Orta Çağda Avrupa mutfağı
Öğünler
Görgü kuralları
Yemek pişirme yöntemleri
Orta Çağ mutfakları
Yiyeceklerin saklanması ve korunması
Tahıllar
Meyve ve sebzeler
Etler
Balık ve deniz ürünleri
İçecekler
Şarap
Bira
Damıtılmış içecekler
Baharat ve otlar
Şekerleme ve tatlılar
Beslenme alışkanlıkları
Oruç
Orta Çağ tıbbı
Öğünler
Görgü kuralları
Yemek pişirme yöntemleri
Orta Çağ mutfakları
Yiyeceklerin saklanması ve korunması
Tahıllar
Meyve ve sebzeler
Etler
Balık ve deniz ürünleri
İçecekler
Şarap
Bira
Damıtılmış içecekler
Baharat ve otlar
Şekerleme ve tatlılar
Beslenme alışkanlıkları
Oruç
Orta Çağ tıbbı
Orta Çağ mutfağı, 5. ve 16. yüzyıl Avrupa kültürlerinin besinlerine, yeme alışkanlıklarına ve yemek pişirme yöntemlerine verilen genel addır. Bu dönem boyunca beslenme düzeni ve pişirme yöntemleri Avrupa genelinde değişimlere uğramış ve tüm bu değişiklikler Avrupa'nın modern mutfak kültürünün temelini oluşturmuştur.
Bu dönemde ekmek tüm Avrupa'da ana besin ögesi olarak kullanılır, tüketimde bunu yulaf lapası ve makarna gibi, tahıldan yapılmış yemekler izlerdi. Et ise sebze ve tahıllardan daha pahalı ve seçkin bir yiyecekti. Çeşni olarak en çok kullanılan ürünler şarap, koruk suyu ve sirkeydi. Yemekleri tatlandırmak için almaya gücü yetenler en sık bal ve şekere başvururdu. Et türlerinde en çok tercih edilenler tavuk ve domuz eti olur, toprak işlemede büyük öneme sahip olan büyükbaş hayvanların etleri ise her zaman daha az kullanılırdı. Kuzey Avrupa toplumları et gereksinimini büyük ölçüde morina ve ringa balıkları ile sağlar, bunun yanında diğer tatlı ve tuzlu su balıkları da yaygın biçimde tüketilirdi. Bademin hem acı hem de tatlısı yemeklerde garnitür olarak kullanılır ya da öğütülerek çorba ve yahnilere kıvam vermek için serpilirdi. Badem sütü, oruç ve paskalya perhizleri boyunca hayvan sütüne alternatif olarak içilen bir içecekti.
Bu dönemlerde yavaş ulaşım ve yetersiz saklama koşulları pek çok yiyeceğin uzun mesafeli ticaretini engelliyordu. Birçok yerde sadece varlıklı kişilerin, genellikle de soylu takımının baharat ve otlar gibi pahalı ürünleri getirmeye gücü yetiyordu. Bu nedenle zenginlerin ve soyluların mutfakları, yabancı kültürlerden etkilenmeye daha açık olmuştur. Toplumda bulunan her sınıfın bir üst sınıfı taklit etmesi sonucu, uluslararası ticaretle ve savaşlarla edinilen yeni alışkanlıklar zamanla yoksullar arasında da yaygınlaşmıştır.
Açlık ve kıtlığın olağan hâle geldiği ve toplumdaki sınıf ayrılıklarının en ağır biçimde hissedildiği bu dönemlerde yiyecekler, sosyal statünün en önemli göstergelerinden biri olmuştur. Piyasada güçlükle bulunmalarının yanı sıra lüks gıdaların tüketimi yasalarca da toplumun kimi sınıflarına yasaklanmış ve soylular sınıfına mensup olmayan sonradan görmelerin ("nouveau riche") göze çarpan tüketimine bir sınır getirilmiştir. Ayrıca, kişinin yediği yemekle işgücünün arasında kutsal ya da doğal bir bağ olduğu inancı yaygın olduğu için, yasalar, çalışan sınıfın yiyeceklerinin daha az inceltilmiş olması koşulunu getirmiştir. Bu nedenle, o dönemde beden gücü ile çalışan sınıfın yemekleri daha iri parçalı ve daha ucuzdur. Aynı dönemde tıp alanında da hekimler pahalı tonikleri, egzotik baharatları soylu kesimin hastalarına tavsiye ederken, daha kokulu, düşük kaliteli otları alt sınıflara önerirlerdi.
Öğünler
Berry Dükü John büyük bir yemekte. Dük, bir kardinalle birlikte büyük masada sunak örtüsü altında oturuyor. Şöminenin önünde duran masanın çevresinde pek çok hizmetli var. Masanın üstünde, Dük'ün solunda, gemi biçiminde bir tuz kabı durmakta. Très Riches Heures du Duc de Berry adlı kitaptan. Tarih, 1410'lar.
Orta Çağ'da insanlar gün ortasında yenen öğle yemeği ve ilerleyen saatlerde daha hafif bir akşam yemeği olmak üzere günde genellikle iki öğün yemek yerlerdi. Gelenek ve görenekler akşam yemeğinin çok erken yenmesini hoş karşılamazdı, bu nedenle din adamları ve seçkinler sınıfı bunu yapmaktan özellikle kaçınırdı. Çalışan erkekler kahvaltı yaparlardı; küçük çocukların, kadınların, yaşlıların ve hastaların da kahvaltı etmesi hoşgörülürdü. Zira kilise oburluğa ve diğer bedensel zaaflara karşı pek çok vaaz vermişti. Buna karşılık, çok para harcanan ziyafetler, alkollü içeceklerin makul ölçüde tüketildiği geç saatlere dek süren akşam yemekleri olan reresoperler (Oksitanca: rèire-sopar) ahlaki yönden yadırganmazdı. Fazla alkol tüketiminin kilise tarafından yasaklanmış olmasının nedeni, verdiği sarhoşluğun kişiyi kumara, kötü dil kullanmaya ve iffetsiz davranışlara sürüklemesidir. Kilise tarafından pek hoş karşılanmamış olmakla birlikte küçük ara öğünler ve atıştırmalar sık sık yapılırdı ve çalışan erkekler iş saatlerinde nuncheon adı verilen birkaç lokmalık yiyecekleri yemek için işverenlerinden izinli olurlardı.
Görgü kuralları
Orta Çağ'da uşak ve hizmetçiler dâhil olmak üzere ev halkı birlikte yemek yerdi. Tek başına gizlice yemek yemek insanların birbirlerine muhtaç oldukları dünyada yapılabilecek en kibirli ve bencil şeylerden biriydi. 13. yüzyılda bir İngiliz piskoposu, Lincoln Kontesi'ne savurganlık ve efendilere saygısızlık doğurduğu gerekçesiyle, gizlice özel odalarda, evin salonu dışında herhangi bir yerde yemek yenmesini yasaklamasını önerdi. Bununla birlikte, akşamdan kalan yiyecekleri hizmetlilere vermek yerine, hizmetçilerin bunları gizlice almaması için izlemesini de söyledi. Bu dönemde düzenlenen özel davetlere yönelik görgü kurallarına ilişkin bilgiler olmasına karşın, seçkinler sınıfının günlük kuralları hakkında ya da normal ve yoksul kişilerin sofra adabına ait bilinenler oldukça sınırlıdır. Ancak; daha sonraki dönemlerde görüleceği gibi birkaç çeşit yemek, lüks baharatlar ve esanslı sularda el yıkama gibi aşırı harcamaların olmadığı söylenebilir.
Varlıklı kişiler için pek çok şey daha farklıydı. Konuklara, temizliği vurgulamak amacıyla yemeğe başlamadan önce ve sunulan yemeklerin arasında ellerini yıkayabilsinler diye düz kâseler ve keten havlular verilirdi. Toplumsal görenekler, kadınların görkemli bir yemekteyken daha kibar, daha temiz ve tertipli olmasına yönelik kurallar içerdiğinden bu işlemler kadınlar için çok daha güç oluyordu. Bu nedenle ev sahibinin karısı genelde kendi arkadaş çevresiyle ayrı bir yemek yerdi, daha sonra asıl yeme işlemleri bitince ortama katılır ve konuklarla yemek yerdi. Tüm bunların yanı sıra iyi bir akşam yemeği genelde erkekler arasında düzenlenir, en onurlu konuk dışında eşlerini ya da nedimelerini yemeklere getiren erkeklere pek sık rastlanmazdı. Toplumdaki sınıflar arası ayrılıklar bu görgü kuralları ile daha da pekişmişti. Geleneklere göre düşük sınıftakiler seçkinlere, gençler ise büyüklerine yardım etmeli; erkekler kadınların giysilerini kirletme riskinden kaçınmalı ve kadınlar da kendilerine yakışacak biçimde yemek yiyor olmalıydı. Paylaşılan içki kadehleri en cömertçe hazırlanmış davetlerde bile, kürsüde oturanlar dışında herkes için yaygın bir davranıştı. Ekmek bölmek ve akşam yemeğindeki arkadaşlarına et kesmek ev sahibi erkeğin göreviydi.
Yiyecekler çoğunlukla tabakta, bazen de güveç içinde servis edilirdi. Konuklar kendi haklarını kaşık yardımıyla ya da elleriyle önlerinde bulunan ve tahta ya da kalaydan yapılmış tabaklara alırlardı. Sofrada bıçak kullanılır; ancak konukların kendi bıçaklarını kendilerinin getirmesi beklenirdi. Yalnızca çok seçkin konuklara evden bıçak çıkartılırdı. Bıçaklar iyi tanıdığı olması ya da çok seçkin bir konuk olmaması şartıyla diğer konuklardan en azından biriyle ortaklaşa kullanılırdı. Çatal kullanımı ise Avrupa'da 15. yüzyıla kadar yaygın değildi ve en çok İtalya'da kullanılırdı. İtalya'da da 14. yüzyılda tüm sosyal sınıflar arasında yaygınlaşana kadar pek kullanıldığı görülmezdi. Yemek kültüründeki bu alışkanlıkların, 11. yüzyılda Bizans Prensesi Teodora Dukena'nın sofra adabının etkisiyle değiştiği söylenebilir. Ostia Dükü'nün eşi olan prensesin, ülkesinden getirdiği refakatçilerin yemeğini önce hadımağalarına kestirmesi ve prensesin lokmalarını altından yapılmış bir çatalla yemesi için çalışmaları İtalyalı ev sahiplerini öylesine şaşırtmıştır ki daha sonra Ostia piskoposu çok yabancı olduğu bu kuralları kibirlilik olarak değerlendirmiştir.
Yemek pişirme yöntemleri
Geoffrey Chaucer'ın Canterbury Hikâyeleri adlı kitabının bir baskısında bulunan aşçı betimlemesi. Aşçının sol elinde tuttuğu kanca benzeri araç, Orta Çağ aşçılarının en çok başvurduğu mutfak eşyalarından biridir.
Avrupa'da tüm pişirme yöntemleri ateşin doğrudan kullanıma başlanması ile gelişti. Sobalar, 18. yüzyıla dek kullanımda olan araçlar değillerdi ve bir aşçının yemeği açık ateş üzerinde pişirmeyi bilmesi gerekiyordu. Ocaklık ve şömineler ise kullanılırdı; ancak kurmasının oldukça pahalı olması nedeniyle sadece büyük malikânelerde ve fırın dükkânlarında bulunurdu. Orta Çağ toplumlarında bir ocağın bir komşu ile birlikte paylaşılması yaygın bir davranıştı. Bunun yanında pek çok taşınabilir ocak da bulunurdu. Bunlar pişecek yiyeceklerle doldurulur ve daha sonra kömür ile yakılırdı. Bu ocakların tekerlek üzerinde hareket eden daha büyük türleri de bulunurdu ve caddelerde hamur işi yiyecekleri satmak için gezdirilerek kullanılırdı. Ancak pek çok aile için yemek pişirmek sadece yalın toprak kaplarda gerçekleşirdi. Ateşten yararlanmanın en etkili ve kolay yolu olan bu kaplar sayesinde yemeklerin suları da ziyan olmaz, çorba olarak içilirdi. Ayrıca bu döneme ilişkin pek çok kanıt, pişirilen yemeklerde yağ oranının çok yüksek olduğunu göstermektedir. Ancak yorucu çalışma şartları ve şişmanlığın daha çok kabul görmesi nedeniyle bu önemsenmemiştir. Bu dönemde sadece yoksul kişiler, hastalar ve kendini çok yememeye alıştırmış dindar kişiler zayıf olmuştur.
Meyveler et, balık ve yumurta gibi gıdalarla birlikte sıkça tüketilen yiyeceklerdi. Tart de brymlent adı verilen bir yemek türü; incir, kuru üzüm, elma, armut, somon balığı, mezgit ve çekirdeği çıkarılmış erikle yapılırdı ve almaya gücü yetenlerce oldukça sık tüketilirdi. Yemeklerin belirli ölçüde malzeme ile yapılmasına, sos ve baharatlarla tatlandırılmasına dikkat edilirdi. Balığın soğuğu, baharatlarla tatlandırılmışı ve hafif sulu biçimi; kırmızı etin kurusu ve sıcak biçimi; domuz etinin fırında pişirilerek az sulandırılmış sıcak biçimi makbuldü. Bu döneme ait bazı yemek tarifi kayıtlarında kullanılan malzemelerde ise bazı gıdaların birbirlerinin yerine geçtiği belirtilmiştir; ayva turtası için ayva yerine lahana, armut yerine şalgam gibi.
Orta Çağ mutfakları
Pek çok evde yemeklerin pişirilmesi, ısıdan olabildiğince çok yararlanabilmek amacıyla ana yaşam alanının ortasında, açık bir ocakta gerçekleştirilirdi. Mutfaklar yemek odalarıya birlikte tasarlanırken, Orta Çağ'da en zengin kişilerin evlerinde bile ocaklar böyle kullanılırdı. Avrupa'da ayrı bir oda olarak mutfağın gelişmesi Orta Çağ'ın sonlarına doğru oldu. Bunu etkileyen ilk adım, ocakların ana odanın ortasından duvarlara taşınması oldu. Bunun sonucunda ocakların olduğu bu bölgeler duvarlar ile ayrı bir oda ya da bir kanat hâline getirildi. Böylece mutfakta oluşan koku, duman ve koşuşturmanın konuklarca görülmesinin önüne geçiliyor ve yangın riski de azaltılıyordu.
Tava, tencere, çaydanlık gibi bugünün modern mutfak kültüründe de hâlâ kullanımda olan pek çok mutfak gereci, yoksulların alabilmesi için aşırı pahalı şeyler olsalar da o dönemde var olmuşlardır. Açık ateş üzerinde pişirme yaparken, küçük boyutlu bıldırcın etlerinden, bir bütün sığıra kadar pek çok şey için yararlanılabilecek, ayrı büyüklüklerde şişler kullanılmıştır. Tencere ve kazanların yanmasını ya da taşmasını önlemek için ise bir kanca ve kalın bir ip yardımıyla tavana asılarak hazırlanan ayarlanabilir basit vinç sistemleri kullanılmıştır. Çoğu zaman tencere, tava ve kazanlar ya doğrudan ateşe koyulmuş ya da demir üçayaklar üzerinde korların üzerine bırakılmıştır. Aşçıların işini kolaylaştırmak için çeşit çeşit bıçaklar, kepçeler, karıştırma kaşıkları ve rendeler yapılmıştır. Orta Çağ yemeklerinde kullanılan malzemelerin çok iyi dövülmüş, süzülmüş, dilimlenmiş ve çeşnilendirilmiş olması makbul olduğundan, varlıklıların mutfaklarında havan ve kevgirler de en çok kullanılan gereçlerden olmuştur. Bunun nedeni; dönemin doktorlarının yemeğin ne kadar iyi kıvamlı olursa, vücudun besini o kadar hızlı sindirebileceğine ilişkin bir inancı olmasına dayanmaktadır. Aşçıların kullandığı bir başka yöntem de av hayvanının derisini yüzerek eti parçalamak, çeşitli baharatlarla ve diğer soslar ile tatlandırdıktan sonra yeniden kendi derisinin içine sokmak ya da bu deriyi bambaşka bir biçimde, (bazen başka bir hayvan görünümünde) dikmek olurdu.
Ocakta çevrilen bir hayvan. Etin altında ince ve sığ bir tepsi. Etten damlayan yağlar daha sonra sos yapımında ve etin yağlanması işlemlerinde kullanılacak. Giovanni Boccacio'nun Decameron'undan, 1432
Soylu ailelerin ve kraliyetin mutfaklarında çalışan personelin sayısı kiler sorumluları, fırıncılar, kâğıt helvacılar, sosçular, kasaplar, et kesicileri, komiler, süt ve süt işlerinden sorumlu bayanlar, kâhyalar ve birçok bulaşıkçıyla, yüzleri bulurdu. Normal kişilerin mutfaklarında yemek pişirmek için çevredeki ormanlıklardan toplanmış odunlar yeterli olsa da, büyük mutfaklarda her gün birkaç yüz kişi için en az iki öğün yemek çıkarmak zorunda kalınırdı. Bu konuyla ilgili olarak Savoya Dükü VIII. Amadeus'un başaşçısı Chiquart 15. yüzyılda yazmış olduğu Du fait de cuisine (Türkçe: Mutfaklar üzerine) adlı kitabında bir başaşçının en azından 1000 kağnı yükü kuru, iyi yanan oduna ve büyükçe bir ambar dolusu kömüre sahip olması gerektiğini vurgulamıştır.
Yiyeceklerin saklanması ve korunması
Orta Çağ'da yiyecekleri saklama ve koruma yöntemleri hemen hemen antik dönemlerde olduğu gibiydi; 19. yüzyılın başlarında konserveleme yöntemi bulunana kadar da çok büyük bir değişiklik göstermemiştir. Kullanılan en kolay ve yaygın yöntem yiyecekleri nemini yitirmesi için ısıya ya da rüzgâra maruz bırakmaktı. Bu yöntemle, yiyecekler üzerinde bulunan su mikroorganizmaları yok edilir, bunun sonucunda da tahıllardan et türlerine her türlü besinin dayanıklılık süresi uzatılabilirdi. Sıcak iklimlerin hâkim olduğu bölgelerde bu yiyeceği doğrudan güneş ışığına bırakmakla da yapılırdı. Soğuk bölgelerde ise başta tuzsuz balıklar olmak üzere besinler güçlü rüzgârlara bırakılır, sıcak ocaklara atılır ve mahzenlerde, tavan aralarında ve hatta oturma odalarında bile saklanabilirdi.
Besinler, tuzlama, salamura etme, konserveleme ve mayalandırma yapılarak da uzun süre korunabilirdi. Tüm bu yöntemler hem hazırlamada zaman kazancı sağlar hem de yeni tatlar sunardı. Özellikle güzün kesilmiş büyükbaş hayvanların etlerini tuzlayarak saklama yöntemi, yaklaşan kış aylarında gerekenden çok hayvan bakmayı da önlerdi. Katı yağlar bozulmaması için çok yüksek değerlerde tuz atılarak yapılırdı. (ortalama %5 - 10 oranında ) Sebzeler, yumurtalar, balıklar bunun yanında ayrıca ağzı sıkıca kapatılmış, içinde tuzlu su ve sirke, limon suyu, koruk suyu gibi asitli sıvılar bulunan kavanozlar içinde turşu yapılırdı. Bakterilerin neden olduğu değişikliklerden de sık sık yararlanılır; pek çok yöntem kullanılarak üzüm ve bazı meyveler mayalandırılır ve alkollü içecekler ortaya çıkardı. Sütün mayalandırılması ile peynir ya da margarin elde edilirdi.