Ön-Türk harflerinin kökeni

Suskun

V.I.P
V.I.P
ÖN-TÜRK HARFLERİNİN KÖKENİ

Doç. Dr. Haluk BERKMEN​

Batı abecesindeki birçok harfin Ön-Türk damgalarından türediklerini söyledim. Bir diğer örnek olarak B harfinin gelişiminden söz edeyim.

kr33.webp
B harfinin gelişimi

B harfinin kökeni Ön-Türk UB / BU damgasıdır. UB damgasını Resmin üst sol köşesinde görüyoruz. Orhon abecesinde iki değişik B harfi vardı.
Resimde B1 ve B2 harfleri görülüyor.B2 ince seslilerle ve B1 kalın seslilerle birleşerek hece şeklinde okunuyordu. Latin B harfinin B1 ile olan benzerliği çarpıcıdır.

Ön-Türk BU damgasından (hecesinden) birçok sözcük türemiştir. Ön-Türklerin boynuzlu hayvanları kutsal saydıklarından söz ettim. (Bkz. Issık Kurganı ve Kutsal Hayvanlar adlı 26 sayılı yazım). Kırgız Türkçe'sinde buka boğa demek olduğu gibi, bukaçar genç boğa, tosun demek oluyor. Fransızca bouc (okunuşu buk) koç demek olup, bovin de büyükbaş hayvanlara denir. Ayrıca dağ keçisine de bouquetin (buköten) denmektedir. Almanca dağ keçisine bukk denirdi, zamanla bu sözcük kullanımdan kalkmıştır. İngilizce bull ve buffolo (Amerika boğası olup Kızılderililerin dilinden alıntıdır) sözlerinde de /bu/ sesini buluyoruz. Türkçe boğa ve buzağı sözleri de aynı kök sözcükten türemişlerdir.
Bu örnekler gösteriyor ki Ön-Türk boynuzlu kutsal hayvanını ifade eden BU kök sözcüğü, Ön-Türklerin her gittikleri yerlerde benzer sözcüklerin oluşumunda etken olmuştur. Keza, Finike harfi Beth de aynen B1 damgasına benzer.

Alt sırada ise üç adet başlık görüyoruz. Hepsi de boynuzlu. Bu ortak özellik boğa veya koç boynuzunun bir tür eski yönetici simgesi olduğunu ve çok farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde benzer şekillerde ortaya çıkmış olduğunu gösteriyor. Hepsi de aynı kök kültürün farklı kolları idiler. Japon başlığının Kabuto adında oluşu /kab/ veya /kap, kapak/ kök sözcükleri ile olan ilişkisine işarettir.

Sadece başlık simgesi ile kalsa karar vermek zor olurdu. Fakat, simge artı yazı artı dildeki sözcükler ve onların anlamları da uyum halinde olunca, bu durumu ne tesadüf ne de içgüdülerle açıklamak mümkündür. Coğrafi büyük mesafeler bize etkileşme olayının da pek mümkün olamayacağını söylüyor. Kala kala ortak kök kültür savı kalıyor. Bu savı destekleyen görüş de ileri sürmüş olduğum, Asya kökenli Ön-Türk kültürüdür.
İki kolu başın sağ ve sol tarafından yükseltmek geleneği de çok eski bir Ön-Türk simgesidir. Bugün dahi /başarı/ anlamı taşıyan bu hareket, boynuzlu kutsal hayvanlarla ve özellikle güç simgesi boğa ile bütünleşmeyi simgeler.

kr34.webp
Japon Sumo Güreşçisi

Resimde bir Japon Sumo güreşçisi görüyoruz. Kendisi bu güreşte en yüksek unvan olan /Yokozuna/ mertebesine erişmiş Takanohanadır. Kollarını iki yana açıp başına doğru yükselterek, çok eski dönemlerden kalma /boğa kadar güçlüyüm/ mesajını vermektedir.


kr35.webp
Resimde Danimarka'da bulunmuş bir güğüm görülüyor. Gümüşten yapılmış olan bu kazan kutsal merasimlerde özel amaçlara yönelik kullanımı vardı. Kazanda kabartma olarak kollarını iki yana açıp baş hizasında yüksekte tutan bir insan görülüyor. Sağ tarafta ise aynı kazandan bir diğer kabartmayı görüyoruz. Bağdaş kurmuş vaziyette ve başında boynuzları olan, bir elinde bir yılan diğer elinde bir halka tutan yönetici kişi. Başındaki boynuzlar ve elinde tuttuğu yılan onun gücünü, sağ elindeki halka ise ON damgasını simgeliyor. Yani, /Ben, tanrısal güçlere sahip olan evren (güneş) ile bütünleşmiş Ön-Türk yöneticisiyim/ mesajını veriyor. Zaten, kuzey inancında bu şahıs /Boynuzlu tanrı/ (horned god) olarak tanınmaktadır.

Viking ve tüm kuzey Avrupa yazı türü Orhon kitabelerindeki yazıya çok benzer. Her iki yazı şekli doğrudan Asya kökenli olup Ön-Türk damgalarından gelişmiştir.


kr58.webp
ORHON ile VİKİNG Harf Örnekleri

Resimde iki yazı türündeki bazı harfler karşılaştırılıyor. Her ne kadar tüm harfler yoksa da benzer olan 20 harf görülüyor. Viking abecesinde 24 harf bulunduğu göz önüne alınırsa Viking abecesinin yüzde 83 oranında Orhon abecesi ile uyum (korelasyon) içinde olduğu görülüyor.
Orhon abecesinde 38 harf vardır. Bu da gösterir ki yazı heceye dayalı bir sistemdir ve bir işaret birçok hecenin yerine geçebilmektedir. Ön-Türkçe'nin bir tek hece dili olduğu göz önüne alınırsa, bu yazı şeklinin tümüyle dile uyum sağladığı ve alıntı olmadığı sonucu çıkmaktadır.

Viking abecesi Latin veya Yunan abecesi ile olan benzerliği ve ortak yönleri Orhon abecesine göre daha düşüktür. Harflerin okunuşu ise zaman içinde değişmiş olabilir. Zira, Viking'ler Asya kökenli bir halk olmalarından dolayı dilleri Türkçe, Fince ve Macarca ile de akrabalığı olan ara bir dildir. Hem Fince'nin hem de Macarca'nın Ural dil gurubuna ait oldukları ve bir Altay dili olan Türkçe ile yakın akraba oldukları bilinmektedir.
 
BUĞU VE BUHAR SÖZCÜKLERİ

Doç. Dr. Haluk BERKMEN


Bir önceki Ön-Türk Harflerinin Kökeni adlı 28 sayılı yazımda Vikinglerin orta Asya kökenli bir halk olduğu ve yazılarının Orhon yazı tarzına çok benzediğinden söz ettim. Şimdi onların Karadeniz kıyısındaki SAKA = AS ve OK boyları ile yakın akraba olduklarını kanıtlayacağım. Aşağıdaki şekilde Kırımda bulunmuş yazılı bir taş kabartma görülüyor (Kaynak: Doğu Avrupa'daki Göktürk (Runik) İşaretli Yazılar, Yazan İsmail Doğan, Ankara 2002, sayfa 46). Üstteki damga açıkça Tengri damgası olup aynı zamanda Odin haçı olarak da bilinir. (Bkz. Gök Tengri-Odin aldı 11 sayılı yazım ve resim)

kr37.webp
Kırım'da bulunmuş kabartmalı taş

Resmin sağında yazıyı Orhon ve Viking harfleri yardımıyla okuyorum. Sağdan sola doğru K2 (ince sesli bir K hecesi), İkinci harf Viking R harfi olup aynısını Orhon abecesinde bulamıyoruz. Ama Ön-Türk damgası olduğunu gösterdim. (Bkz. 15 sayılı yazım ve resimdeki kadim Anadolu kültürü olan Ön-Türk kökenli Etrüsk-Likya yazısındaki R harfi)


kr58.webp
Üçüncü harf hem Ö hem de Ü olarak okunabilir. Son harf ise M harfi olup yukarıdaki resimdeki şeklin aynısıdır. Harfleri sağdan sola doğru yazarken bazen harflerin yansımış simetrik görüntüleri da kullanılırdı. Zaten en sağ harfin altındaki küçük işaret okunuşun başlama noktasını belirtiyor. Böylece ortaya çıkan söz KÖRÜM => KIRIM olup asıl kökü OK-OR-UM, yani OK halkına ait geniş bölge demek oluyor. Çünkü OR kök sözcüğünü Orta, Ordu gibi sözlerde buluyoruz ve anlamı da /geniş, büyük/ kavramlarını içerir. Ayrıca Karadeniz'in kuzeyindeki Ukrayna ülke adı OK-OR-ÖYÜ => UKRANYA şeklinde değişime uğramıştır. Yukarıdaki anlamı tekrar buluyoruz. Zira OK-OR-ÖYÜ /OK halkının büyük bölgesi/ demektir.

Tüm bu görüntülü belgeler ve yazı benzerliği Vikinglerin Asya kökenli bir halk olduğu ve dillerinin de Ön-Türkçeden dönüşmüş olduğu görüşünü kanıtlar durumdadır. Ön-Türk kültüründe yükselme ve yücelme kavramları çeşitli şekillerde ifade bulmuştur. Bir önceki yazımda sözünü ettiğim UB / BU damgasına geri dönmek istiyorum.
Bu kök sözcüğünden BUĞU ve BUHAR sözleri türemiştir. Her iki sözcük kaynayan sudan yükselen dumanla ilgilidir. Güneşi kutsal sayan Ön-Türk kültürü güneşe doğru yükselmeye özel önem vermiş, onu başarabilen hayvanları kutsal saymıştır. Boynuzlu hayvanları kutsal saymaları sadece maddi güç ve yeteneklerinden dolayı değil, boynuzun kendi başına bir yükseliş simgesi olmasından dolayıdır.
Buğu ve buhar sözcüklerindeki BU kök sözcüğü bu yükseliş ile ilişkilidir. Tüm yöneticilerde görülen boynuzlu başlıklar, veya altın elbiseli adamdaki sivri külah aynı imgenin simgeleridirler. Altın elbiseli adamdan Issık Kurganı ve Kutsal Hayvanlar adlı 26 sayılı yazımda söz ettim. Kurganda gümüşten bir kâse ve bu kâseye kazınmış 26 işaretten oluşan bir yazı bulunmuştur.

kr36.webp
Gümüş Kasedeki Yazı

Resimde görülen yazının okunuşu hakkında halen bile bir fikir birliği oluşmuş değildir. Batılı dilciler bu yazının Yunanca (veya o türden bir dil) olmasını isterler, çünkü onların inancına göre Sakalar Hind-Avrupa halkı olup konuştukları dil de Hind-Avrupa dili olmalıdır. Sonradan Yunan tarihçisi Herodot bu gurubu Skuz olarak adlandırmıştı. Harflerin sessiz olmalarından dolayı SKZ harfleri aslında AS-OK-UZ kök sözcüklerinin birleşimi olup SKUZ olarak okunmuştur. Gümüş kap üzerindeki yazıyı yukarıdaki resimde görüyoruz. Bu yazıyı Kazım Mirşan şöyle okumuştur:

Ögün an onuyu öcü ok, ub-oz uç esitiz oz-ötü onuy oy ekiç ekil alız at

Anlamı da şudur: Asaletini (yüksekliğini) andığım (kişi) boynuzlaşmış bir OK’tur. Uçarak yükselen onu (ruhunu) öteki dünyaya içeri alınız (kabul ediniz) atalar.


Burada ÖG (yüksek), Ögün (yükseklik, asalet) olmaktadır. Bugün dahi kullanmakta olduğumuz /öğünmek/ sözü /kendini yükseltmek, methetmek/ anlamını taşır. UB-OZ ise /boynuz/ sözünün eski şeklidir. Yukarıda sözünü ettiğim UB / BU damgasının diğer okunuşu kullanılırsa BU-OZ = Boynuz olur. Fakat diğer bir anlamı da /Buhar olup göğe doğru yükselerek özleşen/ demektir.

ÖCÜ-OK = Güçlü OK demektir. Bugün bile ÖCÜ sözü korkulması gereken güçlü bir varlığı akla getiriyor.
UÇ-ESİTİZ (Uçan, uçarak) yükselen şeklinde yorumlanıyor. Benim görüşüm bu sözcüğün farklı bir anlam içerdiğidir. UÇ kök sözcüğü aynı zamanda /lider, yönetici/ demek olduğuna göre UÇ-ESİTİZ = Lider yapınız demektir. Çünkü ESİTİZ = EDİNİZ şekline dönüşmüştür.

OZ-ÖTÜ (yüksek ruhların ülkesi, öteki dünya) dır. Ozlaşmak, aynı zamanda Özleşmek demektir. Yani öze dönüp Gök tengri ile birleşmek anlamını içerir. EKİÇ-EKİL ise (EKlemek ve İÇeri alarak İLetmek) kavramlarını ifade eder. ALIZ bugün dahi kullandığımız /alınız/ sözüdür. Sondaki AT ise kanımca Atalar demektir. Yani yazıt atalara hitaben yazılmıştır. Bence bu okunuş oldukça akla yakın gelmektedir ve Ön-Türkçe hakkında iyi bir fikir vermektedir.

Şu halde ufak bir değişiklikle benim yorumum şöyle olmaktadır: Güçlü bir OK yöneticisi olan bu kişi buharlaşarak özüne doğru yükselmektedir. Onu içeri alarak yönetici (lider) yapınız atalar.
 
A HARFİNİN İZLEDİĞİ YOLLAR​

Doç. Dr. Haluk BERKMEN​
Bu yazıda A harfinin serüvenini anlatacağım. Bu serüveni bu kadar geriye atmamın nedeni çok karmaşık bir serüven olduğundandır. Bu serüveni anlatmadan önce K harfinin serüvenini ve Ok boylarının göç yollarını uzun uzadıya anlatmam gerekti. Latin (Roma) abecesindeki büyük A harfi iki farklı yol izleyerek İtalya yarım adasına ulaşmıştır. Bu konu genelde hiçbir dilci tarafından ele alınmamıştır. Burada anlatacağım serüven tamamen kendi araştırmalarım sonucu ortaya çıkarmış olduğum son derece ilginç bir sonuçtur.

kr54.webp
A harfinin izlediği yollar

Bu iki farklı yolu yukarıdaki resimde görmekteyiz. Yollardan biri Hazar gölünün güneyini takip ederek doğu ve güney-doğu Akdeniz bölgelerine uzanan yoldur. Orada damga ve resimlerden oluşmuş bir tür hiyeroglif yazı geliştiren kültür Asya kökenli Ön-Türk kültürüdür. Bu kültürün yazısına batılı dilciler Proto-Sina yazısı adını takmışlardır. Sina yarımadası, bilindiği gibi Mısır ile İsrail arasındaki bölgedir ve Sami dillerinin oluşum alanıdır. Hem kadim Mısır dili hem de Finike dili Proto-Sina dili denen kök dilden türemişlerdir.

kr55.webp
Proto-Sami Damgaları

Üstteki resimde bu Ön-Türk kökenli kültürün A damgasını solda görüyoruz. Bir boğa başı olan bu harfin Kadim Mısırda almış olduğu şekil ise ortada görülüyor. Sami dillerinde bu damganın adı Alef olup anlamı da /boğa/ olmaktadır. (Kaynak: The Story of Writing, sayfa 161, Andrew Robinson, 1995, Londra)

kr56.webp
Kadim Mısır’da Kutsal Apis Öküzü

A sesi ile başlayan Alef sözünün boğa demek oluşu size neyi çağrıştırıyor? Yukarıdaki resimdeki boğayı ve aşağıdaki resimdeki boynuzlu, sakallı Sümer tanrı-krallarını hatırlatmıyor mu? (Bkz. 20,000 Yıllık İklim Değişim adlı yazı- Sümer UR’dan çalgı (çengi) başı)

kr46.webp
kr57.webp...kr53.webp
(Yukarıdaki resimler için Bkz. Sümer dili adlı 16 yazı)​

Mısır kültüründeki kutsal Apis öküzünün boynuzları arasındaki güneş diskinin Ön-Türk Güneş kültü ile ilgisi ve Apis adının da A sesi ile başlaması basit bir tesadüf olabilir mi? Daha iyi anlamak için üstteki Kadim Mısır’da Kutsal Apis Öküzü adlı resmi tekrar inceleyebilirsiniz.
kr16.webp
Alef harfi ise doğrudan Orhun abecesindeki A/E harfi ile ilişkilidir. Arap abecesindeki Elif harfi de aynı kaynaktan gelir. Bu ilişkiyi A Damgasından Türeyenler adlı yukarıdaki resimde görüyoruz. Orhun abecesindeki damga çok az değişerek hem İbrani Alef harfine hem de Arap Elif harfine kaynak olmuştur. Bu resimde ayrıca orta sırada A harfinin ve alt sırada K harfinin gelişimini görüyoruz.

Dikkat ederseniz Finike K harfinin kökeni OK damgasıdır. Bu damgadan dönüşerek modern K harfi oluşmuştur. Ama A harfi de K şeklinde başlamıştır. Demek ki hem A hem de K harfleri OK damgasından türemişlerdir. A ile O sesleri Finike dilinde yakın telaffuz edildiğinde OK sesi OAK => AK => A dönüşümlerine uğramıştır. Diğer bir dönüşüm ise OK => K ve O harflerinde de gördük. Aynı tür dönüşümü OKH => AKH => ANKH sözünde de gösterdim.

A harfi Latin abecesine Hazar gölünün kuzey yolunu izleyerek de ulaştı. Asya kökenli Ön-Türk boyları Karadenizin kuzey bölgelerinde iki kola ayrıldılar. Kollardan biri güneye dönüp Kafkas bölgesi üzerinden Anadoluya ve oradan güney İtalya kıyılarına kadar uzandı. Bu kol güneyden gelen kolla birleştiğinde A harfini Yunan kültürü aktardı ve Yunan abecesi de kendine göre dönüştürdü.


kr14.webp
Yunan ve Etrüsk A harfleri

Karadeniz'in kuzeyinden devam eden kol ise Alp dağlarını aşarak kuzey İtalya bölgesine girip Etrüsk kültürünü oluşturdular. Alp dağlarına ALP adını veren kültürün bu Tur ve Osk karışımı Ön-Türk kökenli kültür olduğundan daha önce söz etmiştim.

Yukarıdaki resimde üst sırada Yunan abecesindeki büyük A harfini ve ondan yuvarlatılarak dönüşmüş olan Alfa harfini görüyoruz. Alt sırada ise Karadeniz'in kuzey yolunu izleyen kadim Macar kültürünün A harfi solda Etrüsk A harfi sağda görülüyor. Her iki harf da Orhun A harfinden dönüşerek oluşmuşlardır. Kuzey İtalya yarım adasına giren Etrüsk (Tur ve Osk boyları) güneyden gelen ve Anadolu üzerinden İtalya'ya ulaşmış olan Tur ve Osklarla karşılaşınca hemen kaynaştılar ve bu kaynaşmadan Etrüsk A harfi ortaya çıktı. Çünkü her iki kültür ortak bir kök kültürün farklı kolları idiler.

Nitekim, Etrüsk abecesinde /Erken Etrüsk/ ve /Geç Etrüsk/ harfleri bulunur. Bunu dilciler saptamışlardır. Erken Etrüsk harfleri kuzeyden gelen tur ve OK boylarının damgaları, Geç Etrüsk harfleri ise Yunan etkisiyle dönüşerek İtalya'nın güneyinden gelmiş olan şekiller oldukları anlaşılıyor. Aralarında oldukça uzun bir zaman farkı vardır. Kuzeyden gelen Ön-Türk kolu MÖ. 2.000 yıllarında o bölgeye gelmiştir. Güney kolunun gelişi ise MÖ. 1.000 yıllarına rastlar. Aralarında 1.000 yıl gibi uzun bir zaman aralığı vardır.
Daha sonra, Roma kültürü tüm bölgeye hakim olunca bildiğimiz Latin A harfi ortaya çıkmıştır.
 
GÜNEŞ DİLİNDEN TÜREYEN DİLLER

Doç. Dr. Haluk BERKMEN


Ön-Türkçe'den türeyen dilleri bir tablo halinde göstermek gerekir. Bu tabloyu inceleyebilirsiniz. Bu tablodaki isimleri Türkçe yazmadım. Bunun nedeni diğer sitelere de göndermek mümkün olsun diye. Birçok İnternet sitesi dillerle ilgileniyor. Kök dili araştırıyor ve hepsi de kendilerine göre bir kaynak dil buluyorlar.
Örneğin, bu aralar Rus dilcilerin ileri sürdüğü Nostratic adlı kök dil oldukça taraftar toplamış durumda. Macarların ileri sürdüğü bir kök dil var. Onlar bu kök dile Turanian diyorlar. Her iki isim de aslında aynı Ön-Türkçe dile gidiyor. Çünkü bilimsel araştırmalar hep Asya çıkışlı bir kök dil olduğu görüşünde birleşiyor.
Ancak, bu dile verilen isim konusunda anlaşmazlıklar var. Nedeni de her bir kültürün bu dile sahip çıkmak istemesi. İlginç olan da şu: Bu kök dil çalışmalarında her nedense Türkçe ya hiç yok, veya kenarda kalmış önemsiz bir dil olarak var. Bu durum, asıl kaynağı örtmek ve onun önemini küçümsemek gayretinden başka bir şey değil. Eğer bizim dilcilerimiz, Türkologlarımız bu konuya eğilmezler ve Güneş diline sahip çıkmazlarsa yakında tüm dünya Nostratic adlı bir dilin gerçekten bir zamanlar konuşulmuş olduğuna inanacak.
Bu bakımdan isim çok önemli. Güneş diline SUN LANGUAGE dersek belki daha kabul görebilir. PROTO TURKISH dediğiniz anda bilin ki hiçbir yerde onay görmeyeceksiniz. Maalesef, dünyada dilci olarak tarafsız, adil, gerçekçi, dürüst ve cesur bilim adamı parmakla sayılacak kadar az kaldı. Bazı bilgili bilim adamları yok değil. Ama, hem bilgili hem cesur olan pek az. Ya ret edilmek ve belli ortamlarda küçümsenmek korkusu içindeler. Veya, kesin kanıt aradıkları için şimdilik bildiklerini bekletmeyi, batılı bilim adamları ilan edene kadar ortaya kendi fikirlerini atmamayı tercih ediyorlar.,
ka10.webp
Tabloda 2 belirgin dil gurubu bulunuyor. I ile belirttiğim gurup Dene-Kafkas, Afrika-Asya ve Avrupa-Asya dil guruplarını içeriyor. Bu dil guruplarında Güneş dili çok belirgin etkilere sahip. Hem sözcükler hem de kültürel gelenekler açıkça Asya kökenli Güneş dilinden ve bu dili konuşan kültürden türediği görülüyor.
En sağda okları takip ederseniz, Elam, Sümer, Etrüsk ve Girit dillerinin Türki (Turkic) dilleri oldukları ve bu dillerden Hitit dilinin türediği görüşü var. Hitit dili de bugünkü Avrupa diline kaynak olmuş.
İkinci gurup dilleri II ile gösterdim. Bu ikinci guruba Orta ve Güney Amerika yerli dilleri ile Maya dilleri ve Güney doğu Asya dilleri de giriyor. Ancak, bu dil gurupları asıl Güneş dilinden daha eski tarihlerde ayrılmış olduklarından ilişkiler bir miktar bulanıklaşmış. Sadece mimari yapılarda ilişki halen görülmekte. Sözcük düzeyinde de birçok bağlantı bulmak mümkün. Fakat, diğer guruba oranla daha az sayıda ortak sözcük var.
Bu tabloyu istediğiniz siteye benim adımı vererek yollayabilirsiniz. Bu tabloda bir tek güney Afrika dilleri bulunmuyor. Çünkü o diller yerel kalmışlar ve dünya dilleri ile ilişkileri yok denecek kadar az. Eğer bu tablo kabul görürse, ki pek fazla ümidim yok, Güneş dil kuramı da kabul görmüş olacaktır. Bu durumu çok iyi bilen yabancı uzmanlar asla bu tabloya destek vermeyeceklerdir.
Ancak, güneş balçıkla örtülemez. Bir miktar, bir süre gerçekler örtülebilir. Er geç bir cesur dilci çıkacak güneşin balçığını silip atacaktır.
 
TÜRKÇE’DE TEKRAR VE KARŞITLIK SİMETRİSİ

Doç. Dr. Haluk BERKMEN

Türkçe'miz, dış dünyadan etkilenen ve dış dünyayı anlamlandırmaya çalışan insan tarafından üretilmiş en eski dillerden biri, belki de ilkidir. Bu ifade ilk bakışta fazla iddialı bir sav gibi görünebilir. Ancak Türkçe’mizin iç ve dış yapısı incelendiğinde hem çok eski bir dil olduğu, hem de çok mantıklı, tutarlı olduğu görülecektir. İç yapıdan kasıt sözcüklerin içerdikleri anlam, dış yapıdan kasıt ise sözcüklerin biçimlenişi ve cümle içinde yerlerini alışlarıdır. Yani Türkçe hem öz hem de biçim olarak incelenmeye değer bir dildir.

Her dil birtakım kurallar içerir. Hiçbir dil kuralların şaşmazlığı bakımından Türkçe ile yarışamaz. Türkçe’mizde kural dışı yapılar son derece azdır. Türkçe’nin kurallarını inceleyen batılı dil bilimciler dilimizdeki kural şaşmazlığını öve öve bitiremezler. 1823-1900 yılları arasında yaşamış dil bilimci Max Müller : “Türkçe grameri okumak bile bir zevktir. Kiplerdeki hünerli tarz, bütün çekimlerde hakim olan kıyasılık, şekillerde baştan başa görülen bir saydamlık, dilde parıldayan insan zekâsının bu harika kudretini duyanları hayrete düşürmekten geri kalmaz” demiştir. Sözünü ettiği özellikler Türkçe’mizin dış yapısı ile ilgilidir. Ancak sözcüklerin taşıdıkları anlam incelendiğinde ayrı bir derinlik olduğunu da görmekteyiz.

Her dil bir iletişim aracı olarak seslerden yararlanır ve kulağa hitap eder. Eğer kulağa gelen sesler hoş ve dengeli (harmonik) iseler o dil estetik bir dildir. Dile ait bir tavır alınacak olursa öncelikle kulağa gelen seslere dikkat etmek gerekir. Estetik tavır, duyusal temele dayalı bir tavırdır. “Estetik tavır, bireysel varlıkla, ya da tek tek /burada ve şimdide/ bulunan var olanla ilgilidir, genel kavramsal nesnelerle değil.”, der İsmail Tunalı, ESTETİK adli kitabının 28 inci sayfasında. Bu tanımdan hareketle Türkçe’yi ilk kullanan insanların (ön Türklerin) doğaya estetik bir tavırla baktıklarını söyleyebiliriz. Zira hem doğal seslerden yararlanmışlardır hem de bu seslerden yeni sözcükler türetirken dengeye ve ses uyumuna önem vermişlerdir.

Türkçe konuşan ilk insanlar tek heceden oluşan doğal seslere anlam yüklemişlerdir. Bu tek heceli sözcüklere kök sözcükler demekteyim. Kök sözcükler birincil şekillerdir. Kök sözcüklerin temel kavramları içermeleri gerekir. Bu temel kavramlar gündelik yaşamda esas olan ve gündelik yaşamın parçası olarak karşımıza çıkan burada ve şimdi ile ilgili kavramlardır. Örneğin doğada görülen çeşitli oluşumlar (ay, su, göl..), insan vücudu ile ilgili uzuvlar (el, kol, baş, göz...), canlı yaratıklar (ana, ata, at, kuş, ayı.....), eylemler (koş, al, gir, in....) ve nesneler (ok, taş, yay, saz....) şeklinde temel kavramlardır. Tüm bu kök sözcüklerin tek heceden oluştuklarına dikkatinizi çekerim.

Kök sözcüklere takılar ekleyerek oluşturulan yeni sözcükler ise ikincil kavramlar olarak karşımıza çıkar. Birincil kavramların kaynağı büyük çapta doğadır. Doğadaki sesleri yansıtarak pek çok kök sözcük üretilmiştir Türkçemizde. Bu sözcüklere Ses Yansımalı sözcükler adı verilir.
Hamza Zülfikar TÜRKÇE'DE SES YANSIMALI KELİMELER adlı bir kitap yayınlamıştır. (Türk Dil Kurumu Yayınları: 628) Kitabının 91 inci sayfasında şöyle der: “Ses yansımalarında en küçük biçimler olan birincil köklerden türlü genişletmeler ve türetmelerle yeni biçimler kurulurken yapıda karmaşık olmayan, kurallara bağlı bir işleyişin varlığı görülür.”
Şu halde Türkçe eklemeli bir dildir. Tüm Asya dilleri eklemeli dillerdir. Bizim de üyesi olduğumuz dil gurubuna Altay dil gurubu denir. Ancak Asya kökenli Ural dil gurubu, Çukçi-Kamçatka dil gurubu ile Eskimo-Alauç dil gurupları da eklemeli dillerden oluşurlar. Altay dil gurubuna Türkçe'mizden başka Korece, Japonca, Moğolca, Tunguz dili ile daha birçok Asya dili girer. Ancak tüm bu diller içinde ses yansımalı sözcük bakımından en zengin olanı Türkçe'dir.

Örneğin iki sert cisim birbirlerine çarpıştırılırsa ÇAK diye bir ses çıkar. Bu doğal sesten bakın ne tür sözcükler üretmişlerdir atalarımız: Çakar, Çakaralmaz, Çak-çuk et, Çakıl, Çakı, Çakıldak, Çakıştır, Çakıltı, Çakmak, Çakır çukur, Çakırdaklı, Çakkadak, Çakmur, Çakırıntı...vs. Benzer şekilde bir cismi diğerine çarptırma eyleminden ortaya TAK sesi de çıkar. Bu kök sözcükten türeyen ikincil şekillere bir göz atalım: Takılat, Takırdat, Takırtı, Takıntı, Takır, Takla, Tak tak kolu, Takagan, Tak tuk etme, Takır tukur, Takılcak...vs.

Bir sözün bir-iki harfini değiştirip kafiyeli bir deyim üretmek hem anlam zenginliği yaratır hem de kulağa hoş gelir. Bu tür ifadeler Türkçe’de çoktur ve Tekrar Simetrisi içeren, kulağa hoş gelen, estetik deyimlerdir.
Örnekler: Açık-saçık, çoluk-çocuk, kırık-çıkık, tek-tük, sere-serpe, karış-kuruş, yorgun-argın, akça-pakça, takır-tukur, peş-peşe, ard-arda...vs. Her bir deyim sözcüklerin basit anlamından öteye daha derin ve geniş anlamlar içerirler. Birinci örnekte “Açık-saçık bir kıyafet” dediğimizde kıyafetin hem açık hem de dağınık, düzensiz ve göze hoş gelmeyen anlamlarını da ifade etmiş oluruz. Keza “çoluk-çocuğa karıştı” dediğimizde ‘çocuklarıyla tüm vaktini harcıyor, başka iş yapmaya vakit bulamıyor’ düşüncesini de ifade etmiş oluruz.

Bir de zıt anlamlı sözcükleri tekrarlayarak Karşıtlık Simetrisi denebilecek deyimlerle anlam zenginliği üretilir. Örnekler: Dosta-düşmana, er-geç, giren-çıkan, olur-olmaz, irili-ufaklı, gide-gele, aşağı-yukarı, bata-çıka, eninde-sonunda, inişli-çıkışlı, sağa-sola...vs. Burada ikinci sözcük birinci sözcüğün zıt anlamlısıdır. İki zıt anlamlı sözcükten yepyeni ve her bir sözcükten daha derin bir anlam üretmiş oluyoruz.
 


Mesajınızı yazın...
Geri
Top