Uykuya Dalış
Gecenin sessizliği, yıldızların gökyüzünde parıldadığı o anlardan biriydi. Her şey o kadar durgundu ki, zamanın akışı bile durmuş gibiydi. İnsanlar evlerinde, yataklarında, sıcak battaniyelerin altında huzurla uyuyorlardı. Ama o gece, herkesin başında bir şeyler oluyordu. Bir rüya değildi bu, daha derin, daha karanlık bir şey...
Leyla, penceresinden dışarı bakarken gökyüzünün renginin değiştiğini fark etti. Normalde koyu mavi olan gece, aniden mora, sonra da kızıla büründü. Sanki gökyüzü kanıyordu. İçine bir huzursuzluk çöktü, ama bunun sadece bir hayal olduğunu düşünerek yatağına geri döndü. Yorganın altına girdiğinde, gözlerini kapatır kapatmaz kendini bir boşlukta buldu. Etrafı tamamen karanlıktı, ama bu karanlık rahatsız edici değildi. Aksine, onu bir anne şefkatiyle sarıyordu. Derin bir uykuya daldı.
Aynı anda, dünyanın dört bir yanındaki insanlar da benzer bir deneyim yaşıyordu. Kimisi rüyalarında sonsuz bir bahçede koşuyor, kimisi ise hiç bitmeyen bir koridorda yürüyordu. Ama hepsinin ortak noktası, uyandıklarında her şeyin normale döneceğine dair inançlarıydı. Ne yazık ki, bu bir rüya değildi.
Sabah olduğunda, güneş her zamanki gibi doğdu, ama insanlar uyanmadı. Sokaklar sessizdi, kuşlar ötmüyordu, hatta rüzgar bile esmiyordu. Herkes yataklarında, sanki derin bir uykudaymış gibi hareketsiz yatıyordu. Ama bu bir uyku değildi. Bu, ölüme benzeyen, ama tam olarak ölüm de olmayan bir şeydi.
Leyla'nın annesi, kızının odasına girdiğinde onu hala uyur halde buldu. Onu uyandırmaya çalıştı, ama ne seslenmek, ne de sarsmak işe yaramadı. Leyla'nın nefes alıp verdiğini görüyordu, ama gözlerini açmıyordu. Aynı durum, komşularında, arkadaşlarında, hatta tüm şehirde yaşanıyordu. İnsanlar uyanamıyordu.
Günler geçti, haftalar geçti, ama hiç kimse uyanmadı. Bilim insanları bu durumu açıklamak için çabalıyor, doktorlar hastalarını hayatta tutmaya çalışıyordu. Ama hiçbir tıbbi açıklama, bu durumu çözmeye yetmiyordu. İnsanların bedenleri yaşıyordu, ama zihinleri bir başka alemdeydi.
Leyla, o boşlukta kaldığı süre boyunca aslında bir şeyler hissediyordu. Etrafındaki karanlık, onunla konuşuyor gibiydi. Ona hikayeler anlatıyor, geçmişini hatırlatıyor, geleceğe dair ipuçları veriyordu. Ama bunların gerçek mi, yoksa hayal mi olduğunu anlayamıyordu. Bir gün, karanlık ona şöyle dedi:
"Bu bir son değil, bir başlangıç. Uyku, sadece bir geçiş. Uyanmak senin elinde."
Leyla, bu sözler üzerine kendini bir anda bir ormanda buldu. Ağaçların arasından süzülen ışık, yaprakların hışırtısı, kuşların cıvıltısı... Her şey o kadar gerçekti ki, bunun bir rüya olamayacağını düşündü. Ormanda yürümeye başladı ve bir süre sonra bir nehirle karşılaştı. Nehrin karşısında, onu bekleyen bir figür vardı. Bu figür, ona doğru yaklaştığında, Leyla onun aslında kendisi olduğunu fark etti. Ama daha yaşlı, daha bilge bir versiyonu.
"Uyanma zamanı geldi," dedi yaşlı Leyla. "Artık gerçeklerle yüzleşmelisin."
Leyla gözlerini açtığında, yatağındaydı. Annesi yanında oturmuş, gözyaşları içinde onu izliyordu. İlk başta ne olduğunu anlamadı, ama sonra her şeyi hatırladı. O boşluk, o karanlık, o orman... Hepsi gerçekti. Ama şimdi uyanmıştı.
Leyla'nın uyanmasıyla birlikte, dünyadaki diğer insanlar da yavaş yavaş uyanmaya başladı. Herkes farklı deneyimler yaşamıştı, ama hepsi aynı mesajı almıştı: Hayat, uyku ve ölüm arasında bir dengeydi. Uyku, sadece bir mola, ölüm ise yeni bir başlangıçtı.
Leyla, artık hayata daha farklı bir gözle bakıyordu. Her anın değerini biliyor, her nefesi önemsiyordu. Çünkü o, uykuya dalıp uyanamayanların arasından geri dönmüştü. Ve şimdi, yeni bir hikaye yazma zamanıydı.
Gecenin sessizliği, yıldızların gökyüzünde parıldadığı o anlardan biriydi. Her şey o kadar durgundu ki, zamanın akışı bile durmuş gibiydi. İnsanlar evlerinde, yataklarında, sıcak battaniyelerin altında huzurla uyuyorlardı. Ama o gece, herkesin başında bir şeyler oluyordu. Bir rüya değildi bu, daha derin, daha karanlık bir şey...
Leyla, penceresinden dışarı bakarken gökyüzünün renginin değiştiğini fark etti. Normalde koyu mavi olan gece, aniden mora, sonra da kızıla büründü. Sanki gökyüzü kanıyordu. İçine bir huzursuzluk çöktü, ama bunun sadece bir hayal olduğunu düşünerek yatağına geri döndü. Yorganın altına girdiğinde, gözlerini kapatır kapatmaz kendini bir boşlukta buldu. Etrafı tamamen karanlıktı, ama bu karanlık rahatsız edici değildi. Aksine, onu bir anne şefkatiyle sarıyordu. Derin bir uykuya daldı.
Aynı anda, dünyanın dört bir yanındaki insanlar da benzer bir deneyim yaşıyordu. Kimisi rüyalarında sonsuz bir bahçede koşuyor, kimisi ise hiç bitmeyen bir koridorda yürüyordu. Ama hepsinin ortak noktası, uyandıklarında her şeyin normale döneceğine dair inançlarıydı. Ne yazık ki, bu bir rüya değildi.
Sabah olduğunda, güneş her zamanki gibi doğdu, ama insanlar uyanmadı. Sokaklar sessizdi, kuşlar ötmüyordu, hatta rüzgar bile esmiyordu. Herkes yataklarında, sanki derin bir uykudaymış gibi hareketsiz yatıyordu. Ama bu bir uyku değildi. Bu, ölüme benzeyen, ama tam olarak ölüm de olmayan bir şeydi.
Leyla'nın annesi, kızının odasına girdiğinde onu hala uyur halde buldu. Onu uyandırmaya çalıştı, ama ne seslenmek, ne de sarsmak işe yaramadı. Leyla'nın nefes alıp verdiğini görüyordu, ama gözlerini açmıyordu. Aynı durum, komşularında, arkadaşlarında, hatta tüm şehirde yaşanıyordu. İnsanlar uyanamıyordu.
Günler geçti, haftalar geçti, ama hiç kimse uyanmadı. Bilim insanları bu durumu açıklamak için çabalıyor, doktorlar hastalarını hayatta tutmaya çalışıyordu. Ama hiçbir tıbbi açıklama, bu durumu çözmeye yetmiyordu. İnsanların bedenleri yaşıyordu, ama zihinleri bir başka alemdeydi.
Leyla, o boşlukta kaldığı süre boyunca aslında bir şeyler hissediyordu. Etrafındaki karanlık, onunla konuşuyor gibiydi. Ona hikayeler anlatıyor, geçmişini hatırlatıyor, geleceğe dair ipuçları veriyordu. Ama bunların gerçek mi, yoksa hayal mi olduğunu anlayamıyordu. Bir gün, karanlık ona şöyle dedi:
"Bu bir son değil, bir başlangıç. Uyku, sadece bir geçiş. Uyanmak senin elinde."
Leyla, bu sözler üzerine kendini bir anda bir ormanda buldu. Ağaçların arasından süzülen ışık, yaprakların hışırtısı, kuşların cıvıltısı... Her şey o kadar gerçekti ki, bunun bir rüya olamayacağını düşündü. Ormanda yürümeye başladı ve bir süre sonra bir nehirle karşılaştı. Nehrin karşısında, onu bekleyen bir figür vardı. Bu figür, ona doğru yaklaştığında, Leyla onun aslında kendisi olduğunu fark etti. Ama daha yaşlı, daha bilge bir versiyonu.
"Uyanma zamanı geldi," dedi yaşlı Leyla. "Artık gerçeklerle yüzleşmelisin."
Leyla gözlerini açtığında, yatağındaydı. Annesi yanında oturmuş, gözyaşları içinde onu izliyordu. İlk başta ne olduğunu anlamadı, ama sonra her şeyi hatırladı. O boşluk, o karanlık, o orman... Hepsi gerçekti. Ama şimdi uyanmıştı.
Leyla'nın uyanmasıyla birlikte, dünyadaki diğer insanlar da yavaş yavaş uyanmaya başladı. Herkes farklı deneyimler yaşamıştı, ama hepsi aynı mesajı almıştı: Hayat, uyku ve ölüm arasında bir dengeydi. Uyku, sadece bir mola, ölüm ise yeni bir başlangıçtı.
Leyla, artık hayata daha farklı bir gözle bakıyordu. Her anın değerini biliyor, her nefesi önemsiyordu. Çünkü o, uykuya dalıp uyanamayanların arasından geri dönmüştü. Ve şimdi, yeni bir hikaye yazma zamanıydı.