• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

"Onu ( Wagner'i ) çok seviyordum."

  • Konuyu açan Konuyu açan r0se
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

r0se

Forum Onuru
Özel üye
1872 yılı başlarında, ilk ve tam olarak bitirdiği tek kitabını yayımladı: 'Müziğin Rûhundan Tragedyanın Doğuşu.'

Hiçbir dinbilimcisi böyle lirik bir eser vermemiştir. Yunan sanatının taptığı iki tanrıdan söz ediyordu: Hakkında yazdığı ilk tanrı, Diyonizos (ya da Baküs) idi. Diyonizos, cümbüş ve şarap tanrısıydı. Yükselen hayat, eylem durumundaki sevinç, sarhoşluk durumundaki heyecan ve ilhan, içgüdü , mâcerâ, yılmadan acı çekme, şarkı müzik, raks ve dram tanrısıydı. Dana sonra Apollon geliyordu. Apollon sükûn, rahatlık, keyif, estetik heyecan ve felsefî düşünce ve olgunluk, mantıksal düzen, resim, heykel ve destan tanrısıydı. En soylu Yunan sanatı, iki idealin birleşmesinden meydana geliyordu. Diyonizos'un dizginlenemeyen erkeksi kuvvetiyle, Apollon'un sakin, kadınsı güzelliği. Dramda Diyonizos, koroyu; Apollon da diyaloğu esinliyordu. Koro, Diyonizos'a bağlı keçi kılıklılar sürüsünden doğmuştu doğrudan doğruya. Diyalog, sonradan gelen bir düşünceydi, bir heyecan yaşantısının düşünceye yansıyan ekiydi.

1872'de Nietzsche, Basle'e döndü. Bedeni hâlâ zayıftı, ama içi tutkuyla yanıyordu. Ders verme sıkıntısı içinde kendini tüketmek istemiyordu. "Önümde elli yıllık iş var, boyunduruk altında zamanımı iyi harcamalıyım." Savaş onu epey hayâl kırıklığına uğratmıştı: "Alman İmparatorluğu, Almanların rûhuna kaba bir kendini beğenmişlik vermişti. Ruhsal gelişim için bundan daha kötü engel olamazdı. Nietzsche'deki şeytanî bir nitelik, her put karşısında onu harekete geçiriyordu.

"Mevsimsiz Düşünceler"de ateşini, vatanseverlikte bağnaz üniversiteye çevirdi. "Edinilen tecrübeye göre, devlet üniversitelerinde, kötü filozofları destelemek alışkanlığı kadar, büyük filozofların gelişme yolunu tıkayan şey yoktur. Hiçbir devlet, Eflâtun ve Schopenhauer gibileri desteklemeyi göze alamaz. Devlet daima kokar onlardan." "Eğitim Kuruluşlarımızın Geleceği" adlı denemesinde, yeniden saldırıya geçti. "Tarihin Faydası ve Kötüye Kullanılması"nda, Alman aklını, antikacı bilginliğin ayrıntıları içinde bozulmuş olduğunu söyleyerek, alaya alıyordu. Ana fikirlerinden ikisi, hemen dile getirilmiş bulunuyordu: Ahlâk da, dinbilim de evrim kuramının çerçevesi içinde, yeniden düzenlenmeliydi. Hayatın görevi, "bireyler olarak bakıldığında, en değersiz tipler olan çoğunluğu yükseltmek değil, dâhiyi yaratmaktır," üstün kişiliklerin geliştirilmesi ve yükseltilmesidir, diyordu.

Bu denemeler arasında en coşkun olanı, "Richard Wagner , Bayreuth'da" idi.Wagner'i, "ömründe korku nedir bilmeyen" Siegfried gibi selâmlıyordu., Wagner biricik gerçek sanatın kurucusuydu. Çünkü bütün sanatları, büyük bir estetik sentez içinde kaynaştırıyordu. Almanya'yı, gelecek Wagner festivalinin muhteşem anlamının farkına varmaya çağırıyordu: "Bayreuth bizim için, savaş arifesinde yapılan dinsel törendi." Genç bir tapınanın sesiydi bu, Wagner'de o erkek azmi ve cesâreti bulan ve sonradan kendisinde üstün insan kavramını uyandıracak olan şeyi gören, neredeyse kadınsı denecek ince bir rûhun sesiydi.


Wagner'de, soylu bir rûhu incitecek, bencillik olduğunu görüyordu. 1871'de Wagner' in Fransızlara saldırısına katlanamadı (Paris Tannhaüser'e iyi davranmamıştı!)Wagner'in, Brahms'ı kıskanmasına da şaşmıştı. Kendisi öven bu denemenin baş teması bile,Wagner'in geleceği için iyi şeyler söylemiyordu: "Dünya yeterince Doğulaştı. Halk şimdi Yunanlılaşmaya can atıyor" diyordu. Ama Nietzsche,Wagner'in soyunda Yahûdilik olduğunu biliyordu.



1876'da, Bayreuth işi başladı. Her gece aralıksız, Wagner Operası oynuyordu. Wagnerciler, imparatorlar, prensler, küçük prensler ve mirasyediler, züğürt opera-severlere yer bırakmıyordu.Nietzsche , Wagner'de ne kadar çok Geyer'lik olduğunun ansızın farkına vardı. 'Nibelungen Halkası'nın sahne etkileri, buna yakından bağlıydı. Bazı kimselerin müzikte eksik gördüğü melos (ezgi), drama dönüşmüştü. "Senfoni'nin kapladığı bir dram görüntüsü, zihninde sık sık canlanıyordu, Lied'den (şarkı'dan) türeyen bir biçim. Ama operadaki yabancı öğre,Wagner'i karşı koyamayacağı bir biçimde ters yöne çekiyordu."Nietzsche onun yönünden gidemizdi. Dramatik ve operatik olandan nefret ediyordu. "Burada kalırsam çıldıracağım," diye yazıyordu. "Şu sonu gelmek bilmeyen müzik akşamlarını beklerken, dehşet duyuyorum... Dayanamıyorum artık."

Böylece tek kelime yazıp bırakmadan, bütün dünyanın taptığı Wagner'in büyük zaferinin şenliği içinde, ondan kaçtı: "Şu romantiklikteki kadınsılıktan, başıboş şiirden, şu idealist yalanlarından, burada en yiğit rûhlardan birini avucu içine alan şu insan vicdanının yumuşaklığından iğrenerek" kaçtı. Derken uzakta, tâ Sorrento'da, bir rastlantı onu Wagner ile yeniden karşılaştırdı. Büyük müzikçi, zafer yorgunluğunu dinlendiriyor ve 'Parsifal' diye yeni bir opera yazıyordu. Bu arada Hıristiyanlık, acıma, platonik sevgi konuları işleniyordu ve dünya "sırılsıklam bir budala," "İsa budalası" tarafından kurtarılıyordu.Nietzsche tek söz söylemeden sırtını çevirdi. Bir daha da Wagner ile konuşmadı. "İnsan kendine karşı açık sözlülükle ve içtenlikle davranmadıkça, büyüklük diye bir şey kabul edemem. Bu davranışla nerede karşılaşırsam karşılaşayım, bir insanın başarıları, gözünden siliniyor." Baş kaldıran Siegfried'i, Aziz Parsifal'e tercih ediyor ve Hıristiyanlıkta, dinbilimsel kusurlarından daha ağır basan ahlâksal bir değer ve güzellik görmesi Wagner'e bağışlayamıyordu.Wagner Davası'nda sinir buhranı içinde sağına soluna saldırıyordu:

"Wagner , bütün nihilistik Buddhist içgüdülerini göklere çıkarıyor v müziği ardında gizliyor. Hıristiyanlığın, her biçimini, her türlü din biçimini ve rûhsal bozuluşu övüyor. Richard Wagner , durup duruken Kutsal Haç'ın önünde yıkılıveren, eli ayağı tutmayan, çaresiz kalmış bir romantik. Vicdanında acıma duygusu olan, bu korkunç görüntü karşısında ağlayacak. Gözü olup da gören tek Alman yok muydu? Bir ben miyim acısını çeken? Üstelik, vaktiyle en tutkun Wagnercilerden biriydim... Ben de Wagner gibi bu çağın çocuğuyum, yani rûhu bozulmuşlardanım. Ama ben durumumun farkına vardım. Kendimi ona karşı savundum."

Nietzshe sandığından çok daha fazla "Apollon"cuydu: İnce, kibar, nazik olanı seviyordu. Onda ne Diyonizos'un o vâhşi gücü, ne de şarap, şarkı ve aşk duygusu vardı. "Kardeşinizin kibarlık havası, insanı alabiliğine tedirgin ediyor," diyorduWagner, Frau Fösrter? Nietzsche'ye. "Bazen yaptığım şakalar karşısında ne yapacağını bilemiyor, o zaman ben de inadına daha beterini yapıyorum."Nietzshe'de, büyük çapta Eflâtunculuk vardı. Sanatın insanları yumuşatacağını sanıyordu. Kendisi yumuşak huylu olduğundan, bütün dünyayı da kendi gibi sanıyordu. Sofu bir Hıristiyan olacak kadar tehlikeli bir yakınlığı vardı Hıristiyanlığa. Bu nazik profesörü yeterince tatmin edecek kadar savaş olmamıştı. Yine de kendi başına olduğu zamanlarında,Wagner'in kendisi kadar haklı olduğunu,Parsifal'in nazikliğinin, Siegfried'in gücü kadar gerekli olduğunu ve bu amansız karşıtlıkların, kozmik bi anlamda sağlıklı, yaratıcı bir bütün hâline geldiğini biliyordu. Onu; hayatın en değerli ve en verimli yaşantısı olan adama hâlâ sessizce bağlı tutan bu "yıldızları barışmış dostluğu"nu düşünmekten hoşlanıyordu. Son anlarındaki cinneti sırasında, zihni bir an durulaştığında, nicedir ölmüş bulunan Wagner'in resmini görünce "Onu çok seviyordum," demişti.

Felsefenin Öyküsü - Will Durant
Türkçesi: Ender Gürol
 
Geri
Top