YoRuMSuZ
Biz işimize bakalım...
Namazı hiç kılmayan veya sık sık kaçıran insanlar, birçok bahane uydururlar. Namaza engel gösterilen hiçbir şeye “mâzeret” gözüyle bile bakmadığım için, ısrarla “bahane” kelimesini kullanıyorum. Çünkü, namazın mazereti ancak ölüm riski, koma hâli ve bayılma gibi aşılamayacak engeller olabilir. Bunun dışında bizim nefsimizin gösterdiği engeller, çok basit ve kolayca aşılabilecek bahanelerden başka bir şey değildir. Şimdi bu bahaneleri tek tek işleyerek çürüteceğiz.
1. Önemini Bilmemek
Namaz kılmamanın en büyük sebebi, önemini bilmemektir. Namazın ne büyük bir ehemmiyet ve kıymet taşıdığını bilmeyen nice Müslüman, “İşin var, sonra kılarsın”, “Neyse sonra kaza edersin” gibi cümleler kullanırlar.
Oysa namaz o kadar önemlidir ki, insanın yaratılış sebebinin en büyüğü budur.
Düşünün bir kere: Rabbimiz Kur’an’da meâlen, “Ben cinleri ve insanları, ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım” buyuruyor. (Zâriyât Sûresi: 56)
Daha ötesi var mı?
Hem Rabbimiz, hem Peygamberimiz (a.s.m.), en büyük ibadetin namaz olduğunu belirtiyorlar. Bu kadar açık gerçek ortada iken farklı bir şey düşünmek mümkün mü?
Bizim ve her şeyin yaratıcısı, bizi dirilten ve öldüren, ahirette bizi hesaba çekerek sonsuz bir mükâfat veya azap verecek olan Allah, çok açık ve net bir şekilde, bizi ibadet ve namaz için yarattığını buyuruyor, ısrarla namazı emrediyor. Bizim farklı bahanelerle namazı terk etmemiz, kendi kendimizi aldatmak ve başımızı kuma sokmak olmuyor mu?
Evet, içinde bulunduğumuz gafletten uyanalım. Namazı vaktinde, hiç kaçırmadan, ezan okunur okunmaz, dosdoğru ve hakkını vererek kılalım. Eğer hemen uyanmazsak, bilelim ki, Cehennemde uyanmak çok geç olacaktır.
2. “Allah Gafûr ve Rahîm’dir, affeder” düşüncesi
Namaz kılmayan insanlardan bazıları ve en başta nefsimiz, “Canım ne olacak, Allah affeder” der. Namazı terk eden nice insan, Rabbimizin af ve mağfiretinin sonsuz olduğunu, Onun her şeyi affedeceğini söyler. Oysa bu, şeytanın bir tuzağıdır.
Elbette Rabbimiz şirkin dışında bütün günahları affeder. Ama nasıl?
Şu ayet meali bizi bu konuda daima uyanık tutmalıdır:
“Ey insanlar! Rabbinizin emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakının. Ve öyle bir günden korkun ki, ne babanın evlâdına, ne evlâdın babasına hiçbir faydası olmaz. Allah’ın vaadi şüphesiz haktır; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da, Allah’ın azabını unutturup sadece affına güvendirerek sizi isyana sürüklemesin.” (Lokman Suresi: 33)
Son cümle apaçık bir şekilde “Nasıl olsa Allah affeder” diyerek, namaza karşı ilgisiz olmanın yanlışlığını ortaya koyuyor.
“Gafûr ve Rahîm” olduğu için namaz konusundaki ihmalimizden dolayı bizi affedeceğini umduğumuz Rabbimiz, açıkça bu konuda bizi uyarıyor, aldanmamızı istemiyor.
Biz şimdi, Rabbimizi Kendisinden daha mı iyi tanıyoruz ki, “Affeder, affeder” diye namazı terk ediyoruz? Sanki, “Allah her ne kadar Kur’an’da 70 defa namazı emrediyorsa da, merak etmeyin O merhametlidir, affeder” diyoruz.
Öncelikle şu gerçeği unutmayın: Rabbimizin merhametine ve affına güvenerek günah işlenmez. Ancak gafletle günah işlenmiş, ama sonunda pişmanlık duyulup af dilenmişse, o başka. Şu uyarıya dikkat edin:
“Allah katında makbul olan tevbe, o kimsenin tevbesidir ki, onlar bilmeyerek kötülük işlerler de, çok geçmeden pişman olup tevbe ederler. İşte onların tevbesini Allah kabul eder. ” (Nisâ: 17)
Demek ki, tevbenin kabul olabilmesi için günahın “bilmeyerek” işlenmesi ve çok geçmeden pişman olunması gerekir. Oysa namazını kılmayan nice insan, hem bile bile bu günahı işliyor, hem de hiç pişman olmadan her gün aynı günahı işlemeye devam ediyor.
Evet, Rabbimizin güzel isimleri içinde en fazla olan, “şefkat, af ve merhamet” manasını taşıyanlardır. Rahmetinin, gazabını geçtiğini belirten de Odur. Kendisine ortak koşmaktan başka her şeyi affedeceğini de belirtmiştir.
O kadar ki, ömründe bir namaz bile kılmadan affettiği ve Cennete koyacağı insanlar vardır. Ama, bütün ömrünü namazla geçirdiği halde ayağı kayıp Cehenneme yuvarlananlar da bulunmaktadır.
Gafletle günahı işleyip, sonradan ayılan, kendine gelen, şuurlanan bir insan, “Ben ne yaptım, ne büyük hata işledim” diye sarsılır, ciddi bir pişmanlık duyar ve affedilmesi için yalvarırsa, Rabbimiz affedebilir.
Dikkat edin: “Affedebilir” diyoruz. Çünkü, Allah’ın af ve mağfireti hiç kimsenin ipoteği altında değildir. Hiç kimse Ona ait bir yetki hakkında fikir yürütemez, Onu etkileyemez.
Ve en büyük günahlardan birisi, “Allah bana azap etmez” düşüncesi, bir başkası, “Ben nasıl olsa Cennetliğim” anlayışıdır.
Tabiî, “Allah beni affetmez”, “Allah beni Cennetine sokmaz”, “Ben kesinlikle Cehennemliğim” gibi düşünceler de yanlıştır.
Çünkü, Allah’ın ikramı, ihsanı, affı, bağışı, adaleti hiç kimsenin etkisi altında değildir. Rabbimiz, her hususta olduğu gibi, bütün fiillerinde de tek, bağımsız ve sorumsuzdur.
Bunun için diyoruz ki, bırakın günah işlemeden önce, samimiyetten uzak ve çelişki içinde, “Allah affeder” diye düşünmek; günahtan sonra içten ve yürekten tevbe ve istiğfar etsek bile neticeyi bilemeyiz. Ne, “Affedildik” dememiz, ne de, “Affedilmedik” diye düşünmemiz doğrudur. Ölünceye kadar affını ümit eder, azabından korkarız.
Bu bakımdan namaz kılmayıp, “Allah affeder” diye düşünmek, büyük hatadır ve namaz için bir özür olamaz.
3. Daha gençsin, yaşlanınca kılarsın
Namazın bahanelerinden birisi de, henüz genç olmaktır. Gariptir ki, ibadete ve namaza daha bir şevkle sarılmamızı sağlaması gereken gençlik, bazen engelmiş gibi gösterilir. Hatta nefsimiz ve çevremiz, “Daha gençsin, yaşlanınca kılarsın” diyebilir.
Halbuki yaşlanıncaya kadar yaşayacağımıza dâir kimin garantisi var? Kim Azrail’le sözleşme yapmış ki? Ölüm genç ihtiyar dinliyor mu?
Diyelim bize özel olarak garanti verildi, 100 sene yaşayacağız. Namaza ne zaman başlayacağız? Ölçü nedir? 60 yaşında mı, 80 mi, 90 mı, yoksa ölmeden bir gün önce mi?
Peki ergenlik çağından itibâren yaptıklarımızın hesabı sorulmayacak mı bize? Allah, “Ey yaşlılar, namaz kılın” mı diyor, yoksa “Ey iman edenler, namaz kılın” mı diyor?
İslâmı yaşamak yaşlıların işi mi? Peygamberimiz (a.s.m.), her insanın Allah huzurunda gençliğini nerede geçirdiğinden hesaba çekileceğini buyuruyor. Bu gerçekleri bildiğimiz halde nasıl olur da ezan okunurken ilgisiz kalabiliriz?
Evet genç olmak, bizi namaza dört elle sarılmaya sevketmelidir. Çünkü gençlik, hayırlı işler yapmaya en güzel vasıtadır. Gençlikteki enerji, faaliyet, gayret, güç ve kudret, yaşlanınca bulunamaz. Bu enerji ve heyecanı, Allah yolunda değerlendirmek gerekir.
4. “Zamanım yok” iddiası
Kimi insanlar, “Niçin namaz kılmıyorsun?” dendiğinde, “Zamanım yok” gibi kargaları güldüren bir bahane uydururlar. Şu saçmalığa bakın: Her şeye zaman var, ama yaratılış gayemiz olan namaz kılmak için zaman yok. Kim inanır buna?
Bir gün taksiyle gidiyorduk. On yaşındaki kardeşim öne oturmuş, şoförle sohbete tutuşmuştu. Bir ara söz namazdan açıldı.
Şoför, “Biz kılmıyoruz” dedi.
Kardeşim çocukluğun verdiği safiyetle “Vakit mi bulamıyorsunuz?” diye sordu.
Meğer adam çok mert birisiymiş, “Ne vakit bulamaması oğlum” dedi. “Tembellik ve ihmalkârlık.”
Bunun üzerine ister istemez güldük. Şoför, saf gerçeği çekinmeden, eğip bükmeden söylemişti. Çünkü, namaz kılmayı istedikten sonra zaman bulamamak gibi bir problem olamaz.
Hem söyler misiniz, zaman dediğimiz şeyi yaratan, bizim emrimize veren Allah değil mi? Allah bizi yaratıp, her şeyi emrimize veriyor, namazı emrediyor ve biz kalkıp diyoruz ki, “Ya Rabbi, kılacağım, ama zamanım yok.” Ne kadar tuhaf değil mi?
Rabbimiz bize koskoca bir ömür bağışlamış. Günde 24 saatten birini namaza vermemizi istiyor. O kadar şefkatli ve merhametli ki, 24 saatimizi ibâdetle geçirsek, Onu hakkıyla takdir etmiş olamayacağımız belli olduğu halde, O bizden bir saat istiyor.
Acaba kudretli bir zat size 24 altın bağışlasa, sonra onun birini isteyip, “Eğer bunu verirsen bir müddet sonra sana bir çuval altın vereceğim. Vermezsen hapse attıracağım” dese, bu teklifi reddeder miyiz? Asla! Peki namaza nasıl sırt çevirebiliriz?
5. “Çalışmak da ibâdettir” gerçeğini yanlış anlamak
Kimi Müslümanlar, namaz kılmamalarına bahane olarak, “Çalışıyoruz ya, çalışmak da bir ibadettir. Çocuğumuzun çoluğumuzun rızkını kazanıyoruz” diyorlar.
Şu bahanedeki mantıksızlık apaçık ortada değil mi?
Her şeyden önce “ibadet” kelimesi, dinî bir kavram. Bir söz veya fiile “ibadet” diyebilmemiz için onun Allah ve Resulü (a.s.m.) tarafından emredilmesi gerekir.
Kur’an’ın neresinde, “Namaza gerek yok, çalışmanız da ibadettir” diyor? Hangi hadis kitabında, “Çalışırken namaz kılmayın, o da bir ibadettir” diyor?
Namazı emreden Rabbimiz, bizim çalışacağımızı bilmiyor muydu? Evet, çalışmak ibadettir. Sadece çalışmak değil, yaptığımız her mübah iş, ibadet olabilir. Ama bir şartla: Önce namazı kılacaksınız. Sonra güzel bir niyet taşıyacaksınız.
Yani, “Asıl mal sahibi Rabbimdir. Rızkımızı O veriyor. Ancak bu rızkı kazanmak için bizim çalışmamızı emrediyor. Biz de Onun emri ve rızası dairesinde, helâl bir surette rızkımızı kazanmaya çalışıyoruz” diyecek, bu niyetle çalışacaksın. İşte bu niyet ve namazla her yaptığınız davranış ibadet olabilir.
Ama namaz kılmadan, mübah işlerimiz ibadet olmaz.
Hem ibadet olsa bile, bir ibadet bir başka ibadete bahane olamaz. Söz gelişi, “Namaz kılamam, oruç tutuyorum veya zekat veriyorum” demek, yanlıştır, çelişkidir. Çünkü, namazı da, orucu da emreden aynı zattır. Hiçbir ibadet bir başka ibadete engel değildir. Her birinin yeri ve zamanı ayrıdır.
6. Hiç bitmiyor, usanıyoruz
Belki nefsimiz şöyle diyebilir: “Bu namaz hiç bitmiyor. Sürekli kıldığımız için usanıyoruz.”
Bu sözler nefsimizin bir oyunudur. Çünkü, her gün yemek yiyoruz, su içiyoruz, havayı teneffüs ediyoruz. Hiç bıkıyor muyuz? “Artık yemek yemekten bıktım” diyen bir adam gördünüz mü? Mümkün değil. Çünkü, bunlardan lezzet alıyoruz.
Namazdan da lezzet almıyor muyuz? Her şeyin yaratıcısının huzuruna çıkmak, Ona derdini arzetmek, Ondan yardım dilemek, Onun ihsan ettiği kalp rahatlığına, ruh sükûnetine kavuşmak en büyük lezzet değil midir?
Siz hiç namaz kılıp da, şikâyetçi olan kimse gördünüz mü? “Aman ne kadar yoruldum, içim sıkıldı, namaz kıldım, kötü yollara düştüm” diyen bir tek insan gösterebilir miyiz? Tam aksine, kim namaz kılarsa rahat ve huzur içindedir. Çünkü namaz, akıl, kalp ve ruhumuzun gıdasıdır.
Bunun için namaz kılmaktan hiçbir zaman bıkılmaz. Akıl, kalp, ruh namazdan memnundur. Sadece şeytandan ders alan nefsimiz itiraz edebilir. Ona karşı mücadele etmek, nefsimizi eğitmek, hatta zorlayıp Allah’ın huzuruna getirmek gerekir.
7. Sihirli formül arayışı
Kimi Müslümanlar, namazla ilgili birçok konuyu bilir. Fakat yine de şöyle demekten kendini alamaz:
“Bunları biliyoruz, ama kahrolası nefsimizi ve şeytanımızı bir türlü yenemiyoruz. Ne kadar arzu etsek, içimizde bir isteksizlik var. Hattâ bazen Ramazan’da falan başlıyoruz, bayramdan sonra bırakıyoruz. Yılın birkaç ayında kılıyoruz, sonra terk ediyoruz. Cuma ve bayram namazlarına gidiyoruz, ama vakit namazları olunca başarılı olamıyoruz. Sen bize öyle bir şey söyle ki, namaza bir başlayalım, bir daha hiç bırakmayalım.”
Gerçekten beş vakit namaz kılamayan kardeşlerimizin bir kısmının durumu tıpkı söylediğiniz gibi. Hattâ adam dinî tahsil yapmış, Kur’an’ı baştan sona okumuş, yine de namaz kılmakta zorlanabiliyor.
Bunun da çaresi var. Her derdimize devâ olan Kur’an, bunun da yolunu bize göstermiş.
Yalnız şuna inanalım: Hiçbir derdin devâsı sihirli formüllerle bulunmaz. Hiçbir problem bir anda çözümlenmez.
Diyelim, bir hastalığa yakalandınız. Hemen bir iki hap yutup kurtulabiliyor muyuz? Bazen yıllarca süren tedâvi, hattâ ameliyat gerekmiyor mu?
Âilemizin geçimini sağlamak için parayı nasıl kazanıyoruz? Hiç günde bir-iki saat çalışıp, bir aylık geçimimizi sağlayabiliyor muyuz? Bir öğrenciyi düşünün: Sınıfı geçmesi için bir-iki dakika ders çalışması kâfi mi?
İşte bunlar gibi, nefis ve şeytanımızı mağlûp etmek için de, biraz uğraşmamız gerekecek. Önemli bir savaşı hiçbir şey yapmadan, yattığımız yerde kazanabilir miyiz?
Namazı isteyerek kılabilmemiz için, önce inancımızın çok güçlü olması gerekir. Çünkü inanç temeldir, namaz ve diğer ibâdetler onun üzerine binâ edilir. Taklidî ve zayıf bir îmanı, tahkîkî ve güçlü yapmanın yolu, Kur’an’ın inançla ilgili âyetlerini çok iyi anlamaktır. Bunların tefsirini okuyup îmanımızı güçlendirmek gerekir.
İşte bu hususta Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Risâle-i Nur Külliyâtını çok okumak gerekir. Çünkü bu eserlerde, güçlü bir îman ve tefekkür dersi vardır. Ayrıca namazın önemini anlatan, teşvik eden çok kıymetli bahisler bulunmaktadır.
Bunun için onun yazdığı Sözler isimli kitapta bulunan 4., 9., 11. ve 21. Sözü, ayrıca Şualar’daki 6. ve 15. Şua’yı, anlayarak okumak büyük fayda sağlar. Hatta bu bölümleri, tekrar tekrar okuyarak müzakere etmek, birkaç arkadaşımızla derin hakikatleri anlamaya çalışmak gerekir.
8. Kılacağım, ama duaları bilmiyorum
Kimi Müslümanlar namaz için başka bir bahane uydururlar. Derler ki, “Ben namaz kılmayı tam bilmiyorum, duâların da bir kısmını ezberleyemedim. Böyle namaz kılamam ki...”
Oysa dünya hayatı için o kadar çok şey öğreniyoruz ki, neden ebedî hayatımız için birkaç saatimizi verip, bazı duâları öğrenmiyoruz? Geçici dünya hayatımız için o kadar çok teferruat bilgiler öğreniyoruz, dünya kadar paralar harcayarak kurslara gidiyoruz. Namazın kılınışını, farzlarını, vaciplerini, namazı bozup bozmayan şeyleri öğrenmek için biraz zaman harcasak, hiçbir şey kaybetmeyiz; ama çok şey kazanırız.
Hem dinimiz o kadar kolay ki, sadece Fâtiha, İhlâs sûreleriyle Ettahiyyâtü’yü ezberleyen bir kimse, bütün farz namazlarını kılabilir. Zaten diğerlerini öğrenmek de zor değildir. Namazla ilgili konuları hangi mü’minden ricâ etsek bize anlatır. Zaten bu hususta birçok kitap, teyp kaseti ve CD vardır. Bilen birisine sormaktan hiç çekinmeyelim. Dünyaya âit her şeyi soruyoruz da, ebedî hayatımızla ilgili bir hususu neden sorup öğrenmeyelim?
9. Çok yoğun işlerim var
Nefsin bir başka bahânesi, “İşlerim çok yoğun, vakit bulamıyorum. İşyerinde izin vermiyorlar. Okulda dersimiz var” gibi hususlardır.
Peki namaz en mühim iş değil mi? Acaba öğle paydosunda, teneffüslerde, dinlenme saatlerinde 5-10 dakika ayırıp namazı kılamaz mıyız? Hem namaz kılmak işlerimizin de rast gitmesine vesile olur.
Diyelim ki, okuldasınız. Giriş ve çıkış saatinize göre, zaman ve yer arayışına girmelisiniz. Bazı öğrenciler, okulda kılamadıklarını bahane ederek, hiçbir vakit namaz kılmazlar. Oysa okulda rastladığımız namaz vakti, bir veya ikidir. Kış günleri namaz vakitleri kısa aralıklarla geldiği için biraz zorlanabiliriz. Ama uzun yaz günlerinde ciddi bir problem olmaz.
Bazen teneffüs süresi çok kısadır. Abdest ve namaza kâfi gelmez. Ama gönlünde namaz aşkı olan bir kimse, bir teneffüste abdest alır, diğerinde namazını kılar. Yine de süre ve yer sorunu varsa, sadece farzını kılmakla yetinirsiniz. Çünkü, öncelikle ondan sorumluyuz.
Kimi okullarda namaz kılacak yer yok. Bunun için hiç değilse farzını, boş bir sınıfta, depoda, okulun herhangi bir yerinde kılmaya çalışmak gerekir. Seccade olarak büyükçe plâstik bir torbayı kullanabiliriz. Marketlerde satılan büyük boy çöp torbalarını kolayca cebimizde taşır, istediğimiz her yerde kılabiliriz.
İsteyene namaz kılmak için yığınla formül vardır. Namaz kılan üç genç, üniversiteye hazırlık kursuna gidiyorlardı. Birisi, akşam namazını kılamadığından söz etti. “Nasıl olur?” dedim. “Siz kılamazsanız, kim kılabilir?” Dersanede namaz kılacak yer olmadığını, hem teneffüs süresinin de sadece beş dakika olduğunu söyledi. Çevredekilerden kıbleyi öğrenip, bir sıranın üstünde kılabileceklerini anlattımsa da, “Hayır, milletin gözü önünde utanırım, kılamam” cevabını verdi.
Oysa dersanenin yakınında cami vardı. Önceden abdest alındıktan sonra akşam namazının farzı pekâlâ yetişebilirdi. Hatta farz içindeki bazı sünnetleri terk ederek namazı daha kısa zamanda yetiştirebilirlerdi. Zaman kazanmak için, hiç kılmamaktansa, Sübhaneke, Salli-Barik dualarını okumadan, rükû ve secdedeki tesbihleri de bir kez söyleyerek zaman kazanabileceklerini ifade ettim. Cami uzak olsa bile civardaki bir esnafın dükkânında kılabilirlerdi. Çünkü, ülkemizde namaz kılan insan az değil. Durumumuzu açıkladığımızda birkaç kişi kabul etmese de, elbette kılacak yer gösterenler olacaktır. Hem kılmayanlara da namazın ne derece önemli olduğunu hatırlatmış olurduk.
Bir keresinde akşam namazı kılacaktık. Lüks bir otelde çalışan, yeni Müslüman olmuş birisiyle görüşmüştük. Arkadaşım, “Burada mescit yoktur, ama yine de soralım ki, böyle bir ihtiyaç olduğunu hatırlasınlar” demişti. Gerçekten de olmadığını söylediler. Ama sormamız faydalı olmuştu. Bütün Müslümanlar, mescide ihtiyaç duydukları yerde bunu sorup araştırsalar, sorumlu kişiler de mutlaka ilgilenirler.
Bizler namaz için çırpınalım, Allah yeri de, zamanı da hazırlar. Dinimiz bize çok kolay şartlarda mı ulaştı? Kızgın çöl kumlarında yatırılıp üstüne taş konarak işkence gören Bilâl-i Habeşî’nin yaşadıklarını heyecanlı ve meraklı bir masal gibi okuyoruz. Oysa onun gibi binlerce acı ve işkenceye, bu güzel dinin bize ulaşması için katlanıldı.
Biz de birazcık sıkıntı çeksek ne olur ki?
1. Önemini Bilmemek
Namaz kılmamanın en büyük sebebi, önemini bilmemektir. Namazın ne büyük bir ehemmiyet ve kıymet taşıdığını bilmeyen nice Müslüman, “İşin var, sonra kılarsın”, “Neyse sonra kaza edersin” gibi cümleler kullanırlar.
Oysa namaz o kadar önemlidir ki, insanın yaratılış sebebinin en büyüğü budur.
Düşünün bir kere: Rabbimiz Kur’an’da meâlen, “Ben cinleri ve insanları, ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım” buyuruyor. (Zâriyât Sûresi: 56)
Daha ötesi var mı?
Hem Rabbimiz, hem Peygamberimiz (a.s.m.), en büyük ibadetin namaz olduğunu belirtiyorlar. Bu kadar açık gerçek ortada iken farklı bir şey düşünmek mümkün mü?
Bizim ve her şeyin yaratıcısı, bizi dirilten ve öldüren, ahirette bizi hesaba çekerek sonsuz bir mükâfat veya azap verecek olan Allah, çok açık ve net bir şekilde, bizi ibadet ve namaz için yarattığını buyuruyor, ısrarla namazı emrediyor. Bizim farklı bahanelerle namazı terk etmemiz, kendi kendimizi aldatmak ve başımızı kuma sokmak olmuyor mu?
Evet, içinde bulunduğumuz gafletten uyanalım. Namazı vaktinde, hiç kaçırmadan, ezan okunur okunmaz, dosdoğru ve hakkını vererek kılalım. Eğer hemen uyanmazsak, bilelim ki, Cehennemde uyanmak çok geç olacaktır.
2. “Allah Gafûr ve Rahîm’dir, affeder” düşüncesi
Namaz kılmayan insanlardan bazıları ve en başta nefsimiz, “Canım ne olacak, Allah affeder” der. Namazı terk eden nice insan, Rabbimizin af ve mağfiretinin sonsuz olduğunu, Onun her şeyi affedeceğini söyler. Oysa bu, şeytanın bir tuzağıdır.
Elbette Rabbimiz şirkin dışında bütün günahları affeder. Ama nasıl?
Şu ayet meali bizi bu konuda daima uyanık tutmalıdır:
“Ey insanlar! Rabbinizin emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakının. Ve öyle bir günden korkun ki, ne babanın evlâdına, ne evlâdın babasına hiçbir faydası olmaz. Allah’ın vaadi şüphesiz haktır; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da, Allah’ın azabını unutturup sadece affına güvendirerek sizi isyana sürüklemesin.” (Lokman Suresi: 33)
Son cümle apaçık bir şekilde “Nasıl olsa Allah affeder” diyerek, namaza karşı ilgisiz olmanın yanlışlığını ortaya koyuyor.
“Gafûr ve Rahîm” olduğu için namaz konusundaki ihmalimizden dolayı bizi affedeceğini umduğumuz Rabbimiz, açıkça bu konuda bizi uyarıyor, aldanmamızı istemiyor.
Biz şimdi, Rabbimizi Kendisinden daha mı iyi tanıyoruz ki, “Affeder, affeder” diye namazı terk ediyoruz? Sanki, “Allah her ne kadar Kur’an’da 70 defa namazı emrediyorsa da, merak etmeyin O merhametlidir, affeder” diyoruz.
Öncelikle şu gerçeği unutmayın: Rabbimizin merhametine ve affına güvenerek günah işlenmez. Ancak gafletle günah işlenmiş, ama sonunda pişmanlık duyulup af dilenmişse, o başka. Şu uyarıya dikkat edin:
“Allah katında makbul olan tevbe, o kimsenin tevbesidir ki, onlar bilmeyerek kötülük işlerler de, çok geçmeden pişman olup tevbe ederler. İşte onların tevbesini Allah kabul eder. ” (Nisâ: 17)
Demek ki, tevbenin kabul olabilmesi için günahın “bilmeyerek” işlenmesi ve çok geçmeden pişman olunması gerekir. Oysa namazını kılmayan nice insan, hem bile bile bu günahı işliyor, hem de hiç pişman olmadan her gün aynı günahı işlemeye devam ediyor.
Evet, Rabbimizin güzel isimleri içinde en fazla olan, “şefkat, af ve merhamet” manasını taşıyanlardır. Rahmetinin, gazabını geçtiğini belirten de Odur. Kendisine ortak koşmaktan başka her şeyi affedeceğini de belirtmiştir.
O kadar ki, ömründe bir namaz bile kılmadan affettiği ve Cennete koyacağı insanlar vardır. Ama, bütün ömrünü namazla geçirdiği halde ayağı kayıp Cehenneme yuvarlananlar da bulunmaktadır.
Gafletle günahı işleyip, sonradan ayılan, kendine gelen, şuurlanan bir insan, “Ben ne yaptım, ne büyük hata işledim” diye sarsılır, ciddi bir pişmanlık duyar ve affedilmesi için yalvarırsa, Rabbimiz affedebilir.
Dikkat edin: “Affedebilir” diyoruz. Çünkü, Allah’ın af ve mağfireti hiç kimsenin ipoteği altında değildir. Hiç kimse Ona ait bir yetki hakkında fikir yürütemez, Onu etkileyemez.
Ve en büyük günahlardan birisi, “Allah bana azap etmez” düşüncesi, bir başkası, “Ben nasıl olsa Cennetliğim” anlayışıdır.
Tabiî, “Allah beni affetmez”, “Allah beni Cennetine sokmaz”, “Ben kesinlikle Cehennemliğim” gibi düşünceler de yanlıştır.
Çünkü, Allah’ın ikramı, ihsanı, affı, bağışı, adaleti hiç kimsenin etkisi altında değildir. Rabbimiz, her hususta olduğu gibi, bütün fiillerinde de tek, bağımsız ve sorumsuzdur.
Bunun için diyoruz ki, bırakın günah işlemeden önce, samimiyetten uzak ve çelişki içinde, “Allah affeder” diye düşünmek; günahtan sonra içten ve yürekten tevbe ve istiğfar etsek bile neticeyi bilemeyiz. Ne, “Affedildik” dememiz, ne de, “Affedilmedik” diye düşünmemiz doğrudur. Ölünceye kadar affını ümit eder, azabından korkarız.
Bu bakımdan namaz kılmayıp, “Allah affeder” diye düşünmek, büyük hatadır ve namaz için bir özür olamaz.
3. Daha gençsin, yaşlanınca kılarsın
Namazın bahanelerinden birisi de, henüz genç olmaktır. Gariptir ki, ibadete ve namaza daha bir şevkle sarılmamızı sağlaması gereken gençlik, bazen engelmiş gibi gösterilir. Hatta nefsimiz ve çevremiz, “Daha gençsin, yaşlanınca kılarsın” diyebilir.
Halbuki yaşlanıncaya kadar yaşayacağımıza dâir kimin garantisi var? Kim Azrail’le sözleşme yapmış ki? Ölüm genç ihtiyar dinliyor mu?
Diyelim bize özel olarak garanti verildi, 100 sene yaşayacağız. Namaza ne zaman başlayacağız? Ölçü nedir? 60 yaşında mı, 80 mi, 90 mı, yoksa ölmeden bir gün önce mi?
Peki ergenlik çağından itibâren yaptıklarımızın hesabı sorulmayacak mı bize? Allah, “Ey yaşlılar, namaz kılın” mı diyor, yoksa “Ey iman edenler, namaz kılın” mı diyor?
İslâmı yaşamak yaşlıların işi mi? Peygamberimiz (a.s.m.), her insanın Allah huzurunda gençliğini nerede geçirdiğinden hesaba çekileceğini buyuruyor. Bu gerçekleri bildiğimiz halde nasıl olur da ezan okunurken ilgisiz kalabiliriz?
Evet genç olmak, bizi namaza dört elle sarılmaya sevketmelidir. Çünkü gençlik, hayırlı işler yapmaya en güzel vasıtadır. Gençlikteki enerji, faaliyet, gayret, güç ve kudret, yaşlanınca bulunamaz. Bu enerji ve heyecanı, Allah yolunda değerlendirmek gerekir.
4. “Zamanım yok” iddiası
Kimi insanlar, “Niçin namaz kılmıyorsun?” dendiğinde, “Zamanım yok” gibi kargaları güldüren bir bahane uydururlar. Şu saçmalığa bakın: Her şeye zaman var, ama yaratılış gayemiz olan namaz kılmak için zaman yok. Kim inanır buna?
Bir gün taksiyle gidiyorduk. On yaşındaki kardeşim öne oturmuş, şoförle sohbete tutuşmuştu. Bir ara söz namazdan açıldı.
Şoför, “Biz kılmıyoruz” dedi.
Kardeşim çocukluğun verdiği safiyetle “Vakit mi bulamıyorsunuz?” diye sordu.
Meğer adam çok mert birisiymiş, “Ne vakit bulamaması oğlum” dedi. “Tembellik ve ihmalkârlık.”
Bunun üzerine ister istemez güldük. Şoför, saf gerçeği çekinmeden, eğip bükmeden söylemişti. Çünkü, namaz kılmayı istedikten sonra zaman bulamamak gibi bir problem olamaz.
Hem söyler misiniz, zaman dediğimiz şeyi yaratan, bizim emrimize veren Allah değil mi? Allah bizi yaratıp, her şeyi emrimize veriyor, namazı emrediyor ve biz kalkıp diyoruz ki, “Ya Rabbi, kılacağım, ama zamanım yok.” Ne kadar tuhaf değil mi?
Rabbimiz bize koskoca bir ömür bağışlamış. Günde 24 saatten birini namaza vermemizi istiyor. O kadar şefkatli ve merhametli ki, 24 saatimizi ibâdetle geçirsek, Onu hakkıyla takdir etmiş olamayacağımız belli olduğu halde, O bizden bir saat istiyor.
Acaba kudretli bir zat size 24 altın bağışlasa, sonra onun birini isteyip, “Eğer bunu verirsen bir müddet sonra sana bir çuval altın vereceğim. Vermezsen hapse attıracağım” dese, bu teklifi reddeder miyiz? Asla! Peki namaza nasıl sırt çevirebiliriz?
5. “Çalışmak da ibâdettir” gerçeğini yanlış anlamak
Kimi Müslümanlar, namaz kılmamalarına bahane olarak, “Çalışıyoruz ya, çalışmak da bir ibadettir. Çocuğumuzun çoluğumuzun rızkını kazanıyoruz” diyorlar.
Şu bahanedeki mantıksızlık apaçık ortada değil mi?
Her şeyden önce “ibadet” kelimesi, dinî bir kavram. Bir söz veya fiile “ibadet” diyebilmemiz için onun Allah ve Resulü (a.s.m.) tarafından emredilmesi gerekir.
Kur’an’ın neresinde, “Namaza gerek yok, çalışmanız da ibadettir” diyor? Hangi hadis kitabında, “Çalışırken namaz kılmayın, o da bir ibadettir” diyor?
Namazı emreden Rabbimiz, bizim çalışacağımızı bilmiyor muydu? Evet, çalışmak ibadettir. Sadece çalışmak değil, yaptığımız her mübah iş, ibadet olabilir. Ama bir şartla: Önce namazı kılacaksınız. Sonra güzel bir niyet taşıyacaksınız.
Yani, “Asıl mal sahibi Rabbimdir. Rızkımızı O veriyor. Ancak bu rızkı kazanmak için bizim çalışmamızı emrediyor. Biz de Onun emri ve rızası dairesinde, helâl bir surette rızkımızı kazanmaya çalışıyoruz” diyecek, bu niyetle çalışacaksın. İşte bu niyet ve namazla her yaptığınız davranış ibadet olabilir.
Ama namaz kılmadan, mübah işlerimiz ibadet olmaz.
Hem ibadet olsa bile, bir ibadet bir başka ibadete bahane olamaz. Söz gelişi, “Namaz kılamam, oruç tutuyorum veya zekat veriyorum” demek, yanlıştır, çelişkidir. Çünkü, namazı da, orucu da emreden aynı zattır. Hiçbir ibadet bir başka ibadete engel değildir. Her birinin yeri ve zamanı ayrıdır.
6. Hiç bitmiyor, usanıyoruz
Belki nefsimiz şöyle diyebilir: “Bu namaz hiç bitmiyor. Sürekli kıldığımız için usanıyoruz.”
Bu sözler nefsimizin bir oyunudur. Çünkü, her gün yemek yiyoruz, su içiyoruz, havayı teneffüs ediyoruz. Hiç bıkıyor muyuz? “Artık yemek yemekten bıktım” diyen bir adam gördünüz mü? Mümkün değil. Çünkü, bunlardan lezzet alıyoruz.
Namazdan da lezzet almıyor muyuz? Her şeyin yaratıcısının huzuruna çıkmak, Ona derdini arzetmek, Ondan yardım dilemek, Onun ihsan ettiği kalp rahatlığına, ruh sükûnetine kavuşmak en büyük lezzet değil midir?
Siz hiç namaz kılıp da, şikâyetçi olan kimse gördünüz mü? “Aman ne kadar yoruldum, içim sıkıldı, namaz kıldım, kötü yollara düştüm” diyen bir tek insan gösterebilir miyiz? Tam aksine, kim namaz kılarsa rahat ve huzur içindedir. Çünkü namaz, akıl, kalp ve ruhumuzun gıdasıdır.
Bunun için namaz kılmaktan hiçbir zaman bıkılmaz. Akıl, kalp, ruh namazdan memnundur. Sadece şeytandan ders alan nefsimiz itiraz edebilir. Ona karşı mücadele etmek, nefsimizi eğitmek, hatta zorlayıp Allah’ın huzuruna getirmek gerekir.
7. Sihirli formül arayışı
Kimi Müslümanlar, namazla ilgili birçok konuyu bilir. Fakat yine de şöyle demekten kendini alamaz:
“Bunları biliyoruz, ama kahrolası nefsimizi ve şeytanımızı bir türlü yenemiyoruz. Ne kadar arzu etsek, içimizde bir isteksizlik var. Hattâ bazen Ramazan’da falan başlıyoruz, bayramdan sonra bırakıyoruz. Yılın birkaç ayında kılıyoruz, sonra terk ediyoruz. Cuma ve bayram namazlarına gidiyoruz, ama vakit namazları olunca başarılı olamıyoruz. Sen bize öyle bir şey söyle ki, namaza bir başlayalım, bir daha hiç bırakmayalım.”
Gerçekten beş vakit namaz kılamayan kardeşlerimizin bir kısmının durumu tıpkı söylediğiniz gibi. Hattâ adam dinî tahsil yapmış, Kur’an’ı baştan sona okumuş, yine de namaz kılmakta zorlanabiliyor.
Bunun da çaresi var. Her derdimize devâ olan Kur’an, bunun da yolunu bize göstermiş.
Yalnız şuna inanalım: Hiçbir derdin devâsı sihirli formüllerle bulunmaz. Hiçbir problem bir anda çözümlenmez.
Diyelim, bir hastalığa yakalandınız. Hemen bir iki hap yutup kurtulabiliyor muyuz? Bazen yıllarca süren tedâvi, hattâ ameliyat gerekmiyor mu?
Âilemizin geçimini sağlamak için parayı nasıl kazanıyoruz? Hiç günde bir-iki saat çalışıp, bir aylık geçimimizi sağlayabiliyor muyuz? Bir öğrenciyi düşünün: Sınıfı geçmesi için bir-iki dakika ders çalışması kâfi mi?
İşte bunlar gibi, nefis ve şeytanımızı mağlûp etmek için de, biraz uğraşmamız gerekecek. Önemli bir savaşı hiçbir şey yapmadan, yattığımız yerde kazanabilir miyiz?
Namazı isteyerek kılabilmemiz için, önce inancımızın çok güçlü olması gerekir. Çünkü inanç temeldir, namaz ve diğer ibâdetler onun üzerine binâ edilir. Taklidî ve zayıf bir îmanı, tahkîkî ve güçlü yapmanın yolu, Kur’an’ın inançla ilgili âyetlerini çok iyi anlamaktır. Bunların tefsirini okuyup îmanımızı güçlendirmek gerekir.
İşte bu hususta Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Risâle-i Nur Külliyâtını çok okumak gerekir. Çünkü bu eserlerde, güçlü bir îman ve tefekkür dersi vardır. Ayrıca namazın önemini anlatan, teşvik eden çok kıymetli bahisler bulunmaktadır.
Bunun için onun yazdığı Sözler isimli kitapta bulunan 4., 9., 11. ve 21. Sözü, ayrıca Şualar’daki 6. ve 15. Şua’yı, anlayarak okumak büyük fayda sağlar. Hatta bu bölümleri, tekrar tekrar okuyarak müzakere etmek, birkaç arkadaşımızla derin hakikatleri anlamaya çalışmak gerekir.
8. Kılacağım, ama duaları bilmiyorum
Kimi Müslümanlar namaz için başka bir bahane uydururlar. Derler ki, “Ben namaz kılmayı tam bilmiyorum, duâların da bir kısmını ezberleyemedim. Böyle namaz kılamam ki...”
Oysa dünya hayatı için o kadar çok şey öğreniyoruz ki, neden ebedî hayatımız için birkaç saatimizi verip, bazı duâları öğrenmiyoruz? Geçici dünya hayatımız için o kadar çok teferruat bilgiler öğreniyoruz, dünya kadar paralar harcayarak kurslara gidiyoruz. Namazın kılınışını, farzlarını, vaciplerini, namazı bozup bozmayan şeyleri öğrenmek için biraz zaman harcasak, hiçbir şey kaybetmeyiz; ama çok şey kazanırız.
Hem dinimiz o kadar kolay ki, sadece Fâtiha, İhlâs sûreleriyle Ettahiyyâtü’yü ezberleyen bir kimse, bütün farz namazlarını kılabilir. Zaten diğerlerini öğrenmek de zor değildir. Namazla ilgili konuları hangi mü’minden ricâ etsek bize anlatır. Zaten bu hususta birçok kitap, teyp kaseti ve CD vardır. Bilen birisine sormaktan hiç çekinmeyelim. Dünyaya âit her şeyi soruyoruz da, ebedî hayatımızla ilgili bir hususu neden sorup öğrenmeyelim?
9. Çok yoğun işlerim var
Nefsin bir başka bahânesi, “İşlerim çok yoğun, vakit bulamıyorum. İşyerinde izin vermiyorlar. Okulda dersimiz var” gibi hususlardır.
Peki namaz en mühim iş değil mi? Acaba öğle paydosunda, teneffüslerde, dinlenme saatlerinde 5-10 dakika ayırıp namazı kılamaz mıyız? Hem namaz kılmak işlerimizin de rast gitmesine vesile olur.
Diyelim ki, okuldasınız. Giriş ve çıkış saatinize göre, zaman ve yer arayışına girmelisiniz. Bazı öğrenciler, okulda kılamadıklarını bahane ederek, hiçbir vakit namaz kılmazlar. Oysa okulda rastladığımız namaz vakti, bir veya ikidir. Kış günleri namaz vakitleri kısa aralıklarla geldiği için biraz zorlanabiliriz. Ama uzun yaz günlerinde ciddi bir problem olmaz.
Bazen teneffüs süresi çok kısadır. Abdest ve namaza kâfi gelmez. Ama gönlünde namaz aşkı olan bir kimse, bir teneffüste abdest alır, diğerinde namazını kılar. Yine de süre ve yer sorunu varsa, sadece farzını kılmakla yetinirsiniz. Çünkü, öncelikle ondan sorumluyuz.
Kimi okullarda namaz kılacak yer yok. Bunun için hiç değilse farzını, boş bir sınıfta, depoda, okulun herhangi bir yerinde kılmaya çalışmak gerekir. Seccade olarak büyükçe plâstik bir torbayı kullanabiliriz. Marketlerde satılan büyük boy çöp torbalarını kolayca cebimizde taşır, istediğimiz her yerde kılabiliriz.
İsteyene namaz kılmak için yığınla formül vardır. Namaz kılan üç genç, üniversiteye hazırlık kursuna gidiyorlardı. Birisi, akşam namazını kılamadığından söz etti. “Nasıl olur?” dedim. “Siz kılamazsanız, kim kılabilir?” Dersanede namaz kılacak yer olmadığını, hem teneffüs süresinin de sadece beş dakika olduğunu söyledi. Çevredekilerden kıbleyi öğrenip, bir sıranın üstünde kılabileceklerini anlattımsa da, “Hayır, milletin gözü önünde utanırım, kılamam” cevabını verdi.
Oysa dersanenin yakınında cami vardı. Önceden abdest alındıktan sonra akşam namazının farzı pekâlâ yetişebilirdi. Hatta farz içindeki bazı sünnetleri terk ederek namazı daha kısa zamanda yetiştirebilirlerdi. Zaman kazanmak için, hiç kılmamaktansa, Sübhaneke, Salli-Barik dualarını okumadan, rükû ve secdedeki tesbihleri de bir kez söyleyerek zaman kazanabileceklerini ifade ettim. Cami uzak olsa bile civardaki bir esnafın dükkânında kılabilirlerdi. Çünkü, ülkemizde namaz kılan insan az değil. Durumumuzu açıkladığımızda birkaç kişi kabul etmese de, elbette kılacak yer gösterenler olacaktır. Hem kılmayanlara da namazın ne derece önemli olduğunu hatırlatmış olurduk.
Bir keresinde akşam namazı kılacaktık. Lüks bir otelde çalışan, yeni Müslüman olmuş birisiyle görüşmüştük. Arkadaşım, “Burada mescit yoktur, ama yine de soralım ki, böyle bir ihtiyaç olduğunu hatırlasınlar” demişti. Gerçekten de olmadığını söylediler. Ama sormamız faydalı olmuştu. Bütün Müslümanlar, mescide ihtiyaç duydukları yerde bunu sorup araştırsalar, sorumlu kişiler de mutlaka ilgilenirler.
Bizler namaz için çırpınalım, Allah yeri de, zamanı da hazırlar. Dinimiz bize çok kolay şartlarda mı ulaştı? Kızgın çöl kumlarında yatırılıp üstüne taş konarak işkence gören Bilâl-i Habeşî’nin yaşadıklarını heyecanlı ve meraklı bir masal gibi okuyoruz. Oysa onun gibi binlerce acı ve işkenceye, bu güzel dinin bize ulaşması için katlanıldı.
Biz de birazcık sıkıntı çeksek ne olur ki?