GABANE
Kişinin fikir ve tedbirinin zayıf ve eksik olması.
GABARİ
Fr. Kara nakil vasıtalarındaki yükün yükseklik ölçüsü.
GABAVET
Ahmaklık, anlayışsızlık, bönlük, kalın kafalılık. (Fıtnetin zıddı)
GABAVET-İ MÜCESSEME
Büyük ahmaklık.
GABB
Sıtmanın gün aşırı tutması.
GABE
Sık ormanlar, balta girmemiş koru ormanı.
GABEN
Rey ve tedbirin zayıf ve eksik olması.
GABER
Büyük meşakkat.
GABERE
Ağaçlık yer. * Bir şey üzerine çökmüş toz.
GABES
Karanlık gece. * Biraz bulanık renkte olan beyazlık.
GABEŞ
(C.: Agbâş) Gecenin sonu.
GABGAB
(C.: Gebâgıb) Çifte gerdan çene altı. Şakak.
GABÎ
Anlayışsız, ahmak, bön.
GABÎ
Ahmaklık eden, budalalık eden.
GABÎBE
Sabah sağılan koyun sütünün üzerine akşam yine sağıp, ertesi güne bekletilip ekşiyen süt.
GABİN
Aldatıcı, hilekâr, alışverişte hile eden.
GABİR
İstikbal. * Gr: Gelecek zaman. * Kalan.
GABÎSE
Keş ile karıştırılmış yağ.
GABÎT
(C: Gubut) Çukur yer. * Bir dere ismi. * Üstüne mıhfe bağlanan çok kuvvetli hayvan.
GABİYY
Zekâsı az olan. Geri zekâlı.
GABN
Alışverişte hile ile çok kazanmak. Haram olan alışveriş.
GABN
Aldatmak. Hud'a. * Noksan etmek, noksanlaştırmak.
GABN-I FÂHİŞ
Bir alışverişde veyahut ticari anlaşmada taraflardan birisinin nisbetsiz şekilde fazla aldanması.
GABR
Bâki olmak, ebedi olmak. * Memede kalan süt bakiyyesi.
GABRA
Yeryüzü, toprak, arz. * Nebat envâından bir nev'i. * Kuraklık, kıtlık. * Çok tuzlu. * Toprak rengi.
GABS
Karıştırmak.
GABT
Koyun semiz mi diye el ile yoklamak.
GABTA
(Bak: Gıbta)
GABYE
Büyük taneli olan şiddetli yağan yağmur.
GAD
Gelen, gelici.
GAD
(Gadâ, gaden) Yarın, ertesi.
GADA
Öğle yemeği. (Bak: Gıda)
GADA
(Gazâ) (Gadat. C.) Dağ armudu ağaçları. Dikenli ağaçlar. * Ateşi uzun müddet devam eden seksek ağacı.
GADAB
(Bak: Gazab)
GADAİR
(Gadire. C.) Saç örgüleri.
GADAK
Çok fazla, bol, kesir.
GADARÎF
(Gudruf. C.) Kıkırdak kemikleri, kıkırdaklar.
GADAT
Sabahın erken zamanı. Sabah vakti.
GADDAR
Kahredici, öldürücü. Ahdine vefâ etmeyip hıyânet eden. Hâin, zâlim, çok zulmeden.
GADDARANE
f. Acımadan, merhametsizcesine, zulmedercesine.
GADDARE
Arapların cenbiyesine benzer pala nev'inden bir silâh.
GADE
Bedeni yumuşak olan kadın.
GADEN
Yarın, yarınki gün.
GADİR
(A, uzun okunur) Gadreden, fenalık eden, zulmeden, hıyanet eden.
GADÎR
Durgun su, gölcük, sel suyu birikintisi.
GADÎRE
(C: Gadâir) Saç örgüsü. * Çulha çukuru.
GADİRÎ
(Gadiriyye) Gölde yaşayan hayvan veya bitki.
GADİR-İ NEFS
Nefse fenalık eden.
GADİYYE
(C.: Gadiyyât) Tan ağarmasıyla güneş doğması arası, sabahın erken saatleri.
GADN
Sarkık ve sülpük olmak.
GADR
Hâinlik, vefâsızlık, merhametsizlik. Muâmelede aldatmak.
GADRDÎDE
f. Gadir görmüş, kendisine haksızlık edilmiş olan.
GADR-I MUTLAK
Mutlak gadr, zulüm.
GADVE
Sabahtan öğle vaktine kadar yürümek.
GAF
Ağaç cinslerinden bir nevi.
GAF
Fr. Beceriksizce ve yersiz söz yahut davranış.
GAFA
Her şeyin kemi ve yaramazı. * Toza benzer bir âfet. (Hurma koruğunun üstüne gelip olgunluktan men'eder ve lezzetini bozar.)
GAFAK
Yağmurun yavaş yavaş yağması.GAFER (Gufâr)Ğ : Kadının baldırında, alnında veya başka yerinde olan kıl.
GAFFAR
(Gufran. dan) Günahları örten, günahları bağışlayıcı. Mağfireti çok. * Kullarının günahlarını afveden Cenâb-ı Hak (C.C.)
GAFFAR-ÜZ-ZÜNUB
Günahları örten, affeden Allah (C.C.)
GAFÎ
Her şeyin kemi, yaramazı, kötüsü.
GAFİL
Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan. (Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber. (Niyazi-i Mısrî)
GAFİLÂNE
f. Körü körüne, ihtiyatsızca, dalgınlıkla. Gafilcesine.
GAFİLEN
Habersizce, gafil olarak.
GAFİR
Mağfiret eden, kusurları örten, afveden Allah (C.C.)
GAFÎR
Çok fazla, sayısız, kalabalık. * Örten, etrafını çeviren. * Umumi. * Boyun, boğaz ve kafada olan tüyler.
GAFİR-ÜZ ZENB
f. Günahları örtüp afveden, suçları bağışlayan Cenab-ı Hak (C.C.)
GAFİS
Kara ağaç.
GAFK
Hücum etmek, vurmak. * Birbiri ardınca cima etmek.
GAFLET
Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allahı ve emirlerini unutmak.
GAFLETEN
Dalgınlıkla, gaflet eseri olarak.
GAFR
Örtmek, setr etmek. * Menazil-i kamerden üç küçük yıldız.
GAFUL (GAFLE)
Aldanmak. * Terk etmek. * Belirsiz ve idraksiz olmak.
GAFUR
(Gaffar ile aynı mânadadır.) Çok mağfiret ve merhamet eden, suçları en çok afveden. Cenab-ı Hak (C.C.)
GAFUR-UR RAHİM
Kusurları örten, adâletle en ziyade merhamet eden Cenab-ı Hak (C.C.). Mü'minlerin kusurlarını affederek muhafaza eden.
GAFVE
Azıcık uyumak.
GÂH
(Geh) f. Yer. (Yer ve zaman bildiren "ek" dir.)
GÂH BÂ-GÂH
f. Zaman zaman.
GÂH BÂŞED GÂH NEBÂŞED
Bazı olur, bazı da olmaz.
GÂH Ü BÎ-GÂH
Sıralı sırasız, vakitli vakitsiz.
GÂH Ü NA-GÂH
Vakitli vakitsiz, zamanlı zamansız.
GAHEB
Gaflet.
GÂHÎ
(Gehî) Arasıra, zaman zaman.
GAHVARE
f. Beşik.
GAİB
Göz önünde bulunmayan, hazırda olmayan. Kaybolmuş olan. Görünmeyen âlem. * Gr: Üçüncü şahıs, hazırda olmayan kimse.
GAİBÂNE
f. Hazırda görünmeksizin, yüzyüze olmadan. Gizliden.
GAİLE
Dert, sıkıntı, baş belâsı. Tasa, zor iş. * Düşünce.
GAİLE-İ ZÂİLE
Sona eren sıkıntı, ardı kesilen elem.
GAİR
Gayret. * İnsan topluluğu.
GAİT
Necaset, neces, insan pisliği. * Çukur yer. Düz ve geniş yer.
GAİYYE
Bir şeyin sebeb ve neticesini ileri süren felsefe mesleği. * Maksad ve gayeye âit. Son ile alâkalı. Gaye, maksad ve neticeye mensup ve müteallik. (Fr.: Finalizm)
GAİZ
Kızgın, öfkeli, gayzlı.
GAİZA
Yere batan sular, eksilen su. * Bir malın değerinin eksilmesi, azalması.
GAK
Karga sesi.
GAKFEKA
Doğan sesi.
GAL
(C: Gılâl) Ağaçlı çukur yer. * Muz ağacı. * Selem ağacının bittiği yer. * Bir ot cinsi.
GAL
(Gâle) f. Uzak, baid, ırak.
GALA
Yüksek kıymet, pahalılık. * Bir şeyin haddini aşması.
GALA (GALEYÂN)
Kaynamak.
GALAK
(C: Ağlak) Kapı kilidi.
GALAKA
Deri dibâgat ağacı.
GALAL
(Gılâl) (Galle. C.) Zahireler. Mahsuller. * Akarât kiraları.
GALAN
Çok susayan, çok susamış olan.
GALAT
Hata. Yanlış. * Kaideye uymaz söz.
GALATAT
Galatlar, hatalar, yanlışlar.
GALAT-GÛ
f. Yalan yanlış söyleyen.
GALAT-I BASAR
Görme duyusunun yanılması. (Meselâ: Su içine batırılmış olan bir çubuğun, kırılmış gibi görünmesi.)
GALAT-I MEŞHUR
Yanlış olduğu hâlde herkes tarafından kullanılan kelime veya terkib.
GALAT-I RÜ'YET
Renk körlüğü. Bir rengi, aslından başka renkte görme. *Görme bozukluğu.
GALAT-I TAHAKKÜMÎ
Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bir mânâda kullanmak.3- Gramere ait kaide hatası yapmak. Meselâ: Zen merde, civân pîre, keman tîrine muhtaçEczâ-yı cihân cümle biri bîrine muhtaçbeytindeki "bîr" kelimesinin hecesi uzatılarak galat-ı tahakkümî yapılmıştır.
GALAT-NÜVİS
f. Yalan yanlış yazan, yanlış tesbit eden.
GALBA
Ağaçları gür ve sık olan koruluk, bahçe. * Pek yüksek ve büyük tepe.
GALC
Azgınlık. * Su içtikten sonra dil ile yalanmak. * Atın yelmeyip bir tarzda yürümesi.
GALEB
(Galb) Üstünlük. Yeğinlik.
GALEBE
Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. * Bastırmak. * Yeğin olmak.
GALEBE ÇALMAK
Galib olmak, üstün gelmek.
GALEL
(C.: Eğlâl) Koruluktan akan su. * Susuzluk.
GALERİ
Fr. San'at eserinin sergilendiği salon veya koridor. * Tiyatroda seyircilere ait balkon. * Üstü örtülü uzun yer. * Yer altında açılmış uzun, dar yol.
GALES
Gecenin sonunda olan karanlık.
GALET
Hesapta yanılmak.
GALEYAN
Kaynayış. Çoşup taşmak. Yerinde duramamak. * Tuğyan ve azgınlık.
GALEYAN-I EFKÂR
Fikirlerin galeyanı. Fikirlerin coşması.
GALEYAN-I MÂ'
Suyun kaynaması.
GALFAK
Geniş, vâsi. * Yumuşak. * Su içinde yetişen yassı yapraklı bir ot. * Kurbağa yosunu.
GALGALE
Sür'atle gitmek. * Gecenin gitmesi. * Haber vermek.
GALÎ
Pahalı. Kıymetli. Ağır. * Haddini tecâvüz eden, haddini aşan.
GALİB
Üstün. Yenen. Mağlub eden. Ekser.
GALİBA
Tahminen. Çok zaman. Her halde. Galiben, ekseriyetle.
GALİBANE
f. Muzaffer ve galib olana yakışacak şekil ve surette.
GALİBEN
Ekseriya. Çok zaman. Üstün olarak. Tahmin olduğu üzere.
GALİB-İ MUTLAK
Tam olarak galip. Kayıtsız şartsız hâkimiyet sahibi.
GALİBİYYET
Üstünlük. Yenmek. Mağlub etmek.
GALİF
Gön ve deri dibâgat etmekte kullanılan bir ot.
GALİL
(C: Gılâl) Güneşin harareti. * Susuzluk harareti. * Kin, hased. * Devenin yulafına karıştırıp yedirdikleri hurma çekirdeği.
Kişinin fikir ve tedbirinin zayıf ve eksik olması.
GABARİ
Fr. Kara nakil vasıtalarındaki yükün yükseklik ölçüsü.
GABAVET
Ahmaklık, anlayışsızlık, bönlük, kalın kafalılık. (Fıtnetin zıddı)
GABAVET-İ MÜCESSEME
Büyük ahmaklık.
GABB
Sıtmanın gün aşırı tutması.
GABE
Sık ormanlar, balta girmemiş koru ormanı.
GABEN
Rey ve tedbirin zayıf ve eksik olması.
GABER
Büyük meşakkat.
GABERE
Ağaçlık yer. * Bir şey üzerine çökmüş toz.
GABES
Karanlık gece. * Biraz bulanık renkte olan beyazlık.
GABEŞ
(C.: Agbâş) Gecenin sonu.
GABGAB
(C.: Gebâgıb) Çifte gerdan çene altı. Şakak.
GABÎ
Anlayışsız, ahmak, bön.
GABÎ
Ahmaklık eden, budalalık eden.
GABÎBE
Sabah sağılan koyun sütünün üzerine akşam yine sağıp, ertesi güne bekletilip ekşiyen süt.
GABİN
Aldatıcı, hilekâr, alışverişte hile eden.
GABİR
İstikbal. * Gr: Gelecek zaman. * Kalan.
GABÎSE
Keş ile karıştırılmış yağ.
GABÎT
(C: Gubut) Çukur yer. * Bir dere ismi. * Üstüne mıhfe bağlanan çok kuvvetli hayvan.
GABİYY
Zekâsı az olan. Geri zekâlı.
GABN
Alışverişte hile ile çok kazanmak. Haram olan alışveriş.
GABN
Aldatmak. Hud'a. * Noksan etmek, noksanlaştırmak.
GABN-I FÂHİŞ
Bir alışverişde veyahut ticari anlaşmada taraflardan birisinin nisbetsiz şekilde fazla aldanması.
GABR
Bâki olmak, ebedi olmak. * Memede kalan süt bakiyyesi.
GABRA
Yeryüzü, toprak, arz. * Nebat envâından bir nev'i. * Kuraklık, kıtlık. * Çok tuzlu. * Toprak rengi.
GABS
Karıştırmak.
GABT
Koyun semiz mi diye el ile yoklamak.
GABTA
(Bak: Gıbta)
GABYE
Büyük taneli olan şiddetli yağan yağmur.
GAD
Gelen, gelici.
GAD
(Gadâ, gaden) Yarın, ertesi.
GADA
Öğle yemeği. (Bak: Gıda)
GADA
(Gazâ) (Gadat. C.) Dağ armudu ağaçları. Dikenli ağaçlar. * Ateşi uzun müddet devam eden seksek ağacı.
GADAB
(Bak: Gazab)
GADAİR
(Gadire. C.) Saç örgüleri.
GADAK
Çok fazla, bol, kesir.
GADARÎF
(Gudruf. C.) Kıkırdak kemikleri, kıkırdaklar.
GADAT
Sabahın erken zamanı. Sabah vakti.
GADDAR
Kahredici, öldürücü. Ahdine vefâ etmeyip hıyânet eden. Hâin, zâlim, çok zulmeden.
GADDARANE
f. Acımadan, merhametsizcesine, zulmedercesine.
GADDARE
Arapların cenbiyesine benzer pala nev'inden bir silâh.
GADE
Bedeni yumuşak olan kadın.
GADEN
Yarın, yarınki gün.
GADİR
(A, uzun okunur) Gadreden, fenalık eden, zulmeden, hıyanet eden.
GADÎR
Durgun su, gölcük, sel suyu birikintisi.
GADÎRE
(C: Gadâir) Saç örgüsü. * Çulha çukuru.
GADİRÎ
(Gadiriyye) Gölde yaşayan hayvan veya bitki.
GADİR-İ NEFS
Nefse fenalık eden.
GADİYYE
(C.: Gadiyyât) Tan ağarmasıyla güneş doğması arası, sabahın erken saatleri.
GADN
Sarkık ve sülpük olmak.
GADR
Hâinlik, vefâsızlık, merhametsizlik. Muâmelede aldatmak.
GADRDÎDE
f. Gadir görmüş, kendisine haksızlık edilmiş olan.
GADR-I MUTLAK
Mutlak gadr, zulüm.
GADVE
Sabahtan öğle vaktine kadar yürümek.
GAF
Ağaç cinslerinden bir nevi.
GAF
Fr. Beceriksizce ve yersiz söz yahut davranış.
GAFA
Her şeyin kemi ve yaramazı. * Toza benzer bir âfet. (Hurma koruğunun üstüne gelip olgunluktan men'eder ve lezzetini bozar.)
GAFAK
Yağmurun yavaş yavaş yağması.GAFER (Gufâr)Ğ : Kadının baldırında, alnında veya başka yerinde olan kıl.
GAFFAR
(Gufran. dan) Günahları örten, günahları bağışlayıcı. Mağfireti çok. * Kullarının günahlarını afveden Cenâb-ı Hak (C.C.)
GAFFAR-ÜZ-ZÜNUB
Günahları örten, affeden Allah (C.C.)
GAFÎ
Her şeyin kemi, yaramazı, kötüsü.
GAFİL
Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan. (Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber. (Niyazi-i Mısrî)
GAFİLÂNE
f. Körü körüne, ihtiyatsızca, dalgınlıkla. Gafilcesine.
GAFİLEN
Habersizce, gafil olarak.
GAFİR
Mağfiret eden, kusurları örten, afveden Allah (C.C.)
GAFÎR
Çok fazla, sayısız, kalabalık. * Örten, etrafını çeviren. * Umumi. * Boyun, boğaz ve kafada olan tüyler.
GAFİR-ÜZ ZENB
f. Günahları örtüp afveden, suçları bağışlayan Cenab-ı Hak (C.C.)
GAFİS
Kara ağaç.
GAFK
Hücum etmek, vurmak. * Birbiri ardınca cima etmek.
GAFLET
Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allahı ve emirlerini unutmak.
GAFLETEN
Dalgınlıkla, gaflet eseri olarak.
GAFR
Örtmek, setr etmek. * Menazil-i kamerden üç küçük yıldız.
GAFUL (GAFLE)
Aldanmak. * Terk etmek. * Belirsiz ve idraksiz olmak.
GAFUR
(Gaffar ile aynı mânadadır.) Çok mağfiret ve merhamet eden, suçları en çok afveden. Cenab-ı Hak (C.C.)
GAFUR-UR RAHİM
Kusurları örten, adâletle en ziyade merhamet eden Cenab-ı Hak (C.C.). Mü'minlerin kusurlarını affederek muhafaza eden.
GAFVE
Azıcık uyumak.
GÂH
(Geh) f. Yer. (Yer ve zaman bildiren "ek" dir.)
GÂH BÂ-GÂH
f. Zaman zaman.
GÂH BÂŞED GÂH NEBÂŞED
Bazı olur, bazı da olmaz.
GÂH Ü BÎ-GÂH
Sıralı sırasız, vakitli vakitsiz.
GÂH Ü NA-GÂH
Vakitli vakitsiz, zamanlı zamansız.
GAHEB
Gaflet.
GÂHÎ
(Gehî) Arasıra, zaman zaman.
GAHVARE
f. Beşik.
GAİB
Göz önünde bulunmayan, hazırda olmayan. Kaybolmuş olan. Görünmeyen âlem. * Gr: Üçüncü şahıs, hazırda olmayan kimse.
GAİBÂNE
f. Hazırda görünmeksizin, yüzyüze olmadan. Gizliden.
GAİLE
Dert, sıkıntı, baş belâsı. Tasa, zor iş. * Düşünce.
GAİLE-İ ZÂİLE
Sona eren sıkıntı, ardı kesilen elem.
GAİR
Gayret. * İnsan topluluğu.
GAİT
Necaset, neces, insan pisliği. * Çukur yer. Düz ve geniş yer.
GAİYYE
Bir şeyin sebeb ve neticesini ileri süren felsefe mesleği. * Maksad ve gayeye âit. Son ile alâkalı. Gaye, maksad ve neticeye mensup ve müteallik. (Fr.: Finalizm)
GAİZ
Kızgın, öfkeli, gayzlı.
GAİZA
Yere batan sular, eksilen su. * Bir malın değerinin eksilmesi, azalması.
GAK
Karga sesi.
GAKFEKA
Doğan sesi.
GAL
(C: Gılâl) Ağaçlı çukur yer. * Muz ağacı. * Selem ağacının bittiği yer. * Bir ot cinsi.
GAL
(Gâle) f. Uzak, baid, ırak.
GALA
Yüksek kıymet, pahalılık. * Bir şeyin haddini aşması.
GALA (GALEYÂN)
Kaynamak.
GALAK
(C: Ağlak) Kapı kilidi.
GALAKA
Deri dibâgat ağacı.
GALAL
(Gılâl) (Galle. C.) Zahireler. Mahsuller. * Akarât kiraları.
GALAN
Çok susayan, çok susamış olan.
GALAT
Hata. Yanlış. * Kaideye uymaz söz.
GALATAT
Galatlar, hatalar, yanlışlar.
GALAT-GÛ
f. Yalan yanlış söyleyen.
GALAT-I BASAR
Görme duyusunun yanılması. (Meselâ: Su içine batırılmış olan bir çubuğun, kırılmış gibi görünmesi.)
GALAT-I MEŞHUR
Yanlış olduğu hâlde herkes tarafından kullanılan kelime veya terkib.
GALAT-I RÜ'YET
Renk körlüğü. Bir rengi, aslından başka renkte görme. *Görme bozukluğu.
GALAT-I TAHAKKÜMÎ
Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bir mânâda kullanmak.3- Gramere ait kaide hatası yapmak. Meselâ: Zen merde, civân pîre, keman tîrine muhtaçEczâ-yı cihân cümle biri bîrine muhtaçbeytindeki "bîr" kelimesinin hecesi uzatılarak galat-ı tahakkümî yapılmıştır.
GALAT-NÜVİS
f. Yalan yanlış yazan, yanlış tesbit eden.
GALBA
Ağaçları gür ve sık olan koruluk, bahçe. * Pek yüksek ve büyük tepe.
GALC
Azgınlık. * Su içtikten sonra dil ile yalanmak. * Atın yelmeyip bir tarzda yürümesi.
GALEB
(Galb) Üstünlük. Yeğinlik.
GALEBE
Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. * Bastırmak. * Yeğin olmak.
GALEBE ÇALMAK
Galib olmak, üstün gelmek.
GALEL
(C.: Eğlâl) Koruluktan akan su. * Susuzluk.
GALERİ
Fr. San'at eserinin sergilendiği salon veya koridor. * Tiyatroda seyircilere ait balkon. * Üstü örtülü uzun yer. * Yer altında açılmış uzun, dar yol.
GALES
Gecenin sonunda olan karanlık.
GALET
Hesapta yanılmak.
GALEYAN
Kaynayış. Çoşup taşmak. Yerinde duramamak. * Tuğyan ve azgınlık.
GALEYAN-I EFKÂR
Fikirlerin galeyanı. Fikirlerin coşması.
GALEYAN-I MÂ'
Suyun kaynaması.
GALFAK
Geniş, vâsi. * Yumuşak. * Su içinde yetişen yassı yapraklı bir ot. * Kurbağa yosunu.
GALGALE
Sür'atle gitmek. * Gecenin gitmesi. * Haber vermek.
GALÎ
Pahalı. Kıymetli. Ağır. * Haddini tecâvüz eden, haddini aşan.
GALİB
Üstün. Yenen. Mağlub eden. Ekser.
GALİBA
Tahminen. Çok zaman. Her halde. Galiben, ekseriyetle.
GALİBANE
f. Muzaffer ve galib olana yakışacak şekil ve surette.
GALİBEN
Ekseriya. Çok zaman. Üstün olarak. Tahmin olduğu üzere.
GALİB-İ MUTLAK
Tam olarak galip. Kayıtsız şartsız hâkimiyet sahibi.
GALİBİYYET
Üstünlük. Yenmek. Mağlub etmek.
GALİF
Gön ve deri dibâgat etmekte kullanılan bir ot.
GALİL
(C: Gılâl) Güneşin harareti. * Susuzluk harareti. * Kin, hased. * Devenin yulafına karıştırıp yedirdikleri hurma çekirdeği.