• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Onlar da Vardı Kurtuluş Savaşımızda

HEREDOT

Katılımcı
Tarih güçtür. Anadolu kadını bu açıdan güçsüz, dayanaksızdır. Çünkü tarihte onun pek yeri yoktur. Ne Osmanlı döneminin tarihinde ve ne de Kurtuluş savaşında göremeyiz onları.

Resmi tarih yazmamıştır onları. Resmi tarihin dışında bir tarih yazımı da yeterince geliştirilemediği için, kadınlarımız tarihsiz ve güçsüz kalmıştır. Anadolu kadını kendine örnek alabileceği, Anadolu kadınını motive edecek kahramanlarıyla tanışmamıştır.

Peki yok muydu böyleleri?

Vardı varolmasına ama, egemenler böyle örneklerin bilinmesini istemediler doğallıkla.

Tarih bilgimizi, bize okullarda öğretilenleri veya şu veya bu şekilde duyduklarımızı bir yoklayalım bakalım.

Çarlık Rusyasının işgaline karşı direnen Nene Hatun’un, cepheye cephane taşıyan Elif kadının dışında pek kimseyi bulamayız hafızamızda. Kurtuluş savaşında kadınlarımızın cephe gerisinde büyük yararlılıklar gösterdiği söylenir bazen, ama onda da Kurtuluş savaşının kadın kahramanları, kağnıyla cephane taşıyan bir kadın resminden daha somut değildir. Soyut, bilinmeyen kişilerdir onlar. Sanki bu topraklarda yaşamamışlardır.

Bu konuda kısmi de olsa yazılanlar ise çoğu kez akademik dergilerde, üniversite tezleri arasında kalmışlardır. Bugün sözedeceklerimiz de bir kısmıyla onlardan alınmıştır zaten.
 
ANITLARI DİKİLENLER VE YOK SAYILANLAR

İlk olarak Nene Hatun ve Fatma Seher’den sözedeceğiz.

Resmi tarihin gördükleri ve görmediklerine çok çarpıcı iki örnektirler.

Başta da belirttiğimiz gibi Nene Hatun’u biliriz çoğumuz, en azından duymuşluğumuz vardır. Osmanlı-Rus Savaşında kahramanlıklar göstermiştir. Bu nedenle de tarih kitaplarında anlatılır. Anıtları dikilmiştir, hemen her yıl törenler yapılmaktadır.

Yine Erzurum’lu olan ve «üç meydan savaşına katılmış» Kara Fatma ise ne kitaplarda yeralır, ne de törenlerle anılır. Cevabını Kara Fatma’nın bazı özelliklerinde bulacağız. Kara Fatma adıyla tanınan Fatma Seher, ilk yerel savunma örgütlerinde yer alır ve Müdafai Hukuk Cemiyetlerinde çalışır. Sosyalizm mücadelesinde savaşan Rus köylü kadınlarını duymuş, onlardan etkilenmiştir. Emperyalizmin işgaline karşı çevresindeki kadınları örgütler, silahlı birlikler kurar.

Onbeş kişiyle kurduğu çete giderek büyümüş, sayıları yüzlere varmıştır. 43 kadın ve yediyüz erkektir. Gizlice propaganda çalışmaları yürütmüş birçok genci, kadını çetesine katmayı başarmıştır. Müfrezesi vardır artık ve bizzat cephede savaşmaktadırlar. İnönü savaşında, Sakarya Meydan savaşında, Afyon Meydan savaşında kendi kurduğu müfrezesi ile yeralır. Daha sonraki savaşlarda kadın ve erkek savaşçıların birçoğunu kaybedecektir. Ama Kara Fatma savaşa ve yeni insanlar örgütlemeye devam edecektir. Yaratıcıdır Kara Fatma: şehre yırtık-pırtık elbiselerle geliyor, çeşitli eşyalar satıyor, akşam olunca da ağır sandıklarla şehirden ayrılıyordu. Bu sandıklar cephane sandığıydı. Tutsak düştü. Düşman 19 gün işkence yaptı. O düşmanın zayıf yanını yakalayarak o halde kaçmayı başarır ve yine müfrezesinin başına geçer. Bu başarısından dolayı kendisine üsteğmenlik rütbesi verilir. İyi bir örgütçü, iyi bir silahçı, iyi bir komutandır. Aynı zamanda sosyalist düşüncelere yakındır. Sovyetlere sempati duyar. Kara Fatma 1922’de Ankara’da 1 Mayıs kutlamalarındadır. Kutlamada Rusya Sefiri Arolof da bulunmaktadır. Kara Fatma Ankara’da bulunduğu süre içinde Rusya Elçiliğine birkaç kez gitmiş, ilişkiler geliştirmiştir. Rus kadınlarının iç savaşa katılımları ve örgütlenmeleri konusunda bilgi edinerek tecrübesini büyütmeye çalışır.

İşte bu sempatisi ve ilişkisi, onun resmi tarihin sayfalarında neden yeralmadığının da cevabıdır.

çatır çatır savaşmış, halkı örgütlemiş, örgütlediği birliğe bir kadın olduğu halde komuta edebilmiştir. Ama işte gidip bir de 1 Mayıs kutlamalarına katılmıştır! Anadolu kadınının böyle bir kadın kahramanın varlığından haberdar olması işine gelmez egemenlerin. Ve Fatma Seher, tüm kahramanlıklarına rağmen tarih sayfalarında yokedilir
 
AYŞE HANIM, HATİCE HATUN VE DİĞERLERİ

Fatma Seher gibi Ayşe Hanım da 1. ve 2. İnönü savaşlarında çarpıştığı bilinen bir kadın kahramanlardan biridir. Sonra Toros dağlarında araziyi iyi bilme avantajını kullanarak gerilla taktiklerine benzer taktiklerle, düşmana darbeler vuran Hatice Hatun var... Tarsus-Osmaniye hattında Fransız işgaline karşı yerel direnişi örgütleyen, pek çoğunun adları belgelere geçmeyen başka «Kara Fatma»lar vardır. Adile çavuş, Ayşe, Emine, Melek... çoğu «Kara Fatma» takma adıyla anılır. Fatma Seher’in adı öyle yayılır ki, düşman işgaline karşı koymak için savaşan her Anadolu kadını bir Kara Fatma’dır.

İşkencede direnen kadın kahramanlar da var bu tarihte. Bigadiç cephesinde savaşan askerlere ekmek götüren Demirci’li Nazife Hanım, Yunan ordusu tarafından gözaltına alınır, sorgulanır. Kuvayi Milliyecilerin yerini vermesi istenir. Nazife Hanım günler süren işkencelere direnir, tek bir bilgi vermez düşmana. Bununla da yetinmez «yerlerini bilsem bile size söylemezdim» diye haykırır suratlarına. Direnişi karşısında deliye dönen düşman hıncını Demirci’li Nazife Hanım’ı fırına atıp, yakarak alır.
 
GÖRDESLİ MAKBULE ŞEHİT DÜŞTÜĞÜNDE YİRMİ BİR

YAŞINDADIR VE CEPHENİN EN ÖN HATTINDADIR


Hep Cephe gerisiyle yazılmıştır onların Kurtuluş savaşındaki yeri. Elbette Cephe gerisindeki yerleri de çok önemlidir. Büyük fedakarlık örnekleri yaratmışlardır Cephe gerisinde de. Gemilerle İnebolu’ya getirilen cephaneleri kağnılarla, onu da bulamazlarsa kollarıyla Anadolu’daki Cephelere taşıyanlar onlardır. Yağan karın altında üstlerine örtmedikleri yorganları «milletin malıdır, nemlenirse bozulur» kaygısıyla mermilerin üzerine örtecek kadar, kimisi karın üzerinde çıplak ayaklarla cepheden cepheye koşarken «memleketim düşman çizmesi altında, benim için yanıyor ayaklarımın üşüdüğünü mü duyarım» diyecek kadar fedakardırlar. Yaralı tedavi etmekten, yiyecek-giyecek taşımaya, propaganda yapmaya kadar maddi manevi her türlü fedakarlığa katlanarak, yüreklerindeki acılara, imkansızlıklara rağmen birçok zorluğun üstesinden gelmişlerdir. Kimisi bebesini komşusuna bırakmış, kimisi cephane kollarında, ateşin ortasında doğum yapmışlardır. O halde cepheye gitmeyi göze almışlar, herşeylerini gavurdan kurtuluşa adamışlardır.

Ama bununla yetinmemiştir Anadolu kadını. Düşmanın zulmüne karşı eşinin, kardeşinin, babasının yanında cephede açık savaşta da yer almışlardır. Kimi zaman mahallenin, köyün erkeklerinden de önce atılmışlardır kavganın ortasına.

Gaziantep’te Fransızlara karşı verilen savaşta (1 Nisan 1920-8 Şubat 1921) çete teşkilatına katılmak isteyen Yirik Fatma’nın tavrı örnektir. Gelmesini istemeyenlere karşı «Benim kanım, sizinkinden daha mı şirindir?» cevabını vermiş ve çetecilerle birlikte yola çıkmıştır.

Mersin-Tarsus arasındaki bölgede düşmanla çarpışan askere su götüren Gülsüm Bacı askerden silahını ister. Asker vermek istemez ancak Müfreze kumandanının emri ile vermek zorunda kalır. Gülsüm Bacı düşmana doğru iki el silah atar ve «artık ölsem de gam yemem» der.

Adana Osmaniye’de Fransız karargahına yapılan bir saldırıda Tayyar Rahmiye askerlerin tereddüdünü görür. Bunu üzerine «ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürüklenmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?» diyerek arkadaşlarını düşmana karşı saldırıya yöneltir. Saldırı gerçekleştirilir. Tayyar Rahmiye de bu saldırı sırasında Fransız karargahının önünde alnından vurularak şehit düşer.

17 Mart 1922’de Akhisar’la Sındırgı hududu üzerinde bulunan Koca Yayla’daki savaşta Gördesli Makbule, bulunduğu yere doğru geri çekilen müfrezeyi kınar ve onlara savaşma cesareti veren konuşmasıyla morallerini yükseltir. Bununla da kalmayarak silahı alıp bizzat önlerinde savaşmaya başlar, ancak o da vurularak şehit düşer. Gördesli Makbule şehit düştüğünde yirmi bir yaşlarındadır.
 
HALK KURTULUŞ

SAVAŞIMIZIN KADIN

KAHRAMANLARI,

GÖRDESLİ MAKBULELERİ

YAŞATIYOR


Kadınlarımız kimine göre gözü sululuk, duygusallıktır, kimine göre deniz gibi sağı solu belli olmazlık, kimine göre zarafet, incelik, kimine göre de sevgi, şefkat, fedakarlık, vefa ve sahiplenme demektir. Ama daha çok duygularına esir olan, zayıf mizaçlı insanlar olarak düşünülür kadınlar.

Tarihinden koparılmış kadın böyledir. Düzen, yüzyıllardır kadını eve hapseden, kocasına köle eden gelenekleri öne çıkarır kutsarken, bu zincirleri kırmış kadınlar ya dıştalanmış, ya yok sayılmıştır.

Oysa yalnızca yukarıda saydığımız örnekler bile, kadınlarımız için başlı başına bir güçtür. Kurtuluş savaşı yıllarında emperyalizme karşı en kalabalık mitingler, kadınlar tarafından gerçekleştirilen mitinglerdir. Bizzat kadınların örgütlediği Kadın Müdafai Vatan Cemiyetleri vardır. Bu tarihi bilen biri, kolay kolay «kadın başınla sen ne yapacaksın?» diyemez. Tarih onun karşısına çıkar hemen. Bedreddin’in Hakikat Bacıları’ndan Kurtuluş savaşının kahramanlarına kadar kadınların da bir savaşı var.

Bu tarih halk kurtuluş savaşımızın yeniden başladığı tarih olan 1970’lerle birlikte yeniden canlanmıştır. İdil’lere ulaşmıştır.

Parti-Cephe’nin yiğit kadın savaşçıları, Fatma Seher’lerin, Nazife Hanımların, Hatice Hatunların, Melek Hanımların, Adile çavuşların yarattığı değerleri büyüterek, yaygınlaştırarak savaşıyor, örgütlüyor, ölüyor, öldürüyorlar.

Bu defa emperyalizm açıktan işgal etmemiştir ülkemizi ve kadınlarımız onurlarına, namuslarına saldıran düşman olarak, bir Yunan ordusunu, bir Fransız, İngiliz ordusunu görmemektedir karşılarında. çünkü bu kez emperyalizm gizli işgali gerçekleştirmiştir. «Ulusal» görünümlü bir ordu ile işgal etmiştir vatanımızı.

Emperyalizme karşı savaş halkımızın bu gerçeği gören kesimleri tarafından sürdürülüyor. Yine kadın erkek, yaşlı genç, Kürt, Türk, Alevi, sunni birlikte savaşılıyor. Parti-Cephe’nin yiğit kadın savaşçıları, Fatma Seher gibi örgütçü, Nazife Hanım gibi düşmana ser verip sır vermeyen, Hatice Hatun gibi savaşçı, gerilladır. Sabolar, Sibeller, Adaletler, Zehralar, Perihanlar, İdillerle destanlaşan kadınlarımızın savaşçı geleneği Halk Kurtuluş Savaşımızla özgür vatan topraklarında anıtlaşacaktır.

Savaş acıdır, zordur, güçtür. Anadolu kadını kurtuluş savaşında her türlü acıyı yaşamıştır. Birçoğu şehit düşmüş, birçoğu ise yaralandıktan sonra tedavisi bitmeden cepheye koşmuş, kimisi eşini, çocuklarını kendi eliyle toprağa vermiş, kimi de kurtuluş günlerini görmüştür. Onca acıya, ayrılığa, açlığa, soğuğa, hasrete dayanılmış, yaşlı, genç, erkek, kadın, çocuk demeden omuz omuza savaşmışlardır.

Ama o gün ülkeden emperyalistleri kovmakla Anadolu kadınının acısı dinmemiş, kara talihi değişmemiştir. Evlat acısını, eş acısını yaşamaya devam ediyor Anadolu’nun yoksul anaları. Yoksulluğun acısını yaşadı hep. Acı, daha da olgunlaştırdı onları, bilinçlendirdi. 16’sında Sibel’ler, 70’inde Elif Ana’lar kavgaya girdiler. Hem de ne büyük bir cüretle yaptılar bunu. çiftehavuzlar’da bayrağımızı dalgalandırarak, Bağcı’larda tilililer çekerek, düşmanla sokak sokak çatışarak, şehit düştüler. Sabo’larımız, Eda, Perihan, Olcay, Güner, Sibel ve Adaletlerimizin silah sesleri hiç susmadı. Ve Adana’da, Ankara’da, Esma ve Nurhayat kanlarıyla yazdılar inancı. Sivas, Karadeniz, Dersim dağları, onlarca kadın kahramanımızın kanıyla sulandı.

Gazi ayaklanmasında, Okmeydanı, Küçükarmutlu direnişlerinde, barikatların önünde düşmanla çarpışan da onlardır, yaralıları evine taşıyan, barikatlarda çarpışan evlatlarına yemek yediren de. Kayıp evlatlarını arayan, hapishanelerdeki evlatlarına sahip çıkan, coplanan, ak saçlarından sürüklenen ama bir adım geri atmayan onlardır. Kurtuluşun tarihini yeniden yazıyorlar kısacası. Unutulan, unutturulan kadın kahramanlarımızı kendi savaşlarında yeniden canlandırıyorlar. .

Evet kadındı onlar. Sahiplenmek onların en önemli vasıflarından biriydi. Yoldaşlarını korumak için Sibel gibi, Adalet gibi siper ettiler bedenlerini kurşunlara. Halklarımızın kurtuluşu için, vatanımızın özgürlüğü için, düştüler yollara, aç kaldılar, uykusuz kaldılar, kar-kış demeden yürüdüler, günlerce pusuda beklediler, yaralandılar, işkenceler gördüler. Ama bir kez olsun Cepheden, savaştan dönmediler. Yiğitliğin, fedakarlığın destanı onlarla yazıldı yeniden ve yeniden. İdil’le o sabrın, iradenin nasıl kahramanlaştırıldığını gösterdiler.

Kadınları, genç kızları böylesine savaşan, böylesine kahramanlaşan bir halk, kurtuluşunu kazanmaya da yakınlaşmış demektir. Aynen 1920’lerdeki gibi. Ama kurtuluşun sonrası 1920’lerdeki gibi olmayacaktır. Kahramanlıkları yaratan, ölen ve öldüren kadınlarımız bir kez daha evlerine hapsedilmeye razı olmayacaklar, bir kez daha iktidarın zulmedenlerin eline geçmesine izin vermeyeceklerdir. çünkü bu kez kurtuluş savaşımız, halkın kurtuluşu içindir.

Kadını erkeğiyle, bu zulüm düzeninden kurtulunacak, bu düzenin kadınlarımıza

vurduğu her zincir bu savaş içinde parça parça edilecektir.
 
ÇANAKKALE CEPHESİNDE KADIN SAVAŞÇILARIMIZ


Çanakkale Savaşları’nın henüz araştırılmayı bekleyen bir çok siyasal, sosyal ve askeri yönünün daha olduğu bir gerçek. Örneğin; bu savaşların bizde belki de hiç bilinmeyen bir diğer yönü, Çanakkale’de bazı kadın Türk kadın savaşçılarının da, Mehmetçik ile birlikte çarpıştıklarıdır.

Konuyla ilgili ilk belgesel bilgilere Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde, Anzac askerlerinin Çanakkale’de siperlerde yazdıkları günlük ve mektuplarda rastlanmaktadır. Örneğin, The Age adlı Avusturalya gazetesinde, 8 Eylül 1915 tarihinde şu başlıkta bir haber yer almaktadır.

“Kadın bir keskin nişancı: ilk günkü çarpışmada vuruldu: J. C. Davies adlı bir asker annesine yazdığı mektupta şöyle demektedir: “... Vurulduğum 18 Mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı. Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Günün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi bir çok adamımızı vurdu ama gün bitiminden önce Avusturalyalı bir asker tarafından vurulunca, gene de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı... Bu savaş korkunç”

Arşivlerde aynı konuyu dile getiren birkaç mektup ya da günlük daha bulunmaktadır. Gerçi bu tür haberlerin Anzak askerlerinin, zor siper koşullarında, aylarca süren çarpışmaların yıpratıcı etkisinde geliştirdikleri hayal ürünü şeyler olduğu da düşünülebilir. Ancak, “Keskin nişancı Türk kadınları” ve “Türk kadın savaşçılarını” anlatan diğer asker mektupları da incelenip, birbirleriyle karşılaştırıldığında, anlatılanların doğru olma olasılığının çok yüksek olduğu söylenebilir. Kısacası, Çanakkale Savaşları’nın daha birçok yönü, genç araştırmacılarımızın çalışmalarını ve aydınlatılmayı beklemektedir.
 
Geri
Top