Bu takımyıldızın hikayesi, toprak ana Gaia ile ölüler ülkesinin en derin yerinde olan Tartarosun çocuğu Typhon ile ilgilidir. Typhon eski Yunan tanrılarının en korkuncuydu. Bir rivayete göre Typhonun yüz tane başı vardı. Başları yıldızlara değebilirdi. Tüm başlarından kara diller çıkar, ateş fışkırırdı. Ayrıca bu dev canavarın yılan ayakları ve gökyüzünü saracak kadar uzun kolları vardı. Bu korkunç canavar ile Olympostaki tanrılar bile dövüşmekten kaçınırlardı.
Bir gün Typhon tanrıların evi olan Olymposa saldırır. Tanrılar kendilerini bir hayvana dönüştürerek kaçmaya çalışırlar. Zeus bir koça, şarap tanrısı Dionysos bir keçiye, tanrıların habercisi Hermes (Merkür) balıkçıl bir kuşa dönüşürler. Güzellik tanrıçası Aphrodite ve oğlu sevgi tanrısı Eros ise Nil nehrinden geçebilmek ve canavardan daha rahat kaçabilmak için bir çift balık halini alırlar. Athena (Minerva) sonradan bu olayı ölümsüzleştirmek için bu iki balık figürünü yıldızların arasına yerleştirir.
Bu balıklardan biri olan, gözkamaştırıcı güzelliğe sahip Afrodit bir efsaneye göre dalgaların köpüğünden doğmuştur. Bir ilkbahar sabahı, Kıbrıs adası kıyılarında kıpırtısız olan deniz birden bire köpüklü beyaz bir dalga ile hareketlenir ve bu dalgayla birlikte bir sedef kabuğu kıyıya vurur. Kabuk açıldığında içinden güzeller güzeli Afrodit ve beraberinde aşk tanrısı olan oğlu Eros çıkar. Afrodit güzelliğiyle sadece tanrıların değil insanların da gönlünü fethetmiştir. İnsanların kalplerine sevgi ve aşk tohumları serpiyor, onlara sevinç veriyordu. Afrodit gücünü sadece insanlar üzerinde göstermezdi. O tüm tabiata söz geçirebilirdi. Afrodit gibi Eros da tanrıların ve insanların kalplerinde aşkın ilahi ateşini yakar, onların mutluluklarını veya bahtsızlıklarını hazırlardı. Erosun elinde oklar veya tutuşmuş kızgın bir meşale bulunurdu. İnsan ruhu, neşesini de ıstırabını da hep Erosa borçludur.
Burçlar kuşağındaki Pisces, Afrodit ve Erosun birbirlerine iple bağlı görünen iki balık figürünü temsil eder.