Neşet Ertaş Kimdir?
Neşet Ertaş 1938 senesinde Kırşehir Çiçekdağı’nda doğmuştur. Babası saz üstadı/ustası Muharrem Ertaş, annesi Döne Hanımdır. Ertaş, ilkokul yıllarında ilk olarak keman, daha sonra bağlama çalmayı öğrendi. Babası Muharrem Ertaş ile birlikte yörenin yerel eğlencelerinde, düğünlerde saz çalıp, eşliğinde türküler söylemeye başladı.
Ertaş, etkilendiği tek kişinin babası Muharrem Ertaş olduğunu hemen hemen her söyleşisinde belirtir. Kendi ifadesi ile şu şekilde beyan eder; “Babamla ben aynı ruhun insanlarıyız.” Neşet Ertaş, 1950’li yılların son döneminde İstanbul’a gelerek ilk plağını “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül” adı ile babası Muharrem Ertaş’ın sahibi olduğu ve o’na ait bir türkü ile çıkardı. Halk tarafından çok beğenilen bu plağı diğer plaklar, kasetler ve halk konserleri takip etmiştir. Yıllar sonra Neşet Ertaş Ankara’ya yerleşir. Burada yaşadığı sağlık sorunları yüzünden kardeşinin daveti üzerine Almanya’ya gitmeyi uygun görür. Çocuklarının eğitimi ve sanatsal çalışmalarından ötürü uzun bir süre Almanya’da ikamet eden Neşet Ertaş, 2000 senesinde İstanbul’da verdiği konser ile sevenlerinin karşısına yeniden çıkmış ve sahne almıştır.
Süleyman Demirel döneminde kendisine sunulan ‘devlet sanatçılığı’ ünvanını; “O dönem Süleyman Demirel cumhurbaşkanıydı. Devlet sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, ‘hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor’ diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdatlarımız adına aldım.” diyerek geri çevirmiştir. Mütevazı kişiliği ile de halk’ın sevdiği isim olmayı başarmış ve gönüllerde taht kurmuştur. Unesco tarafından ”yaşayan insan hazinesi” kabul edilmiş olan Neşet Ertaş, 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet Konservatuarı tarafından da fahri doktora ödülüne layık görülmüştür.
Usta sanatçı ve gönül adamı Neşet Ertaş, 25 Eylül 2012’de İzmir’de tedavi gördüğü hastane’de hayata gözlerini yummuştur.
Bozkır’ın Tezenesi Erdoğan Atakar’ın Ağzından
Ona bu sıfatı uygun gören isim Erdoğan Atakar’dır. Hikaye’yi birebir anlatıyor:
O yıllarda Karaköy’de, Haliç’in kıyısında bir büroda çalışırdık, Karaköy köprüsünün gözünün içine bakan bir dördüncü katta Gerilerde Haydarpaşa, Topkapı Sarayı…
Sabah büroya ilk giren emektar Grundig’in tuşuna basar, Ankara Radyosundan alınmış bir makara bant dönmeye başlar, odayı efkarlı bir ses doldururdu; Karadır bu bahtım kara! Ardından öbürleri gelirdi; Kendi edip kendi bulanlar, seher vakti çalınan yar kapıları, çıkagelen gözleri sürmeliler, yine bir laf duyup belli kırılanlar, görülmeyi görülmeyi ne güzel olan gözeler, iki baş bir yastıkta uykuyu neyleyen gözler, gelinlerin geçtiği köprüler… Sonunda; “Biter Kırşehir’in gülleri biter!” der, bitirirdi Sabahtan akşama, bittikçe başa dönülen bu bant dönüp dururdu o işhanı’nın dördüncü katında, o yıllarda, Haliç’in kıyıcığında.
Bir gün, arkadaşlarımızdan biri Unkapanında çalışan bir arkadaşından aldığı bir mektubu getirdi Yugoslavya’nın bir mapushanesinden yollanmış, plakçısına bir ricasını ileten bir mektup. Mektubun altındaki imza Neşet Ertaş’tı. Yaşar Kemal’in bir kitabını alıp yanlış hatırlamıyorsam, Üç Anadolu Efsanesi ön sayfasına: “Bozkırın büyük tezenesine geçmiş olsun!” yazıp imzaladım: Erdoğan Atakar. Sonra da öbür arkadaşlarım imzaladılar, yani Erdal Taşçıoğlu, Ömer Köseli, Nejat Kutsal ve Hüseyin Atasoy. Yolladık kitabı Yugoslavya’nın mapus damına. Aradan bir süre geçtikten sonra Ertaştan bir mektup aldık; teşekkür edip, “İstanbul cennetinde buluşmak üzere” diye bitiriyordu
Aradan uzun bir süre geçti Ses soluk çıkmadı Ertaştan, makara bant dönüp duruyordu. Bir gün gazetelerde bir ilan çıktı; “Neşet Ertaş Çakıl gazinosunda!” Bir sepet çiçek yolladık ilk akşamında programın “Bozkırın Büyük Tezenesi, İstanbul Cennetine Hoşgeldin” yazılı bir kart iliştirdik Altında aynı imzalar: Erdoğan, Erdal, Ömer, Nejat, Hüseyin Akşam da soluğu Çakılda aldık. Geç vakit sahneye çıktı. Perde açıldığında sağ yanında bizim çiçek sepeti duruyordu. Eğildi, mikrofona, “aranızda dostlarım var, ilk türküyü onlar için okuyorum” diyerek bir uzun havaya girdi. Bizim masada herkes ayağa fırlamış, çığlık çığlığa…
Program sonunda gidip onu kuliste buldum; Ertesi gün buluşmak üzere sözleştik. Onun Çakıl’da program yaptığı o sürede sık sık gidip onu dinledim Program sonrası beraber çıkar, bir yerlerde yer içer, konuşurduk. Daha sonrada o konuşur, ben dinlerdim; Zor geçen çocukluk yılları, baba Muharrem Ertaş, Sayın Nida Tüfekçi bir seferinde: “Neşet, geç vakit sahneye çıkıyorsun, herkes sarhoş, programa bir uzun havayla girip on onbeş dakika uzun hava okuyorsun; O kafayla dinleyemiyorlar, dikkat dağılıyor, uzun havayı kısa kesip, kırık havaya geçsen daha iyi olmaz mı?” Demiştim. Cevabını hiç unutamam: “Ben bu uzun havaya girince, beş dakikada çıkamam ki!” Bir akşam eve davet etmiştim, kabul etti. Akşam gel beni stüdyodan al dedi. Tünelden çıkınca, biraz ilerde, sağda bir binanın üst katlarından birine çıktım. Kapıyı açtılar, camlı bir bölgenin arkasında son türküyü okuyordu: Haydar, Haydar(Yanlış anlaşılmasın, hani şu melanet hırkasını giyen Haydar)çıktı geldi,”bunu niye söylüyorsun? diye söylendim.” Kırk plaklık (aklımda yanlış kalmadıysa) bir anlaşmam var. Napıyım? Dedi. Onun arabası da benimki de o zamanlar evlendirme dairesi olan yapının karşısındaki parktaydı.
O yıllar onun burunlu, benim de burunsuz birer Volkswagenimiz vardı. Onun arabasını ben kullanarak, eve geldik Hazırlanmış masaya kafasını koydu, koyuş o koyuş. Ben de tuttum, onun bandını koyup bant çalara, kadehimi doldurdum. Son türküye gelmiştik, kafasını kaldırdı: Ben bunu da mı okumuşum? Diye sordu. Biter Kırşehirin gülleri biter kalktı, bir güzel oynadı. Bir iki lokma aldı mı almadı mı masadan kalkıp, geçtik oturduk. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Aldı sazı eline ben şelfe lafını o günlerden 15-20 yıl sonra duydum sanırım tezenesiz o güne kadar duymadığım mistik, dini havalar çalıp söyledi, usul usul… Sonra da sazı odanın duvarına asıp, binip arabasına gitti.(İki gün sonra geri götürdüm sazı elbette) O program, Çakıldaki program bitince, Ertaş İstanbul’dan gitti; bir daha da görüşmedik…
Mütevazı Kişiliği
Hiçbir zaman ben demeyen bir karakteri vardı. Devlet sanatçılığını kabul etmemesi, ayrımcılık olarak görmesi onun mütevazılığını ve karakterini ortaya koymaya yeterli oldu. Nil Karaibrahimgil’in: ” Neşet Ertaş’ı tanımıyorum, dinlemedim.” Sözlerinden sonra: Biz yaşlı adamız, kızımız henüz genç dinlemeyebilir, duymamış olabilir bu normal, bunda yanlış bir şey yok diyerek mütevazı kişiliğinden ödün vermemiştir. Bu açıklamalar sonrası Nil Karaibrahimgil’in özrü gecikmemiştir. Hem kişiliğini hem sanatını fazlasıyla takdir ettiğim ve sevdiğim Neşet Ertaş’ın babası ile keyifli atışmasını da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bunun yanı sıra sizlere sunacağım birçok video Neşet Ertaş’ın belgesel niteliğindeki görüntülerini içeriyor ve konserlerinden bazı görüntüleri de paylaşacağım. Özellikle Can Dündar’ın hazırladığı sunumu muhakkak izleyiniz.
Neşet Ertaş’ın Kendi Kaleminden Hayatı
Bin dokuz yüz otuz sekiz cihana
Kırtıllar köyünde geldin dediler
Babama muharrem, anama döne
Dediysen atayı bildin dediler
Dizinde sızıydı anamın derdi
Tokacı saz yaptı elime verdi
Yeni bitirmiştim üç ile dördü
Baban gibi sazcı oldun dediler
O zaman babamdan öğrendim sazı
Engin gönül ile hakka niyazı
O yaşımda yaktı bir ahu gözü
Mecnun gibi çölde kaldın dediler
Zalım kader devranını dönderdi
Tuttu bizi ibikliye gönderdi
Babam saz çalarken bana zil verdi
Oynadım meydanda köçek dediler
Anam döne ibiklide ölünce
Tam beş tane öksüz yetim kalınca
Beşimiz de perişan olunca
Babamgile burdan göçek dediler
Yürüdü göçümüz tefleğe doğru
Bu hali görenin yanıyor bağrı
Üç aylık çoçuğun çekilmez kahrı
Bunlara bir ana bulun dediler
Yozgatın Kırıksoku Köyüne vardık
Bize ana yok mu diyerek sorduk
Adı arzu dediler bir ana bulduk
İşte bu anadır buldun dediler
En küçük kardaşı kayıp eyledik
Onun için gizli gizli ağladık
Üstelik babamı asker eyledik
Yine öksüz yetim kaldın dediler
Zalım kader tebdilimi şaşırttı
Heybe verdi dalımıza devşirtti
Yardım etti Yerköyüne göçürttü
Biraz da burada kalın dediler
Yerköyden Kırıkkaleye geldik
Babam saz çalarken biz çümbüş aldık
Kırşehire varınca kemanı çaldık
Aferin arkadaş çaldın dediler
Yarin aşkı ile arttı hep derdim
Babamı bir yere dünür gönderdim
Başlık çok istemişler haberin aldım
İstemiyor yarin seni dediler
Kırşehirde yedi sene kalınca
Düğün düzgün hepsi bize gelince
Burada herkese yer daralınca
Ankaraya gider yolun dediler
Ankarada (sünnetçi) Veysel Ustayı buldum
Epeyce eğleştim, evinde kaldım
Yüz lirayı verip bir yatak aldım
Etti isen böyle buldun dediler
Bir ev kiraladım münasip yerde
Kaldı kavim kardaş hep Kırşehir’de
Bu aşk hançerini vurdu derinde
Çaresini bulmazsan öldün dediler
Yarin aşkı ile döndüm şaşkına
Arada içerdim yarin aşkına
Canan acımaz mı garip dostuna
Bunu da içeriye alın dediler
Albümleri
1988 Gönül Ne Gezersin Seyran Yerinde
1988 Kendim Ettim Kendim Buldum
1988 Kibar Kız
1989 Hapishanelere Güneş Doğmuyor
1989 Sazlı Sözlü Oyun Havaları
1990 Gel Gayri Gel
1992 Türküler Yolcu
1992 Gitme Leylam
1993 Kova Kova İndirdiler Yazıya
1995 Seçmeler 2
1995 Seçmeler 3
1995 Seher Vakti
1995 Altın Ezgiler 3
1996 – Polis Lojmanları
1997 Benim Yurdum
1998 Gönül Yarası
1999 Zülüf Dökülmüş Yüze
1999 Gönül Dağı
1999 Muhur Gözlüm
1999 Zahidem
1999 Neredesin Sen
1999 Gönül Dağ
(alıntı )
Neşet Ertaş 1938 senesinde Kırşehir Çiçekdağı’nda doğmuştur. Babası saz üstadı/ustası Muharrem Ertaş, annesi Döne Hanımdır. Ertaş, ilkokul yıllarında ilk olarak keman, daha sonra bağlama çalmayı öğrendi. Babası Muharrem Ertaş ile birlikte yörenin yerel eğlencelerinde, düğünlerde saz çalıp, eşliğinde türküler söylemeye başladı.
Ertaş, etkilendiği tek kişinin babası Muharrem Ertaş olduğunu hemen hemen her söyleşisinde belirtir. Kendi ifadesi ile şu şekilde beyan eder; “Babamla ben aynı ruhun insanlarıyız.” Neşet Ertaş, 1950’li yılların son döneminde İstanbul’a gelerek ilk plağını “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül” adı ile babası Muharrem Ertaş’ın sahibi olduğu ve o’na ait bir türkü ile çıkardı. Halk tarafından çok beğenilen bu plağı diğer plaklar, kasetler ve halk konserleri takip etmiştir. Yıllar sonra Neşet Ertaş Ankara’ya yerleşir. Burada yaşadığı sağlık sorunları yüzünden kardeşinin daveti üzerine Almanya’ya gitmeyi uygun görür. Çocuklarının eğitimi ve sanatsal çalışmalarından ötürü uzun bir süre Almanya’da ikamet eden Neşet Ertaş, 2000 senesinde İstanbul’da verdiği konser ile sevenlerinin karşısına yeniden çıkmış ve sahne almıştır.
Süleyman Demirel döneminde kendisine sunulan ‘devlet sanatçılığı’ ünvanını; “O dönem Süleyman Demirel cumhurbaşkanıydı. Devlet sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, ‘hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor’ diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdatlarımız adına aldım.” diyerek geri çevirmiştir. Mütevazı kişiliği ile de halk’ın sevdiği isim olmayı başarmış ve gönüllerde taht kurmuştur. Unesco tarafından ”yaşayan insan hazinesi” kabul edilmiş olan Neşet Ertaş, 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet Konservatuarı tarafından da fahri doktora ödülüne layık görülmüştür.
Usta sanatçı ve gönül adamı Neşet Ertaş, 25 Eylül 2012’de İzmir’de tedavi gördüğü hastane’de hayata gözlerini yummuştur.
Bozkır’ın Tezenesi Erdoğan Atakar’ın Ağzından
Ona bu sıfatı uygun gören isim Erdoğan Atakar’dır. Hikaye’yi birebir anlatıyor:
O yıllarda Karaköy’de, Haliç’in kıyısında bir büroda çalışırdık, Karaköy köprüsünün gözünün içine bakan bir dördüncü katta Gerilerde Haydarpaşa, Topkapı Sarayı…
Sabah büroya ilk giren emektar Grundig’in tuşuna basar, Ankara Radyosundan alınmış bir makara bant dönmeye başlar, odayı efkarlı bir ses doldururdu; Karadır bu bahtım kara! Ardından öbürleri gelirdi; Kendi edip kendi bulanlar, seher vakti çalınan yar kapıları, çıkagelen gözleri sürmeliler, yine bir laf duyup belli kırılanlar, görülmeyi görülmeyi ne güzel olan gözeler, iki baş bir yastıkta uykuyu neyleyen gözler, gelinlerin geçtiği köprüler… Sonunda; “Biter Kırşehir’in gülleri biter!” der, bitirirdi Sabahtan akşama, bittikçe başa dönülen bu bant dönüp dururdu o işhanı’nın dördüncü katında, o yıllarda, Haliç’in kıyıcığında.
Bir gün, arkadaşlarımızdan biri Unkapanında çalışan bir arkadaşından aldığı bir mektubu getirdi Yugoslavya’nın bir mapushanesinden yollanmış, plakçısına bir ricasını ileten bir mektup. Mektubun altındaki imza Neşet Ertaş’tı. Yaşar Kemal’in bir kitabını alıp yanlış hatırlamıyorsam, Üç Anadolu Efsanesi ön sayfasına: “Bozkırın büyük tezenesine geçmiş olsun!” yazıp imzaladım: Erdoğan Atakar. Sonra da öbür arkadaşlarım imzaladılar, yani Erdal Taşçıoğlu, Ömer Köseli, Nejat Kutsal ve Hüseyin Atasoy. Yolladık kitabı Yugoslavya’nın mapus damına. Aradan bir süre geçtikten sonra Ertaştan bir mektup aldık; teşekkür edip, “İstanbul cennetinde buluşmak üzere” diye bitiriyordu
Aradan uzun bir süre geçti Ses soluk çıkmadı Ertaştan, makara bant dönüp duruyordu. Bir gün gazetelerde bir ilan çıktı; “Neşet Ertaş Çakıl gazinosunda!” Bir sepet çiçek yolladık ilk akşamında programın “Bozkırın Büyük Tezenesi, İstanbul Cennetine Hoşgeldin” yazılı bir kart iliştirdik Altında aynı imzalar: Erdoğan, Erdal, Ömer, Nejat, Hüseyin Akşam da soluğu Çakılda aldık. Geç vakit sahneye çıktı. Perde açıldığında sağ yanında bizim çiçek sepeti duruyordu. Eğildi, mikrofona, “aranızda dostlarım var, ilk türküyü onlar için okuyorum” diyerek bir uzun havaya girdi. Bizim masada herkes ayağa fırlamış, çığlık çığlığa…
Program sonunda gidip onu kuliste buldum; Ertesi gün buluşmak üzere sözleştik. Onun Çakıl’da program yaptığı o sürede sık sık gidip onu dinledim Program sonrası beraber çıkar, bir yerlerde yer içer, konuşurduk. Daha sonrada o konuşur, ben dinlerdim; Zor geçen çocukluk yılları, baba Muharrem Ertaş, Sayın Nida Tüfekçi bir seferinde: “Neşet, geç vakit sahneye çıkıyorsun, herkes sarhoş, programa bir uzun havayla girip on onbeş dakika uzun hava okuyorsun; O kafayla dinleyemiyorlar, dikkat dağılıyor, uzun havayı kısa kesip, kırık havaya geçsen daha iyi olmaz mı?” Demiştim. Cevabını hiç unutamam: “Ben bu uzun havaya girince, beş dakikada çıkamam ki!” Bir akşam eve davet etmiştim, kabul etti. Akşam gel beni stüdyodan al dedi. Tünelden çıkınca, biraz ilerde, sağda bir binanın üst katlarından birine çıktım. Kapıyı açtılar, camlı bir bölgenin arkasında son türküyü okuyordu: Haydar, Haydar(Yanlış anlaşılmasın, hani şu melanet hırkasını giyen Haydar)çıktı geldi,”bunu niye söylüyorsun? diye söylendim.” Kırk plaklık (aklımda yanlış kalmadıysa) bir anlaşmam var. Napıyım? Dedi. Onun arabası da benimki de o zamanlar evlendirme dairesi olan yapının karşısındaki parktaydı.
O yıllar onun burunlu, benim de burunsuz birer Volkswagenimiz vardı. Onun arabasını ben kullanarak, eve geldik Hazırlanmış masaya kafasını koydu, koyuş o koyuş. Ben de tuttum, onun bandını koyup bant çalara, kadehimi doldurdum. Son türküye gelmiştik, kafasını kaldırdı: Ben bunu da mı okumuşum? Diye sordu. Biter Kırşehirin gülleri biter kalktı, bir güzel oynadı. Bir iki lokma aldı mı almadı mı masadan kalkıp, geçtik oturduk. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Aldı sazı eline ben şelfe lafını o günlerden 15-20 yıl sonra duydum sanırım tezenesiz o güne kadar duymadığım mistik, dini havalar çalıp söyledi, usul usul… Sonra da sazı odanın duvarına asıp, binip arabasına gitti.(İki gün sonra geri götürdüm sazı elbette) O program, Çakıldaki program bitince, Ertaş İstanbul’dan gitti; bir daha da görüşmedik…
Mütevazı Kişiliği
Hiçbir zaman ben demeyen bir karakteri vardı. Devlet sanatçılığını kabul etmemesi, ayrımcılık olarak görmesi onun mütevazılığını ve karakterini ortaya koymaya yeterli oldu. Nil Karaibrahimgil’in: ” Neşet Ertaş’ı tanımıyorum, dinlemedim.” Sözlerinden sonra: Biz yaşlı adamız, kızımız henüz genç dinlemeyebilir, duymamış olabilir bu normal, bunda yanlış bir şey yok diyerek mütevazı kişiliğinden ödün vermemiştir. Bu açıklamalar sonrası Nil Karaibrahimgil’in özrü gecikmemiştir. Hem kişiliğini hem sanatını fazlasıyla takdir ettiğim ve sevdiğim Neşet Ertaş’ın babası ile keyifli atışmasını da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bunun yanı sıra sizlere sunacağım birçok video Neşet Ertaş’ın belgesel niteliğindeki görüntülerini içeriyor ve konserlerinden bazı görüntüleri de paylaşacağım. Özellikle Can Dündar’ın hazırladığı sunumu muhakkak izleyiniz.
Neşet Ertaş’ın Kendi Kaleminden Hayatı
Bin dokuz yüz otuz sekiz cihana
Kırtıllar köyünde geldin dediler
Babama muharrem, anama döne
Dediysen atayı bildin dediler
Dizinde sızıydı anamın derdi
Tokacı saz yaptı elime verdi
Yeni bitirmiştim üç ile dördü
Baban gibi sazcı oldun dediler
O zaman babamdan öğrendim sazı
Engin gönül ile hakka niyazı
O yaşımda yaktı bir ahu gözü
Mecnun gibi çölde kaldın dediler
Zalım kader devranını dönderdi
Tuttu bizi ibikliye gönderdi
Babam saz çalarken bana zil verdi
Oynadım meydanda köçek dediler
Anam döne ibiklide ölünce
Tam beş tane öksüz yetim kalınca
Beşimiz de perişan olunca
Babamgile burdan göçek dediler
Yürüdü göçümüz tefleğe doğru
Bu hali görenin yanıyor bağrı
Üç aylık çoçuğun çekilmez kahrı
Bunlara bir ana bulun dediler
Yozgatın Kırıksoku Köyüne vardık
Bize ana yok mu diyerek sorduk
Adı arzu dediler bir ana bulduk
İşte bu anadır buldun dediler
En küçük kardaşı kayıp eyledik
Onun için gizli gizli ağladık
Üstelik babamı asker eyledik
Yine öksüz yetim kaldın dediler
Zalım kader tebdilimi şaşırttı
Heybe verdi dalımıza devşirtti
Yardım etti Yerköyüne göçürttü
Biraz da burada kalın dediler
Yerköyden Kırıkkaleye geldik
Babam saz çalarken biz çümbüş aldık
Kırşehire varınca kemanı çaldık
Aferin arkadaş çaldın dediler
Yarin aşkı ile arttı hep derdim
Babamı bir yere dünür gönderdim
Başlık çok istemişler haberin aldım
İstemiyor yarin seni dediler
Kırşehirde yedi sene kalınca
Düğün düzgün hepsi bize gelince
Burada herkese yer daralınca
Ankaraya gider yolun dediler
Ankarada (sünnetçi) Veysel Ustayı buldum
Epeyce eğleştim, evinde kaldım
Yüz lirayı verip bir yatak aldım
Etti isen böyle buldun dediler
Bir ev kiraladım münasip yerde
Kaldı kavim kardaş hep Kırşehir’de
Bu aşk hançerini vurdu derinde
Çaresini bulmazsan öldün dediler
Yarin aşkı ile döndüm şaşkına
Arada içerdim yarin aşkına
Canan acımaz mı garip dostuna
Bunu da içeriye alın dediler
Albümleri
1988 Gönül Ne Gezersin Seyran Yerinde
1988 Kendim Ettim Kendim Buldum
1988 Kibar Kız
1989 Hapishanelere Güneş Doğmuyor
1989 Sazlı Sözlü Oyun Havaları
1990 Gel Gayri Gel
1992 Türküler Yolcu
1992 Gitme Leylam
1993 Kova Kova İndirdiler Yazıya
1995 Seçmeler 2
1995 Seçmeler 3
1995 Seher Vakti
1995 Altın Ezgiler 3
1996 – Polis Lojmanları
1997 Benim Yurdum
1998 Gönül Yarası
1999 Zülüf Dökülmüş Yüze
1999 Gönül Dağı
1999 Muhur Gözlüm
1999 Zahidem
1999 Neredesin Sen
1999 Gönül Dağ
(alıntı )