sorumsuz
Forum Onuru
Sevgiliye
Mihrabım!...Mihrabıma uğra sabâ yeli, huzuruna varıp edeble, selamımı ilet, heceler yarım yamalak, heyecanlar salkım saçak...
And olsun kuşluk vaktine..., kuşluk vakti onun gönlündeki vahyin ışığıdır, ve ışıklar nurunun âşığıdır.
Geceye and ederim ki..., onun saçlarını kıskanmaktan gecenin bağrı yanık; gece yarısı hasretle uyanıktır.
Güneşe and olsun... ondan daha kutlu bir faniyi hiç izlemedi, ve yer ondan daha kıymetli bir hazineyi hiç gizlemedi.
Ahmed!.. Gönüller gıdası, ruhlar şifası... Gözlerin feri, şerefin
zaferi... Dudağının değdiği bir güle bin can feda Ahmed, eline değmiş
bir ele cihanca cihan feda!
Işığım!
Göz kırpasıya Burakınla vardığın yere bin yılda
varamazken berk uran melekler, nasıl aşkına dönmesin zeminler ve
zamanlar, nasıl tutulmasın burçlar ve felekler. Sen var iken kıblem,
gök ile yerin arasında hangi varlığa adansın ya emekler, ya hangi renk
ile iltica etsin dallarına çiçekler? Cemalini gören âşık, görmeyen âşık
iken nurum, gamzene rüyada olsun ermesin mi tennure kelebekler?
Günaydınım!
Tohum versen de bize mahsul olabilseydik, kanat
olsan da bize katına varabilseydik. Şarkıların ürperdiği şebnem
avuçlarında Medine rüzgarlarının ışıltılı kumlarınca yanabilseydik,
sana kanabilseydik. Bir kez olsun aşkınla döktüğümüz gözyaşlarından
abdest alabilse ve denizine bir kez olsun dalabilseydik, ya denizinde
kalabilseydik. Himalayalar kadar kara yüzümüzü kara yerlere
salabilseydik; bağından razıye ve marziye ilhamlar alabilseydik!
Sevgilim!
Kutlu gelişine yüz bin selam olsun, sen aydınlık
içinde aydınlık, sen açıklık içinde açıklıktın. Seninle sevgiler
sevgili olur, seninle muhâlimiz hâle dururdu. Mühürleri kaldırmada son
idin sen, can kilitlerini açmada sonuncu, gülümsesen. Seni görenlerin
güneş düşerdi gözünden, seni sevenlerin ışık yayılırdı yüzünden. Birer
efsaneydi iki yanağın; hayal ile hatıra eleğim sağmalarıyla karanın ve
ağın.
Sultanım!
Adına altınlar bastıran sultanlar şehirler alırdı,
şimdi şehirleri düşüyor adınsız sultanların, adını gizli anıyor âşıkı
nâlanların. Kulluk prangaları çözülünce ayağımızdan, âzâd oldu zülfünün
zenciri solumuzdan ve sağımızdan. Ashabının kara kerpiçte gözsüz
gördüğünü, biz cilalı aynalarda yitirdik de yaptık düğünü. Tedavisinde
hayat bulmuş hekime düşman hasta gibiyiz, mürebbisine kin güden
çocuklara yasta gibiyiz. İnsanlık güneşe nispet zulmete döndü, balıklar
suya öfkelendi, kuzgun ete döndü; bahtımız hasrete döndü.
Hasretim!
Gümüş tenli Yusufu arayanlar gül teninde Yusuflar ülkesine girdiler; cennet peşinde koşanlar gül cemalinde cennetlere erdiler.
Körün elinden tutana Haktan yüzlerce ecir vardır! buyurmuştun. Kıyam
et, tut körlerinin elinden ve İsrafilleyin kıyametten evvel bir kıyamet
kopar. Yıllar yılı kendi yatağını öpen nehirlerce ak ezeli
özlemlerimizin yokuşlarına ve öğüt, yine öğüt, yine öğüt aşk
tanelerimizi değirmenlerinin nakışlarına.
Övüncüm!
Ruhlarımızdan kuşluklar geçti, gün geçti... Akşam
oldu, düğün geçti.. ve gece olmadan, Yesribin güneşi, kerem kıl,
tüllenen hayallerimize bir huzme bıraksın himmetin, ve artık getirdiğin
kutsal emanetin kaybolacağından korkmasın ümmetin!. Kalbimizi
kaydırmadan, bize onu haşre dek bakî kılma ruhsatı ver, ve yalın
unutuşların poyrazında bırakıp bizi bir başımıza, belleklerimizin
tereddüt dolu zembereklerinde kıvrandırma, yeter. Gel, son kez ilk
baharımız ol!. Bu mevsim güller incitilmesin, gamküsarımız ol!..
Ömrüm!
Tâhâ ve Yâsîn aşkına...
Öncesinde senin aşkın yoksa neye yarar ölüm!.
Mihrabım!...Mihrabıma uğra sabâ yeli, huzuruna varıp edeble, selamımı ilet, heceler yarım yamalak, heyecanlar salkım saçak...
And olsun kuşluk vaktine..., kuşluk vakti onun gönlündeki vahyin ışığıdır, ve ışıklar nurunun âşığıdır.
Geceye and ederim ki..., onun saçlarını kıskanmaktan gecenin bağrı yanık; gece yarısı hasretle uyanıktır.
Güneşe and olsun... ondan daha kutlu bir faniyi hiç izlemedi, ve yer ondan daha kıymetli bir hazineyi hiç gizlemedi.
Ahmed!.. Gönüller gıdası, ruhlar şifası... Gözlerin feri, şerefin
zaferi... Dudağının değdiği bir güle bin can feda Ahmed, eline değmiş
bir ele cihanca cihan feda!
Işığım!
Göz kırpasıya Burakınla vardığın yere bin yılda
varamazken berk uran melekler, nasıl aşkına dönmesin zeminler ve
zamanlar, nasıl tutulmasın burçlar ve felekler. Sen var iken kıblem,
gök ile yerin arasında hangi varlığa adansın ya emekler, ya hangi renk
ile iltica etsin dallarına çiçekler? Cemalini gören âşık, görmeyen âşık
iken nurum, gamzene rüyada olsun ermesin mi tennure kelebekler?
Günaydınım!
Tohum versen de bize mahsul olabilseydik, kanat
olsan da bize katına varabilseydik. Şarkıların ürperdiği şebnem
avuçlarında Medine rüzgarlarının ışıltılı kumlarınca yanabilseydik,
sana kanabilseydik. Bir kez olsun aşkınla döktüğümüz gözyaşlarından
abdest alabilse ve denizine bir kez olsun dalabilseydik, ya denizinde
kalabilseydik. Himalayalar kadar kara yüzümüzü kara yerlere
salabilseydik; bağından razıye ve marziye ilhamlar alabilseydik!
Sevgilim!
Kutlu gelişine yüz bin selam olsun, sen aydınlık
içinde aydınlık, sen açıklık içinde açıklıktın. Seninle sevgiler
sevgili olur, seninle muhâlimiz hâle dururdu. Mühürleri kaldırmada son
idin sen, can kilitlerini açmada sonuncu, gülümsesen. Seni görenlerin
güneş düşerdi gözünden, seni sevenlerin ışık yayılırdı yüzünden. Birer
efsaneydi iki yanağın; hayal ile hatıra eleğim sağmalarıyla karanın ve
ağın.
Sultanım!
Adına altınlar bastıran sultanlar şehirler alırdı,
şimdi şehirleri düşüyor adınsız sultanların, adını gizli anıyor âşıkı
nâlanların. Kulluk prangaları çözülünce ayağımızdan, âzâd oldu zülfünün
zenciri solumuzdan ve sağımızdan. Ashabının kara kerpiçte gözsüz
gördüğünü, biz cilalı aynalarda yitirdik de yaptık düğünü. Tedavisinde
hayat bulmuş hekime düşman hasta gibiyiz, mürebbisine kin güden
çocuklara yasta gibiyiz. İnsanlık güneşe nispet zulmete döndü, balıklar
suya öfkelendi, kuzgun ete döndü; bahtımız hasrete döndü.
Hasretim!
Gümüş tenli Yusufu arayanlar gül teninde Yusuflar ülkesine girdiler; cennet peşinde koşanlar gül cemalinde cennetlere erdiler.
Körün elinden tutana Haktan yüzlerce ecir vardır! buyurmuştun. Kıyam
et, tut körlerinin elinden ve İsrafilleyin kıyametten evvel bir kıyamet
kopar. Yıllar yılı kendi yatağını öpen nehirlerce ak ezeli
özlemlerimizin yokuşlarına ve öğüt, yine öğüt, yine öğüt aşk
tanelerimizi değirmenlerinin nakışlarına.
Övüncüm!
Ruhlarımızdan kuşluklar geçti, gün geçti... Akşam
oldu, düğün geçti.. ve gece olmadan, Yesribin güneşi, kerem kıl,
tüllenen hayallerimize bir huzme bıraksın himmetin, ve artık getirdiğin
kutsal emanetin kaybolacağından korkmasın ümmetin!. Kalbimizi
kaydırmadan, bize onu haşre dek bakî kılma ruhsatı ver, ve yalın
unutuşların poyrazında bırakıp bizi bir başımıza, belleklerimizin
tereddüt dolu zembereklerinde kıvrandırma, yeter. Gel, son kez ilk
baharımız ol!. Bu mevsim güller incitilmesin, gamküsarımız ol!..
Ömrüm!
Tâhâ ve Yâsîn aşkına...
Öncesinde senin aşkın yoksa neye yarar ölüm!.