1. Giriş
Semavî felâketlerle alâkalı mitler, dünyanın nasıl yıkılıp bir çiftin veya bir grubun dışında insanların yok edildiğini nakleder. Tûfan rivayetleri, kozmik felâketler içinde en çok ve en yaygın olanlarıdır. Diğer bazı felâketler de insanların yok olmasına sebebiyet vermiştir. Bu rivayetlerin yer aldığı kültürlere göre tûfan, tanrılar tarafından günah işleyen insanlarla birlikte dünyada mevcut bütün canlı varlıkları ortadan kaldırmak üzere gerçekleştirilen ve bütün dünyayı istilâ ettiğine inanılan su felâketidir. Bu tür felâketlerin söz konusu edildiği rivayetlerde insanlığın yıkılışını yeni bir hastalığın doğuşu izlemektedir. Tûfan, yüce kudretin öfkesini celbeden günahlara bağlanmakta, bazen de ulûhiyyetin insanlığa son verme arzusu ya da dünyanın yaşlanmışlığı tûfana sebep olmaktadır.[1] Nitekim Tevrat’a göre yeryüzünde insanın kötülüğü çoğalınca; Tanrı, insanları yok etmeye karar vermiş, Kurân’a göre ise yalnız Hz. Nuh’un kavminden inanmayan ve Allah’ın elçisini kabul etmeyenler bu yolla cezalandırılmıştır.
Tevrat’ın Sümer ve Bâbil rivayetlerinin etkisini taşıyan, Nûh tûfanının bütün dünyayı kapladığı şeklindeki ifadesi tartışmalara yol açmış, bu yüzden de Nûh tûfanının evrenselliğine veya mahallî oluşuna dair çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Nûh tûfanının evrenselliğini savunanların en önemli delili, tûfan rivayetlerinin neredeyse bütün dünyayı kaplayacak şekilde yaygın oluşudur. Nitekim Tevrat’a göre tûfan bütün yeryüzünü kaplayan, Nûh ve ailesi dışında bütün insanlığı yok eden su felâketidir. Tûfan, bütün yeryüzünü kaplayınca dağlar sular altında kalmış, sular, en yüksek dağları 15 arşın aşmıştır.
Sadece Nûh ile ona inananların kurtulduğu ve diğer bütün canlıların öldüğü, Nûh’un insanlığın ikinci atası sayıldığı inancı nazarı dikkate alınırsa, hemen hemen bütün dünyada yaygın olan tûfan rivayetlerinin kökeninin bir olduğu ve oradan bütün dünyaya yayıldığı düşünülebilir. Fakat çeşitli kültürlerde mevcut tûfan rivayetlerinin birçoğu, Kitâb-ı Mukaddes ve Kurân’daki tûfan kıssasından farklılık taşımaktadır. Bu rivayetlerden bazılarında tûfan dünya çapında değil mahallîdir ve çok defa olayın kahramanları kendilerini tanrıların yardımı olmadan gemiyle veya dağlara tırmanarak kurtarmakta, tûfan da birkaç günden birkaç yıla kadar sürmektedir.
Nuh Tufanı; dünya tarihinde ilk insanın yeryüzünde görülmesinden sonraki en önemli olaydı. Büyük Tufan’da bir rivayete göre dünyanın tamamı sular altında kalmış; diğer bir rivayete göre ise sadece insanların yaşadığı belli bir bölge sularla kaplanmıştı. Bu yaklaşımlardan en doğru olanı ve elde edilen bulgular ışığında en tu-tarlısı ikincisidir. Yani Nuh Tufanında dünyanın tamamı değil, sadece Mezopotamya sular altında kalmıştı.
Diğer taraftan eski çağlarda yaşayan insanlar dünya denilince sadece kendi bulundukları ülkeyi ya da bilebildikleri yerleri anlıyorlardı. Meselâ Kral Sargon tarafından yaptırılan haritada sadece Mezopotamya ve çevresi gösterilmiş, bu yüzden de Mezopotamya’da meydana gelen tûfanın dünya çapında olduğu sanılmıştır. Mezopotamyalılar’a göre evren, yalnız kendi yaşadıkları yerlerden ibaretti. Onlar, başka kıtaların, ülkelerin varlığından haberdar değildi. Bu sebeple karşılaştıkları bir âfeti "evrensel" diye nitelendirmelerini tabii karşılamak gerekir.
Tevrat’ın verdiği bilgilerden hareketle ortaya çıkarılan kronolojik tabloya göre Hz. İbrâhim, Nûh tûfanından 292 yıl sonra doğmuştur. Bu da tûfanın milâttan önce 22. ya da 21. yüzyıllarda vuku bulduğunu gösterir. Öte yandan Yahudilerin kullandığı takvime göre 2010 yılı, 5771’e tekabül etmektedir ve Nûh tûfanı, günümüzden 4115 yıl önce meydana gelmiştir. Halbuki o dönemde yeryüzünde birçok medeniyet vardı, bu medeniyetler tûfan sonrasında da yaşamıştır. Ayrıca Kurân-ı Kerîm’e göre Hz. Nûh, kendi kavmine peygamber olarak gönderilmiş ve tûfan, Nûh’un kavminden iman etmeyenleri cezalandırmak için gelmiştir. Dolayısıyla bir kavmin inanmayanları için gelen bir felâketi bütün dünyaya teşmil edip bazı inançsızlar sebebiyle canlıları yok etmek, ilâhî adaletle bağdaşmamaktadır. İslam inancına göre İnsanlık için gönderilen tek peygamber, Hz. Muhammed’dir. Bu gerekçelerden hareketle genellikle tûfanın sadece Nûh’un yaşadığı bölgeye özgü olduğu ve gemiye alınan hayvanların da Nûh’un kendi çiftliğindeki evcil hayvanlar olduğu görüşü benimsenmektedir.
2. Eski Toplumlarda Tufan Olayı
Tufan olayı, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi semavî dinlerin yanı sıra içeriği farklılıklar taşısa da Afrika kıtası ile Asya’nın bazı bölgeleri hariç birçok kültürde; Filistin, Yunanistan, Asur, Amerika, Avustralya, Hindistan, Tibet, Çin, Malezya, Litvanya gibi çeşitli ırklara ve bölgelere ait çok sayıda halkın geleneğinde de bulunmaktadır. Tûfanın mitolojik bir hikâye veya asılsız bir efsane olduğu görüşü ise, bunun yaygınlığı ve kutsal metinlerde yer alışı dikkate alındığında savunulabilir değildir. Tûfan hikâyesi Güneydoğu Asya’da, Malenezya’da ve Polinezya’da yaygındır. Avustralya’da tûfan anlatımlarında bütün suları yutan dev bir kurbağadan bahsedilir. Susuzluktan kırılan hayvanlar, bu kurbağayı güldürmeye karar verirler. Kahkaha patlatan kurbağanın ağzından çıkan sular tûfana yol açar. Hindistan’da Vedalar’da yer almayan tûfan olayı, ilk defa Catapatha Brâhmanâ’da nakledilir. Bir balık insan ırkının atası olan Manu’yu gerçekleşmesi çok yakın olan tûfandan haberdar eder ve bir gemi yapmasını öğütler. Tûfan başladığında, balık, gemiyi kuzeye doğru çeker ve bir dağın yanında durdurur. Mahabharata ve Bhagavata Purana’da tûfan hikâyesinin kısmen farklı versiyonları bulunmaktadır.
Nuh Tufanı’nın Türk halkları arasındaki bir varyantının teması ise şöyledir:
“Yakın gelecekte kopacak tufanı herkesten önce bir gök tüylü teke haber verdi. Gök tüylü teke yedi gece, yedi gündüz dünyanın dört bucağını dolaştı ve yüksek sesle duyurdu (car çekti), bundan sonra yedi gün deprem oldu ve yedi gün dağlar ateş püskürdü, yedi gün yağmur, dolu ve kar yağdı, yedi gün tufan koptu ondan sonra korkunç soğuklar başladı. Yedi kardeş vardı, Tufanın kopacağı onlara haber verilmişti. Onların en büyüğünün adı Erlik, bir diğerinin adı da Ülken idi. Onlar yedi kardeş olarak bir gemi yaptılar ve her tür hayvandan bir çift gemiye aldılar. Tufan bittikten sonra bir horozu bıraktılar, soğuğa dayanamayıp hemen öldü. Sonra bir kazı suya bıraktılar kaz dolaşıp gemiye geri dönmedi. Üçüncü kez kargayı bıraktılar o da geri gelmedi. Bir leş bularak onunla ilgilenmişti. Yedi kardeş yere, kıyıya yetiştiklerini anlayarak gemiden indiler.”
İran’da mevcut inanışa göre dünya, korkunç bir kış mevsiminde biriken karların erimesiyle oluşan tûfan neticesinde son bulmaktadır. Ahura Mazda, ilk insan ve ilk kral Yima’ya bir kaleye çekilmesini öğütler. Yima da insanların en iyileriyle çeşitli türde bitki ve hayvanları yanına alarak bu kaleye sığınır ve kopan tûfan altın çağa son verir. Yunan mitolojisine göre tanrı Zeus, gün geçtikçe daha çok günah işleyen insanları bir tûfanla yok etmeye karar verir. Promethee, oğlu Deucalion’u Zeus’un bu kararından haberdar eder ve ona bir tekne yapmasını öğütler. Deucalion, tekneyi yaparak karısıyla birlikte bu tekneye biner ve dokuz gün dokuz gece sularda sürüklendikten sonra tûfanın sona ermesiyle Parnassos dağına ayak basar. Güney Amerika kabilelerinin inancında tûfan efsanevî ikizlerden birinin yere vurup yeraltı sularını fışkırtmasıyla meydana gelir. Orta ve Kuzey Amerika’da çok sayıda tûfan hikâyesi vardır, bunlarda nakledildiğine göre söz konusu felâket genellikle su taşmalarıyla veya yağmurla olmaktadır.
Tûfanla ilgili en eski rivayetler ve kutsal metinlerde aktarılanlara en yakın olanlar, Sümer, Bâbil ve Asur menşeli çivi yazılı geleneğe aittir. İlk yazılı belgeler, Sümerlerden kalmadır ve Bâbil tûfan hikâyesi de Sümer menşelidir. Tûfanın Sümer versiyonu fragmanlar biçiminde pek çok boşluğu olan bir metin halinde günümüze ulaşmıştır. Sümer ve Akkad’da tûfan, insanlık tarihinin en büyük felâket günlerinden biri olarak hatırlanmaktadır. Sümerlere ait krallar listesi, 8 kralı zikreder, ardından şu açıklama gelir:
“Tûfan oldu. Tûfan her şeyi götürdüğünde gökten gelen âfet krallığı alçalttığında krallık Kiş’te idi”.
Sümer versiyonuna göre tanrılar tûfan koparmaya ve insanlığı yok etmeye karar verirler, ancak tanrılardan bazıları, bundan hoşlanmaz. Tanrılardan biri, dindar, Tanrı korkusu bilen, ilâhî vahiyler alan Kral Ziusudra’ya bir tûfan kopacağını haber verir ve ondan bir gemi yapmasını ister. Tûfan, 7 gün 7 gece boyunca ülkeyi kaplar. Ziusudra, bir gemi yapmak suretiyle tûfandan kurtulur. Gemiden çıkınca kurban takdim eder ve tanrılar, onu ölümsüzleştirerek güneşin doğduğu yere, Dilmun’a yerleştirirler.
Sümerce yazılan bu tabletin yanında Eski Babilonya dilinde yazılmış, tûfanı anlatan, birkaç satırdan ibaret ikinci bir fragman daha bulunmuştur. Burada da Tanrı’nın yeryüzünü bir tûfanla yok etme kararından, “hayat kurtaran” adlı bir geminin yapılışından söz edilmektedir. Gemide yerde yaşayan hayvanlar ve göğün kuşları vardır. İkisi Eski Babilonya, ikisi Asur versiyonu toplam dört fragmanda tûfan olayından bahseden Atrahasis destanına göre Enlil, insanlığı cezalandırmak için üzerlerine birtakım felâketler gönderir ve sonunda tûfan koparmaya karar verir. Tanrı Ea, Atrahasis’e rüyasında bu durumu haber verir, Atrahasis kendisine verilen tâlimat doğrultusunda bir gemi inşa eder.
Tûfanla ilgili Sümer, Bâbil ve Asur rivayetleri, kısmî farklılıklar taşımaktadır. Büyük İskender zamanında Bâbil’de yaygın olan tûfan hikâyesini nakleden Bâbilli din adamı Berossus’un tûfan öncesine ait verdiği 10 kişilik krallar listesindeki son isim, tûfanın kahramanı olan ve Sippar’da yaşayan Xisouthros’tur. Bir gemi yapma emri alan Xisouthros, erzakla birlikte gemiye ailesini, samimi dostlarını, kuşları ve dört ayaklıları alır. Yağmur dindiğinde kuşları gönderir, kuşlar geri döner; birkaç gün sonra tekrar bırakır, ayakları çamurlu olarak dönerler; üçüncüsünde artık dönmezler. Gemi karaya oturmuştur. Xisouthros ailesiyle birlikte gemiden çıkar ve bir şükür kurbanı takdim eder, daha sonra da diğerleri çıkarlar.
Bâbillilere ait en tam sayılan tûfan hikâyesi, Gılgamış destanında bulunur. Destanla ilgili eldeki metin, Asurbanipal Kütüphanesi’nden gelmektedir ve çok eski orijinal metinlerin kopyasıdır. Destan, 12 tablete yazılmıştır. Tûfansa, 11. tablettedir.
Gılgamış Destanı’nda bu Tufan’ın oluş şekli ve Tufan’ın nedenleri arasında Tanrıça İştar gösterilmektedir. Tufan’ı başlatan Tanrıça İştar ile Bel’dir. Gılgamış ise Tufan’dan kurtulmuş olan ve sağ kaldığını öğrendiği Utnapiştim’i bulmak istemektedir.
Uruk şehrinin kralı Gılgamış, dostu Engidu’nun ölümü üzerine onu tekrar hayata döndürmek amacıyla tûfandan kurtulup ölümsüzlüğe eren Uta-napiştim’i (Sümercesi Ziusudra) bulup kendisinden ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek ister. Uta-napiştim, ona tûfan olayını anlatır. Uta-napiştim, Fırat kenarındaki Şuruppak şehrinin kralıdır. İnsanoğlunun aşırı gürültüsünden rahatsız olan tanrılar, insan soyunu tûfanla yok etmek isterler; fakat Tanrı Ea, Uta-napiştim’i haberdar eder ve ailesiyle birlikte belli sayıda hayvanı kurtarmak için bir gemi yapmasını söyler.
Geminin eni boyuna eşit olacaktır. Hemen işe koyulurlar ve beşinci günün sonunda geminin 3600 m²’lik omurgası kurulur. Geminin bordası 60, dış yüzeyi ise 240 m²’dir. Alt ve üst güverteleri yedi, ambarı dokuz bölmeye ayrılmıştır. 7. günde geminin yapımı tamamlanır. Uta-napiştim gümüşünü, altınını, ailesini, kırların evcil ve yabani hayvanlarının hepsini gemiye alır. Tûfan, sel gibi yağan bir yağmurla başlar ve bu yağmur, 6 gün, 7 gece sürer. Adeta göklerin vanaları açılır, yerin bentleri yıkılır, sonunda her yeri su kaplar. 7. gün fırtına diner ve gemi Nissir dağına oturur. Aynı gün Uta-napiştim bir güvercin, sonra bir kırlangıç gönderir, fakat kuşlar geri döner. Nihayet bir karga gönderir, karga geri dönmez. Bunun üzerine Uta-napiştim, Nissir dağı üzerindeki gemiden iner ve tanrılara kurban sunar.
İnsan neslinin yok olmadığını gören tanrı Enlil, öfkelenir, fakat Uta-napiştim’e tûfanı haber veren Ea, bütün insanlığı helâk etme kararı sebebiyle Enlil’i eleştirerek suçlu kim ise onu cezalandırmasını ve günahın cezasını da sadece işleyenlerin çekmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Enlil, Uta-napiştim ve eşinin ölümsüz olmasına ve nehirlerin buluştuğu yerde yaşamalarına karar verir. Çok sonraları Gılgamış ölümsüzlüğü ararken Ut-napiştim’i orada ziyaret eder ve kendisinden tûfan hadisesini öğrenir.
Arkeolojik araştırmalar, Sümer ve Akkad’ın korkunç sel felâketlerine mâruz kaldığını göstermektedir. Bu su baskınlarından biri, Kiş’te meydana gelmiş, ortalama 30-40 cm. kalınlığında bir çamur kütlesi şehrin medeniyetini oluşturan her şeyi kaplamıştır. Benzer bir su baskını, milâttan önce 4. binyılın sonuna doğru Jemdet Nasr şehrinde yaşanmıştır. Aynı dönemde Şuruppak’ta da tûfan izlerine rastlanmaktadır. Ancak Ur şehrini kuşatan tûfanın izleri, daha belirgindir. Nitekim Woolley, 1927-1929 arasında Ur’da yaptığı araştırmalarda 2,5 metre kalınlığında bir çamur tabakası bulmuştur. Bu tabakanın oluşumu, suyla getirildiğini gösteriyordu ve çamur tabakasının altında eski bir uygarlığın varlığı gözlenmekteydi.
Semavî felâketlerle alâkalı mitler, dünyanın nasıl yıkılıp bir çiftin veya bir grubun dışında insanların yok edildiğini nakleder. Tûfan rivayetleri, kozmik felâketler içinde en çok ve en yaygın olanlarıdır. Diğer bazı felâketler de insanların yok olmasına sebebiyet vermiştir. Bu rivayetlerin yer aldığı kültürlere göre tûfan, tanrılar tarafından günah işleyen insanlarla birlikte dünyada mevcut bütün canlı varlıkları ortadan kaldırmak üzere gerçekleştirilen ve bütün dünyayı istilâ ettiğine inanılan su felâketidir. Bu tür felâketlerin söz konusu edildiği rivayetlerde insanlığın yıkılışını yeni bir hastalığın doğuşu izlemektedir. Tûfan, yüce kudretin öfkesini celbeden günahlara bağlanmakta, bazen de ulûhiyyetin insanlığa son verme arzusu ya da dünyanın yaşlanmışlığı tûfana sebep olmaktadır.[1] Nitekim Tevrat’a göre yeryüzünde insanın kötülüğü çoğalınca; Tanrı, insanları yok etmeye karar vermiş, Kurân’a göre ise yalnız Hz. Nuh’un kavminden inanmayan ve Allah’ın elçisini kabul etmeyenler bu yolla cezalandırılmıştır.
Tevrat’ın Sümer ve Bâbil rivayetlerinin etkisini taşıyan, Nûh tûfanının bütün dünyayı kapladığı şeklindeki ifadesi tartışmalara yol açmış, bu yüzden de Nûh tûfanının evrenselliğine veya mahallî oluşuna dair çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Nûh tûfanının evrenselliğini savunanların en önemli delili, tûfan rivayetlerinin neredeyse bütün dünyayı kaplayacak şekilde yaygın oluşudur. Nitekim Tevrat’a göre tûfan bütün yeryüzünü kaplayan, Nûh ve ailesi dışında bütün insanlığı yok eden su felâketidir. Tûfan, bütün yeryüzünü kaplayınca dağlar sular altında kalmış, sular, en yüksek dağları 15 arşın aşmıştır.
Sadece Nûh ile ona inananların kurtulduğu ve diğer bütün canlıların öldüğü, Nûh’un insanlığın ikinci atası sayıldığı inancı nazarı dikkate alınırsa, hemen hemen bütün dünyada yaygın olan tûfan rivayetlerinin kökeninin bir olduğu ve oradan bütün dünyaya yayıldığı düşünülebilir. Fakat çeşitli kültürlerde mevcut tûfan rivayetlerinin birçoğu, Kitâb-ı Mukaddes ve Kurân’daki tûfan kıssasından farklılık taşımaktadır. Bu rivayetlerden bazılarında tûfan dünya çapında değil mahallîdir ve çok defa olayın kahramanları kendilerini tanrıların yardımı olmadan gemiyle veya dağlara tırmanarak kurtarmakta, tûfan da birkaç günden birkaç yıla kadar sürmektedir.
Nuh Tufanı; dünya tarihinde ilk insanın yeryüzünde görülmesinden sonraki en önemli olaydı. Büyük Tufan’da bir rivayete göre dünyanın tamamı sular altında kalmış; diğer bir rivayete göre ise sadece insanların yaşadığı belli bir bölge sularla kaplanmıştı. Bu yaklaşımlardan en doğru olanı ve elde edilen bulgular ışığında en tu-tarlısı ikincisidir. Yani Nuh Tufanında dünyanın tamamı değil, sadece Mezopotamya sular altında kalmıştı.
Diğer taraftan eski çağlarda yaşayan insanlar dünya denilince sadece kendi bulundukları ülkeyi ya da bilebildikleri yerleri anlıyorlardı. Meselâ Kral Sargon tarafından yaptırılan haritada sadece Mezopotamya ve çevresi gösterilmiş, bu yüzden de Mezopotamya’da meydana gelen tûfanın dünya çapında olduğu sanılmıştır. Mezopotamyalılar’a göre evren, yalnız kendi yaşadıkları yerlerden ibaretti. Onlar, başka kıtaların, ülkelerin varlığından haberdar değildi. Bu sebeple karşılaştıkları bir âfeti "evrensel" diye nitelendirmelerini tabii karşılamak gerekir.
Tevrat’ın verdiği bilgilerden hareketle ortaya çıkarılan kronolojik tabloya göre Hz. İbrâhim, Nûh tûfanından 292 yıl sonra doğmuştur. Bu da tûfanın milâttan önce 22. ya da 21. yüzyıllarda vuku bulduğunu gösterir. Öte yandan Yahudilerin kullandığı takvime göre 2010 yılı, 5771’e tekabül etmektedir ve Nûh tûfanı, günümüzden 4115 yıl önce meydana gelmiştir. Halbuki o dönemde yeryüzünde birçok medeniyet vardı, bu medeniyetler tûfan sonrasında da yaşamıştır. Ayrıca Kurân-ı Kerîm’e göre Hz. Nûh, kendi kavmine peygamber olarak gönderilmiş ve tûfan, Nûh’un kavminden iman etmeyenleri cezalandırmak için gelmiştir. Dolayısıyla bir kavmin inanmayanları için gelen bir felâketi bütün dünyaya teşmil edip bazı inançsızlar sebebiyle canlıları yok etmek, ilâhî adaletle bağdaşmamaktadır. İslam inancına göre İnsanlık için gönderilen tek peygamber, Hz. Muhammed’dir. Bu gerekçelerden hareketle genellikle tûfanın sadece Nûh’un yaşadığı bölgeye özgü olduğu ve gemiye alınan hayvanların da Nûh’un kendi çiftliğindeki evcil hayvanlar olduğu görüşü benimsenmektedir.
2. Eski Toplumlarda Tufan Olayı
Tufan olayı, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi semavî dinlerin yanı sıra içeriği farklılıklar taşısa da Afrika kıtası ile Asya’nın bazı bölgeleri hariç birçok kültürde; Filistin, Yunanistan, Asur, Amerika, Avustralya, Hindistan, Tibet, Çin, Malezya, Litvanya gibi çeşitli ırklara ve bölgelere ait çok sayıda halkın geleneğinde de bulunmaktadır. Tûfanın mitolojik bir hikâye veya asılsız bir efsane olduğu görüşü ise, bunun yaygınlığı ve kutsal metinlerde yer alışı dikkate alındığında savunulabilir değildir. Tûfan hikâyesi Güneydoğu Asya’da, Malenezya’da ve Polinezya’da yaygındır. Avustralya’da tûfan anlatımlarında bütün suları yutan dev bir kurbağadan bahsedilir. Susuzluktan kırılan hayvanlar, bu kurbağayı güldürmeye karar verirler. Kahkaha patlatan kurbağanın ağzından çıkan sular tûfana yol açar. Hindistan’da Vedalar’da yer almayan tûfan olayı, ilk defa Catapatha Brâhmanâ’da nakledilir. Bir balık insan ırkının atası olan Manu’yu gerçekleşmesi çok yakın olan tûfandan haberdar eder ve bir gemi yapmasını öğütler. Tûfan başladığında, balık, gemiyi kuzeye doğru çeker ve bir dağın yanında durdurur. Mahabharata ve Bhagavata Purana’da tûfan hikâyesinin kısmen farklı versiyonları bulunmaktadır.
Nuh Tufanı’nın Türk halkları arasındaki bir varyantının teması ise şöyledir:
“Yakın gelecekte kopacak tufanı herkesten önce bir gök tüylü teke haber verdi. Gök tüylü teke yedi gece, yedi gündüz dünyanın dört bucağını dolaştı ve yüksek sesle duyurdu (car çekti), bundan sonra yedi gün deprem oldu ve yedi gün dağlar ateş püskürdü, yedi gün yağmur, dolu ve kar yağdı, yedi gün tufan koptu ondan sonra korkunç soğuklar başladı. Yedi kardeş vardı, Tufanın kopacağı onlara haber verilmişti. Onların en büyüğünün adı Erlik, bir diğerinin adı da Ülken idi. Onlar yedi kardeş olarak bir gemi yaptılar ve her tür hayvandan bir çift gemiye aldılar. Tufan bittikten sonra bir horozu bıraktılar, soğuğa dayanamayıp hemen öldü. Sonra bir kazı suya bıraktılar kaz dolaşıp gemiye geri dönmedi. Üçüncü kez kargayı bıraktılar o da geri gelmedi. Bir leş bularak onunla ilgilenmişti. Yedi kardeş yere, kıyıya yetiştiklerini anlayarak gemiden indiler.”
İran’da mevcut inanışa göre dünya, korkunç bir kış mevsiminde biriken karların erimesiyle oluşan tûfan neticesinde son bulmaktadır. Ahura Mazda, ilk insan ve ilk kral Yima’ya bir kaleye çekilmesini öğütler. Yima da insanların en iyileriyle çeşitli türde bitki ve hayvanları yanına alarak bu kaleye sığınır ve kopan tûfan altın çağa son verir. Yunan mitolojisine göre tanrı Zeus, gün geçtikçe daha çok günah işleyen insanları bir tûfanla yok etmeye karar verir. Promethee, oğlu Deucalion’u Zeus’un bu kararından haberdar eder ve ona bir tekne yapmasını öğütler. Deucalion, tekneyi yaparak karısıyla birlikte bu tekneye biner ve dokuz gün dokuz gece sularda sürüklendikten sonra tûfanın sona ermesiyle Parnassos dağına ayak basar. Güney Amerika kabilelerinin inancında tûfan efsanevî ikizlerden birinin yere vurup yeraltı sularını fışkırtmasıyla meydana gelir. Orta ve Kuzey Amerika’da çok sayıda tûfan hikâyesi vardır, bunlarda nakledildiğine göre söz konusu felâket genellikle su taşmalarıyla veya yağmurla olmaktadır.
Tûfanla ilgili en eski rivayetler ve kutsal metinlerde aktarılanlara en yakın olanlar, Sümer, Bâbil ve Asur menşeli çivi yazılı geleneğe aittir. İlk yazılı belgeler, Sümerlerden kalmadır ve Bâbil tûfan hikâyesi de Sümer menşelidir. Tûfanın Sümer versiyonu fragmanlar biçiminde pek çok boşluğu olan bir metin halinde günümüze ulaşmıştır. Sümer ve Akkad’da tûfan, insanlık tarihinin en büyük felâket günlerinden biri olarak hatırlanmaktadır. Sümerlere ait krallar listesi, 8 kralı zikreder, ardından şu açıklama gelir:
“Tûfan oldu. Tûfan her şeyi götürdüğünde gökten gelen âfet krallığı alçalttığında krallık Kiş’te idi”.
Sümer versiyonuna göre tanrılar tûfan koparmaya ve insanlığı yok etmeye karar verirler, ancak tanrılardan bazıları, bundan hoşlanmaz. Tanrılardan biri, dindar, Tanrı korkusu bilen, ilâhî vahiyler alan Kral Ziusudra’ya bir tûfan kopacağını haber verir ve ondan bir gemi yapmasını ister. Tûfan, 7 gün 7 gece boyunca ülkeyi kaplar. Ziusudra, bir gemi yapmak suretiyle tûfandan kurtulur. Gemiden çıkınca kurban takdim eder ve tanrılar, onu ölümsüzleştirerek güneşin doğduğu yere, Dilmun’a yerleştirirler.
Sümerce yazılan bu tabletin yanında Eski Babilonya dilinde yazılmış, tûfanı anlatan, birkaç satırdan ibaret ikinci bir fragman daha bulunmuştur. Burada da Tanrı’nın yeryüzünü bir tûfanla yok etme kararından, “hayat kurtaran” adlı bir geminin yapılışından söz edilmektedir. Gemide yerde yaşayan hayvanlar ve göğün kuşları vardır. İkisi Eski Babilonya, ikisi Asur versiyonu toplam dört fragmanda tûfan olayından bahseden Atrahasis destanına göre Enlil, insanlığı cezalandırmak için üzerlerine birtakım felâketler gönderir ve sonunda tûfan koparmaya karar verir. Tanrı Ea, Atrahasis’e rüyasında bu durumu haber verir, Atrahasis kendisine verilen tâlimat doğrultusunda bir gemi inşa eder.
Tûfanla ilgili Sümer, Bâbil ve Asur rivayetleri, kısmî farklılıklar taşımaktadır. Büyük İskender zamanında Bâbil’de yaygın olan tûfan hikâyesini nakleden Bâbilli din adamı Berossus’un tûfan öncesine ait verdiği 10 kişilik krallar listesindeki son isim, tûfanın kahramanı olan ve Sippar’da yaşayan Xisouthros’tur. Bir gemi yapma emri alan Xisouthros, erzakla birlikte gemiye ailesini, samimi dostlarını, kuşları ve dört ayaklıları alır. Yağmur dindiğinde kuşları gönderir, kuşlar geri döner; birkaç gün sonra tekrar bırakır, ayakları çamurlu olarak dönerler; üçüncüsünde artık dönmezler. Gemi karaya oturmuştur. Xisouthros ailesiyle birlikte gemiden çıkar ve bir şükür kurbanı takdim eder, daha sonra da diğerleri çıkarlar.
Bâbillilere ait en tam sayılan tûfan hikâyesi, Gılgamış destanında bulunur. Destanla ilgili eldeki metin, Asurbanipal Kütüphanesi’nden gelmektedir ve çok eski orijinal metinlerin kopyasıdır. Destan, 12 tablete yazılmıştır. Tûfansa, 11. tablettedir.
Gılgamış Destanı’nda bu Tufan’ın oluş şekli ve Tufan’ın nedenleri arasında Tanrıça İştar gösterilmektedir. Tufan’ı başlatan Tanrıça İştar ile Bel’dir. Gılgamış ise Tufan’dan kurtulmuş olan ve sağ kaldığını öğrendiği Utnapiştim’i bulmak istemektedir.
Uruk şehrinin kralı Gılgamış, dostu Engidu’nun ölümü üzerine onu tekrar hayata döndürmek amacıyla tûfandan kurtulup ölümsüzlüğe eren Uta-napiştim’i (Sümercesi Ziusudra) bulup kendisinden ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek ister. Uta-napiştim, ona tûfan olayını anlatır. Uta-napiştim, Fırat kenarındaki Şuruppak şehrinin kralıdır. İnsanoğlunun aşırı gürültüsünden rahatsız olan tanrılar, insan soyunu tûfanla yok etmek isterler; fakat Tanrı Ea, Uta-napiştim’i haberdar eder ve ailesiyle birlikte belli sayıda hayvanı kurtarmak için bir gemi yapmasını söyler.
Geminin eni boyuna eşit olacaktır. Hemen işe koyulurlar ve beşinci günün sonunda geminin 3600 m²’lik omurgası kurulur. Geminin bordası 60, dış yüzeyi ise 240 m²’dir. Alt ve üst güverteleri yedi, ambarı dokuz bölmeye ayrılmıştır. 7. günde geminin yapımı tamamlanır. Uta-napiştim gümüşünü, altınını, ailesini, kırların evcil ve yabani hayvanlarının hepsini gemiye alır. Tûfan, sel gibi yağan bir yağmurla başlar ve bu yağmur, 6 gün, 7 gece sürer. Adeta göklerin vanaları açılır, yerin bentleri yıkılır, sonunda her yeri su kaplar. 7. gün fırtına diner ve gemi Nissir dağına oturur. Aynı gün Uta-napiştim bir güvercin, sonra bir kırlangıç gönderir, fakat kuşlar geri döner. Nihayet bir karga gönderir, karga geri dönmez. Bunun üzerine Uta-napiştim, Nissir dağı üzerindeki gemiden iner ve tanrılara kurban sunar.
İnsan neslinin yok olmadığını gören tanrı Enlil, öfkelenir, fakat Uta-napiştim’e tûfanı haber veren Ea, bütün insanlığı helâk etme kararı sebebiyle Enlil’i eleştirerek suçlu kim ise onu cezalandırmasını ve günahın cezasını da sadece işleyenlerin çekmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Enlil, Uta-napiştim ve eşinin ölümsüz olmasına ve nehirlerin buluştuğu yerde yaşamalarına karar verir. Çok sonraları Gılgamış ölümsüzlüğü ararken Ut-napiştim’i orada ziyaret eder ve kendisinden tûfan hadisesini öğrenir.
Arkeolojik araştırmalar, Sümer ve Akkad’ın korkunç sel felâketlerine mâruz kaldığını göstermektedir. Bu su baskınlarından biri, Kiş’te meydana gelmiş, ortalama 30-40 cm. kalınlığında bir çamur kütlesi şehrin medeniyetini oluşturan her şeyi kaplamıştır. Benzer bir su baskını, milâttan önce 4. binyılın sonuna doğru Jemdet Nasr şehrinde yaşanmıştır. Aynı dönemde Şuruppak’ta da tûfan izlerine rastlanmaktadır. Ancak Ur şehrini kuşatan tûfanın izleri, daha belirgindir. Nitekim Woolley, 1927-1929 arasında Ur’da yaptığı araştırmalarda 2,5 metre kalınlığında bir çamur tabakası bulmuştur. Bu tabakanın oluşumu, suyla getirildiğini gösteriyordu ve çamur tabakasının altında eski bir uygarlığın varlığı gözlenmekteydi.