Donanma-yı Hümâyûn ve Muhteşem Denizcilik Tarihimiz
Anadolu Beylikleri'nde Denizcilik ve İlk Türk Donanması:
Medeniyetler'in buluşma havzası olan Akdeniz’e hakimiyet; cihangirlik davasının başlıca unsurlarından biriydi. Roma’nın bu denize hakimiyeti, onun cihangirlik vasıflarından birini oluşturuyordu. Bu sebeple de Akdeniz’e Mare Nostrum (Bizim deniz) diyorlardı. Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu, İslamiyet'in doğuşuna kadar bu hakimiyeti elinde tuttu. Emevîler'in kuruluşundan itibaren Müslümanlar, süratle denizciliğe başladılar. Az zamanda Akdeniz hakimiyetini ele geçirdiler ve bir kısım kuzey sahilleri dışında, bütün kıyılarına hakim oldular ve bunu asırlarca sürdürdüler.
Oğuz Türkleri'nin Orta Asya’dan Anadolu’ya göç etmeleri ve küçük Asya’da yerleşmeleri ile birlikte Türkler denizlerle ilk kez tanışmış, böylece açık denizlere doğru yelken açmaya, karşılarına ilk kez çıkan ve sonsuzluğu çağrıştıran bu uçsuz bucaksız mavi suların gizemli dünyasını adım adım keşfetmeye başlamışlardır. Oğuz Türkleri, Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Alparslan liderliğinde 1071 yılından itibaren Anadolu’ya yerleşmeye başlamış ve 1081 yılına kadar öncü Türk Beylikleri, Ege ve Marmara kıyılarına ulaşmıştır. Böylece, geçmişten gelip geleceğe uzanacak olan, köklü bir tarihi miras ve geleneğe sahip Türk Denizciliği yeşermeye başlamıştır. Türkler, Anadolu’ya gelişlerinden bir müddet sonra denizlere hakim olma yolunda hızlı bir gelişim sürecine girdiler. Türkler’in karasal bölgelerden henüz gelmelerine ve denizcilik tecrübeleri olmamalarına rağmen tüm handikapların üstesinden gelerek yüzlerce yıldır denizcilik tecrübesi olan Avrupa devletlerine kök söktürecek bir aşamaya gelme yolunda attıkları adımların ilki İzmir’de küçük bir devlet kuran Çaka Bey öncülüğünde başlatıldı.
Çaka Bey, Selçuklu Ordusu'nun gözü pek, akıncı liderlerinden birisi olarak, Türkler'in savaşa savaşa Batı’ya yönelik ilerlemeleri sürecinde, 1078 yılında Bizans’a esir düşmüş ve İstanbul’a gönderilmiştir. İstanbul’daki esaret döneminde deniz ve denizciliğe karşı tutku derecesinde bir ilgi duymaya başlayan Çaka Bey, Bizans İmparatoru’nun 1081 yılında değişimi esnasında İstanbul’da başlayan karışıklıklardan yararlanarak kaçmayı başararak beyliğinin askerleri ile yeniden bir araya gelip İzmir’i ele geçirmiş ve bir Türk Beyi olarak kurduğu devletin sınırlarını genişletmeye başlatmıştır. Çaka Bey, İzmir’de güzel bir tersane yaptırarak tersane civarındaki bölgeyi deniz üs kompleksine dönüştürmüştür. Bu aşamadan sonra gemi inşa faaliyetlerine geçilmiş, kürekli ve yelkenli gemilerden oluşan 50 parçalık ilk Türk Donanması 1081 yılında inşa edilmiştir. Türk Deniz Kuvvetleri'nin kuruluş yılı olarak kabul edilen bu yıl içinde Emir Çaka Bey donanması ile Ege’nin sıcak sularına yelken açmıştır.
İlk Deniz Savaşı ve Koyun Adaları Zaferi:
Çaka Bey'in komutasındaki Türk Donanması 17 çektiri ve 33 yelkenliden oluşan donanma gücü ile 1090 yılının Mayıs ayı başlarında İzmir’den Ege’ye açıldı. İlk olarak Bizans’ın İzmir yolu üzerindeki Midilli Adası’nı ele geçiren Türk Filosu, Sakız Adası’nı da ele geçirdikten sonra, keşif kuvvetlerinden, Bizans Donanması’nın Çandarlı açıklarından güneye doğru ilerlemekte olduğu haberini aldı. Çaka Bey donanması ile hemen harekete geçerek Niketa Kastamonita komutasındaki Bizans Donanması'nı karşılamak üzere seyre başladı.
19 Mayıs 1090 tarihinde öğle üzeri her iki donanma, Koyun Adaları yakınlarında karşı karşıya geldi. Çaka Bey, Türk Filosu'nu Bizans Donanması'na rampa ederek gemileri birbirine kenetleyerek karşısındakini yok etme hedefini güden bir savaşa girişti. Kanlı boğuşma gece yarısına kadar sürdü. Neticede Bizans Donanması'nın kaçıp kurtulabilen 5-10 teknesi dışında bütün gemileri ya ele geçirildi ya da batırıldı. Türkler'in bu ilk büyük deniz savaşı Bizans Donanması'nın yenilgisi ile sona erdi ve düşman büyük bir kayıp verdi.
Türk Donanması’nın ilk deniz savaşı olan ve tarihe "Koyun Adaları Savaşı" adıyla geçen 19 Mayıs 1090 tarihli deniz savaşı Türk Donanması'nın büyük zaferiyle sonuçlandı. Koyun Adaları zaferinden sonra Çaka Bey’in önderliğindeki Türk güçleri Bizans’a ait olan Sisam Adası'nı da ele geçirdi. Böylece Ege Denizi’nin kontrolü tamamen Türkler'in eline geçmiş oldu.
13 ve 14. asırlarda, Mısır-Suriye Türk Memlûkları, Akdeniz’in doğusunda belli bir kuvvette deniz gücüne sahip oldular. İlk Anadolu Selçuklu Sultanı Süleyman Şah’ın ölümünden sonra ise İznik Türk beyleri de Marmara’da Bizans’a karşı bir donanma inşasına başladılar. Fakat İmparatorluğun deniz kuvvetleri, bu tesisleri tahrip etti. Selçuklu Türkleri 13. asır başlarında, Akdeniz’de Antalya ve Alanya, Karadeniz’de ise Sinop ve Samsun Limanları'nda tersaneler kurup, donanmalar vücuda getirdiler. İki Denizin Sultanı (Sultan-ül Bahreyn) ünvanlı Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat zamanında yapılan Alanya Tersanesi, Türkler tarafından kurulmuş "İlk organize tersane" olarak kabul edilmektedir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol baskısına dayanamayarak 1308 yılında parçalanmasından sonra özellikle Batı Anadolu’da bir takım Uç Beylikler'i kurulmuştur.
Bu Uç Beylikler, (Karesioğulları, Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Candaroğulları) Moğol istilasıyla hızını kaybeden Türk Denizciliği’nin gelişim sürecine yeni bir ivme ve yeni bir heyecan kazandırmıştır. Balıkesir ve civarında kurulan Karesi Beyliği (1302-1361) döneminde denizlere büyük önem verilmiş; Edincik’te bir tersane kurularak, gemi inşasına başlanmıştır. Bu gemiler hem Marmara’da hem de Kuzey Ege’de Bizans Donanması'nın hareket serbestisini kısıtlamış; bölgedeki deniz güçleri için ciddi bir rakip olmuştur. Osmanlı deniz gücünün ilk çekirdeğini de bu beylik oluşturmuştur. Aydın civarında kurulan Aydınoğulları Beyliği (1308-1390) özellikle Umur Bey döneminde denizcilikte büyük atılımlar yapılmış, deniz gazâ ve seferleriyle adaları ve sahilleri hakimiyetleri altına almışlardır. Umur Bey, 1334-1348 yılları arasında Ege’de, Bizanslılar ve Cenevizliler'e karşı büyük başarılar kazanmış; Rodos’tan Çanakkale Boğazı’na kadar, Mora ve Rumeli kıyıları da dahil olmak üzere denizlerde kesin bir kontrol sağlamıştır. Düşmana karşı son derece atak ve taktik baskın şeklinde manevralar yapan Umur Bey, çetin deniz savaşlarından birisinde şehit olmuştur. Manisa ve civarında kurulan Saruhanoğulları Beyliği (1313-1390) ise sürekli olarak Umur Bey'in denizdeki faaliyetlerine destek vermiş, özellikle Süleyman Bey Umur Bey'in donanmasına gemi, üs ve onarım yönünden büyük kolaylıklar sağlamıştır.
Osmanlı Kuruluş Dönemi Türk Denizciliği:
Yeni kurulmakta olan Osmanlı Beyliği de ufkunu denizlere çevirmişti. Söğüt'ün bağrında sessiz sedasız çimlenen bu filiz kısa zamanda alp-erenler, gazi-dervişler ve garip-yiğitler yoluyla etrafına dal budak salarak kökleşti. Bir uç geleneği olarak "sürekli gazâ" Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun ve yükselişinin en önemli dinamiği oldu. Karamürsel’in 1323 yılındaki fethi ile Marmara Denizi’ne ulaşan Osmanlı Beyliği, 1324 yılında Batı komşusu Karesi Beyliği’nden yardım maksadıyla Mürsel Bey komutasında gönderilen 24 gemiden oluşan kuvvet sayesinde denizlerle tanışmış ve güçlü bir Deniz Kuvveti'ne gidecek uzun yoldaki ilk kararlı adımlarını atmıştır.
Osmanlı Beyliği, Doğu Marmara’da kesin bir hakimiyet sağlayınca, deniz gücünün kurumsallaşması için gerekli çalışmaları başlatmıştır. Karamürsel’de 1327 yılında ilk Osmanlı Tersanesi kurulmuş, burada ilk Osmanlı savaş gemisi inşa edilmiştir.
Donanma hiyerarşik bir sistemle teşkilatlandırılarak, Donanma Komutanı’na "Derya Beyi" ünvanı verilmiştir. Kara Mürsel Bey, Osmanlı Devleti’ndeki ilk "Derya Beyi" olarak Türk Deniz Tarihi’nin öncüleri arasında yerini almıştır.
Karamürsel’in fethinden sonra 1334 yılında Gemlik, 1337 yılında ise İzmit alınmış; böylelikle 1353 yılında Osmanlılar'ın Rumeli’ye geçişinde büyük kolaylık sağlanmıştır. Karamürsel’den sonra Türk Denizciliği’nin merkezi önce İzmit, daha sonra Gelibolu ve sonunda da İstanbul olmuştur.
İstanbul'un Fethi ve Fatih-Yavuz Dönemi Türk Denizciliği:
Sultan II. Murat'ın gösterdiği ihtimam neticesinde Osmanlı Donanması, Trabzon-Rum İmparatorluğu'nu denizden tehdit edecek kadar kuvvetlenip, deniz harekâtına alışmıştı. Yıldırım Beyazıt döneminde Karesi Beyliği gemilerinden de istifade edilerek, Rumeli’ye geçildikten sonra yapımına 1390 yılında başlanan Gelibolu Deniz Üssü'nün 1401 yılında tamamlanması ile birlikte "Kaptan-ı Derya" terimi de Osmanlı Deniz Kuvvetleri'nde ve devlet hiyerarşisinde yerini almıştır. Kaptan-ı Deryalık (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı) makamı ilk kez bu dönemde kurulmuş ve Saruca Paşa Türk Tarihi'nin ilk Kaptan-ı Derya'sı olmuştur. Bu dönemde Gelibolu, Çanakkale Boğazı ve Marmara’yı korumada önemli roller üstlenmiş; aynı zamanda Osmanlı Ordusu'nun Rumeli Seferleri’nde ileri üs görevi yapmıştır. Bir çok ünlü Türk Amirali gibi, iki büyük deniz haritacısı Piri Reis ve Ali Macar Reis de Gelibolu’da yetişmiştir. Gelibolu Tersanesi'nde Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethine kadar 150 parça gemi inşa edilmiştir. Ünlü Türk Bilgini İbn-i Kemal tarih kitaplarında Gelibolu’yu şöyle tasvir etmektedir: "Gelibolu’da doğan çocuklar timsah gibi su içinde büyürler. Beşikleri ecel tekneleridir. Sabah ve akşam gemilerin silistre avazesiyle (sesiyle) uyurlar."
Osmanlı İmparatorluğu genişledikçe, Anadolu’daki Türk Beylikleri’nin etkileri kaybolmuş ve bu beylikler Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) döneminde tamamen İmparatorluk sınırlarına dahil olmuştur. Beyliklerdeki denizci karakter, bir anlamda Akdeniz’e kök söktürecek güçlü Osmanlı Donanması'nın doğal alt yapısını oluşturmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, bu beyliklerin denizcilik birikimi, üs ve liman kolaylıkları ve tersanelerinden önemli ölçüde istifade etmiştir. Fatih Sultan Mehmet Osmanlı Donanması'nı ateşli silahlarla teçhiz ederek ona stratejik bir boyut kazandırmıştır.
Osmanlı Donanması, İstanbul’un fethi’nden sonra atağa kalkmış ve Türk Denizciliği, tarihinin en parlak dönemine girmiştir. Zaferler Yüzyılı olarak adlandırılan bu döneme (1453-1571) Türk denizciliği, hem askeri denizcilik hem ticaret filoları hem de deniz bilimleri açısından damgasını vurmuştur.
Bu konuda Katip Çelebi’nin yapmış olduğu değerlendirme, deniz stratejisi açısından tarihi belge niteliği taşımakta ve dönemin devlet adamlarının ileri görüşünü ve jeopolitik dehasını ortaya koymaktadır: "Gizli değildir ki bu Osmanlı Devleti’nin en büyük dayanağı olup şanına iş güç edinip, önem verilmek ön sırada bulunan deniz işleridir. Zira bahtı gelişen devletin revnak ve ünvanı iki denize ve iki karaya (Akdeniz ve Karadeniz, Anadolu ve Rumeli'ye) hükmetmektedir. Bundan başka, Osmanlı Ülkesi’nin çoğu adalar ve kıyılar olduğundan, hele saltanatın yöresi, yani İstanbul’un velinimetinin iki deniz olduğundan şüphe yoktur."
Fatih Sultan Mehmet'in 1453 baharında gemileri karadan yürüterek İstanbul’u fethetmesi aslında Osmanlı Devleti’nin stratejik açıdan Deniz Kuvvetleri'ne verdiği önemin de bir göstergesidir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethi’nden sonra Karadeniz ve Ege’den sonra Akdeniz’e yöneldi. İmroz, Limni, Taşoz, Semendirek, Midilli ve Eğriboz Adaları da fethedilerek Sakız ve Sisam Adası vergiye bağlandı. Ardından Akdeniz’de korsanlık yapan Türk leventleri reislerinden Kemal Reis'in Osmanlı Devleti hizmetine girmesi, donanmaya yeni bir canlılık kattı. Akdeniz’deki deniz seferleri, İspanya sahillerine kadar uzandı. Sultan II. Bayezid döneminde, gemicilik daha da gelişti.
Fatih Sultan Mehmet’in 1455 yılında Kasımpaşa’da kurmuş olduğu İstanbul Tersanesi (Tersane-i Amire) uzun yıllar dünyanın en büyük tersanelerinden birisi olarak tüm yabancı ülkelerin hayranlığını kazanmıştır. Sultan II.Bayezid döneminde (1481-1512), Burak ve Kemal Reis'ler denizleri kullanmada gösterdikleri maharet ve deniz savaşlarındaki kahramanlıkları ile büyük saygınlık kazanmışlardır. 1495 yılında inşa edilen ve "Göke" adı verilen iki büyük gemi bu dönemin eseridir. Türk Deniz Tarihi’nin en büyük bilim adamlarından biri olan ve özellikle kartografi çalışmaları ile tüm dünyada büyük yankılar uyandıran Piri Reis 1513 ve 1528 yıllarına ait iki ayrı dünya haritası yapmıştır.
Piri Reis'in Dünya Denizcilik Tarihi’ne diğer bir hediyesi de 1521 ve 1525 yıllarında iki kez yayınladığı ünlü, "Kitab-ı Bahriye" adlı kılavuz kitabıdır. Bu emsalsiz çalışmada, usta bir gözlem ile Ege ve Akdeniz her açıdan incelenmektedir.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesi ile Kızıldeniz ve Hint Okyanusu da Türk Denizciliği'nin ilgi alanına girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’a yönelik kara harekatında Osmanlı Donanması çok büyük lojistik destek sağlamıştır. Yavuz Sultan Selim’in başarıları ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika’da bir güç merkezi haline gelmesi, Akdeniz’de bağımsız olarak faaliyet gösteren Türk ve Müslüman denizcileri Osmanlı Devleti ile kaynaştırmıştır.
Yavuz Sultan Selim denizlerde büyük bir güç olmadan Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’da tutunamayacağını bildiğinden Veziri Piri Mehmet Paşa'ya şu emri vermiştir: "Hristiyan ülkeler denizi gemilerle örtüyor ve benim sularımda Papa’nın, Fransa ve İspanya Kralları’nın sancakları dalgalanıyorsa bunun sebebi senin tembelliğin ve benim de hoşgörümdür. Artık çok güçlü bir Donanma'ya sahip olma zamanı gelmiştir.. Büyük bir Donanma istiyorum.."
Bu söz, artık kabına sığmayan ve bütün dünyayı ilgi alanına almış bir Devlet'in denizcilik alanındaki fikri alt yapısının gelişmesinde ve çok güçlü bir deniz gücü oluşturulmasında kilit rol oynamıştır. Öncelikle büyük bir ihtimamla İstanbul’daki tersanelerin kapasiteleri artırılmış ve denizcilik eğitimi daha akademik boyutlarda ele alınarak denizciliğin yaygınlaştırılıp kurumsallaştırılması çalışmaları yapılmıştır. Cezayir'de dünyanın en büyük hristiyan devleti İspanya'ya kök söktüren ve yaptığı savaşlarda onbinlerce İspanyol askerini öldüren ve 70.000 Endülüslü'yü İspanyol zulmünden kurtarıp gemilerle Kuzey Afrika'ya taşıyan Barbaros Hayrettin Paşa ve beraberindeki leventlerin Osmanlı Devleti'ne katılma arzusu da kabul edilerek Türk Denizciliği'ni zirveye taşıyacak gelişmelerin önü açıldı. Sultan Selim’in Barbaros Hayrettin Paşa'ya hediye olarak gönderdiği som sırma ayetler yazılı yeşil sancak ve flandra ise sürekli olarak Donanma'nın sancak gemisinde Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün ve denizcilik bilincinin bir sembolü olarak okyanuslarda şerefle dalgalandı.
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi Türk Denizciliği:
Kanuni Sultan Süleyman, Belgrad’ı fethettikten sonra Rodos’u da almaya karar verdi. Osmanlı'nın niyetini öğrenen Şövalyeler Kralı Vilye dö Lil Adam derhal harekete geçerek savaş hazırlıklarına başladı. 300 savaş ve 400 nakliye gemisinden meydana gelen donanmanın sevk ve idaresi ise Kurdoğlu Muslihiddin Reis’e verildi. 4 Haziran 1522’de, İstanbul’dan harekete geçen Osmanlı Donanması 24 Haziran’da Rodos’a ulaştı. Kanunî Sultan Süleyman ise, 16 Haziran’da kapıkulu ve eyalet askerleriyle birlikte, İstanbul’dan kara yoluyla harekete geçti. Kanunî, Kütahya yoluyla Marmaris’e, oradan da gemilerle Rodos’a çıktı (28 Temmuz). Teslim teklifinin şövalyeler tarafından reddi üzerine, Ağustosun birinci günü kale dövülmeye başlandı. Bütün Ağustos ayı, karşılıklı top ateşi ve yine karşılıklı lağım açmakla geçti. Açılan top ateşiyle, kalede mühim tahribat yapılmasına rağmen, bu tahribat kısa zamanda düşman tarafından kapatılıyordu. Türk lağımcılarının Rodos burçlarının altına açtıkları lağımlar sürekli düşman lağımlarıyla karşılaşıyor ve yer altında korkunç boğuşmalar oluyordu.
Bu sırada, 4 Eylül günü, İleki Adası'nın Kara Mahmud Reis tarafından zaptı haberi geldi. 6 Eylülde ise Rodos’un kuzeybatısında bulunan İncirli Adası ele geçirildi. 10 Aralığa kadar, şiddetli top atışları, lağımlar ve sık sık tekrarlanan umumî hücumlarla, kale iyice yıpratıldı. 18 Aralıkta yapılan bir büyük hücumda şövalyeler, şehir içindeki istihkam ve hendeklerin arkasına çekilmeye mecbur kaldılar ve daha fazla dayanamayarak teslim oldular. (20 Aralık 1522).
Teslim şartları arasında; şövalyelerin eşya ve top dışındaki silahlarını alıp, on gün içinde Rodos’tan ayrılmaları; bu günler zarfında şehirdeki istihkâmların 4.000 yeniçeri tarafından emniyete alınması ve asıl kuvvetlerin iki kilometre mesafede beklemesi yer alıyordu. Kalenin boşaltma işlemlerinden sonra şövalyeler, Üstâd-ı âzam gemilerine binip gittiler. Rodos Kalesiyle beraber Oniki Adanın tamamı ve şövalyelere ait olan Bodrum da Osmanlı Devletine bırakılmıştı. Osmanlı Devletine, 20.000’den fazla şehide mâl olan bu fetihten sonra, Kanunî Sultan Süleyman 29 Aralıkta şehre girip kaleyi gezdi. 2 Ocak Cuma günü ise, camiye çevrilen Saint Jean Kilisesinde Cuma namazını kıldı. Nâmına okunan hutbeyi dinledi. Aynı gün, adadan ayrılıp Marmaris’e geçti.
3 Ocak günü Aydın, Midilli, Karasi, Menteşe, Saruhan sancakbeylerine, Anadolu Beylerbeyi Kasım Paşanın nezaretinde Rodos’taki inşaat, imar ve iskân işleri bitinceye kadar adada kalmalarını emredip, İstanbul’a döndü. Rodos’a derhal Türk göçmenleri yerleştirilmeye başlandı. Ada bir sancak yapılıp, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd eyaletine bağlandı. Sancakbeyi olarak Mehmed Bey tayin edildi. Bundan sonra birçok cami, imaret, mektep, medrese ve yol yapılıp ada imar edildi.
Barbaros'un Kaptan-ı Deryalığı:
Barbaros'un Osmanlı Devleti'nin Kaptan-ı Derya’lığına atanması İspanya'da büyük korkuya sebep oldu. 1534'ün Ağustos'unda 80 parça gemi ve 8.000 savaşçıdan oluşan donanması ile Akdeniz'e açılan Barbaros Messina Boğazı'nın İtalya yakasındaki Reggio Limanı ile Sicilya Adası yakasındaki Messina Limanı'nı ele geçirdi. Zengin bir kale olan Arçile'yi yağma etti. Santa Luka, Sidraro, Fondi ve İsperlonga şehir ve kalelerini zapt ve tahrip etti. Toplam 18 kale fetheden Barbaros, kale anahtarlarını, 16.000 esir ve 425 sandık ganimet eşyasını 40 kadırgayla İstanbul’a gönderdi. İtalya'nın güney sahillerini vurup Sardunya Adası'na çıkarak büyük savaşlar yaptı.
Kanuni Sultan Süleyman'ın Barbaros'u İstanbul'a çağıran emri Cezayir'e ulaşınca 3 gün büyük ziyafetler veren Barbaros Cezayir'den İstanbul'a hareket etti. 19. gün İstanbul'a ulaşan Barbaros Padişah'ın huzuruna çıktı. Sultan Süleyman'ın "Mücahit Lalam" diye kendisini onurlandırdığı Barbaros karşılaştığı iltifatların ardından baş başa kaldıkları bir mecliste son olayları ve yapılacakları Padişah'la görüştükten sonra Tersane Başmühendisi’ni çağırtarak 30 yeni gemi yapılmasını emretti. Bahar gelince de Osmanlı'nın karadan başlattığı Arnavutluk seferinde orduya denizden destek olmak için Padişah'ın emriyle Adriyatik Denizi’ne girdi. Fakat Mustafa ve Hüsrev Paşa haber göndererek Barbaros'tan askerleriyle karaya çıkıp saldırıya karadan destek olmasını istediler. Barbaros ise donanma askerinin karaya çıkmasının deniz usullerine aykırı olduğunu, ayrıca Padişah'ın kendisini denizde görevlendirdiğini bildirerek teklifi kabul etmedi. Fakat Arnavutlar Venedikliler'e çoktan haber uçurup Barbaros'un karaya çıkacağını ispiyonladılar. Bunu duyan Venedik donanması heyecanla "Şimdi bittin Barbaros" diye derhal harekete geçti. Yaşayacağı zaferin müjdesini uykusunda alan Barbaros uyanıp rüyasını bir hocaefendiye tabir ettirirken ufukta da Venedik Donanması göründü. Kahkahalar ve alaylarla iyice yaklaşan düşmana oyun oynayan Barbaros leventlerin karaya çıktığı izlenimini vermek için gemileri uzun bir süre hareket ettirmedi. Düşman iyice yaklaşınca da hep birlikte sancaklarını çekip, toplarını ateşleyerek düşman gemilerinin içine dalan Türk Donanması 30 gemilik Venedik donanmasından 14'ünü batırıp 16'sını da ele geçirerek şanlı bir şekilde İstanbul'a döndü.
Türk Denizciliği'nin Yavuz Sultan Selim'le başlayan atılım yüzyılı Kanuni Sultan Süleyman döneminde doruğa ulaşmış ve bütün dünyadaki rakiplerine kök söktürerek Akdeniz'den Ege'ye, Karadeniz'den Manş Denizi'ne, Kızıl Deniz'den Hindistan'a, Endonezya'dan Atlas Okyanusu'na kadar her yerde boy göstermiştir.
Denizcilikte elde edilen bu başarılarda Osmanlı Devleti'nin birçok liman şehrine kurduğu çok sayıdaki tersanelerin de büyük rolü vardı. Bunlardan en büyüğü, şöhreti dünyayı kaplayan Haliç üzerindeki İstanbul Tersanesi'ydi. Dünyada eşi olmayan bu tersane kızaklanan gemi ve çalıştırılan işçi sayısı bakımından da rakipsizdi. Her çeşit sanat erbabının çalıştırıldığı Tersane'de ustaların ve mühendislerin hepsi Türk'lerden oluşmakta, işçilerin çoğu ise ücretle çalıştırılan hristiyan esirlerden seçilmekteydi. Ücretlerini biriktiren esirler değerlerini ödeyerek hürriyetlerine kavuşurlardı. Yaklaşık 20.000 kişinin çalıştığı İstanbul Tersanesi'nin kapasitesi öyle yüksekti ki istenildiği an 1 yıl içinde Venedik donanmasının bir eşini inşa etmek ve donatmak mümkündü. Denizci bir ülke olan Venedik bile, Osmanlı Devleti ile barış halinde olduğu zamanlarda bu tersaneye kadırga ısmarlamaktaydı.
Preveze Deniz Savaşı Sürecinde Türk Denizciliği:
Osmanlı Devleti'ne -denizlerdeki üstünlüğünün bir sonucu olarak- dünyanın çeşitli devletlerinden çeşitli gerekçelerle yardım talepleri geliyordu. Bu doğrultuda büyük Hind hükümdarlarından Bahadır Şah da Osmanlı Padişahı'na -Hint Denizi'nden Portekiz gemilerinin temizlenmesi ricasıyla- çok değerli bir hazine gönderdi. Hazineyi İstanbul'a getirmekte olan Salih Reis komutasındaki 20 kadırgaya baskın yaparak ele geçirmek hülyasıyla yola çıkan Andrea Doria, Barbaros'un 40 gemiyle Salih Reis'i korumak için gelmekte olduğunu haber alınca hemen uzaklaşarak ortadan kayboldu. Hazine İstanbul'a sağ salim teslim edildikten sonra Venedikliler’den Syra, Loura, Pathmos, Nio, Stampalie, Egine(Ekin), Paros, Anti-Paros, Tine adaları da dahil toplam 28 ada ve 7 kale fethederek Osmanlı Devleti'ne bağlayan Barbaros, Naxos(Nakşe) adasındaki dukalığı da boyun eğdirip vergiye bağladı. Çerigo (Çuha) Adası ile Girit Adası'nda 80 köy basıp buradaki bazı kalelerle birlikte Kerpe ve Kaşot Adasını da fethederek harekatlarda ele geçirdiği 20.000 esiri İstanbul’a gönderdi. Venedik'in Adalar(Ege) Denizi ile alakasının tamamıyla kesilmesinden sonra başta İspanya, Almanya, Venedik, Ceneviz, Papalık, Floransa, Portekiz ve Malta gemilerinden oluşan "Haçlı Müttefik Avrupa Donanması" 308’i savaş, 300'ü de yük ve taşıt gemisi olmak üzere toplam 608 gemilik dev bir donanma ile 22 Eylül'de Korfu Adası'nda toplandı. Avrupa donanmalarının bir araya gelerek oluşturduğu ve adeta yüzen bir şehri andıran bu büyük müttefik donanmanın kürek çeken onbinlerce forsasından başka 60.000 asker ve 2.500 topu bulunmaktaydı. Gözler daha önce denizlerde böyle büyük bir olaya hiç şahit olmamıştı. Çokluklarına güvenerek savaşı kazanacaklarına kesin gözüyle bakan batılı krallar, hangi Türk ülkesinin kime ait olacağını çoktan kararlaştırmış ve kendi aralarında pay etmişlerdi bile! 27 Eylül 1538 tarihinde Preveze'de yapılan ve iki taraftan toplam 120.000 kişinin katıldığı savaş sonunda 30.000 mürettebatı ölen düşman gemilerinden 128 tanesi batırılırken, 29'u da 2.775 personeliyle birlikte esir edildi. Hiçbir gemisini kaybetmeyen Türk donanmasının kaybı ise 400 şehit ve 800 yaralıdan ibaretti. (Preveze Zaferi 27 Eylül 1538) Birleşik Haçlı Avrupa Donanmaları'na karşı kazanılan dünya tarihinin bu en görkemli deniz zaferinin müjdesi İstanbul'a ulaşınca Fetihname'yi dîvânla birlikte ayakta dinleyen Kanuni Sultan Süleyman, dört bir yana fetihnameler yollatarak üzerinde güneşin batmadığı bütün ülkelerinde -zaferin şerefine- şenlikler yapılmasını emretti. Donanmay-ı Hümayûn’la muzaffer bir şekilde İstanbul'a ulaşan Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa hususi bir mecliste günlerce padişahla baş başa kalarak zaferin ayrıntılarını kendisine anlattı.
Hadım Süleyman Paşa da 72 parçadan oluşan Donanma ile 1538 yılında Umman Denizi’ne açılarak Aden’i ele geçirdi ve leventleriyle Hindistan’a gidip Portekizliler'le mücadeleye girişti. Doğudaki deniz ticaret yollarının kontrolüne büyük önem veren Osmanlı Devleti bu konuda uzun yıllar büyük çaba sarf etmiştir. "Süveyş Kaptanı" unvanı verilen Selman Reis, Piri Reis, Murat Reis ve Seydi Ali Reis gibi ünlü Amiraller Umman Denizi ve Hint Okyanusu’nda uzun yıllar Portekiz Donanması ve diğer ülkelere karşı deniz kontrolünü sağlamak için sürekli bir mücadele halinde olmuşlardır.
Preveze zaferinden bir yıl sonra Barbaros'un yardımcısı Hasan Reis ile Turgut Reis, Nova Kalesi'ni alarak Venedik'i barış yapmaya zorladılar. Birçok adasını ve kalesini Osmanlı'ya bırakan Venedik ayrıca 300.000 altınlık ağır bir de tazminat ödemek zorunda kaldı. Böylece Akdeniz'deki düşman varlığı bitirilmiş ve Osmanlı hakimiyeti tamamlanmış oldu. Bu arada Hasan Reis önderliğindeki levendlerin Cebelitarık Kalesi'ni ele geçirerek Cezayir'deki Türk sınırını İspanya topraklarının burnunun dibine kadar yaklaştırmasıyla çılgına dönen İspanyollar Preveze'nin intikamını almak için Cezayir'e çıkarma yapmak için hazırlıklara başladılar. 1541 yılında bizzat İmparator Şarlken komutasında, Andrea Doria ile birlikte İspanyol, Alman, İtalyan, Flaman ve Maltalı asilzadelerinin en büyükleri, 36.230 savaşçı ve 4.000 safkan süvari atdan oluşan 516 gemilik Birleşik Avrupa Donanması'yla Cezayir önlerine geldiler. 1.000'i Türk olmak üzere toplam 9.000 askeri bulunan Barbaros'un vekili Hasan Reis işi sabaha bırakmayarak düşman üzerine bir gece baskını düzenledi. Yağan yumurta büyüklüğünde dolu, yağmur ve fırtınayla beraber kalkan kılıçlarla Cezayir sahilleri kilometrelerce binlerce ceset, hayvan leşleri ve parçalanmış gemi enkazları ile doldu. Düşmanın birbirini çiğneyip kaçıştığını görerek cesaretlenen yerli Arap halktan binlercesi de savaşa katılmıştı. Boğulan, öldürülen ve esir edilen düşman sayısı 20.000'i buldu. (24 Ekim 1541) Haçlılar, en küçük ağırlıklarını bile gemilerine bindiremeden kaçtıklarından elde edilen bu ganimetlerle Cezayir kat kat daha zenginleşti. Generaller, amiraller, dukalar, prensler, kontlar, şövalyeler ve Cezayir’in fethini görmek için gelen Avrupa saraylarının en asil kadın ve kızları esir edildi. İspanya ve İtalya limanları, Türk Kılıçları'ndan geriye kalan Avrupalı savaşçılarla doldu. Avrupa'nın yarısına sahip, dünyanın en büyük hristiyan devleti İspanya'nın İmparatoru Şarlken, bir avuç levendin koruduğu Cezayir’den kaçarken, başındaki tâcı fırlatıp denize attı ve başı eğik utançla ülkesine geri döndü.