MERAK İçimizi gıdıklayan birkaç merak "türü" vardır, İngiliz asıllı Kanadalı psikolog Daniel Berlyne merak olgusunu iki ana boyut ya da eksen üzerine oturtur: Bunlardan birincisi algısal ve epistemik1 merak olmak üzere ikiye ayrılır. Diğerinin ise spesifik ve çeldirici olmak üzere iki türü mevcuttur. Algısal merak uç noktadaki aykırılıklar, yeni, farklı ya da şaşırtıcı uyaranlar sebebiyle ortaya çıkar ve görsel incelemeyi tetikler.
Örneğin Asya'nın ücra bir köyünde yaşayıp hayatında ilk defa beyaz ırktan birini gören Asyalı çocukların meraklı bakışlarını düşünün.
Epistemik merak; bilgi, fikir ve gerçeklere ulaşma arzusudur- filozof Immanuel Kant'ın deyimiyle, "bilgi iştahı".
Tüm bilimsel araştırmaların, felsefi sorgulamaların ve dahası muhtemelen tüm spritüel arayışlarımızın arkasındaki temel itici güç işte bu meraktır.
On yedinci yüzyıl filozofu Thomas Hobbes bunu “zihnin şehveti” olarak adlandırmış ve şöyle demiştir:
"Bu öyle bir şehvettir ki bitmek tükenmek bilmeyen sonsuz bilgi üretmenin verdiği kalıcı keyif, tüm bedensel hazların geçici coşkusundan daha üstündür.”
Öyle ki kendinizi ona kaptırmak, sadece daha da fazlasını istemenize neden olur.
Hobbes, insanın "her şeyin nedenini öğrenme arzusu"nu, türümüzü diğer tüm canlılardan ayran bir özellik olarak görür.
Berlyne'a göre, spesifik merak ise belirli bir bilgiye yönelik merakı kapsar.
Örneğin bir bulmacayı çözmek ya da geçen hafta gittiğimiz filmin adını hatırlamaya çalışmak gibi.
Araştırmacıları belli başlı problemler üzerinde çalışmaya iten ve potansiyel çözümler üretmelerini sağlayan şey spesifik meraktır.
Çeldirici merak ise aklınızı çelip sizi oyalayacak yeni bir dürtü arayışını kapsadığı gibi, iflah olmaz bir farklı şeyler keşfetme arzusu da içerir.
Günümüzde, bu tür merak yeni mesaj geldi mi diye sürekli telefonuna bakmak ya da yeni çıkacak bir akıllı telefon modeli için sabırsızlanmak olarak tezahür edebilir. Bazen çeldirici merak spesifik bir meraka da dönüşebilir, çünkü yenilik arayışı özel bir merakı tetikleyebilir.
Empatik merak Berlyne'ın sınıflandırmasında hiçbir kategoriye tam oturmaz. Örneğin bir de marazi merak vardır:
Yolda bir trafik kazası gören sürücülerin istinasız yavaşlayıp manasızca yerini kerteriz etmesi, kanlı bir suç mahallinin ya da cayır cayır yanan bir binanın etrafında toplaşan kalabalığın olan biteni görme çabası işte hep bu merak yüzündendir.
2004'te Irak'ta teröristler tarafından kaçırılıp başı kesilerek öldürülen İngiliz inşaat mühendisi Ken Bigley'in öldürülme görüntülerinin Google’da tıklanma rekorları kırmasına yol açan da bu türden bir meraktır.
İki kişinin yüz yüze sohbetini dinlemek ilgimizi çekmezken, öteki yarısını duyamadığımız bir telefon konuşmasına kulak kabartmaktan kendimizi alamayışımızın sebebi nedir? Merak doğuştan gelen özellik mi, yoksa zaman içinde öğrenilen bir beceri midir?
Ya da tam aksine, çocukken fazlaca sahip olduğumuz ama yetişkinlikte giderek kaybolan bir özellik midir?
Merak konusundaki bilimsel araştırmalara geçmeden önce (biraz da kendi kişisel merakımı tatmin etmek için) dünyanın gelmiş geçmiş en meraklı beyinleri olarak gördüğüm iki kişiyi incelemek üzere kısa bir tura çıkacağız.
Leonardo da Vinci ve fizikçi Richard Feynman’ı bu şekilde tanımlamama karşı çıkacak çok az insan vardır herhalde.
Leonardo'nun uçsuz bucaksız merak yelpazesi, sanattan tutun da bilim ve teknolojiye kadar, öylesine geniş bir alana yayılır ki Leonardo günümüze kadar Rönesans insanı tabirinin arketipi olarak kalmayı başarmıştır.
Sanat tarihçisi Kenneth Clark gayet yerinde bir tespitle Leonardo’yu "tarihteki en meraklı insan" olarak tanımlamıştır.
Feynman’a gelince, dehası ve fiziğin birçok dalında elde ettiği başarılar efsanevidir; ama biyoloji, resim, kasa açma, bongo çalma, çekici kadınlar ve Maya hiyeroglifleri gibi başka bir sürü ilgi alanı vardır.
Kamuoyu onu uzay mekiği 'Challenger faciasını araştıran ekibin üyesi olarak ve kişisel anekdotlarla dolu çok satan kitaplarıyla tanımıştır. Bilimsel keşfin ana motivasyonunun ne olduğu sorulduğunda Feynman şöyle cevap vermiştir: "Bu tamamen merakla ilgili bir şey.
Bir şeyin neyi, neden yaptığını merak etmekle ilgili."
Örneğin Asya'nın ücra bir köyünde yaşayıp hayatında ilk defa beyaz ırktan birini gören Asyalı çocukların meraklı bakışlarını düşünün.
Epistemik merak; bilgi, fikir ve gerçeklere ulaşma arzusudur- filozof Immanuel Kant'ın deyimiyle, "bilgi iştahı".
Tüm bilimsel araştırmaların, felsefi sorgulamaların ve dahası muhtemelen tüm spritüel arayışlarımızın arkasındaki temel itici güç işte bu meraktır.
On yedinci yüzyıl filozofu Thomas Hobbes bunu “zihnin şehveti” olarak adlandırmış ve şöyle demiştir:
"Bu öyle bir şehvettir ki bitmek tükenmek bilmeyen sonsuz bilgi üretmenin verdiği kalıcı keyif, tüm bedensel hazların geçici coşkusundan daha üstündür.”
Öyle ki kendinizi ona kaptırmak, sadece daha da fazlasını istemenize neden olur.
Hobbes, insanın "her şeyin nedenini öğrenme arzusu"nu, türümüzü diğer tüm canlılardan ayran bir özellik olarak görür.
Berlyne'a göre, spesifik merak ise belirli bir bilgiye yönelik merakı kapsar.
Örneğin bir bulmacayı çözmek ya da geçen hafta gittiğimiz filmin adını hatırlamaya çalışmak gibi.
Araştırmacıları belli başlı problemler üzerinde çalışmaya iten ve potansiyel çözümler üretmelerini sağlayan şey spesifik meraktır.
Çeldirici merak ise aklınızı çelip sizi oyalayacak yeni bir dürtü arayışını kapsadığı gibi, iflah olmaz bir farklı şeyler keşfetme arzusu da içerir.
Günümüzde, bu tür merak yeni mesaj geldi mi diye sürekli telefonuna bakmak ya da yeni çıkacak bir akıllı telefon modeli için sabırsızlanmak olarak tezahür edebilir. Bazen çeldirici merak spesifik bir meraka da dönüşebilir, çünkü yenilik arayışı özel bir merakı tetikleyebilir.
Empatik merak Berlyne'ın sınıflandırmasında hiçbir kategoriye tam oturmaz. Örneğin bir de marazi merak vardır:
Yolda bir trafik kazası gören sürücülerin istinasız yavaşlayıp manasızca yerini kerteriz etmesi, kanlı bir suç mahallinin ya da cayır cayır yanan bir binanın etrafında toplaşan kalabalığın olan biteni görme çabası işte hep bu merak yüzündendir.
2004'te Irak'ta teröristler tarafından kaçırılıp başı kesilerek öldürülen İngiliz inşaat mühendisi Ken Bigley'in öldürülme görüntülerinin Google’da tıklanma rekorları kırmasına yol açan da bu türden bir meraktır.
İki kişinin yüz yüze sohbetini dinlemek ilgimizi çekmezken, öteki yarısını duyamadığımız bir telefon konuşmasına kulak kabartmaktan kendimizi alamayışımızın sebebi nedir? Merak doğuştan gelen özellik mi, yoksa zaman içinde öğrenilen bir beceri midir?
Ya da tam aksine, çocukken fazlaca sahip olduğumuz ama yetişkinlikte giderek kaybolan bir özellik midir?
Merak konusundaki bilimsel araştırmalara geçmeden önce (biraz da kendi kişisel merakımı tatmin etmek için) dünyanın gelmiş geçmiş en meraklı beyinleri olarak gördüğüm iki kişiyi incelemek üzere kısa bir tura çıkacağız.
Leonardo da Vinci ve fizikçi Richard Feynman’ı bu şekilde tanımlamama karşı çıkacak çok az insan vardır herhalde.
Leonardo'nun uçsuz bucaksız merak yelpazesi, sanattan tutun da bilim ve teknolojiye kadar, öylesine geniş bir alana yayılır ki Leonardo günümüze kadar Rönesans insanı tabirinin arketipi olarak kalmayı başarmıştır.
Sanat tarihçisi Kenneth Clark gayet yerinde bir tespitle Leonardo’yu "tarihteki en meraklı insan" olarak tanımlamıştır.
Feynman’a gelince, dehası ve fiziğin birçok dalında elde ettiği başarılar efsanevidir; ama biyoloji, resim, kasa açma, bongo çalma, çekici kadınlar ve Maya hiyeroglifleri gibi başka bir sürü ilgi alanı vardır.
Kamuoyu onu uzay mekiği 'Challenger faciasını araştıran ekibin üyesi olarak ve kişisel anekdotlarla dolu çok satan kitaplarıyla tanımıştır. Bilimsel keşfin ana motivasyonunun ne olduğu sorulduğunda Feynman şöyle cevap vermiştir: "Bu tamamen merakla ilgili bir şey.
Bir şeyin neyi, neden yaptığını merak etmekle ilgili."