• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Okuma etkinliği

Giriş

Eğer begenilirse devamını atmayı düşünüyorum

Tuana'nın hastane kontrolleri olduğu için bugün okula gelmemişti. Bir bakıma gelmemesi çok iyi olmuştu benim açımdan. Geçen hafta AVM'de dolaşırken ünlü bir markanın kot ceketini beğenmişti. Onu alacaktım ona, o yüzden okula her zamankinden erken gelmiştim.

Beni gören sınıf arkadaşım Dilek varlığından haberdar etmek amaçlı olsa gerek elini kalabalık arasından sallayıp yanıma geldi. "Tuğsem sen bu saatte gelmezdin aklında hangi yıldız parladı da bu saatlerde görüyoruz seni?" deyip yanağımdan makas aldı.

İçimde kıpır kıpır uçuşan kelebekler duygularımı gülümsememe yansıtmış olacak ki mutluluğum heyecanım gülüşüme de yansıdı. Şen şakrak bir şekilde, "Bu gün tuana ile 15. Yaş günümüzü kutlayacağız, ona beğendiği kot ceketi almaya gidicem." dedim.

Dilek de benim kadar heyecanlanıp mutlu oldu. Bana kocaman sarılıp hislerini dile getirdi.

"Yaaa çok sevindim, siz 15 mi oludunuz?" diyip tebessüm etti.

"Evet 15 olduk." dedim. Dilek hafif surat asıp "Şimdi siz benim ablam mı oldunuz? " dedi. Bu haline o kadar çok güldüm ki gülmekten karnıma ağrılar girdi.

Dilek de dayanamayıp bana katıldı. Gülmekten gözlerimiz yaşardı, ikimiz de sakinleştikten sonra dilek tüm ciddiyetiyle soru sordu; "Ben davetliliyim değil mi ve pasta neyli olacak?"

Bu haline gülmeden edemedim, kahkalarımın ardından "Sakin ol nefes al biraz, tabii ki davetlisin."

Kaşlarını çatıp; "Peki pasta neyli onu söylemedin?" dedi alıngan bir tavırla. Bu beni daha çok güldürdü,

Kahkalarımın eşliğinde "İnan bilmiyorum, onu da Tuana seçecek. Bu yıl onlarda kutlama yapacağız." dedim. Dilek istediği cevabı alamayınca yüzü düştü somurtmaya başladı. " Hufff anladım." deyip sürat astı.

Yüzünü güldürmek için koluna girdim, kantine doğru çekiştirdim. Birer kahve, yanına da çikolatalı kek aldım; Dilek çikolatalı keki görünce yüzü aydınlanma yaşamışçasına mutlu oldu. 32 dişini görmek zorunda kaldım neyseki somurtkan bir Dilek'i görmekten daha iç açıcydı. Kahvelerimizi ve keklerimizi alıp sınıfa çıktık.

Sınıfa girdiğimizde sınıfın yarısının daha gelmediğini gördük ve sıralarımıza geçtik. Tuana bugün olmadığı için dilek yanımda oturdu. Bir yandan kahvemizden yudumlarken diğer yandan kekten ısırık alıyorduk. Keklerimiz bitince kahve eşliğinde sohbet edip dedikodu yapıyoruz, kıkır kıkır gülüyoruz.

Dilek kot ceketi hangi mağazadan alacağımı sordu. Anlaşılan o ki benimle beraber gelmek isteyecekti, ki tahmin ettiğim gibi oldu, benimle gelmek istediğini söyledi. Teklifini duyunca çok mutlu oldum ve boynuna sarıldım. Mutluluk seansı bitince sorduğu soruya yanıt verdim. Hangi mağazadan alacağımı ve fiyatını söyledim. Fiyatı duyunca ağzı açık kaldı. Şaşkınlığını gizleyemedi:

"Ne!" Dilek'in bu tepkisine gülmeden edemedim, o kadar sesli tepki vermiştik ki sınıftakiler bize bakıp Dilek'in neye şaşırdığını anlamaya çalışıyorlardı.

Birkaç kişinin ona gülmesi gözüme çarptı. Hak vermiyor değilim, Dilek arkasını dönüp gülen kişilere bakınca gülüşmeler anında kesildi.

Tekrar bana dönüp "Dalga geçiyosun o cekete o kadar para vermeyeceksin dimi?"

Yüzümdeki gülümseme anında solup gitti. Bu ne demek oluyordu şimdi?

kaşlarımı çatıp "Ne yani, Tuana bunu hak etmiyor mu, bunu mu demek istedin?" Dilek bu ani duygu değişimi mi görünce bocaladı.

"Hayır onu demek istemedim, ben... şey..." diyecek bir şey bulamayınca sustu. Bu beni daha çok sinirlendirdi

"Ne demek istedin?" sesim biraz yüksek çıkmıştı sanırım.

Sınıfta bütün dikkat bizim üzerimize toplandı ve herkes neden tartıştığımızı anlamaya çalışan gözlerle bakıyordu, kimseye aldırmadan Dilek'in cevap vermesini bekledim.

Yüz ifadesinden mahcup olduğunu görebiliyordum, söylediği şeyin yeni farkına varmış olacak ki

"Kanka ben ceketin bu kadar pahalı oluşuna tepki gösterdim yoksa Tuana her şeyin en iyisine layık tabii ki. Özür dilerim yanlış anlaşıldıysam." Başını öne eğip özrünü kabul etmemi bekliyordu.

Dilek'in de böyle bir imada bulunmayacağını biliyordum ama konu Tuanaysa düşünme yetimi kaybediyorum. Gözlerimi kapatıp sakinleşmeyi bekledim, derince bir nefes aldım.

Dilek'in elini tutup "Sorun değil canım, fevri çıkışıp seni dinlemediğim için ben de özür dilerim."

Dilek onu affetiğimi görünce özrünün kabul edildiğini göstermek için sarıldı boynuma. Sonra ayrıldık.

Her birimiz başka bir yana ayrıldığımızda kocaman gülümseyip "O zaman okul çıkışı o kot ceketi almaya gidelim, ben de ona güzel bir ayakkabı alırım kombin yaparız." dedi.

Başımı aşağı yukarı sallayıp söylediklerini onayladım. O sırada öğrenciler yavaş yavaş sınıfı doldurmuş, herkes yerini almıştı. Hoca derse girene kadar neler yapacağımız ile ilgili konuşup durduk.

Hoca derse girdiği gibi bize konuyu anlatıp test çözdürdü. Diğer dersler de aynı şekilde birbirini izledi; konu anlatım, test... Tüm hocalar birbirleriyle anlaşmıştı sanki, test çözmekten başıma ağrılar girmeye başlamıştı artık.

Beni bu acıdan kurtaran zil oldu, zil çalar çalmaz çantalarımızı toplayıp okuldan çıktık. Dilek ile mağazanın yolunu tuttuk.

Okula yakın olduğu için yürümeyi tercih ettik. Yol boyunca sohbet edip birbirimize şakalar yaptık mağazaya vardığımızda kot ceketi vitrinde göremedim!

İçimi korku kapladı bir an içimden "Ne olur bitmemiş olsun ne olur.."
diye dua etmeye başladım.

Mağazada görevli birini arayıp durduk, müsait bir görevliyi bulduk sonunda yanına gidip vitrindeki kot ceketi sordum

"Geçen hafta vitrinde bir kot ceket vardı onu orada göremedik satıldı mı?"

"Maalesef satıldı efendim."

Yüzüm düştü bir anda, görevli güler bir yüzle devam etti

"Ama isterseniz depoda olup olmadığını sordurabilirim, elimizde kalmışsa getirebiliriz." Dedi.

Görevliye umut dolu bakışlar ile "Çok iyi olur, beni çok mutlu edersiniz." dedim heyecanlı bir şekilde.

Görevli tebessüm edip depo görevlisini aradı, aradığımız markaya ait kot ceketlerin olup olmadığını sordu.

Karşıdakini dinleyip "Hıhı tamam" dedi. Bize dönüp hangi beden aradığımızı sordu.

O kadar heycanlanmıştım ki benim yerime dilek cevap verdi. Zaten Tuana ile aynı bedene sahiplerdi. Görevli Dilek'ten bedeni öğrendikten sonra depo sorumlusuna tarif etti, aldığı cevap onu tatmin etmişe benziyordu, yüzündeki gülümseme kulaklarına kadar ulaştı.

"Tamam o zaman bir müşterimize onu getirmenizi istiyorum."

Karşıdakini dinleyip "Hımm anladım peki sorayım."

Bize döndü ve "2 saat içinde anca burada olurmuş sizin için uygun mudur?" dedi.

Hiç düşünmeden başımı aşağı yukarı sallayıp " Evet uygundur. " dedim heyecanlı bir sesle.

Görevli onayımı aldıktan sonra telefon görüşmesini sonlandırdı ve yanımızdan ayrıldı. Dilek ile istediğimizi bulduğumuz için çok mutlu olmuştuk. Mutluktan dans etmemek için kendimizi zor tuttuk. Dilek ile zaman öldürmek için mağazayı gezdik kıyafetler deneyip fotoğraflar çektik bu fotoğrafları tabi ki sosyal medya hesaplarımızda paylaştık.

Tuana paylaştığım bir fotoğrafa like atıp altına şakacı bir üslupta

"Bensiz gezmek hıh, kardeşim bile beni istemiyor hem de bu mutlu günümüzde." Sonuna da ağlayan emoji katmış.

Ben bu kıza kıyamıyorum ne kadar şaka yaptığını bilsem de içimde bir şeylerin eksildiğini hissettim. Ben ve o bir elmanın iki yarısı gibiydik, ben kahve isem o kahvenin yanına yakışan çikolata gibiydi, ben deniz isem o denizdeki balıklar gibiydi. Birbirimize bağlı ve muhtaçtık. Yaptığı yoruma karşılık verdim.

"Zümrüdüm olur mu öyle şey sensiz gezmeye gitmedim, Dilek'in, proje ödevi için alması gereken malzemeler vardı da yalnız gitmek istemedi." Yorumun sonuna üzgün işareti katıp göndere bastım.

Cevap gecikmedi, gülen emeji katıp "Oyyy kurban olurum mavişim şaka yaptım bu mutlu günümüzde üzülmek yakışmıyor sana."

Okuyunca içim rahatladı ve direkt aradım. Telefon 3. çalışta açıldı "Zümrüdüm"

"Efendim mavişim"

"Hâlâ hastanede misin?" dedim.

Nefesini dışarı bırakınca sıkıldığını anlamıştım.

"Hffff maalesef, 20 dakikaya test sonuçlarını alacağım."

O görmese de başımı aşağı yukarı sallayıp "Anladım kuzum." Kısa bir sessizlik olunca ikimiz de ne diyeceğimizi bilemedik. Bu sessizliği bozan Dilek oldu

"Versene ben de doğum günü kızıyla konuşayım."

Telefonu Dilek'e verdim "Aloooo!" karşı taraftan aldığı cevap hoşuna gitmemiş olacak ki tatlı bir sinir peydah oldu yüzünde.

"Ne pandası ya ben kilolu değilim bir kere!"

Tuana'nın kahkahasını buradan ben bile duymuştum. Hastanedekileri saymıyorum bile şu an tüm gözler Tuana'nın üstündedir. Benim zümrüdüm utancından kıpkırmızı olmuştur şimdi. Bütün bunları düşünürken yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım.

Onlar sohbetlerine devam ederlerken Dilek'i süzdüm aslında o kadar kilolu değildi, sadece balık etliydi ve yüzü yuvarlak olduğu için tombul gösteriyordu ki Tuana'nın da Dilek'in kilolu olduğunu kastetmediğine eminim.

Benim de güldüğümü görünce, hafif bozulmuştu Tuana'ya. "Neyse kanka telefonu Tuğsem'e veriyorum, görüşürüz." dedi ve Tuana'nın cevap vermesine izin vermeden bana uzattı telefonu.

Kulağıma götürdüğümde Tuana tam da açıklama yapıyordu.

"Pandam dur ya onu demek istemedim gerçekten de." dedi üzgün bir şekilde.

" Alo... " dedim kendimi belli etmek için, cevap vermesi gecikmedi. Sesinden üzüldüğünü anlayabiliyordum

"Maviş şuna bir şey söyler misin, ben ona kilolusun demek istemedim ki offf yanlış anladı beni."

Histerik bir şekilde, "Tamam da kuzum kızı üzdün, hem sen de aynı kilodasın yanlış anlayacağını hiç düşünmedin mi?"

Tuana bana cevap vermek yerine " Maviş Dilek'e verir misin?" Tuana'yı dinleyip telefonu Dilek'e uzattım.

Alıp almamak arasında kalmış gibiydi. Tuana'yı çok seviyor olmalı ki; " Efendim Tuana? " bir süre karşıyı dinleyip kafasını aşağı yukarı sallayıp onu onayladı.

Duyduğu her neyse yüzüne kocaman gülümseme olarak geri dönmüştü. Biraz sohbet edip dedikodu yaptılar. Ben de ellerimi yumruk şeklinde yapıp çenemin altına katarak Dilek'i izledim.

Artık Tuana nasıl kandırdıysa başarılı olmuş, bana dönüp "Sen beni mi izliyorsun?" dedi şakayla karışık.

Ben de yakalanmanın verdiği hisle azıcık utandım ve doğrulup " Yakalandım galiba ama ne yapim çok tatlı duruyorsun." dedim.

İltifatım karşısında utanma sırası Dilek'e gelmişti, önüne gelen saçlarını kulağının arkasına katıp Tuana'ya veda etti.

"Tamam canım sizde buluşuruz, bizim biraz işimiz var da bir de pastayı çilekli alır mısın? "

Pastayı o kadar tatlı söylemişti ki insanın alası yoksa bile almak zorunda kalırdı Tuana'nın da buna hayır diyemeyeceğini biliyorum, Tuana'dan gelen cevaptan memnun olduğu yüzünden belliydi. Telefonu kapatıp bana döndü,

"Bu arada Tuana tahlilleri almış eve geçiyormuş haberin olsun."

"Tamam canım." deyip mağazadan çıktık. Daha çok zamanımız vardı. Biz de bu zamanımızı diğer mağazaları gezmekle geçirdik.

Ara ara Dilek, paylaştığı fotoğrafın altına gelen yorumları bana gösterip bir şey söylememi bekliyordu. Ben de "Güzelmiş, hımm, baya iyi.." gibi sözler söyleyip hevesini kırmıyordum.

Saatime baktığımda 50 dakikayı aşkındır mağazaları gezdiğimizi farkettim, ayaklarım bana isyan bayrağını kaldırmadıkları için çok şanslıydım.

Fast food bölümüne gelene kadar acıktığımın farkında bile değildim. Anlaşılan o ki Dilek de benimle aynı fikirdeydi. Boş bir masaya geçip oturduk, siparişlerimiz alındı.

Hamburgerlerimizi bekliyorduk. Kısa bir süre sonra hamburgerlerimiz geldi, afiyetle yedik üstüne birer sütlü kahve içip sohbet ettik. Tekrar saate baktığımda 15 dakika kalmıştı ceketin gelmesine.

Biz ne olur ne olmaz diyerekten erkenden gidelim belki erken gelmiştir diyip mağazaya doğru ilerledik.

Mağazaya vardığımızda bizimle konuşan görevliyi bulup siparişimizin gelip gelmediğini sorduk.

"Pardon biz kot ceket istemiştik, depodan gelecekti, geldi mi?"

Görevli sıcak gülümsemesiyle beraber başıyla onaylayıp "Evet sipariş verdiğiniz ürün geldi kasada olacaktı, oradan alabilirsiniz." dedi. Görevliye teşekkür edip kasaya yöneldik.

Kasaya doğru giderken Dilek, Tuana'ya yakışacağını düşündüğü bir spor ayakkabıyı kestirdi gözüne. Onu da aldık ve kasaya yöneldik.

Ardından kot ceket ve ayakkabının ücretini ödeyip mağazadan ayrıldık.

Otobüs durağına varana kadar Dilek ile doğum günü partisiyle ilgili sohbet ettik. Durağa vardığımızda saat 19.45 olmuştu çoktan. İçeride zamanın nasıl geçtiğini almamıştık.

Gökyüzü tamamen siyah örtüyle kapanmıştı. Yıldızlar göz kırpıp duruyordu. Hava tatlı tatlı esiyordu.

Bizim evin yakınlarına giden otobüs 20.00'da geliyordu sanırım. Otobüsü beklerken Dilek aydınlanma yaşamış gibi bana döndü.

"Sınıftakileri davet ettiniz mi?"

Onu taklit ederek: " Evet sen lavaboya gittiğin zaman hepsini ettim." Dedim ve ardından gülmeye başladım.

Dilek omzuma hafif yumruk atarak "Off çok kötüsün ben o şekilde ağzımı yamultmuyorum bir kere." Elini bağlayıp göğsünde buluşturdu.

Trip atınca bile çok komik oluyordu, gülmem bulaşıcı olduğu için Dilek de dayanamayıp bana katıldı. Sesli güldüğümüz için insanların bakışlarına maruz kalmıştık.

Bize marslıymışız gibi bakıyorlardı. Dilek'le birbirimize bakıp utandık, duraktaki teyzelerden biri arkadaşına, bizim hakkımızda "Gençlerde hiç saygı kalmamış baksana." dedi.

Küçümser gibi yanındaki arkadaşı da onu onayladı. "Haklısın hiç kalmamış."

Dilek tam bir şey söyleyecekti ki kolunu çimdikleyip onu uyardım, bu deli kızın ağzı bozuk, bizi daha çok rezil edecek.

2 dakika sonra otobüsümüz gelmişti neyse ki Dilek'i daha fazla tutmama gerek kalmamıştı.

O iki bunağın bu otobüse binmemeleri büyük şanstı. Biraz daha konuşmaya devam etselerdi ben de ağızlarının payını verecektim.

Ama bunlara gerek kalmadığı için mutluydum. Dilek ile boş koltuklardan birine oturup otobüsün hareket etmesini bekledik.‌

Otobüs hareket ettikten sonra Dilek telefona gömüldü. Ben de yarısında olduğum Denrüz kitabını kaldığım yerden okumaya başladım. Kitabın en heyecanlı yerindeydim. Dilek'in beni sarsmasıyla kitabı bırakıp Dilek'e döndüm, bana telefonunda gördüğü haberi gösterdi.

Haberde şu yazıyordu, "Özel bir hastaneye yakın kavşakta, karşıdan karşıya geçen genç kıza plakasız bir araç çarpıp kayıplara karıştı, polis kıza çarpan sürücüyü tespit etmek için soruşturma başlattı. Kızın durumu ciddiyetini koruyor."

Okuduktan sonra kanım dondu. Dilek sinirli bir şekilde "Şerefsize bak, kıza çarpıp kaçmış. Hastaneye götürür insan dimi kanka? "

Cevap veremedim. Aklımdan "İnşallah Tuana değildir, ne olur Tuana olmasın." diye geçiriyordum.

Dilek de bunu anlamış olacak ki " Kuzum eğer Tuana olduğunu düşünüyorsan, aklından çıkar çünkü o çıkalı 1,buçuk 2saate yakın olmuştur."

Dilek'in açıklamasıyla düşüncelerimden sıyrılıp onun söylediklerini biraz düşününce, haklı olmasını istedim ama yinede içimi kemiren düşüncelerden kurtulamıyordum. O yüzden Tuana'yı aramaya karar verdim.

Neredeyse 25 defa aramama rağmen telefon açılmadı. Telefondan duyduğum tek şey; giden aramanın verdiği o tiz ses. Çalıyor ama açılmıyor.

Bu, içimdeki korkuyu daha çok körükledi. Tuana'ya ulaşamayınca annemi aradım belki eve varmıştır diye, öyle olmasını umuyorum ama maalesef annem de açmadı.

Korkum ve tedirginliğim ikiye katlandı. İster istemez Dilek'e de yansıdı duygularım, o da yerinde duramıyordu. Birkaç dakika geçtikten sonra annemden gelen mesejla elim ayağım birbirine dolandı.

Tuş kilidini açmaya çalışıyorum, her defasında yanlış deseni girdim, dilek beceremediğimi görünce telefonu elimden alıp kendisi tuş kilidini açtı ve annemden gelen mesajı okumaya başladı

"Kızım hazırlık yapıyorduk duymamışım özür dilerim."

Annemin mesajının ardından içim az da olsa rahatladı. Dilek'e, anneme Tuana'yı sormasını istedim; Dilek dediğimi harfiyen uyguladı ve telefonu bana geri uzattı.

Gerginliğim hâlâ geçmemişti. Dilek derin bir nefes alıp verdi.

"Biraz rahatlasan mı artık? Bak hazırlık yapıyorlarmış."

Dilek'e bakıp kaşlarımı çattım;
"Tuana orada mı bilmiyoruz, belki onların da haberi yoktur." dedim kızgın bir şekilde.

Dilek bir süre sesiz kaldıktan sonra "Haklısın bunu düşünemedim, annenden mesaj geldi mi?"

Nefesimi sesli bir şekilde dışarı verdim, ağlamaklı bir tonda "Hayır ya daha vermedi" dememle annemden gelen mesaj bir olmuştu.

"Evet kızım Tuana da burada, hazırlığa yardım ediyor. Sizi bekliyoruz tüm arkadaşların burada."

Bu mesajla içim rahatlamıştı, yüzümdeki gülümseme kulaklarıma kadar ulaşmıştı. Joker gibiydim resmen, Dilek bendeki değişimi görünce o da mutlu bir haber aldığımı anladı. Onun da içi rahatladı.

Durağa varmamıza 10 dakika kalmıştı. Tuana'ya kavuştuğumda sıkıca sarılacağım hiç bırakmayacağım.

Dilek telefonuyla uğraşırken mesaj geldiğini gösteren bildirim sesi geldi. Mesajı okurken yüzündeki gülümseme birden kayboldu. Bu ani değişimi beni tedirgin etmeye yetti. Merak edip sordum

"Canım benim ne oldu, gelen mesaj neyle ilgili?"

Dilek yutkunmakta zorluk çekiyordu, sessizliğini korurken tekrar sordum: "Dilek ne olduğunu söyleyecek misin yoksa mesajı kendim mi okuyayım?"

Cevap vermeyince elindeki telefonu almaya çalıştım, tam alacaktım ki Dilek aniden telefonu saklayıp

"Şey babaannemi hastaneye kaldırmışlar, şekeri yükselmiş." dedi acı dolu bir şekilde.

Gözlerinden sırasıyla göz yaşları biri ötekini kovalarcasına yere düşmeye başladı. Ona sarılıp "İstersen hastaneye gidelim, annemi arayıp geç geleceğimizi söylerim."

Dilek telaşla "Hayır olmaz." dedi. Bu telaşına anlam veremedim, şüphe dolu bir edayla "Neden olmaz, babaannen hastaneye kaldırılmış, itiraz istemiyorum hastaneye gidiyoruz." deyip ısrarımı sürdürdüm.

Dilek bu ısrarıma hüzün dolu gözlerle bakıp "Lütfen onu o halde görmek daha kötü yapar. Biraz hava alalım öyle gidelim. Hiç iyi değilim, onun karşısına bu şekilde çıkarsam daha çok üzülür. " deyip son durağa geldiğimizi belli eden anons ile otobüsten indik.

Biraz ilerledikten sonra Dilek parka gitmek istediğini söyledi. Buraya yakın bir çocuk parkı vardı, Dilek ile oraya doğru ilerledik parka gidene kadar tek kelime bile konuşmadık.

Banklardan birine oturup yıldızları izledik. Dilek'in kafasını dağıtmak için gökyüzünü gösterip bak şu iki yıldız var ya biri ben biri Tuana, küçükken beraber görmüştük hiç ayrılmıyorlar bizim gibi. " dedim.

iç çekip Dilek'e baktım " O yıldızlar orada hep var olacak "Cümlemin sonunu getiremedim çünkü Dilek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Onu bu halde görünce içim parçalandı, sıkıca sarıldım "Kuzum ağlama iyi olacaktır. Üzme kendini bu kadar lütfen."

Onu bir türlü sakinleştiremedim. Birden Dilek'in telefonu çaldı, arayan kişi kuzeni Gül idi. Babaannesi hakkında bilgi verecekti herhalde.

Dilek bu durumdayken telefonla konuşamayacağını düşündüğüm için telefonu elinden alıp açtım. Tam ağzımı açacaktım, Tuğsem olduğumu söyleyecektim ki Gül'ün adımı kullanması durmama sebep oldu.

"Kuzen Tuğsem'e çaktırma biz hastanedeyiz, Tuana'nın durumu şuanlık çok kötü, onun haberi olmasın." deyip onay beklemeden telefonu kapattı.

Telefon elimden düştü donakaldım. Dilek titreyen sesiyle "Tuğsem ne oldu?" Diye sordu.

Dilek'e dönüp sesimin titremesine aldırmadan "Sen biliyor muydun?" dedim.

Dilek neyden bahsettiğimi anlamış olacak ki ses yapmadı. Ağlamayı sürdürdü, sinirle ona bağırdım.

"Niye sakladın benden niyeee !?"

Hıçkırıklarım boğazıma dizildi. O an ki sinirle "Senden nefret ediyorum anladın mı nefret ediyorum!"

Boğazım yırtılırcasına bağırdım ve arkamı dönüp koşmaya başladım.

Göz yaşlarım görmemi engelleyecek kadar şiddetli akıyordu. Pencereye düşen yağmur damlalarından farkı yoktu. Arkamdan Dilek'in seslenişini duyuyordum ama onu görmek istediğimi sanmıyordum, onu hiçe sayıp koşmaya devam ettim.

Bir süre sonra ayaklarım daha fazla koşmaya dayanamayıp diz üstü çökmeme neden oldu. Dilek yanıma gelip yüzümü avuçlarının arasına alıp beni kendine çekti ve sarıldı.

"Yemin ederim söylemek istedim ama nasıl söyleyeceğimi bilemedim."

Sustum cevap veremedim sadece ağladım. Sessizliği bozan yine Dilek oldu

"Lütfen yapma böyle, o iyi olacak tamam mı?"

Başımı kaldırıp ona baktım. O kadar sinirlendim ki onu itip ayağa kalktım, avazımın çıktığı kadar bağırdım.

"Ne yapmiyim yaa? Ne? Bir vicdan yoksunu kardeşime çarpıp kaçmış, şu an ölüm ile burun buruna sen bana gelmiş yapma diyosun. Ölüyo lan kardeşim ölüyo durumu kötüymüş. "

Arkamı dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladım. Dilek arkamdan gelip "Dur bu şekilde yetişemeyiz taksi çağıralım."
Dilek'i hiçe sayıp yürümeye devam ettim.

Bir süre sonra Dilek taksi ile önümde durunca binmemek inadımı bir köşeye bırakıp taksiye bindim. 15 dakika içinde hastaneye vardık taksiden iner inmez hastaneye koştum.

Dilek de ücreti ödeyip arkamdan geldi. Girişte hasta kayıtlarına bakan görevliye Tuana'nın yerini sordum.

"Tuana Gündüz nerede?"

Aceleyle sorduğum için görevli; "Hanımefendi sizi anlamadım, biraz sakin ve ağlamadan söylerseniz size yardımcı olabilirim." dedi.

Kadına sinirlenip "Neyini anlamadın sen bunun ya? Tuana Gündüz nerede?" dedim bağırarak.

Kadın da bana sesini yükseltip
"Hanımefendi kendinize gelin hastanedesiniz sesinizi alçaltın lütfen." dedi.

Kadın sinirimi daha da bozdu, tam cevap verecektim ki Dilek araya girip "Hanımefendi kusura bakmayın bir arkadaşımız kaza sonucu bu hastaneye kaldırılmış adı Tuana Gündüz, nerede olduğunu öğrenecektik." dedi.

Kadın bana bakıp gözlerini devirdi, Dilek'e sakin bir bakış atıp "2. kata çıkın sola dönün, yoğunbakım odasında şu an." dedi.

Hiç zaman kaybetmeden yoğun bakım odasına gittik. Koridorda annemler, Tuana'nın ailesi ve tüm arkadaşlarım oradaydılar. Bir ben eksiktim. Gül beni görür görmez gözleri kocaman açıldı. Ona kızmıyordum çünkü beni düşünmüştü.

Annem beni görünce ağlamaktan kırmızı olmuş gözleriyle bana baktı ayağa kalkıp bana sarıldı. Anneme sarılınca gözyaşlarım tutulduklarına isyan edercesine akmaya başladılar.

Annemden ayrılıp cama yöneldim, kardeşim orada yatıyordu, ben hiçbir şey yapamıyordum. Doktoru görünce direkt yanına gittim

"Doktor amca ne olur kardeşimi görmem lazım, onu görebilir miyim?"

Doktor nefesini dışarı verip
"Küçük hanım maalesef görmen imkansız şu an. Eğer durumu iyiye giderse görebilirsiniz. Bu kadar dayanması mucize çünkü."

Doktora yalvarmaya devam ettim. Yalvarıyorum, o beni çok özlemiştir, lütfen görmeme izin verin söz onu yormayacağım." dedim titreyen sesimle.

Doktor söyledikleriyle çelişirken kendiyle savaşıyor gibiydi. Sonunda bir karar vermiş olacak ki tebessüm edip
"Tamam küçük hanım, sadece 5 dakika ama, hastayı yormayalım."

Bu defa mutluluktan ağlamaya başladım. Beni koruyucu kıyafetler eşliğinde odaya götürdüler.

Hemşire "5 dakika süreniz var küçük hanım, hastayı mümkünse fazla yormayalım lütfen." dedi.

Başımla onayladım, hemşire tebessüm edip odadan çıktı, Tuana'mla yalnız bıraktı. Herkes cama yapışmış bizi izliyorlardı. Yatağın yanındaki koltuğa oturdum serum bağlı elini alıp avuçlarımın içine aldım şefkatle okşadım. Tuana'nın duyduğunu hissederek ona seslendim.

"Zümrüdüm uyan artık, bak ben geldim seni özledim hem doğum günümüz bu gün. Kalk kutlamaya gidelim."

Ağladığımı, gözyaşlarım Tuana'nın ellerine damladığı an farketmiştim. Ona biraz daha yaklaşıp alnından öpüp kokusunu hiç unutmak istemezcesine ciğerlerime çektim.

Tekrar doğrulduğumda Tuana'nın gözleri açıktı. Bana hasret ve bekleyişli bakıyordu. Bunu gözlerinden anlamıştım, o kadar içten bakıyordu ki içim parçalanmıştı. Bu defa mutluluktan ağlamaya başladım.

Herkes Tuana'nın gözlerini açtığını görünce sevinç ve mutluluk çığlıkları atıp ağlamaya başladılar. Ben de bu anın büyüsünden çıkıp

"Doktor yok mu? Kardeşim uyandı!" diye bağırdım.

Tuana benim duyacağım şekilde "Zamanı geldi seni çok seviyorum." dedi.

Gözlerinden bir damla yaş süzüldü ve gözlerini yumdu.

"Hayır olmaz hayır! Ne olur bunu bana yapma, uyan bak herkes burada zümrüdüm uyan doğum günümüzü kutlayacağız hadi ne olur kalk!"

Cihazdan sadece tek bir çizgi ve tiz bir ses geliyordu, bir anda odayı doktorlar hemşireler doldurdu. Beni kenara alıp Tuana'yla ilgilenmeye başladılar, bir hemşirenin bana

"Küçük hanım iyi misiniz? " dediğini hatırlıyorum.

Kadına cevap verecek gücüm kalmamıştı, dünya ile bağlantım kopmuştu. Oradan duyduğum tanıdık ses

"Hastayı kaybettik!" dedi.

Kendime geldiğimde gözyaşlarım gözlerime veda ederek akmaya başladılar.

"Hayır bir daha bakın,o uyumuştur, o beni bırakmaz ki l
ütfen tekrar bakın cihaz bozulmuştur." dedim.

Doktor yanıma gelip " Üzgünüm, kardeşini kaybettik. Şu ana kadar yaşaması bile büyük bir mucizeydi. Senin dediğin gibi seni özlemiş..." Tek hatırladığım avazımın çıktığı kadar ağlamış olmamdı ondan sonrası karanlığa hapsolduğumdu.

Buraya kadar okuduysan hesabımı takip edip oy verirsen çok sevinirim değerli dostum ❤️
 
Özgün içerik gerçekten çok önemli çoğu kişi başkalarından kopyalayarak içerik oluşturmaya çalışıyor ki bu yanlış bir yol, yazarak, daha çok yazarak deneyim kazanılacak ve her seferinde biraz daha üst seviyeye çıkılacak. Yola yeni çıkan arkadaşlarımız daha ilk deneyiminde mükemmeli yakalamayı elbette isteyecekler ama yazdıkça geçmişteki hatalarını kendileri görecekler. Yani sürekli yazmalı ve okuyucularla etkileşim içinde olunmalı diye düşünüyorum. Eğer yeterince emek verilirse neden olmasın gelecekte ülkemin önemli yazarlarından biri olunmasın. Sonuçta bugün ünlü yazarlarımızın hepsinin bir emekleme dönemi oldu.

Gayretiniz takdire şayan, asla pes etmeyin...
 
Geri
Top