Ç
Osmanlı alfabesinin yedinci harfi olup, ebced hesabında "cim" harfi gibi üç sayısının karşılıdır.
ÇABA
Cehd. Gayret, herhangi bir işi yapmak için harcanan güç.
ÇABÜK
f. Çabuk, seri, aceleli, hızlı, tez, hafif.
ÇABÜK-HIRÂMÂN
f. Sür'atli yürüyen. Çabuk yürüyen.
ÇABÜK-REV
f. Çabukça giden.
ÇAÇARON
İtl. Çok konuşan, çenesi düşük, geveze.
ÇAÇELE
f. Postal, ayakkabı, çarık, pabuç.
ÇADER-İ KUHLÎ
Sema, gök. * Karanlık gece.
ÇAĞ
Zaman, vakit, esnâ, hengâm, mevsim. * Yaş. * Boy, kamet, tenâsüb, lüzumu derece semizlik.* Devir, tarih çağları. (İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ, Yakınçağ.)
ÇAĞATAY
Cengiz Han'ın oğlu Çağatay Han'ın ismine nisbetle Mâvera-ün Nehr taraflarında oturan Doğu Türklerine ve edebî lisan olarak kullandıkları Doğu Türkçesine verilen isimdir.
ÇAĞDAŞ
(Bak: Asrî)
ÇAĞDIŞI
Askerliğe alınma çağı dışında. * Çağın fikirlerine felsefesine uymayan. Bu mânada bazı kimselerin kelimeyi hakaret olarak kullanmaları dar görüşlülüğün ve cehaletin neticesidir. Çünkü çağın insanlık için zararlı öyle fikirleri ve felsefeleri vardır ki, gelecek devirler bunu anladıkları zaman şimdi bunu benimseyenlerin zavallılıkları da anlaşılmış olacaktır. Körükörüne çağın her düşüncesini benimsemek, müslümana yakışmaz. (Bak: Asrî)
ÇAĞLA
(Çağala) Badem, erik, kayısı gibi yemişlerin yenebilen ham meyvesi.
ÇAĞLAR
Kayalara veya setlere çarparak, yerden köpürerek düşen su. Şelâle, çağlayan.
ÇAĞRIŞIM
Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de aklı gelmesi gibi...
ÇAĞZ
f. Kurbağa. * Korku, havf. * Kapandığı halde hâlâ içinde cerahat bulunan yara. * Ah ü fizar. İnilti.
ÇÂH
(Çeh) f. Kuyu. Çukur.
ÇÂH-I BÜN
Kuyu dibi.
ÇÂH-I YUSUF
Hz. Yusufun (A.S.) kardeşleri tarafından atılmış olduğu kuyu.
ÇÂH-I ZEMZEM
Zemzem kuyusu.
ÇAK
f. Yarık, çatlak, yırtmaç. * Kılıç, bıçak gibi şeylerin sesleri. * Sabah vakti beyazlığı. * Küçük pencere. * Hazır. Amâde.
ÇAK
f. İyi, güzel, sıhhatli, şişman.
ÇAKACAK
f. Silahlı çatışmadan çıkan ses.
ÇAKALOZ
Çakıltaşı atan bir nevi küçük top.
ÇAKÇAK
Parça parça, yırtık pırtık. * Kılıç ve emsâli şeylerin sesleri.
ÇÂKER
f. Kul, köle.
ÇÂKERÂNE
f. Kölecesine, köle gibi.
ÇÂKERÎ
f. Abd'e, köleye ait. * Kölelik. Kulluk, abdlik, esirlik, cariyelik.
ÇAKMAKLI
Ağızdan dolan ve tetik yerinde bir cins çakmakla ateş alan eski tüfek çeşitlerinden biri.
ÇAKŞIR
İnce kumaştan yapılan uzun bir çeşit şalvar. * Kuşların ayağındaki tüy.
ÇAKUÇ
f. Çekiç.
ÇAL
İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at. * Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.
ÇALA
İsimlerden önce kullanılarak, devam ve şiddetli ve pervasız kullanılmasını bildirir. Meselâ: Çalakalem: Çabuk ve gelişigüzel ve ilmi olmayan yazı yazmak.
ÇALAB
t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab.
ÇALAK
f. Yerinde durmayan, çabuk, oynak. Dâima çalışan. Her bir hareketi çabuk olan. * Akıl ve ferâseti açık.
ÇALAKÎ
f. Çeviklik, süratlilik, tezlik.
ÇAL-AT
Hareketli, yerinde duramayıp şahlanan at.
ÇALBUS
f. Dalkavuk, yaltakçı.
ÇALÇENE
t. Durmayıp konuşan, geveze.
ÇALGI
Müzik âleti. Müzik, çalgı. (İslâm âlimleri insanda maddi, hayvâni hisler ve hevesler uyandıran müziğin haram olduğunu bildirmişlerdir.)
ÇALIM
Tavır, eda. * Kılıcın keskin tarafı, ağzı.
ÇÂLİK
f. Çelik çomak oyunu.
ÇÂLİŞ
f. Savaşta düşmana karşı gurur ve naz ile yürüme. * Mukabil, karşı durma. * Savaş, muharebe, harp, ceng, mücadele. * Birleşme.
ÇAM
f. Eğrilme, bükülme. * Salınma.
ÇÂME
f. şiir ve gazel. Manzume.
ÇÂME-GÛY
f. Şair.
ÇAMULARİ
Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
ÇANE
f. Çene.
ÇAP
f. Basma, baskı, tab.
ÇAPAR
Postacı.
ÇAPKUN
Seri ve yorulmaz neviden iyi bir at cinsi.
ÇAPLUS
f. Dalkavuk, yaltakçı.
ÇAPÛL
f. Yağma, saldırı.
ÇAPÛLCU
Düşman toprağına atla hücum edip yağma eden. Akıncı, yağmacı.
ÇAR
(Slavca) Eski Rus İmaparatorlarının ünvanları. * Bulgar kralı.
ÇÂR
f. Dört. Cihâr.
ÇAR NAÇAR
f. İster istemez, mecburiyetle.
ÇAR U YEK
Dörtte bir.
ÇÂR-BÂLİŞ(T)
f. Evvelce padişahların ve makamca büyük olanların üzerlerine oturdukları dört katlı şilte. * Dört unsur.
ÇÂR-CİHET
Dört cihet. Cihat-ı erbaa.
ÇÂR-ÇEŞM
Dört göz.
ÇÂR-ÇİZ
Dört şey.
ÇAR-DEH
f. Ondört.
ÇÂRE
f. Neticeye varmak üzere maniaları kaldırmak için tutulması icabeden çıkar yol. Kurtuluş yolu. Tedbir, yardım, yol. * Hile. * Bir def'a. * Ayrılık.
ÇAR-EBRU
Dört kaş. * Bıyığı yeni gelmiş delikanlı.
ÇÂRE-CU
f. Çâre arıyan.
ÇARE-İ HALÂS
Kurtuluş çaresi.
ÇAR-ERKÂN-I CUVANÎ
Padişahın özel hizmetlerinde bulunan ve Enderun'un azamlarından olan dört kişi hakkında kullanılan bir tabirdir.
ÇÂRE-SÂZ
f. Çâre bulan.
ÇAR-GÂH
f. Dört taraf ki, bunlar; şark, garb, şimal, cenub'dur. * Dünya, küre-i arz, cihan. * Türk musikisinde bir makam adıdır.
ÇAR-GUŞE
f. Dört köşe. Dört taraf. Dört yön.
ÇARH
Çark, tekerlek. * Felek, gök, sema. * Ok yayı. * Elbisede yaka. * Tef.* Devreden, dönen. * Çakır doğan. * Talih.
ÇARHA
f. Ordunun ilerisinde bulunan askerlerin yaptıkları tâlim. * Çıkrık gibi dönen yuvarlakça bir cins dolap.
ÇARH-I AHDAR
Gök kubbe.
ÇARIYAR
(Bak: Çaryâr)
ÇARİÇE
(Slavca) Rus İmparatoriçesinin nâmı.
ÇARK
f. (Çarh-Çerh) Dönen pervaneli tekerlek. * Vapur, değirmen ve dolap çarkı. * Bir makinenin dönen tekerleği, çok zaman bu tekerlek makineyi çalıştırır. Her çeşit tekerlekli makine. * Dönerek işleyen âlet. * Koz: Birbiri içinde dönen feleklerden mürekkeb kâinat, felek, eflâk. * Baht. Talih. şans.
ÇARK-I FELEK
Bir makine veya dolaba benzetilen gökyüzü. * Mc: Tâlih, baht. * Yakıldığı zaman dönerek ateşler püskürten bir çeşit donanma fişeği. * Bir nevi sarmaşıklı nebat çiçeği.
ÇARMIH
f. (Çar: Dört; Mıh: Çivi) Salib. Suçluyu haça germek için kurulmuş, haç şeklinde darağacı. * Geminin direkleri başından aşağıya inen kalın ipler.
ÇARPA
f. Eşek, deve, koyun v.s. gibi dört ayaklı hayvanlar.
ÇARSU
f. Dört taraf. Dört tarafı olan şey. * Çarşı, pazar.
ÇARŞAF
Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü. * Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. Kadınların örtünmesi farzdır. Bu maksatla çarşaf ucuz, pratik, hafif olması ve zengin fakir herkesin kolayca sağlıyabilmesi bakımından yaygın olarak kulanılagelmiştir. Çeşitli renklerde olabilir. Çarşaf kadar ucuz ve pratik İslâma uygun başka bir giyecek yapılmadığı için, çarşaf giyenleri kınamak çok haksızlıktır. Çarşaf zengin ve fakir ayrımını kaldırır. İç giyimi örttüğü için ailelerin birbirine özenerek israfa düşmelerini, gösterişi, çekememezlikleri ve bundan doğan huzursuzlukları önler. Ferâce, car, cilbab denen örtüler de, bu tarz örtü çeşitlerindendir. (Bak: Tesettür)
ÇAR-ŞEB
f. Cilbab, ferace, çarşaf.
ÇAR-ŞENBİH
f. Haftanın dördüncü günü. Çarşamba günü.
ÇARTA(RE)
f. Dünya, âlem, küre-i arz. * Dört unsur. * Dört teli olan kemençe.
ÇAR-TAK
f. Çardak. * Dört köşe çadır.
ÇÂRUB
f. Süpürge.
ÇÂRUB-ZEN
f. Süpürücü.
ÇARUĞ
f. Çarık.
ÇARÜM
f. Dördüncü.
ÇAR-YAR
Dört dost. (Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.A.) lerin nâmları.) Dört Halife, Hulefâ-i Erbaa veya Ashab-ı Güzin diye de ihtiramla anılırlar.
ÇAR-YARÎ
f. Çar-yâra ait. Sünnîlik.
ÇAR-YEK
f. Çeyrek, dörtte bir. * Saatin dörtte biri, onbeş dakika. * Mecidiye denilen gümüş sikkenin dörtte biri ki, beş kuruşluk bir gümüş sikkedir.
ÇAR-ZEBAN
f. Geveze, çenesi düşük, lüzumsuz olarak konuşan.
ÇAŞ
f. Tahıl yığını, hububat.
ÇAŞİT
Casus.
ÇAŞNİ
Çeşni, lezzet, tad. Yemeğin tadına bakmak için ağza alınan miktar, tadımlık.
ÇAŞT
f. Kuşluk yemeği. * Kuşluk vakti.
ÇAVELE
f. Güzel renkli bir cins gül. * Eğri büğrü, yamuk.
ÇAVUŞ
Vaktiyle divanlarda hükümdarların hizmetinde bulunan yaver veya muhzır gibi subaylara denilirdi. Tanzimattan evvelki Osmanlı saray teşkilatında çavuşlar, padişahın yaverleri ve çavuşbaşı mabeyn müşiri idi. * Onbaşıdan üstte ve assubaydan alttaki derecede olan asker. * İşçilerin başları, şefleri.
ÇE
(Bak: Çi)
ÇE
f. Küçültme edatı olap bu mânâ ile Farsça isimlere eklenir.
ÇEÇ
f. Hububat elenen kalbur. * Harman savurmakta kullanılan yaba.
ÇEÇEK
f. Gül. Çiçek. * Gönül. * Çiçek hastalığı. * Vücutda çıkan ben.
ÇEH
f. Kuyu, çukur.
ÇEH
f. Kılıç, bıçak ve hançer gibi âletlerin kını, kılıfı.
ÇEHAN
f. Damlıyan, damlayıcı.
ÇEHÂR
f. Dört, erbaa.
ÇEHÂR-DEH
f. Ondört.
Osmanlı alfabesinin yedinci harfi olup, ebced hesabında "cim" harfi gibi üç sayısının karşılıdır.
ÇABA
Cehd. Gayret, herhangi bir işi yapmak için harcanan güç.
ÇABÜK
f. Çabuk, seri, aceleli, hızlı, tez, hafif.
ÇABÜK-HIRÂMÂN
f. Sür'atli yürüyen. Çabuk yürüyen.
ÇABÜK-REV
f. Çabukça giden.
ÇAÇARON
İtl. Çok konuşan, çenesi düşük, geveze.
ÇAÇELE
f. Postal, ayakkabı, çarık, pabuç.
ÇADER-İ KUHLÎ
Sema, gök. * Karanlık gece.
ÇAĞ
Zaman, vakit, esnâ, hengâm, mevsim. * Yaş. * Boy, kamet, tenâsüb, lüzumu derece semizlik.* Devir, tarih çağları. (İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ, Yakınçağ.)
ÇAĞATAY
Cengiz Han'ın oğlu Çağatay Han'ın ismine nisbetle Mâvera-ün Nehr taraflarında oturan Doğu Türklerine ve edebî lisan olarak kullandıkları Doğu Türkçesine verilen isimdir.
ÇAĞDAŞ
(Bak: Asrî)
ÇAĞDIŞI
Askerliğe alınma çağı dışında. * Çağın fikirlerine felsefesine uymayan. Bu mânada bazı kimselerin kelimeyi hakaret olarak kullanmaları dar görüşlülüğün ve cehaletin neticesidir. Çünkü çağın insanlık için zararlı öyle fikirleri ve felsefeleri vardır ki, gelecek devirler bunu anladıkları zaman şimdi bunu benimseyenlerin zavallılıkları da anlaşılmış olacaktır. Körükörüne çağın her düşüncesini benimsemek, müslümana yakışmaz. (Bak: Asrî)
ÇAĞLA
(Çağala) Badem, erik, kayısı gibi yemişlerin yenebilen ham meyvesi.
ÇAĞLAR
Kayalara veya setlere çarparak, yerden köpürerek düşen su. Şelâle, çağlayan.
ÇAĞRIŞIM
Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de aklı gelmesi gibi...
ÇAĞZ
f. Kurbağa. * Korku, havf. * Kapandığı halde hâlâ içinde cerahat bulunan yara. * Ah ü fizar. İnilti.
ÇÂH
(Çeh) f. Kuyu. Çukur.
ÇÂH-I BÜN
Kuyu dibi.
ÇÂH-I YUSUF
Hz. Yusufun (A.S.) kardeşleri tarafından atılmış olduğu kuyu.
ÇÂH-I ZEMZEM
Zemzem kuyusu.
ÇAK
f. Yarık, çatlak, yırtmaç. * Kılıç, bıçak gibi şeylerin sesleri. * Sabah vakti beyazlığı. * Küçük pencere. * Hazır. Amâde.
ÇAK
f. İyi, güzel, sıhhatli, şişman.
ÇAKACAK
f. Silahlı çatışmadan çıkan ses.
ÇAKALOZ
Çakıltaşı atan bir nevi küçük top.
ÇAKÇAK
Parça parça, yırtık pırtık. * Kılıç ve emsâli şeylerin sesleri.
ÇÂKER
f. Kul, köle.
ÇÂKERÂNE
f. Kölecesine, köle gibi.
ÇÂKERÎ
f. Abd'e, köleye ait. * Kölelik. Kulluk, abdlik, esirlik, cariyelik.
ÇAKMAKLI
Ağızdan dolan ve tetik yerinde bir cins çakmakla ateş alan eski tüfek çeşitlerinden biri.
ÇAKŞIR
İnce kumaştan yapılan uzun bir çeşit şalvar. * Kuşların ayağındaki tüy.
ÇAKUÇ
f. Çekiç.
ÇAL
İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at. * Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.
ÇALA
İsimlerden önce kullanılarak, devam ve şiddetli ve pervasız kullanılmasını bildirir. Meselâ: Çalakalem: Çabuk ve gelişigüzel ve ilmi olmayan yazı yazmak.
ÇALAB
t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab.
ÇALAK
f. Yerinde durmayan, çabuk, oynak. Dâima çalışan. Her bir hareketi çabuk olan. * Akıl ve ferâseti açık.
ÇALAKÎ
f. Çeviklik, süratlilik, tezlik.
ÇAL-AT
Hareketli, yerinde duramayıp şahlanan at.
ÇALBUS
f. Dalkavuk, yaltakçı.
ÇALÇENE
t. Durmayıp konuşan, geveze.
ÇALGI
Müzik âleti. Müzik, çalgı. (İslâm âlimleri insanda maddi, hayvâni hisler ve hevesler uyandıran müziğin haram olduğunu bildirmişlerdir.)
ÇALIM
Tavır, eda. * Kılıcın keskin tarafı, ağzı.
ÇÂLİK
f. Çelik çomak oyunu.
ÇÂLİŞ
f. Savaşta düşmana karşı gurur ve naz ile yürüme. * Mukabil, karşı durma. * Savaş, muharebe, harp, ceng, mücadele. * Birleşme.
ÇAM
f. Eğrilme, bükülme. * Salınma.
ÇÂME
f. şiir ve gazel. Manzume.
ÇÂME-GÛY
f. Şair.
ÇAMULARİ
Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
ÇANE
f. Çene.
ÇAP
f. Basma, baskı, tab.
ÇAPAR
Postacı.
ÇAPKUN
Seri ve yorulmaz neviden iyi bir at cinsi.
ÇAPLUS
f. Dalkavuk, yaltakçı.
ÇAPÛL
f. Yağma, saldırı.
ÇAPÛLCU
Düşman toprağına atla hücum edip yağma eden. Akıncı, yağmacı.
ÇAR
(Slavca) Eski Rus İmaparatorlarının ünvanları. * Bulgar kralı.
ÇÂR
f. Dört. Cihâr.
ÇAR NAÇAR
f. İster istemez, mecburiyetle.
ÇAR U YEK
Dörtte bir.
ÇÂR-BÂLİŞ(T)
f. Evvelce padişahların ve makamca büyük olanların üzerlerine oturdukları dört katlı şilte. * Dört unsur.
ÇÂR-CİHET
Dört cihet. Cihat-ı erbaa.
ÇÂR-ÇEŞM
Dört göz.
ÇÂR-ÇİZ
Dört şey.
ÇAR-DEH
f. Ondört.
ÇÂRE
f. Neticeye varmak üzere maniaları kaldırmak için tutulması icabeden çıkar yol. Kurtuluş yolu. Tedbir, yardım, yol. * Hile. * Bir def'a. * Ayrılık.
ÇAR-EBRU
Dört kaş. * Bıyığı yeni gelmiş delikanlı.
ÇÂRE-CU
f. Çâre arıyan.
ÇARE-İ HALÂS
Kurtuluş çaresi.
ÇAR-ERKÂN-I CUVANÎ
Padişahın özel hizmetlerinde bulunan ve Enderun'un azamlarından olan dört kişi hakkında kullanılan bir tabirdir.
ÇÂRE-SÂZ
f. Çâre bulan.
ÇAR-GÂH
f. Dört taraf ki, bunlar; şark, garb, şimal, cenub'dur. * Dünya, küre-i arz, cihan. * Türk musikisinde bir makam adıdır.
ÇAR-GUŞE
f. Dört köşe. Dört taraf. Dört yön.
ÇARH
Çark, tekerlek. * Felek, gök, sema. * Ok yayı. * Elbisede yaka. * Tef.* Devreden, dönen. * Çakır doğan. * Talih.
ÇARHA
f. Ordunun ilerisinde bulunan askerlerin yaptıkları tâlim. * Çıkrık gibi dönen yuvarlakça bir cins dolap.
ÇARH-I AHDAR
Gök kubbe.
ÇARIYAR
(Bak: Çaryâr)
ÇARİÇE
(Slavca) Rus İmparatoriçesinin nâmı.
ÇARK
f. (Çarh-Çerh) Dönen pervaneli tekerlek. * Vapur, değirmen ve dolap çarkı. * Bir makinenin dönen tekerleği, çok zaman bu tekerlek makineyi çalıştırır. Her çeşit tekerlekli makine. * Dönerek işleyen âlet. * Koz: Birbiri içinde dönen feleklerden mürekkeb kâinat, felek, eflâk. * Baht. Talih. şans.
ÇARK-I FELEK
Bir makine veya dolaba benzetilen gökyüzü. * Mc: Tâlih, baht. * Yakıldığı zaman dönerek ateşler püskürten bir çeşit donanma fişeği. * Bir nevi sarmaşıklı nebat çiçeği.
ÇARMIH
f. (Çar: Dört; Mıh: Çivi) Salib. Suçluyu haça germek için kurulmuş, haç şeklinde darağacı. * Geminin direkleri başından aşağıya inen kalın ipler.
ÇARPA
f. Eşek, deve, koyun v.s. gibi dört ayaklı hayvanlar.
ÇARSU
f. Dört taraf. Dört tarafı olan şey. * Çarşı, pazar.
ÇARŞAF
Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü. * Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. Kadınların örtünmesi farzdır. Bu maksatla çarşaf ucuz, pratik, hafif olması ve zengin fakir herkesin kolayca sağlıyabilmesi bakımından yaygın olarak kulanılagelmiştir. Çeşitli renklerde olabilir. Çarşaf kadar ucuz ve pratik İslâma uygun başka bir giyecek yapılmadığı için, çarşaf giyenleri kınamak çok haksızlıktır. Çarşaf zengin ve fakir ayrımını kaldırır. İç giyimi örttüğü için ailelerin birbirine özenerek israfa düşmelerini, gösterişi, çekememezlikleri ve bundan doğan huzursuzlukları önler. Ferâce, car, cilbab denen örtüler de, bu tarz örtü çeşitlerindendir. (Bak: Tesettür)
ÇAR-ŞEB
f. Cilbab, ferace, çarşaf.
ÇAR-ŞENBİH
f. Haftanın dördüncü günü. Çarşamba günü.
ÇARTA(RE)
f. Dünya, âlem, küre-i arz. * Dört unsur. * Dört teli olan kemençe.
ÇAR-TAK
f. Çardak. * Dört köşe çadır.
ÇÂRUB
f. Süpürge.
ÇÂRUB-ZEN
f. Süpürücü.
ÇARUĞ
f. Çarık.
ÇARÜM
f. Dördüncü.
ÇAR-YAR
Dört dost. (Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.A.) lerin nâmları.) Dört Halife, Hulefâ-i Erbaa veya Ashab-ı Güzin diye de ihtiramla anılırlar.
ÇAR-YARÎ
f. Çar-yâra ait. Sünnîlik.
ÇAR-YEK
f. Çeyrek, dörtte bir. * Saatin dörtte biri, onbeş dakika. * Mecidiye denilen gümüş sikkenin dörtte biri ki, beş kuruşluk bir gümüş sikkedir.
ÇAR-ZEBAN
f. Geveze, çenesi düşük, lüzumsuz olarak konuşan.
ÇAŞ
f. Tahıl yığını, hububat.
ÇAŞİT
Casus.
ÇAŞNİ
Çeşni, lezzet, tad. Yemeğin tadına bakmak için ağza alınan miktar, tadımlık.
ÇAŞT
f. Kuşluk yemeği. * Kuşluk vakti.
ÇAVELE
f. Güzel renkli bir cins gül. * Eğri büğrü, yamuk.
ÇAVUŞ
Vaktiyle divanlarda hükümdarların hizmetinde bulunan yaver veya muhzır gibi subaylara denilirdi. Tanzimattan evvelki Osmanlı saray teşkilatında çavuşlar, padişahın yaverleri ve çavuşbaşı mabeyn müşiri idi. * Onbaşıdan üstte ve assubaydan alttaki derecede olan asker. * İşçilerin başları, şefleri.
ÇE
(Bak: Çi)
ÇE
f. Küçültme edatı olap bu mânâ ile Farsça isimlere eklenir.
ÇEÇ
f. Hububat elenen kalbur. * Harman savurmakta kullanılan yaba.
ÇEÇEK
f. Gül. Çiçek. * Gönül. * Çiçek hastalığı. * Vücutda çıkan ben.
ÇEH
f. Kuyu, çukur.
ÇEH
f. Kılıç, bıçak ve hançer gibi âletlerin kını, kılıfı.
ÇEHAN
f. Damlıyan, damlayıcı.
ÇEHÂR
f. Dört, erbaa.
ÇEHÂR-DEH
f. Ondört.