaki asıl Olba ayrı ayrı birer antik kentlerdir.
Roma İmparatorluğu döneminde Diokaisareia “zeus’un Caesar (İmparator) Kenti (Yurdu)” adını alan ve devlet belgelerinde yüzlerce yıldır bu isimle anılan kentin eski adı Prakana’dır. Luvi dilinde “hisar yerinin ülkesi” anlamına gelmektedir.

11. yüzyılda Diokaisareia’ya gelen ilk Türk yerleşimciler burayı, hellenistik kuleye göre Uzuncaburç olarak adlandırırlar.

Prakana’dan daha eski asıl Olba kenti ise Diokaisareia (Uzuncaburç)’un 4 km. doğusundaki bir tapınak kentidir.


Bugün de kalıntıları bulunmaktadır. Bu tapınakta saygı gören tanrı Zeus çeşitlemesi, Olbios (Olbalı) diye anılıyor, dolayısı ile tapınak Xeus Olbois Tapınağı olarak biliniyordu. Asıl olba kenti sönükleştikten sonra, tapınağın bulunduğu yerdeki Prakana, Diokaisareia’nın olba diye anılması bundan kaynaklanmaktadır.

Rahip hanedanlık sülalesi Teukridler yöreyi İ. Ö.III. ve II. yüzyılda yönetmişler ve Eliaiussa ve Korykos Antik Kentleri civarında da denizle bağlantı oluşturmuşlardır.

İ. Ö. II. yüzyıldan itibaren zaman zaman tiranlar tarafından sıkıştırılan Teukrid hanedanlığı M. Antonius ve Augustus dönemlerinde de hükmünü sürdürmüştür.

Zeus tapınağı, kule ve piramidal mezar buradaki Hellenistik dönem yapılarıdırlar.

Diokaesareia antik kentinden günümüze gelen eserler;

Zeus Olbios Tapınağı

Olba halkının kült merkezi Diokaesareia’daki Zeus Olbios Tapınağı Hellenistik dönemde yaklaşık İ.Ö. 295 yıllarında Suriye Kralı Seleukos I. Nikator zamanında yapılmıştır. Bununla ilgili bir yazıt şöyle der:

“Seleukos bir tapınak inşa alanı olarak yaptırdı ve korunması için bir düzen oluşturdu”.

Tapınak 39.70 X21.20 m boyutlarında peripteros planlı olup günümüzde 30 tanesi ayakta duran sütunlarından dördü korinth başlıklarıyla süslüdür. Sütunlar 9.80 m yüksekliğinde, 1.55 m çapındadır.

Tapınak Hıristiyanlık döneminde bazilikaya dönüştürülmüş, ahşap semerdam çatı ile doğu tarafındaki apsis bu aşamada yapılmıştır. Kapılarıyla duvarları arasına sütunlar yerleştirilmiş ve zemin kısmen de olsa bugüne dek korunabilmiş mozaiklerle döşenmiştir. Güneyde, tepenin zirvesinde yer alan mauseleum benzeri mezar ve yüksek kule Hellenistik dönem yapılarındandır.


Tören Yolu

Güney, kuzey ve doğu taraflarında bulunan üç kapılı surlar kenti çevrelemekte olup, doğu kapısı üç kemerlidir. Kuzey ve doğu kapılarından gelen yollar Zeus Tapınağının köşesinde kesişmektedir.

Ana cadde batıda Tyche Tapınağıyla başlayıp, oradan Zeus Tapınağının karşısındaki çeşmenin önünden geçerek anıtsal kapı ile tiyatronun önünden doğu kapısına geçmektedir.

Orijanilinde 15.30 m. uzunluğunda ve 8 m. genişliğinde olan ana caddenin ortasındaki anıtsal kapının 5 geçidi bulunur ve korinth başlıklı sütunlarıyla arşitravı günümüze iyi durumda gelebilmiştir. Sütunlarda heykeller için konsoller bulunmaktadır. Bu sütunlar 6.75 m yüksekliğinde 1.05 m çapındadır.


Nymphaeum

İ.Ö.III - II. yüzyıla ait nymphaeum, anıtsal kapının batısında ve ana caddenin sağında, 17 m. uzunluğunda ve 11 m. genişliğindedir. Temelin üzerinde sağda ve solda bulunan dörtgen kireçtaşı bloklar görülmektedir. Bunların yanında sütun parçaları bulunur. Burası nymphaeumun girişidir. Su haznesi üzerindeki oturaklar ve nişler dikkati çekmektedir. Her iki yandaki odaların ne amaçlı yapıldığı belirlenememiştir. Kaynağını Latmos Nehrin’den alan çeşmeye su, kemersiz 36 km. uzunluğundaki tünelle gelir. Çeşmeler dışında Diokaisareia’ da birçok sarnıç bulunmaktadır.


Tyche Tapınağı

Sütunlu yolun sonunda yer alan şans tanrıcasına adanmış olan Tyche tapınağı alışageldiğimiz klasik tapınak planlarından biraz farklıdır.

İ.S.I.yüzyıl tarihli bu tapınağın çatısı yoktur ve cella’sı (ana oda, kült heykelinin bulunduğu yer) kare planda yapılmıştır. Ön yüzde 6 sütunludur (bu sütunlardan biri günümüzde kayıptır) ve herbir sütun 0.85 cm. yüksekliğindeki pedestaller üzerine oturmaktadır. Tek parça granitten oluşan sütunların yüksekligi ise 5.50 m. dir.

Sütunların üzerinde korunmuş olan arşitrav üzerinde ki yazıtta ise” Obrimus oğlu Oppius ve Oppius’un karısı ve Leonidus’un kızı Kyria Tychaeum’u kente adadılar” yazısı bulunmaktadır.

Kule

22 m. yüksekliğinde ve kare planda inşa edilmiş bu kule 5 kattan oluşmaktadır. Kulenin üzerindeki ‘triskeles’ sembollü yazıttan, buranın rahip Teukros oğlu Tarkyares tarafından İ.Ö. III.yüzyıl ikinci yarısında ya da İ.Ö.II.yüzyıl başlarında yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunun altındaki ikinci bir yazıttan ise kulenin yeni bir yapım evresi geçirdiği ve İ.S. geç III.yüzyılda proconsul Petronius Faustinus tarafından onarıldığını öğrenmekteyiz.


Kent Kapısı

Zeus tapınağının kuzeyinde, kente doğru gelen ve 112 m. genişliğinde ikinci bir sütunlu yolun bağlı oldugu giriş kapısı yer almaktadır. Üç kemerli görkemli bir girişi olan bu kapı 31 m. uzunlugunda ve 12 m. yüksekliğindedir.

Üzerinde heykellerin duruduğu konsollere sahip olan kapı İ.S.II.yüzyıla tarihlendirilmiştir.

Bu kapı, antik kentin en önemli yapılarından biridir çünkü üzerinde bulunan yazıtta kentin ismi olan ‘Diokaesareia’ yazılıdır. Yine bu yazıttan, Roma imparatorları Arcadius (İ.S. 395-408) ve Honorius (İ.S. 395-423) ‘un birlikte hüküm sürdükleri dönemde oanrım gördüğünü öğrenmekteyiz.


Tiyatro

Tören yolunun başlangıcında yer alan tiyatronun alt bölümü yamaç üzerine kurulmuş, üst bölümü ise büyük taşlı duvarlarla çevrilmiştir.

Sahne binası tamamen yıkık olmasına karşın yapı elamanlarının parçaları halen durmaktadır.

Bu parçalar arasında yeralan bir yazıttan tiyatronun, Roma imparatorları Marcus Aurelius (İ.S. 161-180) ve Lucius Verus (İ.S. 161-169) dönemlerinde yapıldığını öğrenmekteyiz.

Mezar

Zeus tapınaginin karşısındaki tepede bulunan bu mezar yapısı 15 m. yüksekliğinde iki bölümlü ve piramidal çatılı bir yapıdır.

Yapı elemanları olarak dor tarzı kullanılmasına karşın piramidal çatısından dolayı doğulu bir kimliği de vardır. Tartışılan tarihi ise İ.Ö.II. yüzyıl başı-I. yüzyıl ortalarıdır.
 
Eliaussa Sebaste (Ayaş) Antik Kenti

VBcuL.webpKlikia'daki Elaioussa, Silifke-Mersin ana yolu üzerinde, Mersin'e 52 km. uzaklıkta olup Kumkuyu Belediyesi, Ayaş (Merdivenlikuyu) da yer almaktadır. Şehir İÖ II.yüzyıl sonlarında kurulmuştur.
Strabon'a göre, bu şehrin bir bölümü kara parçasında bir bölümü de karşı taraftaki adanın üzerinde yer almakta olup, bu antikkent Elaiussa ve Sebasta kentlerinin birleşmesi ile meydana gelmiştir. Elaiussa daha eskidir. İÖ 41 yılında Antious tarafından Kapadokya Kralı olarak atanan ve İÖ 20 yılında Elaiussa'nın çevresinde bulunan dağlık Klikya'yı Augustus'tan almış olan kara parçası haline gelince kent eski önemini yitirmiştir.

En parlak devrini Roma imparatorluk ve Erken Hıristiyanlık dönemlerinde yaşayan kentin gelişip zenginleşmesi, gerek doğal bir liman olan stratejik konumundan, gerekse tarım alanında ve Eliaussa adından anlaşılacağı gibi özellikle zeytin yetiştirmekteki üstünlüğünden ileri gelmiştir.

Kent, Romalıların egemenliği sırasında Sebaste adını almıştır. Sebaste sözcüğü, hellen dilindeki Agusta'nın tam karşılığı olup, görkemli, mutlu, bahtlı, çok saygın anlamındadır.

Elaioussa'nın kuruluş yeri, İlkçağda, kıyıya çok yakın bir ada durumunda idi. İ.S.74 ylında Vespasianus'un, son Kommagene Kralı IV.Antiokhos'un kızı İotape ile kocası Alexandros'a bağışladığı, bir adadan oluşak küçük bir krallık ülkesi de olabileceği sanılmaktadır. Sebaste ise, Elaioussa'nın hemen bitişiğinde kurulmuştur. Kurucusu ise Arkhelaos idi. O sıralarda Elaioussa, yönetim örgütü açısından kent sayılmıyordu ve Elaioussa Adası, sebaste kentine bağlı bir arazi içerisindeydi. Daha sonraları iki kent birleşerek Elaioussa sebaste olarak anılmıştır.

İ.S. 72'de Vespasian'ın Kilikia eyaletini kurmasıyla daha büyük ekonomik ve kentsel gelişme kaydedilmiş ve özellikle İ.S. II. ve III. yüzyıllarda içbölgedeki mahalleler yeniden düzenlenerek tiyatro, agora ve büyük hamamlar yapılmıştır. İ.S. III. yüzyılın ikinci yarısından sonra Eliaussa Sebaste gittikçe gerilemeye ve önemini kaybetmeye başlamışsa da, İ.S. 260 yılında Pers Kralı Shapur'un ve iki yüzyıl sonra İsauralıların saldırılarından sonraki Geç İmparatorluk ve Erken Bizans Dönemlerinde (İ.S. V.-VII. yüzyıl) kentin hala varlığını sürdürdüğünü ve burada bir çok hırıstiyanlık yapılarının bulunduğu, hem antik kaynaklardan hem de arkeolojik verilerden anlaşılmaktadır.

Bu Bizans kentinin İ.S. VII. yüzyılda kesin olarak ortadan kalkması doğal nedenlerle, belki bir deprem, ve özellikle limanın kumla örtülmesi sonucunda olmuştur. Aynı dönemde, yakınlarındaki Korykos kenti gelişmeye başlamış ve Geç Ortaçağ sonlarına kadar gittikçe daha büyük önem kazanmıştır.

Eski adanın tepesi ile batı yamacı ve adanın birleştiği kara parçası kumla kaplıdır. Kumların altında Kral Archelaos'tan önceki zamanlara ait çeşitli tarihi eserler bulunmaktadır.

Bunlar iyi korunmuş 5 nefli Bazilika, tiyatronun caveası (Theatron oyuğu), su kemerleri, kilise kalıntıları, zeytinyağı ve su sarnıçları, iki mermer sütunlu saray saray kapısı, bu kapının 50 m. kuzeyinde çeşitli hayvan resimlerini içeren döşeme mozaikli Jüpiter tapınağıdır. Jüpiter tapınağı 612 sütunlu bir Roma mabedi olup, erken Hıristyanlık döneminde (5. Yüzyıl) kiliseye çevrilmiştir.

Şehrin mezarlığı (Nekropol), doğu ve kuzeydedir. Burada antik bir yolun iki yanında taş lahit ve mezarlar vardır. Bir lahitin üzerindeki yazıt şöyledir:

"Hijinos'nun oğlu Plütinos, sağlığında Sebaste mezarlığında kızı için bir lahit yaptırdı. Öldükten sonra oraya yalnız kızı gömülecektir. Eğer başka biri gömülürse bu kişinin ailesi Maliyeye 600, belediyeye 300 dinar ödeyecektir."

İki katlı bir anıt mezarın cephesindeki kabartmada ortada kanatlarını açmış bir kartal, ayaklarının altında bir yılan, kartalın sağ ve solunda zincirle bağlanmış birer çocuk ve çocukları birer kolları zincirlidir. Aynı zincir üzerinde birbirine bakan iki aslan vardır.

Bu eserlerin tamamı Roma dönemine ait olup, 2003 kazı sezonunda ortaya çıkarılan buluntular arasında M.Ö.1,M.S.1.yy. arasına tarihlenen mermer Afrodithe Heykelciği, pişmiş toprak kadın büstü ve Attis Heykelciği, çok sayıda cam Unguentariumlar, gözyaşı şişeleri, koku kapları, altın küpe ve bilezik parçaları, cam kase ve tabakalar, sikkeler, süs eşyaları ortaya çıkarılmış ve Mersin Müzesinde teşhire sunulmuştur.

Eliaussa (Ada)

Eliaussa'nın en eski yerleşimi, anakaraya bir kıstakla bağlı bulunan burunda yer alan ve antik kaynaklarda Ada olarak tanımlanan bu bölge, kentin bütün limanlarının denetimini sağlamaktaydı. Burnun tüm batı yamacı, duvarlarında kullanılan farklı yapı tekniklerinden (çokgen, dikdörtgen, küçük dörtgen bloklardan örgü) değişik dönemlerde yapıldığı anlaşılan üstü burçlu ve kuleli bir surla çevrilidir.
Kentin bu alanında, yerleşimin Roma Dönemi'nde olduğu kadar Bizans Dönemi'nde de varlığını sürdürüldüğü anlaşılmaktadır. Ada daki arkeolojik araştırmalar kuzey kıyılarındaki küçük bir alanda devam etmekte olup, henüz Hellenistik Döneme ulaşılamamıştır. Hellenistik Dönem'e ait buluntular, sadece bir kaç sikke ve surların bazı bölümleridir.

1995-1996 yıllarında burnun kuzey ucunda, üç nefli presbiterium bölümü bir çeşit parmaklıkla sınırlanmış, doğuda bir apsisi ve güneyde bir girişi bulunan, İ.S. V.-VI. yüzyıllara ait küçük bizans bazilikası bulunmuştur. Bazilikanın geometrik desenli opus sectile tabanı son yıllarda yapılan restorasyon çalışmalarıyla koruma altına alınmıştır. 1999 yılında yapılan çalışmalarda, suların limana bakan kuzey batı kesiminde ilk araştırmalar yapılmış ve surun tam arkasında mozaik tabanlı bir hamam ortaya çıkmıştır.

Tiyatro

İ.S. II. yüzyılda yapılmış olan tiyatro binası, 1995-1999 yıllarında yapılan kazılarda ortaya çıkartılmış ve restorasyon çalışmaları yapılmıştır. Geç antik çağda uğradığı sürekli yağmalamalar sonucunda binanın oturma basamakları, süslemeleri ve kaplama parçaları günümüze kadar gelememiştir.

Oturma yerleri ve basamakların çoğunluğu kayalar oyularak, oyuklar doldurularak ve caveanın yan tarafları harçla örülerek yapılmıştır. oturma basamakları (Auditorıum), bir üst koridor (Bizans Döneminde yanyana küçük odaların bulunduğu) ve iki girişe (vomitorium) bağlı ortada bulunan bir başka geçitle (diazoma) bölünmektedir. 5 yukarıda 18'i aşağıda olmak üzere 23 oturma sırası, belirli aralıklarla ışınsal olarak yerleştirilen 5 geniş merdivenle bölünmektedir. Orta bölümde yer alan merkez koridor boyunca uzanan kanal, kentin su kemerlerinin bir parçası olup, tiyatro yapılırken yolu değiştirilmiştir.

Orkestrada, pavonazetto mermerden yapılmış taban döşemesi kaldırıldığında, kazıları yapılmamış girilebilir dar iki geçit bulunmuştur. Sahne, en fazla değişikle yıkıma uğrayan alandır. Bugün orkestraya yerleştirilen bazı mimari parçalar, sahnenin ön bölümünde ortaya çıkartılmıştır. İ.S. IV. yüzyıla kadar kullanılan iki geniş ve derin kuyu günümüzde de sahne binasında yerlerinde durmaktadır.

Agora

Büyük olasılıkla imparatorluk döneminde yapılmış olan Agora 1996'dan 1999'a kadar araştırma konusu olmuştur. Dörtgen bloklu kalın bir surla çevrilmiş olup batı kenarında üstü arşitravlı yedi açıklık bulunmaktadır. Kuzeyde ise sur içeri doğru çökmüş durumdadır.

Ana girişin yer aldığı doğu kenarının her iki yanında, ağız kısımlarında aslan protomu bulunan iki anıtsal çeşme binası yer almaktadır. Bizans döneminin sürekliliği üzerine yapılan araştırmalarda, dönemin geç antik dönemle sınırlandığı anlaşılmaktadır.

Agoranın üzerini kaplayan üç nefli, karşılıklı apsisleri olan büyük kilise de bu durumu açıklamaktadır. Bir kısmı çok iyi korunmuş, geometrik desenli opus sectile taban döşemeli olan kilisede, haç biçiminde bir vaftizhane (battisterium), kutsal eşyaların bulunduğu bir yer ve çok sayıda gömütler bulunmuştur. Yapının önceki evrelerini incelemek amacıyla daha derinlerde sürdürülen çalışmalar, Roma döneminden kalma en az iki yerleşme düzeyi ortaya çıkarmıştır; bunlardan dikdörtgen biçiminde kalker döşeme taşları olan ikinci taban ise daha eski çağlara aittir.

Hamam

Otoyol ile bugünkü kasabaya giden yolun kesiştiği yerde Büyük Hamam olarak adlandırılan mimari komplex yer almaktadır. Henüz arkeolojik çalışması yapılmamış bu anıt , 1800'lerin sonuna ait fotoğrafların da belgelediği gibi, bir zamanlar yola kadar uzanan kentin en geniş boyutlu yapılarından biriydi. Özellikle otoyolun çok yakınıdaki caldarium (sıcaklık) ve belki apoditerium (soyunma yeri) olan dörtgen bir oda çok iyi korunmuştur.

Kentin batısında palestranın (beden eğitimi salonu) içindeki, bugün tamamiyle yıkılmış olan bir Bizans dönemi kilisesi bulunmaktadır.

Tapınak

Bugün (Ada) Elaiussa'daki tek tapınak kent dışındaki güney kesimde, dağlık burunun denize hakim bir tepesinde yer almaktadır. Korinth düzeninde peripteral, uzun kenarlarında 12, kısa kenarlarında 6 sütunlu yapı kalker bloklardan oluşan geniş bir düzlük üzerine kurulmuştur. Arşitravın bazı parçaları ve deniz thlasos (deniz savaşı) betimi bulunan tek bir friz parçası kalmıştır. Erosların taşıdığı girlandlı bir kabartmanın büyük olasılıkla cellanın süslemelerine ait olduğu sanılmaktadır.

Tapınak her ne kadar bir tanrıyla ilgili olsa da, hangi tanrı için olduğu saptanamamakta; Zeus, Hermes, Athena, Poseidon, Aphrodite gibi çeşitli örnekler ortaya atılmaktadır. Cellanın güney iç bölümünde Bizans Döneminden kalma mozaik tabanlı küçük bir kilise bulunmaktadır. Kentin kenar mahalleleri çevreleyen tepenin üstündeki limon bahçelerinin arasında yer alan Karma Hamam Kompleksi antik Roma Dönemine özgü ve Anadolu'da pek kullanılmayan bir teknikle yapılmıştır. Büyük olasılıkla, Eliaussa Sebaste'ye bu yöntemi getirenler İtaliklerdir. Bizans Döneminde geniş ölçüde yeniden düzenlenen Roma Aquaduct'unun (su kemeri) son bölümündeki ayaklar Kuru Vadisi'ne hakim bir durumdadır. Aquaduct, Limonlu Nehrinin kaynağından topladığı suyu önce Eliaussa Sebaste'ye sonra da yakınındaki Korykos'a taşımaktaydı.

Nekropol

Anadolu'nun en iyi korunmuş Roma Nekropolleri'nden biri Eliaussa Sebaste'dir. Mezarlık alanı çeşitli formlardaki anıtlarla tüm kente yayılmıştır. Ev ya da tapınak biçiminde aile mezarları, basit lahitler, kaideli lahitler ya da niş biçimli oygu mezarlar, chamasoria (kayaya oyulmuş lahit) biçiminde değişik formlar görülmektedir.

Kentin kuzeyinde oloğanüstü biçimde korunmuş çok sayıda gömütlerin bulunduğu bu en etkileyici bölgede, yan yana mezarlar bugün hala görülebilmektedir. Sürekli olarak ve değişik biçimlerde kullanılmaları (önce mezar daha sonra barınak olarak) sonucunda resim ve heykel gibi iç ve dış süslemeleri kaybolmuşsa da bu mezarlar, bir zamanlar deniz yoluyla yaptığı ticaret ve başta zeytinyağı üretimi olmak üzere, tarım alanlarındaki başarısı nedeniyle kent halkının ne kadar zenginleştiğine tanıklık etmektedir.
 
Nagidos (Bozyazı) Antik Kenti

GZxgF.webpAntik Çağlarda Nagidos ismi ile bilinen Bozyazı, bölgenin en eskiKentlerinden birisidir. Anemurium'un 10 km. doğusunda, İçel İli'nin, antik ismi Nagidos olan Bozyazı ilçesinin bugün Paşabeleni diye adlandırılan tepesinin üzerinde akropolü, eteklerinde de nekropolü bulunmaktadır.

Paşabeleni tepesi 68 m yükseklikte, yaklaşık 400 x 300 m. ebatlarındadır. Akropol'ün batısında, Toroslar'dan gelen nehir (Sini Çayı) denize kavuşmaktadır. Nagidos'un konumu bilinçli olarak seçilmiş ve akropolü, denizden ırmak içersine girecek olan gemilerin görülebileceği nokta üzerine kurulmuştur. Hemen Nagidos akropolünün 200 m karşısındaki ada (Nagidussa) da Nagidos'un konumunu güçlendirmektedir. Hekataios'a göre Nagis Kubernetes adında semitik kökenli birisi tarafından kurulmuş olduğu savunulan Nagidos'da yerleşim, İ.Ö. 2000'de Luvi halkının oluşturduğu Tarhundaşşa krallığının sınırları içinde bulunuyordu.

Antik kaynaklar Nagidos'un da Kelenderis gibi Samoslular tarafından bir koloni kenti olarak kurulduğunu belirtirler. MÖ.V. -IV.yüzyılda Perslerin egemenliğine giren bu yöre Satraplıkla yönetilmiş ve bunu belirten sikkeler de günümüze kadar ulaşmıştır. Büyük İskender Pers İmparatorluğu'nun Anadolu'daki hakimiyetine son verdikten sonra Nagidos'la birlikte yöreyi de topraklarına katmıştır.İskender'in ölümünden sonra Mısır'daki Ptolemaiosların yönetimine girmiş, Akdeniz korsanları buraya büyük zarar vermişlerdir. Romalılar zamanında buraya bazı yapılar yapılmış ve halk kıyıya çok yakın olan Nagidos Adası üzerinde yerleşmiştir.

Asur döneminde belirsizlik vardır: Asurlar'ın M.Ö.VIII.yüzyıl sonlarında Göksu nehrine kadar gelmiş oldukları bilinmekle beraber Nagidos ve civarındaki varlıkları kesinleştirilememektedir.
Nagidos'un M.Ö.VII yüzyılda bir Samos kolonisi, belki emporio'su olduğu ve böylelikle ticarete açılmış bir liman kenti kimliği kazandığı bilinmektedir. Asur metinlerinde geçen İonialılar'ın ve Grekler'in, Kilikia'nın dağlık kısmında kendileri için üsler kurdukları ve Fenikeliler ile doğu ticaretini sürdürdükleri yönündeki bilgiler de ticaretin yoğunluğunu belgeler niteliktedir. Bölge hakkındaki kesin bilgiler M.Ö.VI yüzyılda Yeni Babil metinlerinde geçen Pirindu ve kralı Appuaşu ile ortaya çıkmaktadır. M.Ö. 557-556 yıllarında Pirindu kralı Appuaşu'ya karşı bir sefer düzenleyen Babil kralı Nergilissar'ın bu seferiyle ilgili metinlerde, kralın ordularının, atalarının başkenti olan bugünkü Meydancıkkale ile bağdaştırılan Kirşu'ya kadar geldiği bildirilmektedir. Pers döneminde (M.Ö.VI-IV.yüzyıl) Meydancıkkale'nin bir Pers garnizonu olduğu bilinmektedir. Bu dönemde Nagidos da Pharnabazus'a ait gümüş sikkeler bulunmuştur. Bu durum, Nagidos'un M.Ö. V.yüzyıl sonu ve IV.yüzyıllarda ekonomik açıdan güçlü olduğunun da bir göstergesidir.

Nagidos'un kalıntıları Bozyazı İlçesi'nde, kıyıya yakın bir tepe üzerindedir. Hakkında çok az bilgi bulunan kentten günümüze ulaşan yalnızca sur kalıntılarıdır. Bozyazı Çayı üzerindeki köprü Roma Çağına ait özellikler ortaya koymaktadır. Roma ve Bizans Döneminden kalma tarihi mekânların arasında su yolu kalıntısı ile bir hamamın temelleri de bulunmaktadır. Antik kaynaklar Nagidos'un da Kelenderis gibi, Samoslular tarafından kolonileştirildiğini belirtmektedir.

Nagidos'un M.Ö.V. ve IV. yüzyıllarda Pers egemenliği altında olduğu, bu dönemde basılan satraplık sikkelerinden anlaşılmaktadır. Kent, ilkin Helenistik Çağda Mısır'daki Ptolemaiosların etkisi altına girmişse de daha sonra yoğun korsan saldırıları sonucunda tüm gücünü yitirmiştir. Bu gün müzede sergilenen eserler, kentin batısında rastlantı sonucu bulunan mezarlardan çıkarılmıştır. M.Ö.IV. ve III. yüzyıldan kalma bu eserler pişmiş topraktan yapılmış lahit mezarların yanına ve içine konan oldukça zengin ölü armağanlarını içermektedir.

1985 ve 1986 yıllarında Anamur Müzesi tarafından yapılmış olan Nagidos Kurtarma Kazıları Paşabeleni Tepesi Ataürk Parkı olarak nitelendirilen tepenin batı yamacı ve ayrıca da doğu yamacında sürdürülmüştür. Buralardan çıkan buluntular mezarlara ait olup, tepenin yamaçlarının nekropol olduğunu göstermiştir. Nagidos antik kentinin akropolü ve eteklerindeki nekropolü, bugünkü adı ile Paşabeleni Tepesi'nin Koruma Amaçlı İmar Planı, kazı amacına uygun olması açısından tekrar ele alınarak geliştirilmiştir. Sur duvarı tepeyi çevreleyerek akropolü, nekropolden ayırmaktadır Mimari özellikleri, surun iki evreli olduğunu ve M.Ö.V.yüzyıldaki ilk evresinden sonra, M.Ö.IV.yüzyılın sonunda genişletilip, geliştirildiğini göstermektedir.İki yıl içerisindeki çalışmalar kapsamında sekiz ayrı açmada çalışılmış ve böylelikle Paşabeleni Tepesinin yerleşim yoğunluğu ve dağılımı hakkında belli sonuçlara ulaşılmıştır. Sur duvarlarının içersinde gelişmiş olan yerleşim, dar mekanlı yapılara işaret etmektedir. Yapı özellikleri olsun, bulunan malzemenin günlük kullanıma ait kaplar ve bu türden diğer buluntulardan oluşması, tepenin akropol kısmının bir üs olarak kullanıldığına işaret etmektedir. Duvar kalınlığı 2 m. olan bir yapı da dikdörtgen plana sahip olup sur duvarları içersinde tahkimli bir bey evi ne işaret etmektedir. Tepenin güney yamaçları üzüm ve zeytin yetişirmek üzere tarımsal amaca yönelikken, doğu yamacı nekropol olarak kullanılmıştır.

Nagidos (Bozyazı) çevresinin yüzey araştırmaları sırasında hemen Paşabeleni Tepesinin doğusunda, aynı Paşabeleni gibi tahkimli bir yerleşim daha bulunmuştur. 4 km. batısında ise 1960'lı yıllara kadar liman olarak hizmet vermiş olan ve bugün Orman İşletmesine ait arazide de Paşabeleni'nin antik limanını görmek mümkündür.

Bugüne kadar elde edilmiş olan buluntular M.Ö. VI.yüzyıl ile M.Ö II.yüzyıllar arasına aittir. Yerleşim İ.Ö. 2.yüzyıldan sonra terk edilmiştir

Nagidos'taki arkeolojik kazılar, Mersin Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Mersin Üniversitesi Rektörlüğü Kilikia Arkeolojisini Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Serra Durugönül başkanlığında, Bakanlar Kurul Karaı ile İçel İli, Bozyazı İlçesi, antik Nagidos kenti kazı çalışmaları üçüncü yılında da devam ettirilmiştir. Kazı, Araştırma Görevlileri Ümit Aydınoğlu ve Murat Durukan'ın çabaları ve Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğrencileri tarafından yapılmıştır.

Nagidos antik kentinin önemi, buradan Kilikia (antik Çukurova) bölgesinde ve Küçükasya'da hiç olmadığı oranda farklı tiplerde ve çok büyük bir zenginlikte Hellenistik dönem seramiğinin elde ediliyor olmasıdır. Bunun yanısıra buluntuların M.Ö. VIII.yüzyıldan M.Ö. III.yüzyılın sonuna kadar kesintisiz devam ediyor olmas bu antik kentin önemini vurgulamaktadır.

Nagidos'taki bazı kalıntılar:

Sur Duvarları

Nagidos'un tarihine açıklık getiren bir diğer veri de sur duvarlarıdır. M.Ö. V. yüzyılda Paşabeleni tepesininin zirvesini çevreleyen sur duvarları son derece özenli ve başarılı bir mimari tarz izlerken, bu yıl iç sur ve dış sur arasında yapılan kazı çalışmalarında bu erken surun, izleyen iki yüzyıl içerisinde üç evre geçirerek, suru sağlamlaştırma veya teras oluşturma amaçlı tamir ve destekleme evreleri geçirdiği anlaşılmıştır. Yerleşim M.Ö. V. yüzyıldan, M.Ö. III.yüzyılın sonuna kadar iskan görmüş, sonra dış güçlerin ilgi odağı olmaktan çıkarak görkemini kaybetmeye başlamıştır.

Agora
Tepenin güney yamacında yapılan çalışmalarda 10 basamaklı bir geçiş alanı ve yanında mekanları bulunmuştur. Basamakların ve mekan duvarlarının bu alanda yoğunlaşması ayrıca buluntuların niteliği tepenin bu kısmını agora olarak nitelememizi mümkün kılmaktadır. Buluntular ağırlıklı olarak sikke (40 adet) ve (ticari ürün taşınmasında yaygın olan) amphoralardır.

Kerpiç Yapı
Yoğun olarak erken dönem seramiklerinin ve figürinlerinin ele geçtiği bu alanda bulunan kerpiç duvarlar bir depo'ya işaret etmektedir. Burada kazımızın en erken malzemesi olan M.Ö. VIII.yüzyıla ait pişmiş toprak figürinler ele geçmiştir. Bunlar adorant, savaşçı-binici veya kutsal alanlara bırakılan, boğa gibi, hayvan figürinleridirler. En yakın paralelleri Samos'ta bulunmuştur. Bu şaşırtıcı değildir çünkü Nagidos da M.Ö. VIII.yüzyılda bir Samos kolonisi olarak kurulmuştur. Bu tarihlemeyi destekleyici bir diğer buluntu grubu da yine aynı mekanda ele geçmiş olan siyah ve kırmızı boyalı konsantrik veya spriral daireler ile bezenmiş seramik parçalarıdır.

Künk Sistemi
Tepenin kuzey yamacında yapmış olduğumuz kazılarda harçlı bir tekne ve buradan su tahliye eden, son derece kaliteli bir künk tesisatına rastlanmıştır. Künklerin M.Ö.IV.-III. yüzyıla tarihlenmesi mümkündür.

Kilise Burnu
Bozyazı'ya 14 km. uzaklıkta Akkaya köyü sınırları içerisinde, halk arasında Kilise Burnu olarak bilinen, geç Roma ve erken Bizans dönemine ait bir ören yeridir. Burada sur, sarnıç, bir kilise ve diğer yapılara ait kalıntılar bulunmaktadır.

Surun dışında kuzeybatı yönünde ikisi yanyana , biri arkada olmak üzere üç adet 1. ve 2. Yüzyıl'a ait Memurium mezarlarına benzer yapıda mezarlar vardır.

Maraş Tepesi (ARSİONE)
Bozyazı'nın 2 km. doğusunda Maraş Tepesi üzerinde kurulu olan yerleşim, Mısır Kralı Ptolemaios'un eşi Kraliçe Arsione adını taşıyan antik bir liman kentidir. M.Ö. 3.yüzyılda kurulduğu sanılan kentin görülebilen en önemli kalıntıları iki katlı mozaik döşeli mezarlar ile öteki yapı kalıntılarıdır.
 
İngira, Ankhiale, Ankhialos (Donuktaş) Antik Kenti

GwA2W.webpAnkhialos, Ankhiale, Mersin'in 3 km. doğusunda, Tirmil Tepe'nin simetriğinde olan Çatal Tepe adlı höyüktür. Günümüzde bölgede sanayi fabrikaları bulunduğundan höyük görülememektedir.

Ankhialos, eski Hellen dilinde denizle çevrili ya da denize yakın demektir.
Ankhiale ile Asur belgelerinde anılan İngira'nın aynı kent olduğu tüm uzmanlarca kabul edilmektedir. Asur Kralı Sanherib döneminden (İ.Ö.705-681) kalma bir Asur metnine göre, Que/Kilikia Valisi, Tarzi (Tarsus) ve İngira halklarının da desteğini sağlayarak ayaklanmış, ancak (İÖ.698'de) Sanherib onu yenmiştir. İngira'nın daha sonraki tarihi hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. İ.Ö.333'de İskender bu yöreden geçerken, İngira/Ankhiale yıkılmış haldeydi. Bugün burada bulunan ve halkın Donuktaş diye adlandırdığı kalıntıdan başka herhangi bir kalıntı günümüze ulaşamamıştır.

Donuktaş

Mersin Tarsus ilçesi Tekke Mahallesi'nde bulunan Donuktaş Anıtı'nın bir Roma Mabedi olduğu sanılmaktadır.

Bu yapı dikdörtgen planlı iç içe bölümleri olan, 6.60 m. kalınlığında kesme taş duvarlı bir yapıdır. Yapı korinth üslubunda olup, doğu batı yönünde uzanmaktadır. Mabedin çevresinde 6x12'lik sütun dizisi bulunmaktadır. Üst örtüsü günümüze gelememiştir.

Prof.Dr.Nezahat Baydur'un yapmış olduğu kazı çalışmalarında 115.00x43.00 m. ölçüsünde ve 7.00 m. yüksekliğindeki bu yapının bir Roma Mabedi olduğu açıklık kazanmıştır. Bu yapıyı 1545 yılında yazdığı eserde Sefir Barbaro bir saray olarak nitelemiştir. Bunun yanı sıra Holanda'nın Tarsus Konsolosu Barker 1835'te yazmış olduğu Kilikya isimli eserinde Kral ailesine ait mezar olarak nitelemiştir. Bazı arkeoloji kitaplarında da bu yapıdan Jüpiter (Zeus) Mabedi olarak söz edilmiştir. Bazı kaynaklarda da V.yüzyılda kiliseye dönüştürüldüğü yazılıdır.

Donuktaş'ı gezen gezginlerden Sefir Barbaro, 1545 yıllarında yazdığı eserinde buranın bir saray olduğunu yazar, Hollanda'nın Tarsus Konsolosu Barker, 1835'de yazdığı "Kilikya" adlı eserinde "Donuktaş bir kral ailesi mezarıdır. Fakat Serdanapol'ın mezarı değildir. Çünkü Serdanpol Ninova'da yakılmıştır." Demektedir. Donuktaş bazı kitaplarda da Jupiter Mabeti olarak geçmektedir.
Bir efsaneye göre de; Donuktaş bir hükümdarın sarayı olup Gözlükule üzerindeymiş, Hükümdar burada kızı ile yaşarmış, zamanın peygamberi bu hükümdara darılarak sarayına tekme vurmuş. Saray ters dönerek yuvarlanmış ve bugün bulunduğu yere düşmüş.
 
Korasion Antik Kenti

Silifke-Mersin ana yolunun, Silifke'den 15 km. doğuda deniz kıyısına çıktığı yerde uzanan sırtın doğu bitişiğinde yer alan girinti, İlkçağlarda bir körfezdi ve Korasion kenti de bu körfezi çevreleyen yamaçta kurulmuştu. Korasion sözcüğü, eski Hellen dilinde “Kızcağız” anlamındadır. Ancak, buradaki kentin Anadolu kökenli adının hellen ağzında çarpıtılmış bir bişimi olabileceği de olasıdır.
Korasion kenti, İ.S.360'lı yıllarda Roma İmparatorluğu İsauria İli valisi olan Flavius Uranus tarafından kurulmuş veya genişletilerek kent haline getirlilmiştir. Buradaki bugün görülen kalıntılar, İ.S.400-700 arası dönem yapıtlarına aittir. Burada bulunan bazı kalıntılar şunlardır: Doğudaki tonozlu (silindirik çatılı) yapı; liman ucundaki hamam; batı nekropolisinde, eski yarımadanın doruğunda mezar, bu mezarın hemen yanı başında mausoleion ) kalıntısıdır. Hamamın batı yakınında ambar, daha batıda ise kilise diğer önemli kalıntılardır.
 
Anchiale (Karaduvar) Antik Kenti

Mersin kentinin doğusunda kalıntıları olan bu antik yerleşim için Strabon, Aristobulos'u kaynak göstererek, Asur Kralı Sardanapal'ın Tarsus ile birlikte Anchiale'yi bir gün içinde inşa ettiğini belirtmiş sözlerine devamla "Sardanapal'in mezarının burada olduğunu ve sağ elinin parmaklarını şaklatır durumda bir taş heykelinin bulunduğunu ve Asur dilinde yazılmış bir kitabede "Anakyndarakses oğlu Sardanapal, Anchiale'yi ve Tarsos'u bir günde kurdu. Ye, iç, neşelen, çünkü diğer şeyler bunlar kadar değerli değildir" şeklindeki metnin, parmakların anlamını açıkladığını söylemiştir.
Khoirilos da bu yazıttan söz eder: "Bütün yediklerim, başı boş düşkünlüklerim ve aşktan aldığım zevkler hepsi benimdir; fakat bu sayısız nimetler geride kaldı".
Anchiale, MÖ 333 tarihinde Pers Kralı lll.Darius ile yapmış olduğu ünlü Issos Savaşı'ndan hemen önce Alexander tarafından alınmıştır.

Bu antik kentten günümüze su kemerleri, yapı kalıntıları, bir höyük, Romalılar'dan kalma mozaikli bir hamam kalıntısı gelebilmiştir
 
Titiopolis (Anamur) Antik Kenti

h2j4R.webpAnamur'un batısında Kalınören Köyü üzerinde 5.km de sağda köy içinde ve kuzeyindeki hakim tepeler üzerinde çok geniş bir alana yayılan Kalınören Köyü kalıntılarının bulunmaktadır.
George E. Bean ve Terence Bruce Mitford, 1964-1968 yılları arasında Kilikya'da yaptıkları incelemeleri sonucunda hazırladıkları Batı Kilikya'da bulunan antik yerleri gösteren haritalar da bugünkü Kalınören Köyünün yerini TITIOPOLIS olarak işaretledikleri anlaşılmıştır.

Ören yeri içerisinde Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait kalıntılar yer almaktadır. Titiopolis, antik çağlarda Anemurium'a bağlı olmayan bir site konumunda idi. Antik kentte günümüze gelemeyen bouleuterion, nimfeun, odeon, tiyatro gibi yapıların bugünkü köy yerleşiminin altında kaldığı sanılmaktadır.

Kenti düzenli olarak çeviren sur duvarları kabaca yontulmuş irili ufaklı çok köşeli taşlardan yapılmıştır.

Bahçeler içerisindeki mozaik tabanlı mekânların işlevlerinin ne olduğu anlaşılamamaktadır. Tepelere doğru çıkıldıkça ilk yapı olan hamamın bir gymnasium yapısı olduğu sanılmaktadır. Hamamın batısında narteksi belirgin üç sahınlı bazilika yer alır.

Yapıda sintronon basamakları vardır. Apsisin sağ sağında ve solunda diakonion odaları yer alır. Bu odalar apsisin arkasında revakla desteklenmiş çok amaçlı bazilika tipini göstermektedir.

Köy yerleşmesinin kuzeyinde, surlarla çevrili akropol kalıntıları içerisinde bazilika, hamam ve nekropol sahalarının bulunuşu buranın bir şehir gereksinimine yanıt verecek biçimde ele alındığını göstermektedir.

Yukarı şehirde bulunan batı ve doğu bazilikaları tamamen tahrip olmuştur. Yapıların zeminleri gri ve beyaz renkli mozaiklerle geometrik bitkisel bezemelerle süslenmiştir.

Dinî yapıların doğusunda görkemli mezarların bulunduğu nekropol alanı yer alır. Buradaki kesme taştan, iki katlı tonozlu mezarların yüceltilmiş birkaç ayrıcalıklı kişinin anıtsal mezarlarıdır.

Akropol'ün doğu yamacında kapakları templum in antis tarzında gri renkli sert taştan dikdörtgen formunda oyularak yapılmış sarkofaj'ın cephesinde; kanatlarını açmış kartal figürü, yanlarında girlandları taşıyan bukranion ve medusa başları görülmektedir. Bu lahitin hemen yanındaki lahtin ön yüzünde, elinde asa tutan sehpa üzerinde oturan erkek figürü bulunmaktadır.

Kalınören'deki ilginç yapılardan biri de akropolün kuzey ucunda yer alan tonoz örtülü üç ayrı mekanlı tylos tipli hamamdır. Hamamın su gereksinimi ise, 20 m. ilerdeki nimfeumdan sağlanıyordu.
 
Geri
Top