Her an mutluluğun peşinden koşuyor, onu daha büyük evler, daha iyi tatiller, daha yüksek maaşlar ve daha havalı giysilerde arıyoruz. Peki, mutlu muyuz? Mutluluğu bambaşka bir yerde keşfetmenin zamanı geldi. Belki de en iyisi onu unutarak hayata devam etmek. Nasıl mı? Hiç de zor değil!
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un 2008 yılında yayımladığı “Masumiyet Müzesi” romanı; “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum” cümlesiyle selamlar okuru. Gerçekten de çoğumuz mutlu olduğumuzun farkında olmadan ya da mutluluğun ne anlama geldiğini bilmeden yaşıyor, sürekli mutluluk peşinde koşarken mutluluğu ıskalıyoruz. Tüm insanların mutluluğu aradığını söyleyen, mutluluğun insan yaşamının ereği olduğunu vurgulayan Yunanlı filozof Aristoteles’ten beri aslında bu arayış ve süreç hiç bitmedi. Ama farklılaşan hayat koşulları, modernleşmenin getirdiği şartlar ve sorunlar, karmaşık ve hızlı yaşam biçimi, teknolojik gelişmeler mutluluğun tarifini değiştirdi. Anın keyfine varamayan, tıpkı daha çok para, daha iyi bir eş, çocuklar için daha iyi bir okul ve daha iyi bir araba gibi daha çok mutluluk arayan ve bu arayışta mutsuzluğa düşen bireylerin doğuşunu tetikledi.
Reçetesi olmayan, parayla satılmayan, yaşadıkça keşfedilen ya da hiç farkına varılmayan, belki bir bardak suyun serinliğinde, belki de bol sıfırlı bankacüzdanında gizli olan mutluluk; filozoflardan sosyologlara, bilim insanlarından ekonomistlere, psikologlardan sade vatandaşa herkesin ilgi alanına giriyor. Hepsi de yüzyıllardır sorulan, farklı yorumlar doğuran, günümüzdeyse daha çok materyalist tariflerle açıklanan soruya cevap aramaya çalışıyor: “Mutluluk nedir?”
MUTLULUĞUN FELSEFESİ
Eskiçağlardan bu yana süregelmiş felsefi ve dini geleneklerin çoğunun mutluluk konusuna değindiğini biliyoruz. Batı felsefesinde “Optimistler” olarak bilinen Spinoza, Montaigne ve Diderot için mutluluk mümkün ve ulaşılabilir bir “tatmin olma hali”ni ifade ederken; Pascal, Freud ya da Schopenhauer mutluluğun imkansız olduğunu düşünür. Arthur Schopenhauer, “Doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır. O da mutlu olmak için burada olduğumuzu sanmamızdır” der. Mutluluğu erdemli bir hayatla açıklayan Stoacılar ve Epikürosçuların aksine Kant, erdemin mutluluk getireceğine inanmaz; insanın sadece erişebileceği şeyleri değil, erişemeyeceklerini de arzuladığı için mutluluğun sorunlu olduğunun altını çizer. 18. yüzyılda yaşayan Alman filozof Immanuel Kant, o dönemde maneviyatın insanları tatmin edemeyeceğini görmüş ve düşünceleriyle 21. yüzyılın sürekli koşturan, arzuladığı şeye sahipken bile bambaşka bir şeye erişmenin hırsında olan insanın yaşayacağı mutluluk sıkıntısını öngörmüştür.
Mutsuzluğun daha anlamlı ve zengin içerikli olduğuna inanan, mutluluğu aptallık olarak niteleyen 19. ve 20. yüzyılın romantik yazarlarının aksine bugünlerde bir mutluluk yağmuru yaşıyoruz. Kişisel gelişim kitaplarına sarılıyor, mutlu olmak için yoga yapıyor ya da reiki gönderiyor, estetik cerrahi ve botoksla yüzümü ze mutlu ve genç bir ifade yerleştiriyoruz. Çünkü mutluluğun olumlandığı, mutsuzluğun ötekileştirildiği bu çağda hiç olmadığımız kadar mutsuzuz!
İDEOLOJİK MUTLULUK VE TEKNOLOJİNİN MUTSUZLUĞU
Kapitalizmin altın çağı olarak tanımlanan 19451975 yılları arasındaki dönemde mutluluk fikri, ilk defa teknolojinin armağanlarıyla paralel olarak anılmaya başladı. O dönemdeotomobil ve televizyonun demokratikleşmesiyle beraber kendini hissettirmeye başlayan ekonomik ve teknolojik gelişme, bugün hala son hızla devam ediyor. Refahın doruk noktasına ulaştığı postmodern çağda hep daha iyiyi, daha hızlıyı, daha gelişmişi ve daha lüksü arıyoruz. Ona kavuşamadıkça mutlu olamıyor, kavuştuğumuz andaysa kısa süren mutluluğumuz, yerini yeniden doyurulması gereken bir tatminsizliğe bırakıyor. Fransız sosyolog Jacques Ellul, “ideolojik mutluluk” adlı konseptiyle insanın teknolojiden umduğu mutluluk uğruna özgürlüğünü feda ettiğini söyler. Ellul’e göre mutluluk ideolojisi, sürekli yeni ihtiyaçlar belirleyen reklamların tetiklediği ekonomik büyümeyle kendini gösterir. Öyle ki kişi, hayatının anlamını ardı kesilmeyen bu ihtiyaçların karşılanmasında bulur. Tüketmek için sürekli çalışmak gerekir. Ellul’ün çizdiği tablo günümüz hazcı toplumunu çok iyi resmediyor. Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ın “Tüketim Toplumu” adlı çalışması da günlük mutluluk peşinde koşan, anında tatmin isteyen, içerik yerine biçime daha çok ilgi duyan postmodern tüketiciyi tanımak adına önemli bir çalışma.
MUTLULUĞUN TANIMINI DEĞİŞTİRMEK
Teknolojinin hiç durmadan ürettiği oyuncaklara sahip olmak adına materyalist bir mutluluğun peşinden koşarken daha çok çalışıyor, daha büyük bir stresle baş etmek durumunda kalıyoruz. Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Şefi Doç. Dr. Kemal Sayar, “Refah bu kadar artmasına rağmen neden mutluluk bu kadar geriliyor, depresyon neden bu kadar çoğalıyor?” gibi sorular soruyor ve sorularına “Bizim sahip olduğumuz şeyler gün geliyor ruhumuza sahip oluyor.
Biz içimizdeki boşluğu hep daha fazla tüketerek dolduracağımızı zannediyoruz. Daha fazla tüketmek içimizdeki boşluğu doldurmadığı gibi onu daha da büyütüyor” yanıtını veriyor. Aslında teknolojiye bağlı mutluluk ideolojisinin peşinden sürüklenirken ve mutluluğa kavuşacağımıza mutsuz olurken belki de en iyisi, mutluluğun tanımını ve onu nerede aradığımızı tekrar gözden geçirmemiz. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Özkan, “Mutlu olmadığını düşünen kişilerin ya mutluluk anlayışlarında sorun var ya da bu kişiler tembel” diyor ve kişinin önce mutluluğun ne olduğunu ortaya koyması, sonra da buna ulaşmak için mücadele etmesi gerektiğine dikkat çekiyor. “Eskiden köyde yaşayan ve ömrünü 20 kilometrekarelik alanda geçiren insan da kendince mutluydu” diyen Prof. Dr. Özkan, modern toplumlarda artan farkındalık ve karmaşayla beraber mutsuzluğun da çoğaldığını vurguluyor. Mutlu olmanın öğrenilebileceğine dikkat çekerken, kişinin kendisini mutsuz eden gerçeklerle yüzleşmesi gerektiğini vurguluyor.
“KENDİNİZİ MUTLU OLMAYA ZORLAMAYIN”
Günlük yaşamın filozofu olarak nitelendirilen Alain de Botton mutlulukla ilgili düşüncelerini ELLE Türkiye’ye özel olarak paylaştı:
“Mutluluk sabit bir durum değil, tamamlanma yolunda bir harekettir. Daha yapacak başka bir şeyimiz olduğunu hatırlayana kadar geçen, bir başarıdan sonraki on dakikadır. Ne kadar mutlu olduğumuza kendimizi başkalarıyla kıyaslayarak karar veriyoruz. Bu da mutsuz ediyor. Mutluluk bence kesinlikle anlık bir durum; yaklaşık on beş dakika sürüyor. Mutluluk için şöyle tavsiyelerde bulunabilirim: ‘Kendinizi mutlu olmaya zorlamayın, hayatın zor ve mutluluğun bir istisna olduğunu kabul edin’. Çocuklarım ve çok sayıda kitap satmak beni mutlu ediyor. Yeni kitabımın çok satanlar arasında olduğunu fark ettiğimden beri, yani on beş dakikadır mutluyum”.
MUTLULUĞUN TİRANLIĞI
Belki de en büyük mutsuzluk, bir mutluluk idealinin peşinde koşmak. O mutluluk idealiyse günümüzde daha iyi bir kariyer, daha çok para, daha büyük bir ev gibi materyal arzulara tekabül ediyor. Bu arzuların tatmin edilmesinden doğan mutlu olma zorunluluğu insanları adeta mutsuz kılıyor. Fransız filozof Pascal Bruckner “L’euphorie Perpétuelle” adlı kitabında mutluluğun tiranlığından bahsediyor. Hüznün, başarısızlığın, yalnızlığın, hastalığın değersizleştirildiği toplumda mutluluk takıntısının insanları doyurulamayan bir arayışa sürüklediğini söylüyor. Aslında içimizdeki ses mutluluğu dışarıda değil; bambaşka alanlarda aramamızı fısıldasa da hedonist çağa ayak uydurmak adına çoğumuz yarış atı gibi koşturuyoruz. Tıpkı 19. yüzyılda yaşamış İngiliz filozof John Stuart Mill’in “Kendinize mutlu olup olmadığınızı sorduğunuz an, artık mutlu değilsiniz” sözleriyle anlattığı gibi, biz de mutluluk konusunu hayatımızın odağına koyup onun kodladığı yolda ilerlemek zorunluluğu duyuyor ve bu uğurda mutsuzlaşıyoruz. Kafamızda çizdiğimiz mutluluk yolunda ilerlemek zorunda hissediyoruz kendimizi. Oysa ki, Montesquieu’nün dediği gibi, “Mutluluk varacağımız bir istasyon değil, bir yolculuk şeklidir.”
MUTLULUK DIŞARIDA DEĞİL, İÇİMİZDE
Trend Group’un 2011 yılında yaptığı bir araştırma bu sonsuz ve yorucu mutluluk arayışında bir umut ışığı olduğunu, artık içimizdeki sese kulak vermeye başladığımızı gösteriyor. Şirket 24 ilde 1500 kişiyle yaptığı “Kültürel Kodlar” başlıklı çalışmasında katılımcılara mutluluğu soruyor. Onlara 100 farklı kart verip içlerinden mutluluğu tasvir eden fotoğrafları seçmelerini istiyor. Sonuçta mutluluk; para, materyal, 12’den vurmak, araba, başarıyı simgeleyen dağın zirvesinden ziyade daha çok çocuklar, oyun, deniz, koşmak gibi görsellerin olduğu kartlarla tanımlanıyor. İşte bu araştırma her ne kadar teknolojik ve materyal mutluluk alkışlansa da, insanların manevi hazlara da tamamen sırt çevirmediklerini gösteriyor.
Son olarak Kaliforniya Üniversitesi Psikoloji Profesörü, “The How of Happiness” kitabının yazarı Sonja Lyubomirsky’nin sözlerine yer vererek, mutluluğun aslında düşüncelerimizle ilgili olduğunun altını çiziyoruz: “Mutluluk bizim onu bulmamızı beklemiyor. Dışarıda bir yerlerde olmamasının sebebi, içimizde olması. Banal gözükebilir ama mutluluk her şeyden önce bir ruh halidir, kendimizi ve içinde bulunduğumuz dünyayı algılama ve ona yaklaşma yolumuzdur. Dolayısıyla yarın, ertesi gün ve yaşamınızın geri kalanı boyunca her gün mutlu olmak istiyorsanız bunu ruh halinizi değiştirerek ve kontrol ederek başarabilirsiniz”.
“MUTLULUK İNSANIN KENDİSİNDE BAŞLAR”
Kişisel Gelişim Uzmanı ve Yaşam Koçu Mümin Sekman, seçenek çokluğunun insanı mutsuzluğa sürüklediğini söylüyor. “Mutluluğun haz, huzur ve hareketin doğru kombinasyonundan oluşan, kendini iyi hissetme hali olduğunu düşünüyorum. Bazı insanlar haz merkezli mutluluk aradıkları için sürdürülebilir mutluluk sorunu yaşarlar. Bazıları daha çok huzur merkezlidir, onlar da bir süre sonra huzur sıkıntısı yaşarlar. Haz, huzur ve hareketin eşsiz bir kombinasyonu mutluluk getirir. Mutluluk üzerine kafa yoran düşünürler, temelde ikiye ayrılır. Birinci grup, ‘Herkes mutluluğunun mimarıdır, o nedenle kendini mutlu etme çabası içinde olmalıdır’ der. İkinci grupsa, mutlu olmayı amaç edinmenin insanı mutsuzlaştırdığını, mutluluğun gölge gibi kovalandıkça kaçtığını, insanın mutlu olup olmadığının farkında olmayacak kadar yoğun bir hayat yaşaması gerektiğini savunur. Ben de mutluluk merkezli değil, başarı merkezli düşündüğüm için ikinci grubun fikrini onaylıyorum.
Birçok akademik araştırma insanın seçeneksizlik karşısında daha mutlu olduğunu gösteriyor. Kişi aşırı derecede çok seçenekle baş etmek durumunda kaldığında daha mutsuz oluyor! Doğru karar verme baskısı, her seçimin birçok vazgeçişi beraberinde getirmesi; mutsuz edebiliyor. Mutluluk insanın kendisiyle olan ilişkisiyle başlar, başkalarıyla olan ilişkisiyle büyür. İçinde üretemediğiniz mutluluğu dışarıda da bulamazsınız”.
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un 2008 yılında yayımladığı “Masumiyet Müzesi” romanı; “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum” cümlesiyle selamlar okuru. Gerçekten de çoğumuz mutlu olduğumuzun farkında olmadan ya da mutluluğun ne anlama geldiğini bilmeden yaşıyor, sürekli mutluluk peşinde koşarken mutluluğu ıskalıyoruz. Tüm insanların mutluluğu aradığını söyleyen, mutluluğun insan yaşamının ereği olduğunu vurgulayan Yunanlı filozof Aristoteles’ten beri aslında bu arayış ve süreç hiç bitmedi. Ama farklılaşan hayat koşulları, modernleşmenin getirdiği şartlar ve sorunlar, karmaşık ve hızlı yaşam biçimi, teknolojik gelişmeler mutluluğun tarifini değiştirdi. Anın keyfine varamayan, tıpkı daha çok para, daha iyi bir eş, çocuklar için daha iyi bir okul ve daha iyi bir araba gibi daha çok mutluluk arayan ve bu arayışta mutsuzluğa düşen bireylerin doğuşunu tetikledi.
Reçetesi olmayan, parayla satılmayan, yaşadıkça keşfedilen ya da hiç farkına varılmayan, belki bir bardak suyun serinliğinde, belki de bol sıfırlı bankacüzdanında gizli olan mutluluk; filozoflardan sosyologlara, bilim insanlarından ekonomistlere, psikologlardan sade vatandaşa herkesin ilgi alanına giriyor. Hepsi de yüzyıllardır sorulan, farklı yorumlar doğuran, günümüzdeyse daha çok materyalist tariflerle açıklanan soruya cevap aramaya çalışıyor: “Mutluluk nedir?”
MUTLULUĞUN FELSEFESİ
Eskiçağlardan bu yana süregelmiş felsefi ve dini geleneklerin çoğunun mutluluk konusuna değindiğini biliyoruz. Batı felsefesinde “Optimistler” olarak bilinen Spinoza, Montaigne ve Diderot için mutluluk mümkün ve ulaşılabilir bir “tatmin olma hali”ni ifade ederken; Pascal, Freud ya da Schopenhauer mutluluğun imkansız olduğunu düşünür. Arthur Schopenhauer, “Doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır. O da mutlu olmak için burada olduğumuzu sanmamızdır” der. Mutluluğu erdemli bir hayatla açıklayan Stoacılar ve Epikürosçuların aksine Kant, erdemin mutluluk getireceğine inanmaz; insanın sadece erişebileceği şeyleri değil, erişemeyeceklerini de arzuladığı için mutluluğun sorunlu olduğunun altını çizer. 18. yüzyılda yaşayan Alman filozof Immanuel Kant, o dönemde maneviyatın insanları tatmin edemeyeceğini görmüş ve düşünceleriyle 21. yüzyılın sürekli koşturan, arzuladığı şeye sahipken bile bambaşka bir şeye erişmenin hırsında olan insanın yaşayacağı mutluluk sıkıntısını öngörmüştür.
Mutsuzluğun daha anlamlı ve zengin içerikli olduğuna inanan, mutluluğu aptallık olarak niteleyen 19. ve 20. yüzyılın romantik yazarlarının aksine bugünlerde bir mutluluk yağmuru yaşıyoruz. Kişisel gelişim kitaplarına sarılıyor, mutlu olmak için yoga yapıyor ya da reiki gönderiyor, estetik cerrahi ve botoksla yüzümü ze mutlu ve genç bir ifade yerleştiriyoruz. Çünkü mutluluğun olumlandığı, mutsuzluğun ötekileştirildiği bu çağda hiç olmadığımız kadar mutsuzuz!
İDEOLOJİK MUTLULUK VE TEKNOLOJİNİN MUTSUZLUĞU
Kapitalizmin altın çağı olarak tanımlanan 19451975 yılları arasındaki dönemde mutluluk fikri, ilk defa teknolojinin armağanlarıyla paralel olarak anılmaya başladı. O dönemdeotomobil ve televizyonun demokratikleşmesiyle beraber kendini hissettirmeye başlayan ekonomik ve teknolojik gelişme, bugün hala son hızla devam ediyor. Refahın doruk noktasına ulaştığı postmodern çağda hep daha iyiyi, daha hızlıyı, daha gelişmişi ve daha lüksü arıyoruz. Ona kavuşamadıkça mutlu olamıyor, kavuştuğumuz andaysa kısa süren mutluluğumuz, yerini yeniden doyurulması gereken bir tatminsizliğe bırakıyor. Fransız sosyolog Jacques Ellul, “ideolojik mutluluk” adlı konseptiyle insanın teknolojiden umduğu mutluluk uğruna özgürlüğünü feda ettiğini söyler. Ellul’e göre mutluluk ideolojisi, sürekli yeni ihtiyaçlar belirleyen reklamların tetiklediği ekonomik büyümeyle kendini gösterir. Öyle ki kişi, hayatının anlamını ardı kesilmeyen bu ihtiyaçların karşılanmasında bulur. Tüketmek için sürekli çalışmak gerekir. Ellul’ün çizdiği tablo günümüz hazcı toplumunu çok iyi resmediyor. Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ın “Tüketim Toplumu” adlı çalışması da günlük mutluluk peşinde koşan, anında tatmin isteyen, içerik yerine biçime daha çok ilgi duyan postmodern tüketiciyi tanımak adına önemli bir çalışma.
MUTLULUĞUN TANIMINI DEĞİŞTİRMEK
Teknolojinin hiç durmadan ürettiği oyuncaklara sahip olmak adına materyalist bir mutluluğun peşinden koşarken daha çok çalışıyor, daha büyük bir stresle baş etmek durumunda kalıyoruz. Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Şefi Doç. Dr. Kemal Sayar, “Refah bu kadar artmasına rağmen neden mutluluk bu kadar geriliyor, depresyon neden bu kadar çoğalıyor?” gibi sorular soruyor ve sorularına “Bizim sahip olduğumuz şeyler gün geliyor ruhumuza sahip oluyor.
Biz içimizdeki boşluğu hep daha fazla tüketerek dolduracağımızı zannediyoruz. Daha fazla tüketmek içimizdeki boşluğu doldurmadığı gibi onu daha da büyütüyor” yanıtını veriyor. Aslında teknolojiye bağlı mutluluk ideolojisinin peşinden sürüklenirken ve mutluluğa kavuşacağımıza mutsuz olurken belki de en iyisi, mutluluğun tanımını ve onu nerede aradığımızı tekrar gözden geçirmemiz. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Özkan, “Mutlu olmadığını düşünen kişilerin ya mutluluk anlayışlarında sorun var ya da bu kişiler tembel” diyor ve kişinin önce mutluluğun ne olduğunu ortaya koyması, sonra da buna ulaşmak için mücadele etmesi gerektiğine dikkat çekiyor. “Eskiden köyde yaşayan ve ömrünü 20 kilometrekarelik alanda geçiren insan da kendince mutluydu” diyen Prof. Dr. Özkan, modern toplumlarda artan farkındalık ve karmaşayla beraber mutsuzluğun da çoğaldığını vurguluyor. Mutlu olmanın öğrenilebileceğine dikkat çekerken, kişinin kendisini mutsuz eden gerçeklerle yüzleşmesi gerektiğini vurguluyor.
“KENDİNİZİ MUTLU OLMAYA ZORLAMAYIN”
Günlük yaşamın filozofu olarak nitelendirilen Alain de Botton mutlulukla ilgili düşüncelerini ELLE Türkiye’ye özel olarak paylaştı:
“Mutluluk sabit bir durum değil, tamamlanma yolunda bir harekettir. Daha yapacak başka bir şeyimiz olduğunu hatırlayana kadar geçen, bir başarıdan sonraki on dakikadır. Ne kadar mutlu olduğumuza kendimizi başkalarıyla kıyaslayarak karar veriyoruz. Bu da mutsuz ediyor. Mutluluk bence kesinlikle anlık bir durum; yaklaşık on beş dakika sürüyor. Mutluluk için şöyle tavsiyelerde bulunabilirim: ‘Kendinizi mutlu olmaya zorlamayın, hayatın zor ve mutluluğun bir istisna olduğunu kabul edin’. Çocuklarım ve çok sayıda kitap satmak beni mutlu ediyor. Yeni kitabımın çok satanlar arasında olduğunu fark ettiğimden beri, yani on beş dakikadır mutluyum”.
MUTLULUĞUN TİRANLIĞI
Belki de en büyük mutsuzluk, bir mutluluk idealinin peşinde koşmak. O mutluluk idealiyse günümüzde daha iyi bir kariyer, daha çok para, daha büyük bir ev gibi materyal arzulara tekabül ediyor. Bu arzuların tatmin edilmesinden doğan mutlu olma zorunluluğu insanları adeta mutsuz kılıyor. Fransız filozof Pascal Bruckner “L’euphorie Perpétuelle” adlı kitabında mutluluğun tiranlığından bahsediyor. Hüznün, başarısızlığın, yalnızlığın, hastalığın değersizleştirildiği toplumda mutluluk takıntısının insanları doyurulamayan bir arayışa sürüklediğini söylüyor. Aslında içimizdeki ses mutluluğu dışarıda değil; bambaşka alanlarda aramamızı fısıldasa da hedonist çağa ayak uydurmak adına çoğumuz yarış atı gibi koşturuyoruz. Tıpkı 19. yüzyılda yaşamış İngiliz filozof John Stuart Mill’in “Kendinize mutlu olup olmadığınızı sorduğunuz an, artık mutlu değilsiniz” sözleriyle anlattığı gibi, biz de mutluluk konusunu hayatımızın odağına koyup onun kodladığı yolda ilerlemek zorunluluğu duyuyor ve bu uğurda mutsuzlaşıyoruz. Kafamızda çizdiğimiz mutluluk yolunda ilerlemek zorunda hissediyoruz kendimizi. Oysa ki, Montesquieu’nün dediği gibi, “Mutluluk varacağımız bir istasyon değil, bir yolculuk şeklidir.”
MUTLULUK DIŞARIDA DEĞİL, İÇİMİZDE
Trend Group’un 2011 yılında yaptığı bir araştırma bu sonsuz ve yorucu mutluluk arayışında bir umut ışığı olduğunu, artık içimizdeki sese kulak vermeye başladığımızı gösteriyor. Şirket 24 ilde 1500 kişiyle yaptığı “Kültürel Kodlar” başlıklı çalışmasında katılımcılara mutluluğu soruyor. Onlara 100 farklı kart verip içlerinden mutluluğu tasvir eden fotoğrafları seçmelerini istiyor. Sonuçta mutluluk; para, materyal, 12’den vurmak, araba, başarıyı simgeleyen dağın zirvesinden ziyade daha çok çocuklar, oyun, deniz, koşmak gibi görsellerin olduğu kartlarla tanımlanıyor. İşte bu araştırma her ne kadar teknolojik ve materyal mutluluk alkışlansa da, insanların manevi hazlara da tamamen sırt çevirmediklerini gösteriyor.
Son olarak Kaliforniya Üniversitesi Psikoloji Profesörü, “The How of Happiness” kitabının yazarı Sonja Lyubomirsky’nin sözlerine yer vererek, mutluluğun aslında düşüncelerimizle ilgili olduğunun altını çiziyoruz: “Mutluluk bizim onu bulmamızı beklemiyor. Dışarıda bir yerlerde olmamasının sebebi, içimizde olması. Banal gözükebilir ama mutluluk her şeyden önce bir ruh halidir, kendimizi ve içinde bulunduğumuz dünyayı algılama ve ona yaklaşma yolumuzdur. Dolayısıyla yarın, ertesi gün ve yaşamınızın geri kalanı boyunca her gün mutlu olmak istiyorsanız bunu ruh halinizi değiştirerek ve kontrol ederek başarabilirsiniz”.
“MUTLULUK İNSANIN KENDİSİNDE BAŞLAR”
Kişisel Gelişim Uzmanı ve Yaşam Koçu Mümin Sekman, seçenek çokluğunun insanı mutsuzluğa sürüklediğini söylüyor. “Mutluluğun haz, huzur ve hareketin doğru kombinasyonundan oluşan, kendini iyi hissetme hali olduğunu düşünüyorum. Bazı insanlar haz merkezli mutluluk aradıkları için sürdürülebilir mutluluk sorunu yaşarlar. Bazıları daha çok huzur merkezlidir, onlar da bir süre sonra huzur sıkıntısı yaşarlar. Haz, huzur ve hareketin eşsiz bir kombinasyonu mutluluk getirir. Mutluluk üzerine kafa yoran düşünürler, temelde ikiye ayrılır. Birinci grup, ‘Herkes mutluluğunun mimarıdır, o nedenle kendini mutlu etme çabası içinde olmalıdır’ der. İkinci grupsa, mutlu olmayı amaç edinmenin insanı mutsuzlaştırdığını, mutluluğun gölge gibi kovalandıkça kaçtığını, insanın mutlu olup olmadığının farkında olmayacak kadar yoğun bir hayat yaşaması gerektiğini savunur. Ben de mutluluk merkezli değil, başarı merkezli düşündüğüm için ikinci grubun fikrini onaylıyorum.
Birçok akademik araştırma insanın seçeneksizlik karşısında daha mutlu olduğunu gösteriyor. Kişi aşırı derecede çok seçenekle baş etmek durumunda kaldığında daha mutsuz oluyor! Doğru karar verme baskısı, her seçimin birçok vazgeçişi beraberinde getirmesi; mutsuz edebiliyor. Mutluluk insanın kendisiyle olan ilişkisiyle başlar, başkalarıyla olan ilişkisiyle büyür. İçinde üretemediğiniz mutluluğu dışarıda da bulamazsınız”.