Nazilerin Bilinmeyen Kökleri ve 2. Dünya Savaşı

  • Konuyu açan Konuyu açan Suskun
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

Suskun

V.I.P
V.I.P
Nazilerin Bilinmeyen Kökleri ve 2. Dünya Savaşı

Nazilerin II.Dünya Savaşı ile bütün avrupaya kan kusturan,ırkçı,bir parti olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Ancak Nazilerin,kökleri ile ilgili pek fazla bilgi bulamamışızdır. Bu yazı dizisinde bu konuda edindiğim bilgileri sizlerle paylaşmak istedim.
THEOSOPHİCAL SOCİETY ( 1875 )


Alman milliyetçiliği, Helene Blavatsky adli Rus asilli bir medyum tarafından 1875 yılında kurulan Theosophical Society adli okült derneğinden büyük ölçüde etkilenmişti.

Bu derneğin amacı

Doğu mistisizmi ve okültizmi ile; masonluk, Gül-Haççılık, Kabala gibi Bati kaynaklı okült gelenekleri birleştirmekti.

Mason, Gül-Haç ve Kabala bağlantısından da anlaşıldığı gibi Theosophical Society, Tapınakçı geleneği koruyan, yani Yahudi mistisizmine siki sıkıya bağlı bir örgüttü. Bu, derneğin ambleminden bile anlaşılıyordu ;

amblemin ortasında kocaman bir Sifon yıldızı vardı, ayrıca taç ve kuyruğunu ısıran yılan gibi M. Tevrat kaynaklı Yahudi sembolleri de amblemde yer alıyordu. Tüm bunların yanında, bir de ilginç bir sembol daha vardı derneğin ambleminde; sonradan Nazi partisinin sembolü haline gelecek olan gamalı haç!

Theosophical Society'den Naziler'e uzanan zincirin devamını incelediğimizde, daha da ilginç gerçeklerle karsılaşıyoruz. Theosophical Society'den kısa bir süre sonra bir başka Alman milliyetçisi okült dernek daha kuruldu: Viril Derneği. Michael Howard'a göre, Viril derneğinin amacı, "Theosophy derneğinin ve Kabala’nın mistik sistemini, Illüminati locasının politik idealleri ile birleştirmekti." Viril Derneği’nin amblemi ise tek başına gamalı haçtı.

Alman milliyetçileri tarafından ayni sıralarda kurulan bir diğer dernek ise Armanenschafft adli gizli örgüttü.
 
Armanenschafft

Armanenschafft, Avusturyali bir okült uzmani olan Guido von List tarafından kurulmuştu ve Aryan ırkının üstünlüğü teorisini kendine ideoloji olarak benimsemişti. Von List, kurduğu derneği masonik sistemi örnek alarak, Çırak-Kalfa-Üstat gibi derecelere ayırdı. Armanenschafft'in antik okült geleneği temsil ettiğini söylüyordu. Von List'e göre, Katolik Kilisesi bu geleneği baskı altına almış, ancak bu gelenek Tapınakçılar, Gül-Haçlar, simyacılar ve masonlar tarafından canlı tutulmuştu. Simdi de Armanenschafft bu Tapınakçı geleneği canlandırmaya çalışacaktı.

Guido von List, kendi örgütünün disinda, iki gizli örgüt ile de yakin bir iliski içindeydi. Bu iki örgüt de List'in pan-Cermenik, asiri sagci görüslerini paylasiyorlardi. Örgütlerin adlari ise oldukça ilginçti; Ordo Templi Orientis ve Ordo Novi Templi, yani "doğu Tapinak Tarikati" ve "Yeni Tapinakçilar Tarikati"!... Adlarindan da anlaşıldığı gibi bu iki örgüt de açikça Tapınakçı geleneği izleyen örgütlerdi. Örgütleri ve kurucularini incelediğimizde bunu daha açik bir biçimde görebiliyoruz.
 
Ordo Templi Orienstis (oto), ( 1895 )

Karl Kellner ve Theodor Reuss adli atesli iki Alman milliyetçisi tarafından kurulmuştu. Kellner ve Reuss'un önemli bir ortak özellikleri ise her ikisinin de yüksek dereceli birer mason olusuydu. Bu iki üstad mason, OTO'yu Memphis and Mizrahim adli bir Ingiliz locasının obediyansi altinda kurmuslardi. OTO'nun kurulusunda önemli rol oynayan bir üçüncü isim ise çesitli Gül-Haç localarina üye olan Dr. Franz Hartmann'di. Theodor Reuss da Almanya'nin çesitli sehirlerinde Gül-Haç ve mason localari kurmustu. OTO'nun amaçlari arasinda, "tüm masonik ritlere açilan anahtarlarin ve seksüel büyü"nün ilerletilmesi vardı.7 Bu "seksüel büyü", büyük olasilikla Tapinakçilar'in sapkin özelliklerinden biri olan homoseksüelligin yeni bir varyasyonuydu. OTO'nun mason kurucusu Theodor Reuss, 1912 yılında yazdigi bir kitapta, örgütün ritleri arasinda "karsilikli oral seks"in de yer aldigini açiklamisti. OTO'nun Ingiliz destekçilerinden Aleister Crowley'e göre ise bu "oral seks" ritüelinin kökeni, Illüminati örgütünün kurucusu Adam Weishaupt'un bir "bulusu"ydu ve ondan sonra da çesitli Gül-Haç localarinda uygulanir olmustu.8 Aleister Crowley, bir süre sonra OTO'nun Ingiliz kolunun üstadi oldu ve kendisine "Bafomet" adini takti. Bafomet, 2. bölümde degindigimiz gibi Ortaçag'daki Tapinakçilar'in kendisine tapindiklari bir tür puttu. OTO ile ayni dönemde faaliyet gösteren bir ikinci pan-Cermenik Tapınakçı örgütü ise az önce belirttigimiz gibi Ordo Novi Templi, yani "Yeni Tapinakçilar Tarikati"ydi.
 
Ordo Novİ Templİ ( Yenİ TapİnakÇİlar Tarİkatİ ), 1907

Lanz von Liebenfels


Ordo Novi Templi, yani "Yeni Tapinakçilar Tarikati"ydi. Örgüt, kendini bir Ortaçag kontunun reenkarnasyonu sayan Lanz von Liebenfels adli bir okültist tarafından kurulmuştu. Liebenfels, yeni-putperestlik düşüncesine şiddetle inanıyordu. Sonradan Nazi partisinin sembolü haline gelecek olan gamalı haç sembolünü, eski putperest kaynaklardan bulup kullanan ilk kişi oydu.
örgütün Tapınakçı geleneği korudugunu açikça söylüyordu. Ingiliz yazar Nicholas Goodrick-Clarke, The Occult Roots of Nazism (Nazizm'in Okült Kökenleri) adli kitabinda, bu örgütün "1300'lü yillarda kafirlik suçundan dagitilmis olan Tapinak Sövalyeleri örgütünün mirasçisi" oldugunu yazar. Örgüt, 1907 yılında Burg Werfenstein'deki bir Ortaçag satosunda bir "Aryan Sövalye Tarikati" kimliginde kurulmuştu. Bu Aryan-Tapınakçı örgütün satonun burçlarina asilmis olan bayragi ise gamalı haçtı.

Lanz'ın kurduğu Ordo Novi Templi adlı örgüt, kendini tamamen putperestliğin yeniden doğuşuna adamıştı. Lanz, eski putperest Alman kavimlerinin tanrılarından biri olan "Wotan"a taptığını açıkça ilan etmişti. Ona göre Wotanizm, Alman halkının özgün diniydi ve Almanlar ancak bu dine dönmekle kurtulabilirlerdi.

Naziler'in öncülerinden biri olan Ordo Novi Templi, tahmin edilebilecegi gibi asiri sagci bir ideolojiye sahipti ve dahasi, Avrupa'daki çesitli asiri sagci gruplarla da iliski içindeydi. Ingiliz tarihçi Michael Howard, örgütün 1910'lu ve 20'li yillarda Avrupa ve Amerika'daki asiri sagci gruplar için "uluslararasi koordinatör" islevi gördügünü yaziyor.10 Bu gruplar içinde, Sirp milliyetçileri en dikkat çekenlerden biriydi. Ordo Novi Templi, I. Dünya Savasi'nin patlak vermesine neden olan milliyetçi Sirp gruplari ile çok yakin iliskilere sahipti.11

19. yüzyilin basinda, Almanya'da asiri sag egilimlere sahip ve birbirleriyle de yakin iliskilere sahip olan üç Tapınakçı örgüt kurulmus durumdaydi: Armanenschafft, Ordo Templi Orientis ve Ordo Novi Templi. Her üçü de Tapınakçı gelenege bağlı, yani Kabala mistisizmine ve masonik ideolojiye sahip olan bu üç örgütün en önemli icraatlarindan birisi, Michael Howard'a göre, Germenorden (Alman Tarikati) adli örgütün kurulusuydu. I. Dünya Savasi'nin hemen öncesinde kurulan örgüt, Aryan ırkının üstünlügünü savunuyor, pan-Cermenik bir Alman Imparatorlugu'nun kurulmasini ve Hiristiyanlik öncesi (pagan) antik Alman kültürünün yeniden uyandirilmasini hedefliyordu. Örgütün amblemi gamalı haçtı ve tüm ritüellerini de mason ritüellerinden almisti.12 I. Dünya Savasi sirasinda atesli Alman milliyetçilerini organize eden Germenorden'in ortaya çikardigi en önemli sonuç ise savasin hemen bitiminde kurulan ünlü Thule Dernegi'ydi.
 
Thule DerneĞİ ( 1918 )

Thule Derneği, ya da Almanca adiyla Thule Gesselschaft, Baron Rudolf von Sebottendorff adli bir Alman milliyetçisi tarafından Germenorden'in devami niteliginde 17.08.1918’de kuruldu.

Thule Örgütü’nün adını nereden aldığı konusunda çeşitli rivayetler vardır. Bir rivayete göre Örgüt, adını “ Thule Kornen”den almıştı. “ Thule ”, İzlanda efsanelerindeki batık bir kıtanın adıdır.

Başka bir rivayete göre Bir Tibet efsanesine göre, üç-dört bin yıl önce, Orta Asya’ da, Gobi’ de çok büyük bir uygarlık vardı. Bu uygarlık, bir felaket, belki de bir atom savaşı sonucu yıkılır; Gobi bir çöle dönüşür. Bu felaketten canını kurtarabilenler, Kuzey Avrupa’ya ve Kafkasya’ ya göç ederler.

Sebottendorff'u bu denli önemli kilan icraati ise kuskusuz kurduğu ünlü Thule dernegiydi. Baron, 1910 yılında, Istanbul' da bulundugu sıralarda, masonluk ve simya prensiplerini anti-komünizm ve asiri sag felsefe ile birlestiren kendine bağlı yeni bir örgüt kurmaya karar verdi. 1916 yılında Germenorden ile baglantiya geçti ve sonraki iki yil içinde örgütün en etkin üyesi haline geldi. Sonuçta, 1918 yılında Germenorden'in adi Thule Gesselschaft' a dönüştürüldü ve Sebottendorff da örgütün büyük üstadi oldu. Umberto Eco, Thule'nin kurulusunu söyle anlatiyor:

“ 1912'de Ari irkin üstünlügünü öne süren Germenorden diye bir grup olusuyor. 1918'de Baron von Sebottendorff diye biri buna bağlı bir grup kuruyor: Thule Gesselschaft; gizli bir dernek. Tapınakçı Gelenege Baglilik'in çesitlemelerinden biri ama güçlü irksal, pan-Cermenist, Yeni-Arilik egilimleri var. ”

Sebottendorff ilginç birisiydi. Doguya geziler yapmis, Misir ve Istanbul'da uzun süre kalmisti. Bu gezileri sirasinda simya, astroloji ve Kabala üzerinde çalismis, Gül-Haç felsefesi üzerinde de uzun arastirmalar yapmisti.

Bu gizemli örgütün kurucusu İslâm-doğu mistizminden, simyacılığından etkilenen; Almanca, Osmanlıca, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Rusça ve Latince bilen Baron Rudolf von Sebottendorff ( asıl adı Adam Alfred Rudolf Glauer ), 1899-1901 yılları arasında Kahire’de bulunmuş, burada ve geldiği İstanbul’da İslâmiyetteki rafîzî akımları temsilcileri ile ilişkiler kurmuştu; Enver Paşa ailesi ve İttihat ve Terakki ile yakın ilişkilerine dayanarak, 1911’de Osmanlı-Türk vatandaşlığına geçmiş; hem düzensiz mason locası, hem de ünlü Germen asıllı Hıristiyan “ Gül ve Haç ”(Christian Rosenkreutz)ları örgütü ve de Bektaşi tarikatı üyesi olmuş; 1912 yılında Leipzig’de monarşist Alman aristokratları etrafına toplayarak Thule örgütünü kurmuştu. 13 1901 yılında, Fransiz Grand Orient obediyansina bağlı olan bir mason locasina katildi. Sebottendorff'un bağlı oldugu loca politik amaçlari olan bir locaydi ve o dönemde Halife Abdülhamid'e karsi devrim hazirligi yapan Ittihat ve Terakki derneği ile de çok yakin iliskilere sahipti.

Baron 1919’da Thule’nin yönetiminden ayrılarak İsviçre’ye gitmiş; 1924’te İstanbul’a dönmüş; Sebottendorff, " Bursa'da Abraham Termudi adli bir Yahudi bankerin delaletiyle Memphis adiyla taninan mason locasina üye yapilmisti. " Baron, o yillarda bir de Türk Masonlugu ve Bektasilik adli bir kitap yazmisti. 1929-31 yılları arasında ABD’de bulunmuştu; 1933’de Hitler’in Şansölye olmasından sonra Almanya’ya dönmüştü.

1934 yılında “ Uzun Bıçaklar Gecesi” nde SA’ların tasfiyesi sırasında tutuklandığı ve öldürüldüğü iddia edilmişse de; Türk vatandaşı kimliği taşıdığı için eski İttihatçı Türkiye Büyükelçisinin çabası ile serbest bırakılmış o da sahte bir kimlikle önce İsviçre’ye sonra da İstanbul’a gelmiştir.

Bu sırada Türkiye’deki görevi sırasında Türkçe öğrenmiş olan Kardinal Angelo Roncalli (daha sonra Papa 23. John “ Türk Papa ” olarak taç giyecektir) İstanbul’dadır ve “ Gül ve Haç ” örgütüne insinye edilmiştir. (Bu olay 6 Eylül 2000 Çarşamba tarihli milliyet gazetsinde de yer almıştır.)

Yukarıda yazılanlardan da anlaşıldığı gibi "Tapınakçı Gelenege Baglilik'in çesitlemelerinden biri" ya da daha basit bir ifadeyle özgün bir mason locasi olan Thule, Nazi partisinin öncüsü ve hatta gerçek kurucusuydu. Örgüt kurulduktan sonra hizla büyüdü. 1918 yılında yalnizca Münih kentinde 250, tüm Bavyera'da ise 1.500 üyeye sahipti. Üyeler arasinda; yargiçlar, avukatlar, polis sefleri, aristokratlar, doktorlar, üniversite hocalari, bilim adamlari, subaylar, sanayiciler ve is adamlari vardı. Önde gelen üyelerden Bavyera Adalet Bakani Franz Gurtner, ayni makama Nazi rejimi sirasinda da atandi. Thule üyelerinden polis sefi Wilhelm Frick ise Nazi Almanyasi'nda Içisleri Bakanligi yapacakti.

Thule'nin Nazi partisine dönüsümü bir dizi olayin sonucunda gerçeklesti. Örgüt, kuruldugu günden itibaren komünistlerle sürekli çatisma halindeydi. 1919'daki komünist ayaklanma sirasinda Thule yeraltina çekildi ve asiri sagci karsi-devrimcileri organize ederek silahli bir terör gücü olusturdu. Komünistlere karsi halk destegi kazanmak içinse, Alman Isçi Partisi'ni kurdu. Iste bu sıralarda Adolf Hitler de Thule'ye katildi. Hitler, savas öncesi dönemde okültizmle yakindan ilgilenmis, özellikle Armanenschafft'in kurucusu Guido von List'in teorilerinden çok etkilenmişti. Bu nedenle, bir Tapınakçı örgütü olan Thule'ye kolayca adapte oldu. Thule'nin siyasi uzantisi olan Alman Isçi Partisi'nin kendisine amblem olarak gamalı haçi seçmesi ise Hitler'in etkisiyle olmustu.
1920 yılında Alman Isçi Partisi'nin adi Nasyonal Sosyalist Parti (Nazi Partisi) olarak degistirildi. Partinin lideri ise elbette Hitler'di. Hitler'in bu hizli yükselisi, Thule'nin destegi ile olmustu.

Theosophical Society'den başlayarak; Viril, Armanenschafft, Ordo Templi Orientis, Ordo Novi Templi, Germenorden ve Thule gibi okült derneklerin birbirlerinden aktararak taşıdıkları Tapınakçı-mason geleneği, Nazi partisinin gerçek kökenini oluşturmuştu. Naziler, 1314 yılında kesin olarak yasaklanmalarının ardından yer altına giren ve Gül-Haç ve masonluk gibi örgütlerle yeniden ortaya çıkan Tapınakçı geleneğin yeni bir varyasyonundan başka bir şey değildiler. Bunu açıkça ifade etmekten de çekinmediler. Hitler, Nazi parti sistemini mason localarının sistemine uygun bir biçimde düzenlemiş ve bunu da açik açik söylemisti. 1934 yılında ise söyle demisti: "Biz bir örgüt kuracagiz, saf kan ilkesinin etrafinda toplanmis Tapinak Sövalyeleri Biraderligi." 18 Bu "Tapinak Sövalyeleri Biraderligi"ni kurmakla görevlendirilen kisi ise kısa zamanda III. Reich'in Hitler'den sonraki ikinci adami haline gelecek olan Heinrich Himmler'di. Himmler, 1920'li yillarda Hitler'in bodyguardlari olarak görev yapmis olan SS (Schutzstaffel) örgütünü Tapınakçı ve mason sistemine göre düzenleme isini üstlendi.19 Himmler, SS'ler içinde özel bir arastirma grubu da olusturdu; bu grup, Tapinakçilar'in ve diğer okült derneklerin tarih içindeki yerini arastirmakla görevliydi. SS'ler ayni zamanda Tapinakçilar'in belirgin özelligi olan anti-Hiristiyan ritüellere de sahiptiler. Himmler'in liderliginde yapilan SS törenlerinde Nasyonal-Sosyalist marslar söylenerek Hiristiyan haçi yakilir ve yerine gamalı haç yerlestirilirdi.
 
Hitlerin Psikopatolojisi

Hitlerin Psikopatolojisi Kitabında hitlerin Tanrı'nın kendisini dünyayı pislik ve kokuşmuşluktan temizlemesi için dünyaya gönderdiğine inandığından bahseder. Kitabı yazan doktora göre hitler kendisini İsa ile özdeşleştirmektedir. işin asıl ilginç olan yanıysa hitlerin hristiyanlığı kabullenmemesine karşın Hz İsadan hayranlık ve saygıyla bahsetmesidir. Yine Hz Muhammed (S.A.V) ve Hz Ömer den de büyük bir saygı ve hayranlıkla bahseder. hitlerin İslam ve Doğu kültüründen etkilendiğini ve bahsettiği hristiyanlığın Hz İsanın tebliğ ettiği dinden ziyade İslam inanışındaki bozulmuş hristiyanlık (gnümüz hristiyanlığı) olduğu sonucunu buradan çıkarabiliriz. tabi bu bir olasılık. savımıza devam edersek; hitler hristiyanlığın bozulduğunun farkındaydı, tek kurtuluşu ise alman ırkının hristiyanlık önce pagan kültüre dönmesinde görüyordu. her ne kadar pagan eğilimlerden kitaplarında açıkca bahsetmesede nazi partisinin düzzenlediği törenlerde bu eğilim açıkca görülüyordu. hitler kitaplarında ari ırktan bahsetmesine rağmen pagan kültürün tanrı ve inanışlarından bahsetmez. Hatta kavgam kitabında bir grup insanın yaptığı hataların kiliseye ve dine atfedilemeyeceğini, bu hataların dinin yanlış olmasından değil insanların davranışlarından kaynaklandığını belirtir. buradan çıkacak sonuçsa hitlerin iktidar için bu tarikatlarla işbirliği yapmış olmasıdır. hitler alman ırkının kurtulması için kendi kafasınca formüller üretiyordu ve bu formülleri uygulayabilmek için iktidara ihtiyacı vardı. hitler ile tarikatların yoluysa alman milliyetçiliğinde kesişiyordu. thule tarikatı ise bu noktada hitlere gereken desteği verdi. bunun sonucunda ise hitler tarikatın adamlarını önemli mevkilere getirdi. savaş sırasında yaşanan çelişkilerse hitlerle thule tarikatının çatışan isteklerinden kaynaklanıyordu .


Hitler'in İntikamı:

11 Kasım 1918 günü, sabaha karşı saat 5'te, Birinci Dünya Savaşı sona ermiş ve Almanya'nın Fransa ve müttefiklerine teslim olduğuna ait belgeler Compiegne Ormanı'nda küçük bir vagon içinde Alman yetkililere imzalatılmıştı. 22 yıl sonra Fransa'yı işgal etmiş olan Hitler elinde Fransa'nın teslimine ait belgeleri bulunduruyordu. Fransız delegelerini aynı ormana, aynı vagona götürdü. 22 yıl önceki olayın öcünü alırcasına, Fransa'nın teslim olduğuna dair belgeleri Fransızlara imzalattı.

Yahudiler,zina etmiş bir kadını Hz.İsa'ya taşlanması için getirirler ve ilk taşı kimin atması gerektiğini sorarlar....ve İsa onlara şöyle der: tamam kadını taşlayın....fakat ilk taşı aranızdan hiç günah işlememiş olan kimse o atsın....ve aralarında ilk taşı atabilecek tek kimse bile olmadığından kadını taşlayamazlar....ve böylelikle de İsa,bu eski yahudi şeriatını kaldırmış olur.

ADOLF HİTLER'i 'eli kanlı' olduğu icin yargılayanlara gelince.....tamam onu yargılayın....ama önce şunu söyleyin:tarihteki devlet adamlarindan hangisinin 'eli kanlı' degil? ....Büyük İskender'in mi? ...Napolyon'un mu? ...Sezar'ın mı? ....Yoksa Şaron'un mu? ? ? .....ama diyeceksiniz ikinci dunya savaşında tam elli milyon insan öldü....peki birinci dünya savaşında kac kişi öldü? ......dünya tarihi esasında 'savaş tarihidir'.....butun bu savaşlarda ölenlerin sorumlusu da mı Hitler? ? ? ....İkinci Dünya Savaşı'nda ölen elli milyon kişiyi Hitler öldürmedi....onları savaş öldürdü.....Ayrıca şurası da tarihi bir gercektir ki Almanya,İngiltere ve Fransa'ya savaş açmamış; aksine ingiltere ve Fransa,Almanya'ya savaş açmıştır....

Peki neden tarihsel gercekler bu kadar carpıtılıyor? .....Neden Napolyon,Sezar,Büyük İskender ve digerleri 'BUYUK BİRER KAHRAMANLAR' da Adolf Hitler bir 'CANİ (!) '? ...

Nedeni cok basit....cünkü digerleri Yahudilerle savaşmamışlardı da ondan....Eğer Adolf Hitler de yahudilerle savaşmamış olsaydı,örneğin Churchill gibi bir yahudi uşağı olsaydı (ki kendisi masondur) o zaman Adolf Hitler de bir kahraman olurdu! ! ! ....
Biz insanlar,gunluk hayatımızı hic bir sey anlamadan surdurup gidiyoruz....acaba kac tanemiz bu gun tüm Dünya'nın yahudiler tarafından ' tamamen ' ele gecirildiğini biliyor? ? ....kaç tanemiz bu gün Amerika'yı gercekte kimlerin yönettigini biliyor? ? ....ve kac kişi Hitler'i Dünya'ya bir canavar gibi gösteren Hollywood filmlerini gercekte kimlerin cektiğini,oyuncuların,yonetmenlerin ve tüm film şirketlerinin yahudi olduğunu biliyor? .....
Şunu hiç bir zaman unutmamalıyız ki ' Tarih daima kahramanları asanlar tarafından yazılır'..... ve şuna da inanmalıyız ki 'GERÇEK TARİH' BİR GÜN MUTLAKA YAZILACAKTIR! ! ! ! .......

BİR HIRSIZ PARANIZI ÇALDIĞINDA SİZ BUNU GERİ ALIRSANIZ BU SİZİDE HIRSIZ YAPARMI ? ADOLF HITLER 1924



1941 yılı biterken, uçsuz bucaksız sovyet topraklarındaki savaşın kısa sürede sonlanmayacağı artık anlaşılmıştı. Alman genelkurmayı'nın aklına, rusların kendilerine karşı zorla savaştırdığı "etnik usnuları" sovyetler birliği'ne karşı
kullanmak gelmişti. böylece, Alman genelkurmayı, sağ kalan iki milyon esirin 818.000'ini cephede, eski ordularına karşı asker olarak kullanabilecekti.

Esir kamplarında büyük kayıplar veren Türkler için artık iki seçenek kalmıştı. Ya kampta ölecekler ya da ileride bağımsızlık kazanacakları umuduyla eski ordularına, sovyetler birliği'ne karşı savaşacaklardı! Türkistan lejyonu, kafkasya müslüman lejyonu ve yine Türkistanlı savaş esirlerinden oluşturulan 450. tabur, bu koşullarda kuruldu. ikinci dünya savaşı'nda wehrmarcht saflarında görev yapan, "waffen ss" denilen özel birliklerden birisi de Türklerden meydana gelecekti: " osttürkischer waffen-verband der ss", yani "ss doğu türkistan silahlı birlikleri"...

Bu birliğin hem oluşması, hem de savaşta yaptıkları inanılır gibi değil. örneğin, Harkov yakınlarında ruslar tarafından sarıldıklarında, düşman hatlarını yararak çıktıkları halde, geride kalan Alman komutanlarının cesedini almaya gitmiş, sonra da rus cephesini ikinci kez yararak görev yerine geri dönmüşlerdi.

cephede ruslar kadar Almanların da işi kolay değildi. cephenin her iki yanında Türkler vardı ve Alman Mareşali Keitel'in ana karargaha geçtiği mesaj, Hitler'e sunulan savaş raporlarına kaydoldu: "kaşımızdaki düşman ölümüne savaşıyor. başlarında Türkistanlı subayların bulunduğu birlikler Türkçe konuşuyor. bu cepheyi savaşarak geçmek çok zor. başka yollar aramalıyız..."

giydikleri standart Alman askeri üniformasının göğsünde Türkçe "Tanrı biz menen" (tanrı bizimledir) yazılı arma bulunan, yakalarında bozkurt başı motifi, kollarına ise "ss kolbağı" takan, doğu Türkistan silahlı birlikleri, mayıs 1945'te öteki Alman güçleriyle birlikte, avusturya'da 8. ingiliz ordusu'na teslim oldu.

savaş bitmiş, özgürlüklerini kazanma hayalleri de tükenmişti. sovyetler, kızıl ordu'yu terk edip Alman saflarına geçen ve kendilerine büyük güçlük yaratan Türkistan lejyonu askerlerini "vatana ihanet" ile suçlayarak, ingilizlerden iadelerini istediler.

o dehşet dolu 1945 yılını uzun uzun anlatmaya gerek yok. komunist rejimin baskılarından yılan, büyük umutlarla ve özgürlüklerine kavuşacakları hayaliyle Almanların safına geçen bu insanlardan bir bölümü, iadeyi beklemeden topluca intihar etme kararı aldı. yaklaşık 3.000 Türk'ün avusturya'da Drava nehri'nin eriyen karlardan kabaran sularına atlayarak intiharını kimse önleyememişti. Geride kalanlar da, sovyetlere iade edildikten hemen sonra kurşuna dizildiler...
 
Gamalı Haç, Mu kültüründen alınma

Gamalı Haç, Mu tabletlerinde ilk bulunduğu şekle dayanıyordu. Bu sembol dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş ve Mu uygarlığı ile ilgili bilgi ve belgeleri ortaya çıkaran Niven ve Churchward’ın kayıtlarında da yer almıştı.

Bu sembol Mu’nun gizli bilgilerinin en önemli sırlarından birini bünyesinde saklıyordu. Sembolün anlamı Eski Mısır ve Tibet’teki mabetlerde bulunan rahiplerce, büyük bir sır olarak saklanmış ve kimseye bu sırla ilgili bir açıklama yapılmamıştı.

Bu sembolün sırrını sadece gizli eğitimden geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu’ya dayandığı için bu sembol iki yer altı uygarlığı olan Agarta ve Şambala’da bilinen ve kullanılan bir semboldü.

Naziler’in bu sembolü ele geçirmeleri de Tibet’teki gizli çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden öğrendikleri sırlar arasında bu sembol de bulunmaktaydı.

Böylece sembol Şambala’nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı.
 
2. Dünya Savaşı (Genel Özet)

3 Eylül 1939’da İngiltere ve Fransa’nın Polonya’yı işgal eden Almanya’ya savaş ilan etmesiyle başladı. Almanya, İtalya ve Japonya’nın oluşturduğu Mihver Devletleri ile Fransa,İngiltere,ABD ve SSCB’nin oluşturduğu Müttefikler dünyanın hemen her bölgesinde savaştı. 2. Dünya Savaşı topyekun bir savaştı,yani savaşa giren bütün ülkelerin tüm kaynakları ve insan gücü savaş için kullanıldı. Askerlerin yanı sıra milyonlarca sivil insan öldürüldü. Savaş Portekiz,İspanya,İsveç,İsviçre dışında bütün Avrupa’ya yayıldı. ABD,deniz filosunun Japon uçaklarına bombalanması üzerine Aralık 1941’de savaşa katıldı. 2. Dünya Savaşı Eylül 1945’te bitti. Bu savaşın sonuçlarından dünyanın pek az bölgesi kendisini kurtarabildi. Almanya’da Adolf Hitler’in diktatörlüğü,büyük can kayıpları ve büyük acılar pahasına yıkılabildi. Savaşın sonunda, SSCB ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri yeni topraklar kazanırken, Japon ve İtalyan imparatorlukları yıkıldı.

Savaşın Nedenleri:

Dünya Savaşı’nın sonunda Almanya yenilmiş ve ağır koşullar içeren bir antlaşma yapmak zorunda bırakılmıştı. Almanlar 1919’da imzalanan Versay Antlaşması’nın haksız maddeler içerdiğini ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. 1920’lerde büyük ekonomik güçlüklerle karşı karşıya kalan Almanya’da 1933’te Adolf Hitler önderliğindeki Naziler iktidara geldi. Hitler,bir yandan Versay Antlaşması’nın geçersiz sayılmasına çalışırken,öte yandan da silahlı kuvvetlerini yeniden toparladı.

1919’da barışı korumak ve uyuşmazlıkları çözümlemek amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti,bu görevleri yürütebilmek için gerekli olan yaptırım gücünden yoksundu. ABD bu örgütün dışında kaldı; öbür üyeler arasında da kararlara uymayan devletlere karşı zor kullanma konusunda görüş birliğine varılamadı. Bu sorun, 1931’de Japonya’nın protestolara aldırmayarak Cin’in Mançurya bölgesini ele geçirmesiyle iyice açığa çıktı. Japonya 1930’lar boyunca gücünü arttırdı. 1935’te faşist Benito Mussolini yönetimindeki İtalyanlar,Etiyopya’yı işgal ettiler. Milletler Cemiyeti bu kez de etkin önlemler alamadı.

Bu zayıflıktan yararlanan Hitler, 1936 Mart’ında Almanya’nın Ren Irmağı’nın batısında kalan topraklarına askeri birliklerini gönderdi. Oysa 1925’te Almanya ile Milletler Cemiyeti arasında yapılan antlaşmaya göre bu bölgede hiçbir devlet asker bulunduramayacaktı. Milletler Cemiyeti bu konuda da protestolar dışında yaptırım uygulamadı. Ardından İtalya ve Almanya,İspanya’daki iç savaşta cumhuriyetçi yönetime karşı faşist General Francisco Franco’nun saflarında savaşmak üzere asker gönderdi_ böylece yeni silah ve uçaklarını da denediler. Yeni toprak kazanımları ve dünya egemenliği için Almanya,İtalya ve Japonya, Berlin-Roma-Tokyo Mihveri diye adlandırılan bir ittifak kurdular. Bu yüzden bu ülkeler Mihver Devleri adıyla anıldı.

1937’de Japonya,Çin’e karşı topyekun bir savaş başlattı. Bir yıl sonra Almanya,Avusturya’yı işgal etti; ardından da Çekoslovakya’da Alman asıllıların çoğunlukta olduğu Südet bölgesi üzerinde hakkı olduğunu ileri sürdü. İngiltere ve Fransa,Çekoslovakya’yı Hitler’in bu isteğine boyun eğmesinin yararlı olacağına inandırdı ve Eylül 1938’de yapılan Münih Antlaşması’yla bölge Almanya’ya bırakıldı. 6 ay sonra Hitler başkent Prag’ı bombalayacağını söyleyerek gözdağı verince Çekoslovakya Almanya’nın boyunduruğuna girdi.

Almanya’nın sonraki kurbanı 1. Dünya Savaşı’nın ardından bağımsız bir devlet olarak yeniden kurulan Polonya’ydı. İngiltere ve Fransa bu kez Alman saldırısına karşı Polonyalılara yardım edecekleri konusunda kesin güvence verdiler. Almanya,Polonya’ya saldırınca da 2. Dünya Savaşı başlamış oldu.


Avrupa’da Savaş Başlıyor:

Almanya Ağustos 1939’da SSCB ile 0 yıl geçerli olacak bir saldırmazlık paktı imzaladıktan sonra,1 Eylül’de Polonya’ya girdi. İngiltere ile Fransa sözlerini tutarak 3 Eylül’de Almanya’ya savaş ilan etti. Avusturya,Kanada ve Güney Afrika’nın da aralarında bulunduğu başka ülkeler de İngiltere ve Fransa’nın yanında yer aldı. Ama Müttefikler,Alman kara ve güçlerince hızla işgal edilen Polonya’ya yardım edemdi.17 Eylül’de SSCB de doğudan Polonya’ya girdi. Polonya teslim oldu. 80 bin kadar Polonya askeri mücadeleyi sürdürmek amacıyla önce Romanya’ya daha sonra da Fransa’ya giderek burada toplandı.

Ekimde SSCB, olası bir Alman saldırısına karşı bir batıda “tampon devletler” oluşturmak amacıyla,üç Baltık ülkesini,Estonya,Letonya ve Litvanya’yı işgal etti. Ardından SSCB,Finlandiya’dan birliklerine Finlandiya topraklarına girme hakkının verilmesini istedi. Finlandiya SSCB’nin koşullarını kabul etmek zorunda kaldı.

Bunlar olurken batı oldukça hareketsizdi. Fransa,Alman sınırında Maginot Hattı adıyla anılan savunma hattını kurdu. Kuzeydeki İngiliz birlikleri,Belçika’nın savaşa girmemesi nedeniyle Almanlar’la hiç karşılaşmadı.

1940 Nisan’ında Almanlar,Norveç’e saldırdı. Amaçları denizaltıları için üsler kurmak ve İsveç’in kuzeyindeki madenlerden çıkartılarak denizyoluyla Norveç’in Narvik limanına getirilen demire el koymaktı. Alman birlikleri gemilerle geldi ve bir bölümü hiçbir engele karşılaşmaksınızın Norveç kıyılarına çıktı. Bir bölümü de İngiliz deniz güçleriyle,iki tarafın da eşit kayıplar verdiği sert çatışmalara girdi. Ama Almanlar kısa sürede Norveç’te Müttefikler’in asker çıkarma girişimlerini önleyebilecek hava üsleri kurdular. Norveç 9 Haziran’da teslim oldu. Almanlar’ın nisanda saldırdığı Danimarka da pek az direnebildi.

10 Mayıs 1940’ta başlayan Alman saldırısı,kısa sürede Belçika,Hollanda ve Lüksemburg’un işgaliyle sonuçlandı. Yardıma gelen İngiliz ve Fransız orduları da püskürtüldü. 13 Mayıs’ta Sedan’da Alman tankları Meuse Irmağı’nı geçti ve Fransa’nın içlerine doğru ilerledi. Hollanda 14 Mayıs’ta teslim oldu. Alman tankları kuzeye,kıyıya doğru ilerledi ve geri çekilen Müttefikler’in önünü kesit. Belçika 27 Mayıs’ta teslim oldu.

Belçika’da sıkışıp kalan İngiliz ve Fransız birlikleri büyük kayıplar verdi. İngiliz deniz güçlerinin yardımıyla Dunkerque kıyılarından 346 bin kadar Müttefik askeri kurtarıldı; ama silah,araç ve gereçler geride bırakıldı.

14 Haziran’da Almanlar Paris’e girdiler, 22 Haziran’da da Fransızlar ateşkes antlaşmasını imzaladılar. Alman güçleri Kuzey Fransa’yı ve bütün Atlas Okyanusu kıyılarını işgal etti. Mareşal Henri Philippe Petain Vichy’de Almanlar’ın denetiminde bir hükümet kurdu. İngiltere’de bulunan General Charles de Gaulle savalın sonuna kadar varlığını koruyan Özgür Fransa Hareketi’ni kurarak işgalcilere karşı direnişe geçti. İngiltere’de ayrıca “özgür” Polonya,Norveç,Belçika,Hollanda ve Çek askeri birimleri de oluşturdu.

Hitler bir sonraki hedef olarak İngiltere’yi seçti. Alman hava kuvvetleri Güney İngiltere’deki havaalanlarını ve limanlarını her gün bombalamaya başladı. İngilizler’in kesin direnişiyle karşılaşan Almanlar,ardından Londra’yı ve İngiltere’nin iç bölgelerindeki kentleri de bombaladı. Bu baskınlar pek çok sivilin ölümüne ve büyük zarara yol açtı. Buna karşılık İngiliz hava kuvvetleri de Fransa ve Belçika limanlarında askerleri Manş Denizi’nden geçirmek üzere toplanmış Alman gemilerini batırdı. İngiltere göklerinde Ağustos-Ekim 1940 arasında yapılan üstünlük savaşından sonra,Alman hava saldırıları gece bombardımanlarına dönüştü; 1941 ortalarına kadar İngiltere’deki kentler yoğun hava akınlarının hedefi oldu. Haziran 1940’tan sonraki bir yıl içinde yaklaşık 43 bin sivil yaşamını yitirdi;50 bin kişi ağır yaralandı.


Almanya SSCB’ye Saldırıyor:

Hitler’in SSCB ile 1939’da yaptığı saldırmazlık paktının asıl amacı,Almanya’nın aynı hem batıda,hem doğuda savaşmak zorunda kalmasını önlemekti. 1940’ta Alman orduları Fransa’yı göçertip İnglizler’i Avrupa’dan sürünce Hitler, SSCB’ye saldırmaya karar verdi. Hızlı bir harekatla SSCB üzerinden Ortadoğu’ya inmeyi tasarlamıştı. SSCB’ye saldırı Napolyon’un 1812’deki başarısız Rusya seferinden bir gün önce 22 Haziran 1941’de başladı. Finlandiya,Bulgaristan,Macaristan ve Romanya da SSCB’ye savaş açtılar. Savaş başlangıçta Almanlar için oldukça olum gelişti. Almanlar sonbaharda Leningrad kentine, aralık ayında da Moskova’nın banliyölerine ulaştılar. Daha güneyde de Don Iramağı ağzındaki Rostov kentine ulaştılar,ama kış gelince Alman birlikleri yorulmuş, savaşma güçleri azalmıştı.

Ardından SSCB’nin karşı saldırısı başladı. Hitler’in tasarılarında bu harekatın kıl gelmeden tamamlanması öngörüldüğü için,Alman askerlerinin giysileri soğuk kış günlerine uygun değildi. Büyük kayıplar verdiler ve SSCB’nin içlerinde tutunabilmelerine karşın başlangıçtaki güçlerini bir daha kazanamadılar.

1942’de Hitler, Karadeniz ile Hazar Denizi arasında bulunan Kafkasya petrol yataklarını ele geçirmeyi hedefledi. Bir Alman ordusu ağustosta Maykop’taki petrol merkezine ulaştı. Daha kuzeydeki Stalingrad kentine yönelik saldırıları ise başarısız oldu. SSCB birlikleri kenti sonuna kadar savundu ve kış bastırınca karşı saldırıya geçtiler. 250 bin kişilik Alman ve Romanya birliklerini kuşattılar ve Şubat 1943’te bu birlikler teslim oldu. SSCB’nin 2. Dünya Savaşı ,’nın en büyük kara çarpılmasındaki başarısı Almanlar’ı,Kafkasya’dan çekilmek zorunda bıraktı. 1943 yazı başlarken SSCB orduları Almanlar’ı geri sürdü ve 1944 balında Polonya’ya, çok geçmeden de Romanya’ya girdi. Bu savaşta SSCB büyük yıkıma uğradı ve yaklaşık 20 milyon insanını yitirerek 2. Dünya Savaşı’nda en çok can veren ülke oldu.


ABD Savaşa Giriyor:

ABD savaşta tarafsız kalmasına karşın İngiltere’ye destek sağlıyordu. Örneğin, 1940’ta ABD,deniz kuvvetlerinin 50 destroyerini İngiltere’ye ödünç vermişti.

7 Aralık 1941’de Pazar günü sabah saatlerinde,Japon uçak gemilerinden havalanan 360’ın üzerinde savaş uçağı, Hawaii Adaları’ndaki Pearl Harbor deniz üssünde bulunan ABD savaş gemilerine saldırdı. Japonlar bombaladıkları sekiz savaş gemisinden altısını batırdı ya da çalışamaz duruma getirdi; ama üssü kendisi pek zarar görmedi. Uçak gemileri o anda başka bir yerde olduğu için bu saldırıdan kurtuldu. Bu olay üzerine ABD kongresi, 8 Aralık 1941’de Japonya’ya, üç gün sonra da Almanya ve İtalya’ya savaş ilan etti.

Pearl Harbor baskınıyla aynı gün, Formoza’dan kalkan Japon uçakları Filipin Adaları’na saldırdı. Bu adalar daha sonra Japon birliklerince işgal edildi. General Douglas MacArthut komutasındaki ABD ve Filipin güçleri yenildiler ve bölgeyi boşaltmak zorunda kaldılar. Japonlar 1942 Mayıs’ında Filipinler’i ele geçirdiğinde 36 bin kadar asker ve 25 bin sivili esir aldı. Japonlar ,saldırını sürdürerek ABD’den Guam ve Wake adalarını,İngiltere’den de Hong Kong’u aldılar. Japon askerleri Taylan üzerinden hareketle Malaya’yı da işgal etti ve yarımadanın alt bölümlerine,Singapur’a doğru ilerlediler; Singapur 1942 Şubat’ında teslim oldu.Daha sonra,Saravak,Brunei,Borneo,Timor,Cava,Sumatra,Selebes,Yeni Britanya,Solomon Adaları,Yeni Gine’nin doğusu,Gilbert Adaları da Japonya’nın eline geçti. Buraları savunmaya çalışan Müttefik deniz güçleri büyük kayıplar verdi,askerlerinin pek çoğu öldü ya da esir edildi.

Bu saldırılar sonucunda Japonya,Güney doğu Asya’nın denizden ulaşımını denetleyen adaları ele geçirdi. Japonlar ayrıca Çinhindi ve Taylant’dan geçerek Birmanya’yı da işgal etti ve oradaki İngiliz birliklerini Hindistan’a çekilmek zorunda bıraktılar. Güneydoğu Asya’da kurdukları üslerden Avustralya’ya hava saldırıları düzenlediler.


Batıdaki Deniz Savaşları:

Savaş başladığında İngiltere ve Fransa’nın güçlü donanmaları vardı. Alman donanması ise, daha küçük olmakla birlikte, modern ve etkiliydi. Uçak gemisi yoktu,ama güçlü savaş gemiler ve hızla artan denizaltı gücüyle ticaret gemilerine büyük zararlar verebiliyordu.

Akdeniz’ed İngiliz deniz gücünün üstünlüğü sayesinde,asker ve erzak taşıyan düşman gemileri batırılarak Kuzey Afrika harekatına yardımcı olundu. Ne var ki, İngiliz donanması da Alman denizaltılarının ve kıyıda üslenmiş savaş uçaklarının yarattığı tehlike yüzünden İngiliz gemileri Batı Çölü’ndeki savaş için gerekli desteği Cebelitarık Boğazı ve Akdeniz’den getirmek yerine,çoğunlukla Ümit burnu ve Süveyş kanalı yolunu izleyerek sağladılar.

Durmaksızın bombalanan Malta yalnızca denizaltılar ve küçük gemilerce kullanılabiliyordu. Bu yüzden İngilizler’in ana deniz üssü Mısır’da,İskenderiye’deydi. Zaman zaman Alman savaş gemileri Müttefik ticaret gemilerine saldırmak üzere Atlas Okyanusu’na açılıyordu. Daha sonra da ticaret gemisi görünümde,silahlandırılmış gemiler göndermeyi sürdüler.

Atlas Okyanusu’ndaki asıl savaş Alman denizaltılarıyla oldu. Bu savaş gece gündüz durmaksızın sürdü. Müttefikler’in,asker,savaş araç ve gereçleri de taşıyan ticaret gemileri konvoylar oluşturarak savaş gemilerinin koruması altında yol alabiliyorlardı. Uçak gemilerinden ve kıyıdaki hava üslerinden kalkan savaş uçakları da deniz savaşlarına katılıyordu,ama Alman denizaltılarına engel olmak çok güçtü. Savaş süresince bu denizaltılar Müttefikler’in 23.351 ticaret gemisini batırdı. Buna karşılık 782 Alman denizaltısı yok edildi.


Kuzey Afrika Çıkarması:

Müttefikler,mihver güçlerini yenmek için,önce Almanya’yı yenmek gerektiğini düşünüyordu. 1942’de Kuzey Avrupa’yı geri alacak güçleri olmayan Müttefikler,düşmanu önce Kuzey Afrika’dan sürmeye karar verdiler. Bu nedenle,General Dwight D. Eisenhower komutasındaki İngiliz ve ABD askerlerinden oluşan 100 bin kişilik bir kuvvet Fas ve Cezayir kıyılarına çıkarma yaptı.

Bu ülkeler,o sırada Vichy Fransa’sının denetimindeydi. Vichy yönetimi önce bu çıkarmaya karşı çıktıysa da,hemen ardından Müttefler’le işbirliğine girdi. Müttefikler önce doğuya,Tunus’a doğru ilerledi,ama Akdeniz üzerinden hava ve denizyoluyla getirilen güçlü Alman birliklerince durduruldu.

1943 Ocak ayı sonunda Montgomery’nin ordusu Batı Çölü’nü geçerek Tunus’a girdi. Zorlu çarpışmalardan sonra Müttefik orduları Mayıs 1943’te Alman ve İtalyan kuvvetlerini çökertti ve Mihver ordularının ancak küçük bir bölümü esir düşmekten kurtulabildi.

Müttefikler Kuzey Afrika’daki başarılarını,1943 Temmuz’unda Sicilya’yı işgal ederek sürdürdü. Bu harekat,limanları ele geçirerek değil,açık plajlara asker çıkararak yürütüldü. Daha önce önemli yol ve köprüleri ele geçirmek üzere planör ve paraşütlerle hava birlikleri indirilmişti. Ağustosun ortalarında ada ele geçirildi.

Sicilya’nın yitirilmesi ve İtalya’nın Müttefikler’ce bombalanması İtalya diktatörü Bento Mussolini’yi çekilmeye zorladı. Eylül başlarında İtalya teslim oldu ve Malta’daki donanmasına el kondu. Bu olay İtalya’da Müttefikler ile Almanlar’ı karşı karşıya bıraktı.

Müttefik güçler 3 Eylül’de güney İtalya’ya birkaç gün sonra da Salerno Körfezi’ne çıktılar. Almanlar inatla direndiler. Ekimde Napoli’ye ulaşan Müttefikler yarımadanın ortalarında güçlü bir Alman savunması tarafından durduruldu.

1944 Ocak’ında Müttefikler,Anzio’ya çıkarak bu savunma hattının ardına geçmeye çalıştılar. Aynı zamanda bu hattın asıl güçlü noktası olan Cassino’ya yönelik saldırılar düzenlediler. Müttefikler Polonya birliklerinin Cassino’yu almasından sonra Anzio’daki kuvvetlere katılmak üzere kuzeye doğru ilerlemeyi başardılar. 4 Haziran’da Roma alındı.
 
Avrupa’da Savaşın Sonu:

İtalya’daki Müttefik güçler 13 Ağustos 1944’te Floransa’yı aldı. Almanlar bunun üzerine Pisa ile Rimini arasında bir savunma hattı oluşturarak kış gelene kadar burada tutundular. Nisan 1945’te Müttefikler Po Irmağı’nı geçti ve Alp Dağları’na doğru ilerledi. İtalya’da Almanlar 2 Mayıs’ta teslim oldular. İki gün sonra da Müttefikler Avusturya’dan güneye doğru ilerleyen ABD askerleriyle buluştu. SSCB birlikleri ise 1944 Haziran’ında Doğu Avrupa’da bir harekat başlattı. Temmuz sonunda Varşova’nın karşısında Vistül Irmağı’nın doğu kıyısına geldiler. Daha güneyde SSCB ordu,Romanya ve Bulgaristan’ı aldı. Finlandiya eylülde düştü. Ağustosta SSCB orduları iki koldan ilerlemeye başladı. Biri Baltık Denizi’nin doğu kıyıları boyunca,öbürü de Tuna vadis üzerinden Macaristan’a doğru hareket etti. Almanlar bu ilerlemeyi durduramayarak geri çekildiler.

1945 başlarında,Almanya’nın artık uzun süre savaşamacağı ortaya çıkmıştı. Müttefik liderler,ABD Başkanı Roosevelt,İngiltere Başbakanı Churchill ile SSCB’nin önderi Stalin Kırım’daki Yalta kentinde toplandılar ve Almanya’nın koşulsuz olarak teslim alınması konusunda anlaştılar. Ayrıca savaş sonrası Avrupa’ya ilişkin planlar da yaptılar. Ocak 1945’te SSCB askerleri Oder Irmağı’nı Budapeşte’ye,nisan başında da Viyana’ya girdiler ve Berlin’e doğru ilerlediler. 25 Nisan’da Berlin’i kuşattılar. Kentin merkezinde ki bir yer altı sığınağından savunmayı yönetmekte olan Hitler savaşın yitirildiğini kavrayarak 30 Nisan’da intihar etti. Amiral Karl Dönitz’i kendi yerine atamıştı.

Dönitz’in temsilcileri Reims’e Müttefikler’le görüşmeye geldi. Batıda Müttefikler’e teslim olmayı; ama doğuda SSCB’ye karşı savaşı sürdürmeyi istiyorlardı. Eisenhower Almanlar’ın her yerde koşulsuz teslim olmaları konusunda ısrar etti. Almanya’nın teslim olması 8-9 Mayıs 1945’te gece yarısı gerçekleşti.

Japonya’nın Teslim Olması:

ABD,Japonya’nın kıyı kentlerini yoğun bir biçimde bombaladığı sırada Başkan Truman,Japonlar’ın direnişini kırmak ve savaşı kısaltmak gerekçesiyle atom bombası kullanmaya karar verdi. Atom bombası ABD’de,gizlice geliştirilen ve büyük yıkım gücü olan bir silahtı. 6 Ağustos 1945’te ABD hava kuvvetlerinin bir bombardıman uçağı Hiroşima kenti üzerine ilk atom bombasını attı. 3 gün sonra gücü azaltılmış bir atom bombası da Nagasaki’ye atıldı. Bu bombalar Hiroşima’da 200 bin,Nagasaki de ise 80 bin sivlin ölmesine ve on binlerce kişinin yaralanmasına yol açtı. Bu kentler büyük ölçüde yıkıldı; bitki örtüsü çok zarar gördü. Atom bombasının yol açtığı radyasyon etkisi yıllarca. Radyasyon nedeniyle insanlar; daha sonra sakatlandılar ve öldüler. Uzun yıllar sonra bile özürlü çocuklar doğdu.8 Ağustos’da SSCB de Japonya’ya savaş açtı ve Japonlar’ın elinde bulunan Mançurya ve Kore’yi işgale başladı. Bunun üzerine Japonya 2 Eylül’de resmen teslim oldu ve 2. Dünya Savaşı sona erdi.
 
Geri
Top