__nUrAy__
Usta
NEDEN YAŞIYORUZ VE HAYATIN MANASI NEDİR?
Her canlı doğar, büyür ve ölür. Bende doğan, büyüyen yaşayan ve neticede ölecek olan milyonlarca canlıdan biriyim. Doğmam yaşamam bir sır. Binbir çeşit gizli gizli güzellik, esrar ve sanat benim var oluşumda saklı. Yaratılışımda ve mahiyetimde öylesine derin güzellikler, öylesine harukulâde bir sanat, öylesine güçlü bir ilim ve öylesine azametli bir kudret var ki, akıl düşünürken aciz kalıyor. Her şey dönüp dolaşıp bir noktada düğümleniyor. İnsanın canlı bir sanat harikası ve mükemmel bir varlık oluşunda.
Düşünüyor, gülüyor, yürüyor, duygulanıyorum. Karnım acıkıyor, bir yerim ağrıyor, hissediyorum. Bazen çok duygulu, bazen çok acımasız olabiliyorum. Hayatın bütün belirtileri bende var olduğuna göre, demek ki ben varım ve yaşıyorum. Gülüp ağlayabilmem, dinleyip konuşabilmem, acıyı sevinci hissedebilmem “yaşıyor” olmanın yeterli delilleri. Bu durumda akla bir soru geliyor; Mademki ben vücudumla bütün duygu ve düşüncelerimle, akıl ve mantığımla, hal ve hareketimle, kısaca Fizyolojik, Psikolojik ve Biyolojik yönlerimle bu kadar mükemmel, bu kadar değerliyim, o halde neden varım, neden yaşıyorum ?
Koklayıp atımız bir çiçek, ezip geçtiğimiz bir tutam ot gibi yok olmak, hiç olmak için yaratılmadık herhalde. Canlı cansız bütün varlıkların insana hizmet için yaratıldığı bu dünyada, insan kime “hizmet” etmeli?
Sevinçlerin fani lezzeti, acıların karanlık deryası arasında dolaşmak için yaratılmadık. Yemek içmek ve uyumak arasında ömrümüzü israf etmek için de yaşamıyoruz. Bu dünyada, ancak kabir kapısına kadar bize refakat edebilecek para-pul, şan şöhret sahibi olabilmek içinde var olmadık.
Etimle kemiğimle, duygu ve düşüncelerimle, ben varım.
Dünyalara dar gelen hayalim, sonsuzluk isteyen gönlüm, hakikate susuz aklım, güzeli arayan ruhumla varım ve yaşıyorum. Hayatım bir bahçe, gönlüm bu bahçenin cennet-misal olmasından yana. Çoraklığı istemiyor, solan çiçekler beni üzüyor, meyvesiz ağaçlar içimi kanatıyor. Çiçeğinden dalına, ağacından meyvesine devamlılık istiyorum. Lezzetler bitmesin, mumluluklar sürsün istiyorum. İnanmanın tadına doyamıyorum. Hayatıma hayat katacak, hem nuru, hem esası olacak bir gayem olsun istiyorum.
Bu dünyada canlı olarak yaşamamız büyük nimet. Hele “İNSAN” olarak yaratılmamız en büyük nimet. Bu nimete MİNNET gerek, İLİM gerek, FİKİR gerek. SECDE ile ŞÜKRAN gerek…
Âlem Yaratıcımızla manâsını buluyor. Hayatımız O’nu tanıyıp bilmekle nurlanıyor. O’na İMAN ile kemâlini buluyor. Ot gibi yaşayıp, çöp gibi sürünmeyi kim ister? Ben hayatın tadına KUR’anın yolunda gitmekle, İlâhi emirlere uymakla vardım. İlmi, aklı ve duyguları bir potada eriyip kaynaştıran ve “İNSANİYE’i KÜBRA” olan İslâmiyet’i yaşamakla hayatımın renklendiğini, ömrümün lezzetlendiğini gördüm. ALLAH’a C.C. teslim olmak manâsına gelen İslâmın tadını İMAN ve İBADET’te buldum.
İmanın nuru gaflet ve inkârın karanlığını yok ederken, ömrümün her saniyesini büyük bir zevk, sonsuz bir lezzet içersinde yaşıyorum. İnançsız bir hayat, inkârcı bir ruh, isyancı bir akıl düşünemiyorum. Düşüncesi bile beni korkutuyor.
İnanıyorum ki, ancak İMAN potasında eriyip, varlığını KUR’AN ve kâinatın ayetleriyle yoğurabilen, o ayetlerin okuduğu tecellileri mütalâ edip ESMÂ-i HÜSNA’ya ulaşarak ALLAH’a kulluk yolunda adım adım ilerliyen bir insan gerçek manâda yaşıyor demektir.
Dünya durmuyor, gidiyor. İnsanda beraber gidiyor. Bende yolcuyum. Şu dünya ise bir misafirhanedir. Bu misafirlikte israfa, abesiyete, gaflete, başıbozukluğa, cehalete, boşluğa, ahenksizliğe ve inkâra yer yok. Bu dünyayı esas maksat ve gaye bilirsek aldanırız.
Bu dünya da ALLAH’ı tanımak ve O’na muhatap olmak için varız. Sonsuz bir hayatı kazanmak, ebedi lezzetleri elde etmek varız. Yaratıcımız bizi, kendisini tanıyıp şükür ve ibadetle rızasını kazanmamız için dünya denilen imtihan salonuna yollamıştır. Ben de diğer insanlar gibi burada misafirim. Ebedi hayatımı şekillendirecek bir imtihana tabiyim. Değimli ki, günün birinde solup, eninde sonunda öleceğim. RABB’imin KUR’ANla kâinatla ve HZ. Peygamberimizle tarif edip gösterdiği istikamette yaşamalıyım ki, hayatım bekâ ve saadet meyvalarını versin: Yaratılış hikmetlerini ve maksadlarını tam manâsıyla yerine getirmiş hakiki bir “İNSAN “ olarak, sonsuz bir hayatta Yaratıcısının muhatabı olabileyim.
Ebedi hayat önümüzdedir. Orada göreceğimiz rahat ve lezzet, bu fani ömürdeki tavrımıza bağlıdır. Ölüm sillesi uyandırmadan evvel uyanmalı, hayatımıza manâ kazandırmalı, istikametimizi tayin etmeliyiz.
Ebed için yaratılan, ALLAH’ın halifesi olma kabiliyetine sahip kılınarak kıymet kazanan İNSAN, ancak ALLAH’a İMAN’la gönlünü ve aklını huzura kavuşturabilir.
Çünkü “ ALLAH’a aitiz ve O’na döneceğiz “.
Onun için önümüzdeki günlerin kıymet ve kadrini bilip ömür sermayesini ona göre sarf edelim.
Bizi çok seven Yaratıcının kullarıyız. Nereden mi biliyorsunuz?
Yaratıcımız bizi seviyor, çünkü bizi yarattıklarının en şereflisi olarak yaratmış. Yaratıcımız bizi seviyor, çünkü bize, bedelleri milyarlarca lirayla bile ölçülemeyecek şahane organlar vermiş.
Yaratıcımız bizi seviyor, çünkü ruhumuza verdiği her duyguyu tatmin edecek, varlıkları da yaratmış. Meselâ bütün insanlar güzeli sever, güzeli ister. Yaratıcımız insana verdiği bu güzeli sevme, isteme duygusunu tatmin etmek için güzellikleri yaratmış. Gül güzeldir. Gülün güzelliği Yaratıcımızın varlığını, sanatını gösterdiği gibi, güzellik duygusunu da tamin eder. Yaratıcımız bizi seviyor. Çünkü aciz olduğumuzu biliyor ve bildiği için taşından toprağına, hayvanından bitkisine, Güneşinden Ay’ına gezegenlerine kadar bütün yaratıkları insanın hizmetine koşturmuş. Yaratıcımız bizi seviyor. Çünkü şu imtihan meydanında bizi yalnız bırakmamış, Peygamberlerini bize öğretmen olarak göndermiş, imtihanımızı kolaylaştırmış. O öğretmenler sayesinde Rabbimizi tanırız, kâinat kitabını okuruz. Yaratıcımız bizi seviyor, çünkü rahmetiyle yaptığımız hataları ve günahları affediyor. Tövbe kapısını açık bırakmış. Bize hatalarımızdan, günahlarımızdan kurtulmak için fırsat vermiş. Yaratıcımızın bizi sevdiği rahmetinin coştuğu bazı işaret taşları vardır. Bu işaret taşları KANDİL’ler, RAMAZAN ve mübarek ÜÇ AYLAR’dır. Affın ve bağışlanmanın bol olduğu bu kudsi günlerde, Rabbimiz kullarını tövbeye davet ediyor.” TÖVBE EDİN BAĞIŞLAYAYIM” buyuruyor. Bizde, bizi çok seven, şefkat eden Rabbimizin bu davetini fırsad bilip, O’nu ne kadar çok sevdiğimizi, kulluğumuzu bu gecelerde göstermeliyiz. Rabbimize ellerimizi açıp dua etmeliyiz.
Ey RABBİMİZ bizleri affet, bizleri İMAN NUR’u ile nurlandır. Bizi senin sevdiğin işleri yapan kullarından eyle, Sana olan sevgimizi kalbimizden hiç eksik etme, muhafaza et. Bizi Salih kullarının arasına dâhil et. Emanetini alıncaya kadar yolundan ayırma. Günahtan, isyandan koru, bizi hayırlı işlerde, dine, vatan’a, insanlığa hizmette başarılı kıl. AMİN AMİN AMİN….
ALINTIDIR
Her canlı doğar, büyür ve ölür. Bende doğan, büyüyen yaşayan ve neticede ölecek olan milyonlarca canlıdan biriyim. Doğmam yaşamam bir sır. Binbir çeşit gizli gizli güzellik, esrar ve sanat benim var oluşumda saklı. Yaratılışımda ve mahiyetimde öylesine derin güzellikler, öylesine harukulâde bir sanat, öylesine güçlü bir ilim ve öylesine azametli bir kudret var ki, akıl düşünürken aciz kalıyor. Her şey dönüp dolaşıp bir noktada düğümleniyor. İnsanın canlı bir sanat harikası ve mükemmel bir varlık oluşunda.
Düşünüyor, gülüyor, yürüyor, duygulanıyorum. Karnım acıkıyor, bir yerim ağrıyor, hissediyorum. Bazen çok duygulu, bazen çok acımasız olabiliyorum. Hayatın bütün belirtileri bende var olduğuna göre, demek ki ben varım ve yaşıyorum. Gülüp ağlayabilmem, dinleyip konuşabilmem, acıyı sevinci hissedebilmem “yaşıyor” olmanın yeterli delilleri. Bu durumda akla bir soru geliyor; Mademki ben vücudumla bütün duygu ve düşüncelerimle, akıl ve mantığımla, hal ve hareketimle, kısaca Fizyolojik, Psikolojik ve Biyolojik yönlerimle bu kadar mükemmel, bu kadar değerliyim, o halde neden varım, neden yaşıyorum ?
Koklayıp atımız bir çiçek, ezip geçtiğimiz bir tutam ot gibi yok olmak, hiç olmak için yaratılmadık herhalde. Canlı cansız bütün varlıkların insana hizmet için yaratıldığı bu dünyada, insan kime “hizmet” etmeli?
Sevinçlerin fani lezzeti, acıların karanlık deryası arasında dolaşmak için yaratılmadık. Yemek içmek ve uyumak arasında ömrümüzü israf etmek için de yaşamıyoruz. Bu dünyada, ancak kabir kapısına kadar bize refakat edebilecek para-pul, şan şöhret sahibi olabilmek içinde var olmadık.
Etimle kemiğimle, duygu ve düşüncelerimle, ben varım.
Dünyalara dar gelen hayalim, sonsuzluk isteyen gönlüm, hakikate susuz aklım, güzeli arayan ruhumla varım ve yaşıyorum. Hayatım bir bahçe, gönlüm bu bahçenin cennet-misal olmasından yana. Çoraklığı istemiyor, solan çiçekler beni üzüyor, meyvesiz ağaçlar içimi kanatıyor. Çiçeğinden dalına, ağacından meyvesine devamlılık istiyorum. Lezzetler bitmesin, mumluluklar sürsün istiyorum. İnanmanın tadına doyamıyorum. Hayatıma hayat katacak, hem nuru, hem esası olacak bir gayem olsun istiyorum.
Bu dünyada canlı olarak yaşamamız büyük nimet. Hele “İNSAN” olarak yaratılmamız en büyük nimet. Bu nimete MİNNET gerek, İLİM gerek, FİKİR gerek. SECDE ile ŞÜKRAN gerek…
Âlem Yaratıcımızla manâsını buluyor. Hayatımız O’nu tanıyıp bilmekle nurlanıyor. O’na İMAN ile kemâlini buluyor. Ot gibi yaşayıp, çöp gibi sürünmeyi kim ister? Ben hayatın tadına KUR’anın yolunda gitmekle, İlâhi emirlere uymakla vardım. İlmi, aklı ve duyguları bir potada eriyip kaynaştıran ve “İNSANİYE’i KÜBRA” olan İslâmiyet’i yaşamakla hayatımın renklendiğini, ömrümün lezzetlendiğini gördüm. ALLAH’a C.C. teslim olmak manâsına gelen İslâmın tadını İMAN ve İBADET’te buldum.
İmanın nuru gaflet ve inkârın karanlığını yok ederken, ömrümün her saniyesini büyük bir zevk, sonsuz bir lezzet içersinde yaşıyorum. İnançsız bir hayat, inkârcı bir ruh, isyancı bir akıl düşünemiyorum. Düşüncesi bile beni korkutuyor.
İnanıyorum ki, ancak İMAN potasında eriyip, varlığını KUR’AN ve kâinatın ayetleriyle yoğurabilen, o ayetlerin okuduğu tecellileri mütalâ edip ESMÂ-i HÜSNA’ya ulaşarak ALLAH’a kulluk yolunda adım adım ilerliyen bir insan gerçek manâda yaşıyor demektir.
Dünya durmuyor, gidiyor. İnsanda beraber gidiyor. Bende yolcuyum. Şu dünya ise bir misafirhanedir. Bu misafirlikte israfa, abesiyete, gaflete, başıbozukluğa, cehalete, boşluğa, ahenksizliğe ve inkâra yer yok. Bu dünyayı esas maksat ve gaye bilirsek aldanırız.
Bu dünya da ALLAH’ı tanımak ve O’na muhatap olmak için varız. Sonsuz bir hayatı kazanmak, ebedi lezzetleri elde etmek varız. Yaratıcımız bizi, kendisini tanıyıp şükür ve ibadetle rızasını kazanmamız için dünya denilen imtihan salonuna yollamıştır. Ben de diğer insanlar gibi burada misafirim. Ebedi hayatımı şekillendirecek bir imtihana tabiyim. Değimli ki, günün birinde solup, eninde sonunda öleceğim. RABB’imin KUR’ANla kâinatla ve HZ. Peygamberimizle tarif edip gösterdiği istikamette yaşamalıyım ki, hayatım bekâ ve saadet meyvalarını versin: Yaratılış hikmetlerini ve maksadlarını tam manâsıyla yerine getirmiş hakiki bir “İNSAN “ olarak, sonsuz bir hayatta Yaratıcısının muhatabı olabileyim.
Ebedi hayat önümüzdedir. Orada göreceğimiz rahat ve lezzet, bu fani ömürdeki tavrımıza bağlıdır. Ölüm sillesi uyandırmadan evvel uyanmalı, hayatımıza manâ kazandırmalı, istikametimizi tayin etmeliyiz.
Ebed için yaratılan, ALLAH’ın halifesi olma kabiliyetine sahip kılınarak kıymet kazanan İNSAN, ancak ALLAH’a İMAN’la gönlünü ve aklını huzura kavuşturabilir.
Çünkü “ ALLAH’a aitiz ve O’na döneceğiz “.
Onun için önümüzdeki günlerin kıymet ve kadrini bilip ömür sermayesini ona göre sarf edelim.
Bizi çok seven Yaratıcının kullarıyız. Nereden mi biliyorsunuz?
Yaratıcımız bizi seviyor, çünkü bizi yarattıklarının en şereflisi olarak yaratmış. Yaratıcımız bizi seviyor, çünkü bize, bedelleri milyarlarca lirayla bile ölçülemeyecek şahane organlar vermiş.
Yaratıcımız bizi seviyor, çünkü ruhumuza verdiği her duyguyu tatmin edecek, varlıkları da yaratmış. Meselâ bütün insanlar güzeli sever, güzeli ister. Yaratıcımız insana verdiği bu güzeli sevme, isteme duygusunu tatmin etmek için güzellikleri yaratmış. Gül güzeldir. Gülün güzelliği Yaratıcımızın varlığını, sanatını gösterdiği gibi, güzellik duygusunu da tamin eder. Yaratıcımız bizi seviyor. Çünkü aciz olduğumuzu biliyor ve bildiği için taşından toprağına, hayvanından bitkisine, Güneşinden Ay’ına gezegenlerine kadar bütün yaratıkları insanın hizmetine koşturmuş. Yaratıcımız bizi seviyor. Çünkü şu imtihan meydanında bizi yalnız bırakmamış, Peygamberlerini bize öğretmen olarak göndermiş, imtihanımızı kolaylaştırmış. O öğretmenler sayesinde Rabbimizi tanırız, kâinat kitabını okuruz. Yaratıcımız bizi seviyor, çünkü rahmetiyle yaptığımız hataları ve günahları affediyor. Tövbe kapısını açık bırakmış. Bize hatalarımızdan, günahlarımızdan kurtulmak için fırsat vermiş. Yaratıcımızın bizi sevdiği rahmetinin coştuğu bazı işaret taşları vardır. Bu işaret taşları KANDİL’ler, RAMAZAN ve mübarek ÜÇ AYLAR’dır. Affın ve bağışlanmanın bol olduğu bu kudsi günlerde, Rabbimiz kullarını tövbeye davet ediyor.” TÖVBE EDİN BAĞIŞLAYAYIM” buyuruyor. Bizde, bizi çok seven, şefkat eden Rabbimizin bu davetini fırsad bilip, O’nu ne kadar çok sevdiğimizi, kulluğumuzu bu gecelerde göstermeliyiz. Rabbimize ellerimizi açıp dua etmeliyiz.
Ey RABBİMİZ bizleri affet, bizleri İMAN NUR’u ile nurlandır. Bizi senin sevdiğin işleri yapan kullarından eyle, Sana olan sevgimizi kalbimizden hiç eksik etme, muhafaza et. Bizi Salih kullarının arasına dâhil et. Emanetini alıncaya kadar yolundan ayırma. Günahtan, isyandan koru, bizi hayırlı işlerde, dine, vatan’a, insanlığa hizmette başarılı kıl. AMİN AMİN AMİN….
ALINTIDIR