Ortaçağ, Yunan – Roma kültüründen sonra gelerek, Aydınlanma Çağı’na kadar uzanan yaklaşık bin yıllık bir dönemi kapsar. Ortaçağ şüphesiz Antikçağ ile Rönesans arasında bir geçiş dönemi olarak kabul edilir. Dolayısıyla hem önceki dönemden farklıdır hem de bir sonraki dönemin hazırlayıcısıdır. Ortaçağın başlangıç dönemini belirleyen en önemli etken şüphesiz Hıristiyanlık dininin doğuşu olmuştur. Fakat Ortaçağ düşünce sistemini belirleyen tek etken yalnızca Hıristiyanlık dininin dogmaları değildir. Ortaçağ düşüncesi incelenmek istendiğinde bu dönemdeki bilimsel çalışmaların siyasi, toplumsal olayların teknolojik gelişmelerin ve Antikçağ düşüncesiyle İslam Dünyası’nda yapılmış çalışmaların da birer faktör olarak ele alınması gerekir.
Batı Dünyası’nda 17. yüzyılda gerçekleşmiş olan bilimsel devrimi, 12. ve 16. yüzyıllar arasında ortaya çıkmış olan bilimsel, toplumsal ve siyasi olaylar hazırlamıştır. Bu olayları şekillendiren ve Batı Dünyası’nda bilimsel devrimin ortaya çıkmasında etkili olan üç temel etmen vardır. Bu etmenlerden birincisi 12. ve 13. yüzyıllar boyunca Yunan ve İslam bilimsel eserlerinin Latince’ye çevrilmesidir. Bu etmen, bilimsel devrimin oluşması sürecinde diğer iki etmene göre daha temel ve zorunlu bir işleve sahiptir. Çünkü, Ortaçağ biliminin şekillenmesi büyük ölçüde, daha önce üretilmiş bilginin Batı’ya aktarılması ile gerçekleşmiştir. Bu aktarılma işleminde, savaşların ve ticari ilişkilerin de önemli rolü olmuştur. Emeviler Dönemi’nde (661-750) Müslümanların İspanya’yı fethetmeleri ile birlikte, İslam Dünyası’nda üretilen bilimsel kaynakların Avrupa’ya aktarılmış olması, bu durumun belirgin ve bilinen kanıtıdır. Bu etkileşim ve kültür alışverişi, 431 yılında Efes’te düzenlenen III. Konsül tarafından sürgüne gönderilen Nesturius ve yandaşlarının Antik Yunan ve Roma eserlerini de beraberlerinde getirerek Urfa-Harran civarlarına yerleşmeleri ve burada Arap ve Fars toplumlarıyla etkileşime girmeleriyle başlamıştır . Böylece bu eserler Süryanice, Sanskritçe, Yunanca, Latince ve Pehlevice’den çevrilerek dönemin bilimsel altyapısını oluşturmuştur. Bu şekilde gerçekleşen çeviri faaliyetleri Avrupa’da Skolastik Dönem’in güçlenmesini ve bunun sonucu olarak bilimsel çalışmaların ve eğitim sisteminin yeniden yapılanmasını da beraberinde getirmiştir. Bu bakımdan 11. yüzyılın sonları Ortaçağ düşünce tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu dönemde İslam Dünyası, hem bilimsel çalışmalar hem de yetişmiş bilim adamları açısından Avrupa’dan daha ileri düzeydi. Yunanca, Arapça ve Farsça eserlerin Latince’ye kazandırılması için İspanya’da Tuleylule’de (Toledo) başpiskopos Raymond de Sauvetat tarafından bir çeviri okulu kurulmuş olması bu durumun açık bir kanıtıdır
Bilimsel devrimin oluşumunu sağlayan ikinci etmen ise, Ortaçağ’da üniversitelerin ortaya çıkması ve yaklaşık 800 yıl boyunca bir kurum olarak varlıklarını devam ettirmeleridir. Ortaçağ Latin toplumunun gelişimi kilise ve kentlerin bağımsız olarak örgütlenmelerini sağlamış, ilk üniversiteler de bu idari örgütlenme içerisinde kendilerine yer bulmuştur. 12. ve 16. yüzyıllar arasında İslam, Çin, Hindistan ya da Antik Güney Amerika’daki uygarlıkların eğitim kurumları ile Ortaçağ Batı Dünyası’nın üniversiteleri karşılaştırılamaz. Çünkü Ortaçağ’da Avrupa’da ortaya çıkan üniversiteler, modern bilimi geliştirmeye yönelik alt yapıları, ders programları, kuralları, siyasi – hukuksal ayrıcalıkları ve sıra dışı faaliyetleri ile diğerlerinden ayrılırlar . Ortaçağ Skolastik Dönemi’nde eğitim ve öğretimin sürdürüldüğü ve bilgi üretiminin gerçekleştirildiği kurumlar olarak 12. yüzyıla kadar katedral ve manastır okulları ön plandadır. Bu okullar, 12. yüzyılda etkilerini kaybetmiş ve üstünlüklerini üniversitelere kaptırmışlardır. Bu yeni eğitim ve öğretim kurumları, hoca ve öğrencilerin seçimi, düzenli ders programları, tartışmalar, bilimsel çalışmalar ve kütüphaneleri ile katedral ve manastır okullarından ayrılmaktadırlar. Bunun yanı sıra, üniversitelerde bilginin kayıtlı olduğu ve bilginin yayılmasına aracılık eden kitaplar, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde olduğu gibi korunması gereken birer put değil, bilginin üretimi ve yayımı için birer araç haline gelmiştir.
Üçüncü etmen ise; din ve bilimin, birer etkinlik olarak birbirinden ayrılmasıdır. Bu ayrılma sonucunda Ortaçağ’da giderek iki farklı düşünsel etkinlik, bilgi üretme yöntemi, ve bilgi türü ortaya çıkmıştır. Albertus Magnus (1193-1280) ile başlayıp Thomas Aquinas (1225-1274) ile yerleşen bu anlayışa göre, din ve bilim ayrı alanlarda bilgi üretmeli ve ürettikleri bu bilgileri kendi yöntemleriyle ve birbirlerine müdahale etmeden yorumlamalıdır. Thomas Aquinas’a göre inanma ile bilmenin alanları ayrıdır, inanmanın dayanağı inanç; kaynağı Kutsal Kitap ve din otoriteleri; bilimin dayanak noktası ise akıl ve kaynağı da doğadır. Bu yaklaşım ile din ile bilimin çalışma alanları birbirinden ayılmakta, bu iki alanın doğruları ve yanlışları önceden olduğu gibi uzlaştırılmaya çalışılmamakta ve sorunlarını kendi yöntemleriyle çözümlemeleri öngörülmektedir. Bu anlayışın yaygınlaşması sonucu zamanla birçok din bilimcisi yalnızca laik bilimsel müfredatı kabul etmekle kalmamış, aynı zamanda pozitif bilimlerin dini açıklayıcı ve aydınlığa kavuşturucu gerekliliğine de inanmışlardır
Bu bağlamda çalışmanın ilerleyen bölümlerinde, Ortaçağ’da düşünce sisteminin şekillenmesine ve 17. yüzyılda Batı’da bilimsel devrimin gerçekleşmesine neden olan bu koşulların etkileri göz önüne alınarak, ilk üniversitelerin ortaya çıkışı ve gelişimi ele alınacaktır.
Öğretmenler kendi öğretim sistemlerini geliştirmek ve öğrencilerine aktarabilmek, öğrenciler de daha iyi bir eğitim almak ve gereksinimlerini karşılayabilmek amacıyla bir grup halinde biraraya gelip, bir kurum yapısı içerisinde Ortaçağ şehirlerinde kendi haklarını savunmaktaydılar. Modern anlamda üniversite için kullanılan terim studium generaledir. Studium generale terimi, Ortaçağ’da rastlantısal olarak diğer bir çok grubu da ifade etmiştir. Dolayısıyla Studium Generalè terimi universitas terimini de kapsayan ve uzun yıllar ilk üniversiteler için kullanılan genel bir ifadedir. Ortaçağ Avrupası’nda üniversite için kullanılmış olan terimlerden biri “universitas scholarium” bir başka terim de majeste (hükümdar, papa vb.) tarafından tanınan, scholarium ve benzeri bir kelime ile birleştiğinde ortaklık ve topluluk anlamı taşıyan “Universitas Magistrorum et Scholarium” dur
Ortaçağ Avrupa’sında eğitim sistemindeki değişim, 529’da Platon’un Academia’sının kapatılmasıyla başlamıştır. Bu olayla birlikte Doğu Roma İmparatorluğu’ndaki Hıristiyanlık dışı (pagan) okullar tamamıyla ortadan kalkmıştır. Bu okulların yerini Hıristiyanlık dininin inanç ve davranış sistemlerinin anlatıldığı ve din adamlarının yetiştirildiği kilise okulları almıştır. Batı Avrupa’nın ilk okulları Benedictine rahiplerinin gençlere okuma-yazma öğretmesiyle 6. yüzyılda oluşmaya başlamıştır. Bu okullar kilise, katedral ve manastır gibi dini kurumlar ile ortak hareket etmekte ve dışarıdan yönetilmekteydi. 787 yılına gelindiğinde Fransa’da imparator Charlemagne’ın (Şarlman) tüm kilise ve bağlı kuruluşların birer okul açmaları için bir buyruk yayımladığı görülür. Laik eğitime yönelik bu okullar, ilerleyen yıllarda kurulacak üniversitelerin çekirdeklerini oluşturmuştur. Doğuda üstü örtülü de olsa canlılığını sürdüren eğitim ve öğretim geleneği böylece Batı’ya da bir ölçüde aktarılma olanağı bulmuştur . Ortaçağ Batı toplumunda din dışı konularda da eğitim görme gereksinimi studium generalelerin oluşmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra ilk üniversiteler olarak kabul edilen bu okulların ortaya çıkışını iki temel nedene bağlayabiliriz. Bunlardan ilki, Ortaçağ Batı Avrupası’nın 8. yüzyıldan itibaren ciddi bir biçimde İslam medeniyetiyle etkileşime girmesi, kentleşmenin ortaya çıkışı ve din adamlarının bilgi düzeyinin artmaya başlamasıdır. İkincisi ise, bir kurumsal birlik fikrinin ortaya çıkması ve böylelikle Ortaçağ Batı Dünyası’nda kiliseler, manastırlar ve diğer dini kurumların bir hiyerarşi içersinde yer alarak araştırma yapan, bilgi üreten kurumlar haline gelmeleridir . Studium generalenin tarihi İtalya’da başlar; bu kurumlarda eğitimi verilen konular din dışı olmakla beraber, bu okullar da kilise tarafından denetlenmekteydi. 9. yüzyılda kurulan ve ilk büyük studium generale olan Salerno Tıp Okulu, tıp eğitimi vermesinin yanı sıra tüm Avrupa’da Katolik öğretisinin yaygınlaşmasında da önemli rol oynamıştır .
1079 yılında Papa VII. Gregory, piskoposların kontrolünde ruhban sınıfını eğitmek amacıyla katedral okullarının kurulması için bir emir yayınlamıştır. Bu okullar, Paris ve Orléans gibi geliri yüksek kentlerde kurulduğu için, kısmen de olsa eski manastır okullarından daha iyi bir gelişme olanağına sahipti. 1079-1142 yılları arasında Liver Seine’ın kıyısında bir katedral okulunda eğitmelik yapan Petrus Abaelardus, Paris’in lider hocasıdır; onun yüksek ünü, popülaritesi diğer öğretim elemanlarını da Paris’e çekmiştir . İtalya, Fransa ve İngiltere’deki ilk üniversitelerin kurulma aşamasında İspanya’da (Endülüs) İslam Uygarlığı tarafından daha önce kurulmuş olan eğitim kurumlarından esinlendiği görülmektedir. Hıristiyan öğrenciler, Avrupa’da üniversiteler henüz kurulmamışken İspanya’daki İslam eğitim kurumlarına gitmekteydiler.
Bologna’daki okulların gelişimi, 1155 yılında İmparator I. Frederick Barbarossa’nın öğrencileri koruma altına alması ve öğrencilerin sadece kendi hocaları ya da Bologna piskoposu tarafından yargılama yetkisi olduğunu belirten emriyle başlamıştır. Böylece hukuk eğitimi almak isteyen bu öğrenciler bir araya gelerek 1158 yılında Bologna’da hukuk eğitimi veren bir üniversitenin kurulmasını sağlamışlardır. İtalya’da Salerno ve Bologna’da tamamıyla Arapça metinlerin Latince çevirileriyle derslerin okutulduğu tıp okulları da vardı. Bu okullar aynı zamanda katedral okulları ile üniversiteler arasındaki bağı da sağlıyorlardı. Bologna’daki üniversite Salerno Üniversitesi’nin aksine gerçek anlamda üniversite literatürüne katkıda bulunan ürünler vermiştir. Paris’te 1200’den önce kurulmuş ve din eğitimi veren üç okul bulunmaktaydı. Bunlar dışarıdan gelen öğrencilere din eğitimi veren Notre Dame, Saint Victor ve Ste. Geneviève adlı adlı din okullarıydı . Paris Üniversitesi’nin kurulması, Bologna Üniversitesi’nin kurulması ile aynı tarihlere rastlamaktadır ve bu üniversitenin kuruluşunda 11. yüzyılın sonunda Paris’te kurulan ve yukarıda sözü edilen bu üç okulun önemi büyüktür.
Studium generale adıyla kurulan bu üniversitelerin resmi olarak tanınması ve faaliyet göstermesi için papa, kral ya da imparatordan resmi izin almaları gerekliydi. Bu bağlamda 1225 yılında İmparator II. Frederick’in resmi buyruğuyla ilk studium generaleler Napoli’de bir ün ve prestij kazanarak yasal izinli kurumlar haline gelmişlerdir. Böylece Napoli Üniversitesi ilk devlet üniversitesi olma özelliğini de taşımaktadır . Bunu takiben benzer bir uygulamayı Papa IX. Gregory Toulouse’da 1229 yılında gerçekleştirmiştir. Avrupa’da diğer studium generaleler papanın ya da imparatorun emriyle birbiri ardına kurulmuştur. 1292 yılında Paris ve Bologna’daki studium generaleler Papa IV. Nicholas’ın emriyle resmi nitelik kazanmışlardır. Oxford Üniversitesi de bu geleneğin devamı olarak 1254 yılında Papa IV. Innocent’in izniyle kurulmuştur. İngiltere’de 1209 yılında kurulmuş olan bir diğer studium generale de Papa XXII. John’un emriyle 1318 yılında resmi nitelik kazanan Cambridge Üniversitesi’dir ]. Kuzey İtalya’da Bologna’dan ayrılan öğrenciler tarafından kurulan Reggio Üniversitesi ve 1160’da bir hukuk okulu ile birleştirilen ancak gerçekte tıp okulu olan Montpellier Üniversitesi, Avrupa’da kurulan diğer iki önemli eğitim kurumudur .
Ortaçağ’da kurulan bu ilk üniversiteler, gerek idari yapı gerekse eğitim sistemleri yönünden farklı özellikler göstermekteydi ve bu özellikleriyle Avrupa’da kendilerinden sonra kurulan üniversiteler için model oluşturmaktaydılar. Örneğin Paris Üniversitesi’ni Batı Hıristiyan aleminin efsanevi dinsel merkezi olarak diğerlerinden ayrı tutmak gerekir. 13. yüzyılın ünlü düşünür ve din adamlarından olan Albertus Magnus (Albert the Great), onun öğrencisi Thomas Aquinas’ın yanı sıra dokuz papanın Paris Üniversitesi’nde eğitim gördüğü bilinmektedir . Paris Üniversitesi gerek ilk üniversitelerden biri olması gerekse yapısal olarak üniversitelerin özerkleşme girişimlerini bünyesinde barındırması açısından dikkati çekmektedir. Bu üniversitede öğrenci ve öğretim üyelerinin birlikte örgütlendikleri bir yapı söz konusuydu. Öğrenci egemenliğinin ağır bastığı Bologna Üniversitesi’nin tersine öğretim üyelerinin belirgin bir ağırlığının olduğu Paris Üniversitesi, piskoposluktan bağımsızlaşma yönünde önemli başarılar kazanmıştır. Oxford Üniversitesi’nin 1115 yılında 60-100 öğrencinin bir araya gelmesiyle, Priory St. Frideswide’ın Augustinian kilise yasalarıyla ortaya çıktığı görülmektedir. Bu üniversite 1163 yılına kadar bir studium generalè olarak nitelendirilmemiş ve Paris’te kral I. Henry’e ve sarayına yakınlığı ile dikkati çekmiştir. 1150’ye doğru Paris’teki din okulları üniversite konumuna gelmişler ve 1167 yılında Paris’teki okullarda eğitim görmüş olan bir grup İngiliz öğrenci buradan ayrılarak Oxford Üniversitesi’nin şekillenmesine yardımcı olmuştur
Oxford Üniversitesi matematik ve doğa bilimleri alanlarında önemli bir yere sahipti. Ancak 1209 yılında borçları nedeniyle bir süre eğitimine devam edememiştir. Bu nedenle Oxford’dan ayrılan öğretim üyeleri Cambridge Üniversitesi’nin temellerini atmışlardır. 13. yüzyılın başlarında Cambridge Üniversitesi önemli bir gelişme göstermiş ve studium generale olarak kabul görmüştür. Cambridge ve Oxford Üniversiteleri yapısal olarak 1264 yılında kurulan Merton College’den önemli ölçüde etkilenmiştir. Merton College, halkın içinde ve ruhban sınıfı tarafından kabul görmüştür. Bu kolej yapısı 1571 yılında yasal yapılarıyla diğerlerinden ayrılan İngiliz üniversiteleri için de önemli bir özelliktir. Cambridge ve Oxford Üniversiteleri’nin halk ve ruhban sınıfı tarafından kabul görmesi, üzerlerindeki merkezi otorite ve dini kuralların baskısının azalmasına neden olmuştur. Bunun sağlanmasında ise, rahip Lincoln ve Ely’nin kişisel denetimleri altında verilen emirler önemli ölçüde etkili olmuştur. Bu iki İngiliz üniversitesinin yanı sıra Kuzey Fransa ve Almanya’da kurulan üniversiteler öğretim sistemlerindeki benzerlikleriyle, Paris modelinden sonra Ortaçağ’a egemen olmuşlardır. 1348-1450 yılları arasında Avrupa’da faaliyet gösteren studium generalèlerin sayısının 1500’lerde 52’ye kadar yükseldiği görülür
Kısa bir süre sonra Avrupa’da birçok studium generale ortaya çıkmış, ilk olarak Paris’te ve daha sonra İngiltere’de sonraki 300 yıl boyunca çeşitli kentlerde çok sayıda üniversite kurulmuştur.
Batı Dünyası’nda 17. yüzyılda gerçekleşmiş olan bilimsel devrimi, 12. ve 16. yüzyıllar arasında ortaya çıkmış olan bilimsel, toplumsal ve siyasi olaylar hazırlamıştır. Bu olayları şekillendiren ve Batı Dünyası’nda bilimsel devrimin ortaya çıkmasında etkili olan üç temel etmen vardır. Bu etmenlerden birincisi 12. ve 13. yüzyıllar boyunca Yunan ve İslam bilimsel eserlerinin Latince’ye çevrilmesidir. Bu etmen, bilimsel devrimin oluşması sürecinde diğer iki etmene göre daha temel ve zorunlu bir işleve sahiptir. Çünkü, Ortaçağ biliminin şekillenmesi büyük ölçüde, daha önce üretilmiş bilginin Batı’ya aktarılması ile gerçekleşmiştir. Bu aktarılma işleminde, savaşların ve ticari ilişkilerin de önemli rolü olmuştur. Emeviler Dönemi’nde (661-750) Müslümanların İspanya’yı fethetmeleri ile birlikte, İslam Dünyası’nda üretilen bilimsel kaynakların Avrupa’ya aktarılmış olması, bu durumun belirgin ve bilinen kanıtıdır. Bu etkileşim ve kültür alışverişi, 431 yılında Efes’te düzenlenen III. Konsül tarafından sürgüne gönderilen Nesturius ve yandaşlarının Antik Yunan ve Roma eserlerini de beraberlerinde getirerek Urfa-Harran civarlarına yerleşmeleri ve burada Arap ve Fars toplumlarıyla etkileşime girmeleriyle başlamıştır . Böylece bu eserler Süryanice, Sanskritçe, Yunanca, Latince ve Pehlevice’den çevrilerek dönemin bilimsel altyapısını oluşturmuştur. Bu şekilde gerçekleşen çeviri faaliyetleri Avrupa’da Skolastik Dönem’in güçlenmesini ve bunun sonucu olarak bilimsel çalışmaların ve eğitim sisteminin yeniden yapılanmasını da beraberinde getirmiştir. Bu bakımdan 11. yüzyılın sonları Ortaçağ düşünce tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu dönemde İslam Dünyası, hem bilimsel çalışmalar hem de yetişmiş bilim adamları açısından Avrupa’dan daha ileri düzeydi. Yunanca, Arapça ve Farsça eserlerin Latince’ye kazandırılması için İspanya’da Tuleylule’de (Toledo) başpiskopos Raymond de Sauvetat tarafından bir çeviri okulu kurulmuş olması bu durumun açık bir kanıtıdır
Bilimsel devrimin oluşumunu sağlayan ikinci etmen ise, Ortaçağ’da üniversitelerin ortaya çıkması ve yaklaşık 800 yıl boyunca bir kurum olarak varlıklarını devam ettirmeleridir. Ortaçağ Latin toplumunun gelişimi kilise ve kentlerin bağımsız olarak örgütlenmelerini sağlamış, ilk üniversiteler de bu idari örgütlenme içerisinde kendilerine yer bulmuştur. 12. ve 16. yüzyıllar arasında İslam, Çin, Hindistan ya da Antik Güney Amerika’daki uygarlıkların eğitim kurumları ile Ortaçağ Batı Dünyası’nın üniversiteleri karşılaştırılamaz. Çünkü Ortaçağ’da Avrupa’da ortaya çıkan üniversiteler, modern bilimi geliştirmeye yönelik alt yapıları, ders programları, kuralları, siyasi – hukuksal ayrıcalıkları ve sıra dışı faaliyetleri ile diğerlerinden ayrılırlar . Ortaçağ Skolastik Dönemi’nde eğitim ve öğretimin sürdürüldüğü ve bilgi üretiminin gerçekleştirildiği kurumlar olarak 12. yüzyıla kadar katedral ve manastır okulları ön plandadır. Bu okullar, 12. yüzyılda etkilerini kaybetmiş ve üstünlüklerini üniversitelere kaptırmışlardır. Bu yeni eğitim ve öğretim kurumları, hoca ve öğrencilerin seçimi, düzenli ders programları, tartışmalar, bilimsel çalışmalar ve kütüphaneleri ile katedral ve manastır okullarından ayrılmaktadırlar. Bunun yanı sıra, üniversitelerde bilginin kayıtlı olduğu ve bilginin yayılmasına aracılık eden kitaplar, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde olduğu gibi korunması gereken birer put değil, bilginin üretimi ve yayımı için birer araç haline gelmiştir.
Üçüncü etmen ise; din ve bilimin, birer etkinlik olarak birbirinden ayrılmasıdır. Bu ayrılma sonucunda Ortaçağ’da giderek iki farklı düşünsel etkinlik, bilgi üretme yöntemi, ve bilgi türü ortaya çıkmıştır. Albertus Magnus (1193-1280) ile başlayıp Thomas Aquinas (1225-1274) ile yerleşen bu anlayışa göre, din ve bilim ayrı alanlarda bilgi üretmeli ve ürettikleri bu bilgileri kendi yöntemleriyle ve birbirlerine müdahale etmeden yorumlamalıdır. Thomas Aquinas’a göre inanma ile bilmenin alanları ayrıdır, inanmanın dayanağı inanç; kaynağı Kutsal Kitap ve din otoriteleri; bilimin dayanak noktası ise akıl ve kaynağı da doğadır. Bu yaklaşım ile din ile bilimin çalışma alanları birbirinden ayılmakta, bu iki alanın doğruları ve yanlışları önceden olduğu gibi uzlaştırılmaya çalışılmamakta ve sorunlarını kendi yöntemleriyle çözümlemeleri öngörülmektedir. Bu anlayışın yaygınlaşması sonucu zamanla birçok din bilimcisi yalnızca laik bilimsel müfredatı kabul etmekle kalmamış, aynı zamanda pozitif bilimlerin dini açıklayıcı ve aydınlığa kavuşturucu gerekliliğine de inanmışlardır
Bu bağlamda çalışmanın ilerleyen bölümlerinde, Ortaçağ’da düşünce sisteminin şekillenmesine ve 17. yüzyılda Batı’da bilimsel devrimin gerçekleşmesine neden olan bu koşulların etkileri göz önüne alınarak, ilk üniversitelerin ortaya çıkışı ve gelişimi ele alınacaktır.
2. İlk Üniversiteler
Studium Generalelerin Ortaya Çıkışı
Ortaçağ Batı Avrupası’nda entelektüel umutsuzluk, Karanlık Çağ’dan sonra birçok katedral ve manastır okulundaki öğrenim merkezlerinin önem kazanmasına neden olmuştur. Erken Ortaçağ’da varolan ve yüksek öğretim kurumları olarak kabul edilen bu okullar, az sayıda olmalarına rağmen 13. yüzyıla kadar tam anlamıyla gelişme gösterememiş ve bölgesel nitelik taşımaktan öteye gidememişlerdir. 13. yüzyıl öncesinde uzunca bir süre bugünkü anlamda üniversitelere benzer eğitim ve öğretim kurumları yoktu. Ortaçağ üniversitelerinden önce Avrupa’da kilise, katedral ve manastır okulları ve bir de özel hocaların belli bir gruba ders verdikleri merkezler vardı. Bu merkezlere “studium generale” adı verilmekteydi . Böylece Avrupa’nın birçok şehrinden çeşitli konularda eğitim görmek isteyen çok sayıda öğrenci studium generalelerde toplanmıştır. Doğal olarak, eğiticilerden iyi olanlar daha fazla talep görmeye başlamış ve ardından da zamanla öğretmenler ve öğrenciler dernek-lonca benzeri örgütlenmelere gitmişlerdir. Studium generaleler belirli bir müfredat ya da ders programına göre eğitim vermemişlerdir. Öğrencilerin öğretmenlerini birer eğitimci olarak ve istedikleri zaman dinledikleri Studium generalelerde aynı zamanda benzer konularda eğitim veren öğretmenler bir araya gelerek örgütlenmeye başlamışlar, papa ve dönemin hükümdarları tarafından da siyasi ve maddi destek görerek kurumsallaşma aşamasına gelmişlerdirHarran ünivetsitesi
Günümüzdeki üniversite ismine kaynaklık eden “Universitas” terimi ise, o dönemde çoğunlukla öğrenci kitlesini belirtmek için kullanılmaktaydı ve özellikle yabancı uyruklu öğrencilerin başka bir milletten olduğunu çağrıştıran bir terim olarak kullanılıyordu. “Universitates” teriminin erimesi ve kısaltılmasıyla “universitas” haline dönüşen terim Ortaçağ boyunca zamanla bir takım terimsel ve kavramsal farklılıklarını yitirmiş ve universitas tek başına kullanılmaya başlamıştır. Dolayısıyla Ortaçağ’da universitas yani, üniversite kelimesi bugünkü anlamında değil, “corporation” dernek, kurum anlamında kullanılmaktaydı.Öğretmenler kendi öğretim sistemlerini geliştirmek ve öğrencilerine aktarabilmek, öğrenciler de daha iyi bir eğitim almak ve gereksinimlerini karşılayabilmek amacıyla bir grup halinde biraraya gelip, bir kurum yapısı içerisinde Ortaçağ şehirlerinde kendi haklarını savunmaktaydılar. Modern anlamda üniversite için kullanılan terim studium generaledir. Studium generale terimi, Ortaçağ’da rastlantısal olarak diğer bir çok grubu da ifade etmiştir. Dolayısıyla Studium Generalè terimi universitas terimini de kapsayan ve uzun yıllar ilk üniversiteler için kullanılan genel bir ifadedir. Ortaçağ Avrupası’nda üniversite için kullanılmış olan terimlerden biri “universitas scholarium” bir başka terim de majeste (hükümdar, papa vb.) tarafından tanınan, scholarium ve benzeri bir kelime ile birleştiğinde ortaklık ve topluluk anlamı taşıyan “Universitas Magistrorum et Scholarium” dur
Ortaçağ Avrupa’sında eğitim sistemindeki değişim, 529’da Platon’un Academia’sının kapatılmasıyla başlamıştır. Bu olayla birlikte Doğu Roma İmparatorluğu’ndaki Hıristiyanlık dışı (pagan) okullar tamamıyla ortadan kalkmıştır. Bu okulların yerini Hıristiyanlık dininin inanç ve davranış sistemlerinin anlatıldığı ve din adamlarının yetiştirildiği kilise okulları almıştır. Batı Avrupa’nın ilk okulları Benedictine rahiplerinin gençlere okuma-yazma öğretmesiyle 6. yüzyılda oluşmaya başlamıştır. Bu okullar kilise, katedral ve manastır gibi dini kurumlar ile ortak hareket etmekte ve dışarıdan yönetilmekteydi. 787 yılına gelindiğinde Fransa’da imparator Charlemagne’ın (Şarlman) tüm kilise ve bağlı kuruluşların birer okul açmaları için bir buyruk yayımladığı görülür. Laik eğitime yönelik bu okullar, ilerleyen yıllarda kurulacak üniversitelerin çekirdeklerini oluşturmuştur. Doğuda üstü örtülü de olsa canlılığını sürdüren eğitim ve öğretim geleneği böylece Batı’ya da bir ölçüde aktarılma olanağı bulmuştur . Ortaçağ Batı toplumunda din dışı konularda da eğitim görme gereksinimi studium generalelerin oluşmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra ilk üniversiteler olarak kabul edilen bu okulların ortaya çıkışını iki temel nedene bağlayabiliriz. Bunlardan ilki, Ortaçağ Batı Avrupası’nın 8. yüzyıldan itibaren ciddi bir biçimde İslam medeniyetiyle etkileşime girmesi, kentleşmenin ortaya çıkışı ve din adamlarının bilgi düzeyinin artmaya başlamasıdır. İkincisi ise, bir kurumsal birlik fikrinin ortaya çıkması ve böylelikle Ortaçağ Batı Dünyası’nda kiliseler, manastırlar ve diğer dini kurumların bir hiyerarşi içersinde yer alarak araştırma yapan, bilgi üreten kurumlar haline gelmeleridir . Studium generalenin tarihi İtalya’da başlar; bu kurumlarda eğitimi verilen konular din dışı olmakla beraber, bu okullar da kilise tarafından denetlenmekteydi. 9. yüzyılda kurulan ve ilk büyük studium generale olan Salerno Tıp Okulu, tıp eğitimi vermesinin yanı sıra tüm Avrupa’da Katolik öğretisinin yaygınlaşmasında da önemli rol oynamıştır .
1079 yılında Papa VII. Gregory, piskoposların kontrolünde ruhban sınıfını eğitmek amacıyla katedral okullarının kurulması için bir emir yayınlamıştır. Bu okullar, Paris ve Orléans gibi geliri yüksek kentlerde kurulduğu için, kısmen de olsa eski manastır okullarından daha iyi bir gelişme olanağına sahipti. 1079-1142 yılları arasında Liver Seine’ın kıyısında bir katedral okulunda eğitmelik yapan Petrus Abaelardus, Paris’in lider hocasıdır; onun yüksek ünü, popülaritesi diğer öğretim elemanlarını da Paris’e çekmiştir . İtalya, Fransa ve İngiltere’deki ilk üniversitelerin kurulma aşamasında İspanya’da (Endülüs) İslam Uygarlığı tarafından daha önce kurulmuş olan eğitim kurumlarından esinlendiği görülmektedir. Hıristiyan öğrenciler, Avrupa’da üniversiteler henüz kurulmamışken İspanya’daki İslam eğitim kurumlarına gitmekteydiler.
Bologna’daki okulların gelişimi, 1155 yılında İmparator I. Frederick Barbarossa’nın öğrencileri koruma altına alması ve öğrencilerin sadece kendi hocaları ya da Bologna piskoposu tarafından yargılama yetkisi olduğunu belirten emriyle başlamıştır. Böylece hukuk eğitimi almak isteyen bu öğrenciler bir araya gelerek 1158 yılında Bologna’da hukuk eğitimi veren bir üniversitenin kurulmasını sağlamışlardır. İtalya’da Salerno ve Bologna’da tamamıyla Arapça metinlerin Latince çevirileriyle derslerin okutulduğu tıp okulları da vardı. Bu okullar aynı zamanda katedral okulları ile üniversiteler arasındaki bağı da sağlıyorlardı. Bologna’daki üniversite Salerno Üniversitesi’nin aksine gerçek anlamda üniversite literatürüne katkıda bulunan ürünler vermiştir. Paris’te 1200’den önce kurulmuş ve din eğitimi veren üç okul bulunmaktaydı. Bunlar dışarıdan gelen öğrencilere din eğitimi veren Notre Dame, Saint Victor ve Ste. Geneviève adlı adlı din okullarıydı . Paris Üniversitesi’nin kurulması, Bologna Üniversitesi’nin kurulması ile aynı tarihlere rastlamaktadır ve bu üniversitenin kuruluşunda 11. yüzyılın sonunda Paris’te kurulan ve yukarıda sözü edilen bu üç okulun önemi büyüktür.
Studium generale adıyla kurulan bu üniversitelerin resmi olarak tanınması ve faaliyet göstermesi için papa, kral ya da imparatordan resmi izin almaları gerekliydi. Bu bağlamda 1225 yılında İmparator II. Frederick’in resmi buyruğuyla ilk studium generaleler Napoli’de bir ün ve prestij kazanarak yasal izinli kurumlar haline gelmişlerdir. Böylece Napoli Üniversitesi ilk devlet üniversitesi olma özelliğini de taşımaktadır . Bunu takiben benzer bir uygulamayı Papa IX. Gregory Toulouse’da 1229 yılında gerçekleştirmiştir. Avrupa’da diğer studium generaleler papanın ya da imparatorun emriyle birbiri ardına kurulmuştur. 1292 yılında Paris ve Bologna’daki studium generaleler Papa IV. Nicholas’ın emriyle resmi nitelik kazanmışlardır. Oxford Üniversitesi de bu geleneğin devamı olarak 1254 yılında Papa IV. Innocent’in izniyle kurulmuştur. İngiltere’de 1209 yılında kurulmuş olan bir diğer studium generale de Papa XXII. John’un emriyle 1318 yılında resmi nitelik kazanan Cambridge Üniversitesi’dir ]. Kuzey İtalya’da Bologna’dan ayrılan öğrenciler tarafından kurulan Reggio Üniversitesi ve 1160’da bir hukuk okulu ile birleştirilen ancak gerçekte tıp okulu olan Montpellier Üniversitesi, Avrupa’da kurulan diğer iki önemli eğitim kurumudur .
Ortaçağ’da kurulan bu ilk üniversiteler, gerek idari yapı gerekse eğitim sistemleri yönünden farklı özellikler göstermekteydi ve bu özellikleriyle Avrupa’da kendilerinden sonra kurulan üniversiteler için model oluşturmaktaydılar. Örneğin Paris Üniversitesi’ni Batı Hıristiyan aleminin efsanevi dinsel merkezi olarak diğerlerinden ayrı tutmak gerekir. 13. yüzyılın ünlü düşünür ve din adamlarından olan Albertus Magnus (Albert the Great), onun öğrencisi Thomas Aquinas’ın yanı sıra dokuz papanın Paris Üniversitesi’nde eğitim gördüğü bilinmektedir . Paris Üniversitesi gerek ilk üniversitelerden biri olması gerekse yapısal olarak üniversitelerin özerkleşme girişimlerini bünyesinde barındırması açısından dikkati çekmektedir. Bu üniversitede öğrenci ve öğretim üyelerinin birlikte örgütlendikleri bir yapı söz konusuydu. Öğrenci egemenliğinin ağır bastığı Bologna Üniversitesi’nin tersine öğretim üyelerinin belirgin bir ağırlığının olduğu Paris Üniversitesi, piskoposluktan bağımsızlaşma yönünde önemli başarılar kazanmıştır. Oxford Üniversitesi’nin 1115 yılında 60-100 öğrencinin bir araya gelmesiyle, Priory St. Frideswide’ın Augustinian kilise yasalarıyla ortaya çıktığı görülmektedir. Bu üniversite 1163 yılına kadar bir studium generalè olarak nitelendirilmemiş ve Paris’te kral I. Henry’e ve sarayına yakınlığı ile dikkati çekmiştir. 1150’ye doğru Paris’teki din okulları üniversite konumuna gelmişler ve 1167 yılında Paris’teki okullarda eğitim görmüş olan bir grup İngiliz öğrenci buradan ayrılarak Oxford Üniversitesi’nin şekillenmesine yardımcı olmuştur
Oxford Üniversitesi matematik ve doğa bilimleri alanlarında önemli bir yere sahipti. Ancak 1209 yılında borçları nedeniyle bir süre eğitimine devam edememiştir. Bu nedenle Oxford’dan ayrılan öğretim üyeleri Cambridge Üniversitesi’nin temellerini atmışlardır. 13. yüzyılın başlarında Cambridge Üniversitesi önemli bir gelişme göstermiş ve studium generale olarak kabul görmüştür. Cambridge ve Oxford Üniversiteleri yapısal olarak 1264 yılında kurulan Merton College’den önemli ölçüde etkilenmiştir. Merton College, halkın içinde ve ruhban sınıfı tarafından kabul görmüştür. Bu kolej yapısı 1571 yılında yasal yapılarıyla diğerlerinden ayrılan İngiliz üniversiteleri için de önemli bir özelliktir. Cambridge ve Oxford Üniversiteleri’nin halk ve ruhban sınıfı tarafından kabul görmesi, üzerlerindeki merkezi otorite ve dini kuralların baskısının azalmasına neden olmuştur. Bunun sağlanmasında ise, rahip Lincoln ve Ely’nin kişisel denetimleri altında verilen emirler önemli ölçüde etkili olmuştur. Bu iki İngiliz üniversitesinin yanı sıra Kuzey Fransa ve Almanya’da kurulan üniversiteler öğretim sistemlerindeki benzerlikleriyle, Paris modelinden sonra Ortaçağ’a egemen olmuşlardır. 1348-1450 yılları arasında Avrupa’da faaliyet gösteren studium generalèlerin sayısının 1500’lerde 52’ye kadar yükseldiği görülür
Kısa bir süre sonra Avrupa’da birçok studium generale ortaya çıkmış, ilk olarak Paris’te ve daha sonra İngiltere’de sonraki 300 yıl boyunca çeşitli kentlerde çok sayıda üniversite kurulmuştur.