Osmanlıcada ''L''ile başlayan kelimelerin anlamları

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
LA'
Korkak.

Arabçada kelimenin başında nefy edatı'dır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" gibi. Mâzi fiilinin evvelinde bulunan Lâ, duâiye olur. Lâ zâle sıhhatehu: "Sıhhati zâil olmasın" sözündeki gibi. * Harf-i atıf da olur. Ve mâba'dını makabline nefyen rabt eder ve irabı da ona tâbi kılar. $ "Şeref edeb iledir, neseb ile değildir" sözündeki gibi. * Vav edatıyla beraber olursa, atıf edatı vav olur, lâ da nefyi te'kid eder.
LÂ VE NEAM
Hayır ve evet. (Daha çok, hiçbir fikir beyan edilmediği zamanlar kullanılır.)
LÂ YEZALÎ
Zevalsiz olana ait, sonu olmayanla ilgili.
LAAHLÂKÎ
Ahlâk dışı. Terbiye hârici.
LAAKALL
En az. Hiç olmazsa.(Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı, yarın ise; senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise; hakiki ömrünü bulunduğun gün bil. Lâakall günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi hakiki istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviyye olan bir mescide veya bir seccadeye at. S.) Yani beş vakit namazı kıl.
LAALETTAYİN
Gelişigüzel. Ayırd etmeksizin. Rastgele.
LAALGUN
f. Kırmızı renkte. Al renkte.
LAALİK
Doğrulukla kalkıp durmak.
LAALLE
Arabçada olması mümkün şeyler için kullanılır. Ola ki, umulur, ümid edilir, umulur ki mânâlarınadır. Ümide veya endişeye delâlet eder. (Bak: İnne)
LAANALLAH
Allah lânet etsin.
LAANE
Lânet etti. (mânâsına fiil.)
LAAS
Dudağın rengi açık siyâha yakın olmak.
LAAS
Çok yemek, çok içmek.
LA'B
Ağızdan salya akmak.
LABE
f. Yalvarma, yaltaklanma, dalkavukluk etme. Acz gösterme. * Bu yolda söylenen söz.
LA'BE
Bir kere oynamak.
LABE'S
Beis yok, zararsız.
LABİRENT
Fr. Bir defa içine girildiğinde çıkış yolu çok güçlükle bulunabilen bina. * Çok karışık ve birbirini kesen yol.
LABİS
Giyinmiş. Giyen.
LABİŞARTIN
(Lâ bişartın) Kayıtsız şartsız. Bir şarta dayanmaksızın.LABORATUVAR : Fr. İlmî ve sınaî çalışma ve araştırmalar yapmak için çeşitli cihaz ve malzemelerin bulunduğu yer.
LABÜDD
Çok lâzım. Elzem. Gerekli. * Her halde. Mutlaka. Muhakkak. * Ayrılık yok.
LAC
Dar şey. Geniş ve bol olmayan nesne.
LAC
f. Çıplak.
LA'C
(C.: Levâıc) Halecan etmek. * Acı vermek, elem vermek. * Yakmak. * Muhabbet ve aşktan dolayı yürekte hâsıl olan hararet.
LACEREM
şüphesiz, elbette, besbelli. * Nâçar, zaruri.
LACEVAB
Cevapsız. Cevapdışı.
LACEVERD
Lacivert. * Koyu mavi renkte değerli bir süs taşı.
LACEVERDÎ
f. Lacivert renkte.
LACÎ
Muslih, ıslah eden, terbiye eden.
LACİN
Ağaçtan dökülen yaprak. * Ağaçtan yaprak indirme.
LAÇ
f. Oyun etme, aldatma, hile yapma.
LAD
f. Duvar.
LADE
f. Ahmak, akılsız, ebleh.
LADEN
f. Çamdan çıkarılan zift gibi siyah ve kokulu zamk.
LADİNE
f. Kendir.
LADİNÎ
Dinle alâkası olmayan. Dinsiz. Din dışı. (Bak: Lâik)
LAEDRÎ
Bilmiyorum. (Eski zamanda şüpheci olup hiç bir şeye inanamıyan sofestailere Lâ edriye denirdi. Septisizm. (Bak: Sofizm)
LAF
f. Konuşma, tekellüm. * Söz, lâkırdı.
LAFAHR
Fahirsiz. İftiharsız. İftihar etmeksizin. * Fahrolmasın.
LAF-I GÜZAF
f. Boş yere söz. Boş lâkırdı.
LAFİYUN
Sütleğen cinsinden bir ot.
LAFK
İki şeyi birbirine çarpma.
LAFZ (LAFIZ)
Ağızdan çıkan söz, kelime. * Bir şeyi atmak.
LAFZA
Bir tek söz veya kelime.
LAFZA-İ CELÂL
İsm-i Celâl, Allah lâfzı.
LAFZAN
Lafız itibariyle. Söz olarak. Söyleyerek. Yazılı olmıyarak.
LAFZEN
f. Geveze, çok konuşan. * Övünen, kendini medheden.
LAFZ-I ALLAH (LAFZULLAH)
Allah isminin lâfzı.
LAFZ-I ÂM
Gayr-ı mahsur, yani sayısız müsemmaları ihata ve aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eyliyen lâfızdır. Kavim, cemaat, nisa.. gibi.
LAFZ-I HAS
Bir mânâya münferiden başlı başına vaz' olunan lâfızdır. Hasan, Hüseyin, insan, erkek, kadın lâfızları gibi.
LAFZ-I KÜLLÎ
Man: Mânâsı umumi ve herkesçe müşterek olan lâfız. "İnsan" gibi.
LAFZ-I MUHTEMEL
Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.
LAFZ-I MURAD
Mânâsı için olmayıp lafzı için söylenen kelime, söz.
LAFZ-I MÜFESSER
Huk: Tahsis ve te'vile ihtimâl bırakmıyacak derecede açık olan sözdür ki, onunla amel vâcib olur.
LAFZ-I MÜREKKEB
Man: Mürekkeb lafız. Cüzlerden biri, mânâsının cüzlerinden birine delâlet eden lafız.
LAFZ-I MÜŞEBBİ'
Doyurucu, tatmin edici söz.
LAFZ-I MÜŞTEREK
Huk: Birçok müsemması bulunan lafızdır ki, hangi mânâ kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânasız addolunur, onunla amel olunmaz.
LAFZ-I VÂHİD
Tek söz.
LAFZ-I ZÂHİR
İbaresi işitilmekle ancak bilinen, yâni söyleyenin maksadı düşünülmeye muhtaç olmadan derhal mânâsı anlaşılan sözdür. Bunun zıddına hafi denir.
LAFZÎ
Lafza ait ve müteallik. * Gr: Kelimenin söylenişine ve yapısına aid, onlarla alâkalı.
LAFZİYE
Sözde ve yazıda görülen ve çok defa tasannua kaçan kelime süsleri.
LAFZ-PERDAZANE
f. Çeşitli ve çok söyleyerek.
LAFZULLAH
Allah lâfzı. (Bu kelime Kur'ân-ı Kerimde 2806 defa zikredilmiştir. Bu lâfız bütün "sıfat-ı kemâliyeyi" tazammun eden bir sadeftir.)
LAG
f. Lâtife, şaka. * Oyun.
LAGAR
f. Cılız ve zayıf hayvan.
LAGARÎ
f. Cılızlık, zayıflık.
LAGB (LÜGÂB)
Zahmet, meşakkat. * Güve yemiş kuş kanadı. * Zayıf adam.
LAGIB
Acıkmış ve yorulmuş kişi.
LAGİYE
Edebe aykırı ve fena söz.
LAGLAGA
(C.: Laglag) Ördekten küçük bir güzel kuştur, başında az miktar beyaz tüyü vardır. Türk diyârında yavrusunu çıkarıp kış günlerinde Mısır'a gider.
LAGM
İnanmayacak söz söylemek. * Bulaşmak.
LAGT
Hafif hafif ses çıkarma. Mırıldanma.
LAGV
Faydasız çirkin söz. * Köpeğin ürkmesi. * Deve avazı. * Rağbet olunmayan nesne. * Hükümsüz. * Kaldırmak. * Hata etmek. * İbtâl etmek.
LAGVİYYAT
(Lagv. C.) Lağvlar. Boş sözler.
LAGY
Avaz, ses, savt. * Yaramaz fuhuş sözler.
LAGZ
Kayma, sürçme.
LAGZAN
f. Kayan, sürçen.
LAGZİDE
f. Kaymış, sürçmüş.
LAGZİDE-PÂ(Y)
f. Ayağı kaymış. Ayağı sürçmüş.
LAGZİŞ
f. Sürçme, kayma. * Kayış, sürçüş.-LAH : f. Kelimenin sonuna ilâve olunarak "yer" mânâsını verir. Meselâ: (Senglâh: Taşlık yer.)
LAĞIM
Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar yapmak maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara "lâğımcı" denilirdi. Sonradan bu türlü işlere "İstihkâm" denilmiş ve o ad altında askeri teşkilât yapılmıştır. * Kazurat ve çirkef sularının akmasına mahsus örtülü yol.
LAH'
(Gövde) sülpük ve sarkık olmak.
LAHA
Boş ve faydasız sözler konuşmak. * Ekmeği ıslatıp yemek. * Gıda. * Aldatıp kandırmak. * Karnın sarkık ve sülpük olması.
LAHA
f. Yama.
LAHAMET
Semizlik, etlilik, şişmanlık.
LAHAN
Bozulup kokmak.
LÂHAVLE
(Lâhavle ve lâkuvvete illâ billâhil-aliyyil azim" cümlesinin kısaltılmışı ki, "Kuvvet ve kudret ancak Cenab-ı Allah'tadır." meâlinde olup bir belâ ve tehlike esnasında veya sabrın tükendiğini açıklamak için söylenir.
LÂHAYR
Uğursuz, hayırsız.
LÂHAYRE FİH
Bu işte hayır ve uğur yok.
LAHB
Sür'atle gitmek. * Eti kemikten ayırıp soymak.
LAHC
Dar olmak. * Bir nesne, kabında paslanıp çıkmamak.
LAHD (LUHD)
(C.: Lühud) Mezar. Üstü yükseltilerek yapılan mezar. * Eğilmek. * Bir tarafına meyilli olan çukur.
LAHE
f. Yama.
LAHF
şiddetli vuruş.
LAHF
Örtmek, setr etmek.
LAHH
Ulaşmak, varmak. * Yağmuru kesilmeyen bulut.
LAHH
Göz yaşının çok olması.
LAHHAM
Kaz gibi büyük, başı kızıl, kanadı kara bir kuş. Vezega dedikleri keler.
LÂHIK
Yetişen, ulaşan, erişen. Eklenen, katılan. * Fık: Namaz başlangıcında imama uymuşken ayrılarak tekrar namaz bitmeden imama uyan.
LÂHIKA
Ek, ilâve, katılan şey. Zeyl. Sonradan ilâve edilen, eklenen.
LAHİ
(Bak: Lahâ')
LAHÎ
Oyuncu. * Boşuna ve mânasız eğlenen. Oyalayan.
LAHİB
Açık yol.
LAHİF
Zulüm görmüş, ıztırab ve sıkıntı çekmiş.
LAHİK
Yetişen, vâsıl olan, ulaşan. * İlâve olan, eklenen. * Sonradan tâyin edilen, yenisi. (Bak: Lâhık)
LAHİKE
(C.: Levâhik) Gr: Ek, ilâve. (Bak: Lâhıka)
LAHİM
Et yediren. * Devamlı olarak et yiyen.
LAHÎM
Semiz, etli, şişman.
LAHİME
Et yiyen hayvan.
LAHİN
Telâffuz esnasında hususan Kur'ân okurken yanlışlık yapan.
LAHİS
Susuzluk veya sıcaktan dolayı dilini çıkararak soluyan köpek.
LAHÎS
Dar nesne.
LAHÎS
Örülmüş. Dizilmiş.
LAHİYANE TA'ZİB
f. Oyun olsun diye zahmet vermek. Oynarcasına azab vermek.
LAHİZ
f. Sel suyu.
LAHÎZ
Benzer, misil, nazir.
LAHK
(Lehak) Geriden yetişmek, ardından yetiştirilmek. * Alüvyon. Liğ. Akarsuların taşımasıyla gelen maddeler.
LAHLAHA
Güzel kokuların karışmasından meydana gelen koku. * Güzel kokularla yapılan bir nevi macun.
LAHLAHANİYE
Pelteklik, kekemelik.
LAHM
Et. Her şeyin içi ve üzeri. * Bir işi sağlam kılmak. * Kırık şeyi kuyumcunun yapıştırması. Lehimlemek. * Bir yerde ilişip kalmak.
LAHM Ü ŞAHM
Et ve yağ.
LAHME
Et parçası.
LAHN
Güzel ve kaideli ses. * Nağme. * Kaideye uymayan yanlış okuyuş. * Usulüne uygun okumak. * Sadece muhatabın anlıyacağı şekilde remizle söz söylemek. * Meyl. * Fehmeylemek. * Lisan. * Lügat. Fetva. Mânâ. Mefhum.
LAHS
Gözün üst kapağının etli olması.
LAHS
Yalamak.
LAHS (LİHÂS)
Darlık. * Şiddet. * Meşakkat, zahmet.
LAHT
f. Bir şeyin parçası, cüz'ü.
LAHT
İri cüsseli kimse.
LAHT-I CİĞER
Ciğerden kopma.
LAHUS
Uğursuz, meş'um.
LAHUT
İlâhî âlem. Uluhiyet âlemi. Ruhanî, manevî alem.
LAHUTÎ
Uluhiyet âlemine mensub ve müteallik olan. Sır âlemi. Gaybî âleme ait. Ruhanî âlemle alâkalı.
LAHUTİYAN
Uluhiyet âlemine girebilen melekler.
LAHV
Kabuğunu soymak.
LAHVA
Abes, bâtıl sözleri çok söyleyen, boş konuşan kadın. (Müz: Elhâ)
LAHY
Sakalın bittiği yer.
LAHZ
Ahlâkı yaramaz kimse.
LAHZ
(Lahzân) Göz ucu ile bakma.
LAHZA
Göz açıp kapayacak kadar kısa zaman. Bir an. En kısa zaman. Göz ucu ile bir bakış. Zaman.
LAİC(E)
(C.: Levaic) Kalbini aşk ateşi saran kimse.
LAİHA
(Bak: Lâyıha)
LAİK
Fr. Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etmeyip insanın ve cemiyetin sadece dünyevi menfaat ve anlayış ölçüsüne terkeden; diğer tâbirle: İlâhi kanunu terkeden, beşeri nizamla cemiyeti idareye çalışan sistem. (...Bîtaraf kalmak, yâni: Hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişilmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet... Ş.)
LÂİLAÇ
Çâresiz, dermansız, imkânsız.
 
LÂİM
(Lâime) Çekiştiren. Levmeden. Başkasını kötüleyen.
LÂİME
(C.: Levâim) Çekiştirme, levmetme, kınama.
LAÎN
Lânetlenmiş, kovulmuş, merdud. Allahın rahmetinden mahrum.
LÂİN
Lânet eden. Lânetleyen. * Herkesin kınadığı.
LAJVERD
f. Lâciverd.
LAK
f. Hakir, zelil, aşağı. * Tahta kadeh.
LA'K
Yalamak.
LAK'
Atmak.
LAKA'
(C.: Elkâ) Kıymetsiz hakir nesne.
LAKAB
Asıl isminden başka sonradan takılan ad. Meşhur olan birinin sonradanki adı.
LAKAF
Duvar yıkılmak.
LAKANE
Zeki ve seri anlayışlı olmak.
LAKANIK
Sucuk gibi içi doldurulmuş olan şey.
LAKAT
Yabandan toplanan nesne. * Mâdende bulunan gümüş ve altın parçaları.
LÂKAYD
Kayıtsız. Alâkasız. Karışmayan. Kıymet ve ehemmiyet vermeyen. Aldırış etmeyen.
LÂKAYDANE
Kayıtsız ve alâkasızca. Mühimsemiyerek.
LÂKAYDÎ
Kayıtsızlık, ilgisizlik, alâkasızlık.
LÂKELÂM
Hiçbir diyecek yok.
LAKF
Yutmak, bel etmek.
LAKH (LAKÂH)
Davar yüklü olmak.
LÂKIH
(C: Levâkıh) Ağaca su yürüten rüzgâr. * Yağmur yağdıran rüzgâr. * Karnında yavrusu olan hamile deve.
LÂKIS
Kötüleyici ve ayıplayıcı kimse.
LAKÎ
(Lâkıy) İtibarsız ve değersiz, zelil kimse. * Önemsiz ve kıymetsiz şey.
LAKÎM
Yontulmuş veya yonulmuş.
LÂKİN
Amma. Fakat. Ancak. şu kadar var ki.
LÂKİNNE
İstidrak edatıdır. İdrak istemek, anlamak istemek edatıdır ve bulunduğu kelimede bir şeyin anlamak istendiğini bildirir. Evvelki sözden neş'et eden bir tevehhümü kaldırmak için kullanılır. (Bak: İnne)
LÂKİŞE
Tutmaç aşı.
LAKÎT(A)
Yerden kaldırıp alınmış ve sahipsiz kalmış bir şey. Sokakta bulunan mal, para. * Sokağa atılmış yeni doğmuş çocuk. (Bak: Lukata) * Üzerine ansızın gelinen kuyu.
LAKK
Vurmak.
LAKLAK
(C.: Lekâlik) Leylek.
LAKLAKA
Leylek sesi. * Hareketten ve ıztıraptan dolayı çıkan ses. * Şiddetli ses ve galebe ile çağrışmak. * Boş ve mânasız söz.
LAKLAKIYYAT
(Laklaka. C.) Faydasız, boş lâkırdılar; mânâsız sözler.
LAKM
Çabuk çabuk yemek yemek. Yutmak. * Seddetmek.
LAKN
Anlamak. Fehmetmek. Çabuk kavramak.
LAKPÜŞTE
f. Kaplumbağa.
LAKS
Yakmak. * Almak.
LAKS
Lâkab takmak. * Ayıplamak. * Yaramaz olmak.
LAKT
Dermek, toplamak, cem'etmek. * Ansızdan bir nesneye yetişmek.
LAKVE
Ağız çarpılması.
LA'L
Kırmızı. Al renk. * Dudak. Kırmızı ve kıymetli bir süs taşı.
LÂL
f. Dilsiz. Söz söyleyemiyen.
LÂL Ü EBKEM
Şaşa kalmış. Sükuta mecbur olmuş. Susmuş.
LALA
f. Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında "Atabek" karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi. * Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenler. * Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine bakmak üzere "lâla" istihdam ederlerdi. Lâla, görünüşte hizmetkâr vaziyetde idiyse de, terbiyesi kendisine havale olunan çocuğa karşı âmir yerinde bulunur; esasen yaşlı ve kâmil insanlardan seçildikleri için çocuklar da kendisine bir mürebbi, bir hoca gibi tâzim ve hürmet ederlerdi.
LA'LAA
Kırmak.
LALE
Lâle denen meşhur çiçek. * Vaktiyle suçluların ve delilerin boynuna takılan halka. * İncir koparmak için ucu çatallı değnek.
LALEFAM
f. Lâle renginde. Rengi lâlenin rengine benzeyen.
LALEGUN
f. Lâle renkli. Pembe.
LALEHADD
f. Lâle yanaklı. Yanakları pembe renkte olan.
LALEK
(Lâlekâ) f. Taç. * Papuç, ayakkabı. * Horoz ibiği.
LALERENK
f. Lâle renginde olan. Lâle renkli. Pembe.
LALERUH
f. Lâle yanaklı. Yanağı lâle gibi pembe olan.
LALERUHSAR
f. Lâle yanaklı, al yanaklı.
LALESAR
f. Lâlelik. Lâlebahçesi. * Sığırcık kuşu.
LALEVEŞ
f. Lâleye benziyen. Lâle gibi.
LALEZAR
f. Lâle bahçesi. Lâlelik.
LA'L-FAM
f. Kırmızı renkli, al.
LA'L-GUN
f. Al renkli. Kırmızı renkli.
LA'L-RENG
f. Kırmızı renkli. Al renkte.
LA'LUS
Kurt, zi'b.
LÂM
Kur'ân alfabesinde yirmialtıncı harf olup, ebcedi değeri otuzdur.
LÂMEHALE
Hilesiz. * Çaresiz, imkânsız, ister istemez.
LÂMEŞRU
Meşru olmayan, şeriata uymayan, umumi nizam harici.
LÂM-I CER
Kelimeyi cerreden lâm harfi. Kelimenin sonunu "i" diye okutur. Lillâhi, Lieclillâhi'de olduğu gibi. İstihkak ve ihtisas, has ve müstehak ve zarfiyyet, illet mânâsını verir.
LÂM-I TA'RİF VEYA LÂM-I İSTİĞRAK
Kelimenin mânâsını umuma teşmil ettiği için, istiğrak mânâsı verilir. El-i istiğrak veya harf-i ta'rif de denir. Meselâ: Hamd kelimesi herhangi bir hamdi ifâde ettiği halde; El-Hamd dediğimiz zaman her ne kadar hamd varsa, bütün hamd ve senâlar mânâsına gelir. Bu, harf-i ta'rif ile olur. Harf-i ta'rif bir kelimeyi belirsiz halden belirli hâle koyar. Muayyeniyyet mânâsını verir. Bunlar elif ve lâm harflerinden teşekkül eder. El-Mekteb'de olduğu gibi. Mekteb herhangi bir mektebdir. El-Mekteb dendiğinde bizce muayyen, belli olan bir mekteb mânâsını ifade eder. Başına harf-i ta'rif gelen kelimeden tenvin kalkar. Nekre iken ma'rife olur.
LÂMİ'
Parlak. Parlayan.
LÂMİA
Parlak. Parlayan. Parıldayan.
LÂMİH
(Lâmiha) (Lemh. den) Parlıyan, parıldıyan. Parlak.
LÂMİS
El ile tutup yoklayan. Dokunan. Temas eden.
LÂMİSE
Dokunma hissi, duygusu. El ile olan his. Bir şeyin cesâmetini anlama duygusu.
LÂMİ-ÜN NUR
Nur saçarak parlıyan.
LAMME
Cin çarpması. Çarpıklık. * Yaramaz nesne.
LÂM-UL ÂKIBET
Neticeyi, âkibeti bildiren lâm.
LÂM-UT-TAKVİYE
Takviye lam'ı. Bu harf Arabçada ve yerine ve mânâsına da kullanılır.
LÂM-UT-TA'LİL
İllet ve sebeb bildiren lâm'dır.
LÂM-UZ-ZARFİYE
Zaman bildiren lâm.
LÂMÜDRİK
Anlamayan. İdraksiz. İdrak etmeyen.
LÂMÜSELLİM
Hayır! Hiç teslim etmem!
LÂM-ÜT-TAHSİS VE TEMELLÜK
Ait olma ve sâhib bulunmayı bildirir. (Bak: Li)
LA'N
Lânet etme. Lânetleme.
LÂN
f. Hakikatsızlık, vefasızlık.
LÂNAZÎR
Eşsiz, nazirsiz, benzersiz. Eşi ve benzeri olmıyan.
LANDO
Fr. Üstü önden ve arkadan açılıp kapanır, körüklü, geniş araba nevilerinden biridir. Halk arasında "Landon" şeklinde telâffuz edilen bu araba, fayton ve kupalara nazaran daha ağır ve gösterişli idi.
LÂNE
f. Yuva, ev.
LÂNEGİR
f. Yuva tutan.
LÂNE-İ HARAB
Bozulmuş yuva.
LÂNE-İ NERMİN
Sıcak ve yumuşak yuva.
LÂNE-İ PEDER
Baba yuvası. Peder evi.
LA'NET
Nefret. Tiksinti. Allah'ın rahmetinden mahrumiyyet.(Ehl-i Sünnet'in ve İlm-i Kelâm'ın azîm imamlarından meşhur "Sa'deddin-i Teftezanî", Yezid ve Velid hakkında tel'in ve tadlile cevaz vermesine mukabil "Seyyid-i Şerif-i Cürcanî" gibi Ehl-i Sünnet Velcemaat'in allâmeleri demişler: "Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve fâcirdirler; fakat sekeratta imansız gittikleri gaybidir. Ve kat'i bir derecede bilinmediği için, o şahısların nass-ı kat'i ve delil-i kat'i bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tevbe etmek ihtimâli olduğundan, öyle hususi şahsa lânet edilmez. Belki $ gibi umumi bir ünvan ile lânet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur." diye "Sa'deddin-i Teftezanî"ye mukabele etmişler. R.N.)
LA'NETULLAH
Allah lânet eylesin mânâsında beddua.
LA'NETULLAHİ ALEYH
Allah'ın lâneti onun üzerine olsun.
LÂRAYB
şüphesiz, şeksiz, tereddütsüz.
LÂRAYBE FİH
Onda hiçbir şüphe yoktur.
LARKÎ
Keçiboynuzu.
LAS
f. Köpek, kelb. * Adi ipek. * Dişi hayvan.
LA'SA
Dudağının rengi az siyâha yakın olan kadın. (Müz: El'as)
LASAF
Bir cins hurma. * Gübre otunun diplerinde biter hıyar gibi bir nesne. * Yapışmak. * Kurumak. * Parlamak.
LASAGA
Hindibâ denilen ot.
LÂSANİ
Tek, vâhid. İkincisi olmayan.
LASB
Yapışmak. * Dar olmak.
LASG (LÜSUG)
Kemik üstündeki derinin zayıflıktan kuruması.
LASIB
(C.: Levâsıb) Yapışkan. * Dar ve derin kuyu.
LASIK
Yapışık, yapışmış olan. Yapışıcı, yapışkan.
LASÎF
Parlayan, parıldayan. Parlayıcı.
LASİYYEMA
Bâhusus. Hususan. Buna gelince. Herşeyden ziyade. Ençok.
LASK
Yapışmak. Yapışık olmak. Ulaşmak.
LASS
(C.: Lüsus-Elsâs) Hırsız, sârık.
LASTA
ing. Bir geminin alabildiği yük.
LASV (LASY)
Sövmek, şetm etmek.
LAŞ
f. Hakir ve aşağılık kimse. Adi, zelil, itibarsız ve alçak kişi. * Çapul, yağma.
LAŞE
Cife. Kokmuş et parçası. * Fık: Karada yaşayıp boğazlanmaksızın ölen veya şer-i şerife uygun olmayan şekilde kesilen kanlı hayvan ve bunların tabaklanmamış (dibagat edilmemiş) derileri. * Yenilmesi şer'an haram olan ölmüş hayvan. * Zayıf ve cılız hayvan. * Mc: Kıyıda kalmış kayık veya gemi teknesi.
LÂŞEHÂR
f. Leş yiyen.
LÂŞEK
şek ve şüphe yok. şüphesiz. Elbette.
LÂŞEY
Bir şey değil. Değersiz.
LA'T
Sakınmak, sakındırmak.
LAT'
Yalamak. * Ayağıyla bir kimsenin belinden aşağısına vurmak.
LÂT
İslâmdan önce Arapların Kâbe'de bulunan putlarından biri.
LAT' (LUTÛ')
Yapışmak. * Ulaşmak, varmak.
LAT'A
Dudaklarının içi beyaz olan kadın. * Çok yaşamış, ihtiyar kadın.
LATA'
Dudak içinde olan beyazlık.
LATAFE
Hediye, armağan.
LÂTAİL
Boş, faydasız, abes, mânâsız.
LÂTAKNETU
Ayet-i Kerimeden bir kısım olup: Ümidinizi kesmeyiniz (meâlindedir.)
LAT'E
Alın, cebhe.
LATENAHİ
Nihayetsiz. Sonsuz. Bitip tükenmeyen.
LATEŞBİH
Benzetmeksizin. Benzetmek olmasın.
LATH
El ayasıyla vurmak.
LATH
Her şeyin azı. * Bulaşmak ve karışmak. * Birine iftira atmak.
LATHA
Leke.
LATİF
Mülâyim. Yumuşak. Nâzik. Mütenasip. * Güzel. Şirin. Küçük ve hoşa giden. * Cisimle alâkası olmayan. Göze görünmeyen. * Çok lutf edici. * Derin, gizli.
LATİFE
Hoş söz. Şaka. Mizah. Söz ile iltifat. İnsanın çok ince ve hassas olup kalbe bağlı bir duygusu. (Mukabili ciddiyettir) (Bak: Letâif)
LATİFEGU
f. Lâtifeci, şakacı. Lâtife söyliyen.
LATİFE-İ RABBANİYE
İnsanın kalbine bağlı ve bütün duygularının sultanı olan ince bir duygudur ki, İlâhî hakikatlar onunla hissedilip zevkedilir.
LATİFEPERDAZ
f. Şakacı, lâtifeci. Lâtife yapan.
LATİFEPERDAZAN
(Lâtifeperdâz. C.) f. Şakacılar, lâtifeciler.
LATÎM
Babası ve annesi olmayan kişi. * Yüzünün bir tarafı beyaz olan at. * Yarış atlarının dokuzuncusu.
LATÎME
(C: Letâyim) Misk. * Güzel kokular konulan kap. *Attarlar pazarı. * Güzel kokulu nesneleri götüren deve.
LATİN
Eski Roma civarında iken sonradan genişleyen ve devlet kuran eski bir kavim ismidir. * Eski Roma. * Şarkta Katolik mezhebinden olanın ismi.
 
LATİNCE
Eski Roma'da konuşulan ve bugünkü Fransızca, İspanyolca, İtalyanca gibi dilleri doğurmuş olan ana dil ki, Hint-Avrupa dil âilesinin önemli bir kolu olan İtalik grubundandır.
LATM
Karıştırmak. Yapıştırmak. * Tokat vurmak.
LATMA
şamar, tokat.
LATMAHÂR
f. Tokat yiyen. Şamar atılan kimse.
LATS
Dövmek. * şiddetle basmak.
LATT
(C: Litât) Gerdanlık. * Lâzım olmak. * İnkâr etmek. * Sarkıtmak. * Örtmek.
LÂTUHSA
Sayısız. Sayıya gelmez. Hesaplanmaz.
LÂUBALİ
Alâkasız, kayıtsız, hürmetsiz, dikkatsiz. Senli benli. ("Lâ" harfi ile" Ubâli" muzari fiilinden müteşekkildir.)
LÂUBALİYANE
f. Lâubalilikle. Kayıtsız, alâkasız, saygısız ve dikkatsiz bir şekilde. Senli benli olarak.
LAUK
Yalanmış nesne. * Az, kalil.
LAV
Fr. Yanardağların ve volkanların ağızlarından püskürüp soğuyunca donan madde.
LA'V
Ahlâkı yaramaz kişi. * Haris adam.
LÂVALLAH
Vallahi hayır.
LAVANTA
Çeşitli çiçek ve bitkilerden alınan esanslarla yapılan güzel kokulu sıvı.
LAY
f. Söyleyen, söyleyici.
LAY
f. Tortu, posa. * Kül. * Çamur.
LÂYA'KIL
Aklı başında olmıyan, dalgın, bîhoş. Yaptığını bilmez.
LÂ-YA'Nİ
Mânasız, boş.
LÂYEBGIYAN
Biri ötekine tecavüz edip karışmaz ve hâsiyetini bozamaz (meâlinde olup, nefyedilmiş muzari fiilidir.)
LÂYECUZ
Câiz değil, olamaz, müsaade verilmez.
LÂYEFHEM
Anlayışsız, idrakten âciz.
LÂYEFNA
Bitmez, tükenmez. Fenaya gitmez. Yok olmaz.
LÂYEMUT
Ölmez. Mahvolmaz. Hayatı sona ermez.
LÂYENBAGÎ
Lâyık olmaz. Yakışmaz. Uymaz.
LÂYENFEKK
Bölünemez, ayrılamaz. Parçalanamaz.
LÂYENKATI'
Aralıksız. Kesilmeksizin.
LÂYETECEZZA
Bölünmez. Parçalanmaz. Ayrılmaz. Tecezzi kabul etmez.
LÂYETEGAYYER
Değişmez, bozulmaz.
LÂYETENAHÎ
Sonsuz. Nihayetsiz.
LÂYETENAHİYET
Lâyetenahilik, sonsuzluk, nihayetsizlik.
LAYETEZELZEL
Sarsılmaz. Tezelzül etmez.(Tahkikî iman sâhibleri, lâyetezelzel bir itikada sâhibdirler.)
LÂYEZAL
Zeval bulmaz. Yok olmaz.
LÂYIH (LÂYİH)
Parlak. Meydanda. Aşikâr. Hatıra gelen.
LÂYIHA
Düşünülen veya tasavvur edilen bir şeyin yazılması. Tasarı.
LÂYIHA-İ KANUNİYE
Huk: Henüz tasdik edilmemiş kanun tasarısı.
LÂYIK
(Liyakat. den) Yakışır ve yaraşır. Uygun, münasib ve muvafık.
LÂYİM
Azarlayan.
LÂYUAD
Adedi belli olmayan. Sayısız. Pek çok.
LÂ-YUGLEB
Yenilmez, mağlup olmaz.
LÂYUHSA
Hesaba gelmez. Hesabsız. Pek çok.
LÂYUHTÎ
Hatâsız, hatâ işlemez. Yanılmaz.
LÂYU'KAL
Anlaşılmaz, akıl ermez. Akıl ile idrak olunmaz.
LÂYU'LA
Üstüne çıkılmaz, çok yüksek. * Galip ve üstün gelinemez.
LÂYU'REF
Bilinmez. Tarif edilmez.
LÂYUTAK
Güç yetmez. Dayanılmaz. Takat yetmez. Çekilmez.
LÂYUZAL
İzale edilmez, tükenmez, zeval bulmaz.
LÂYÜFHEM
Anlaşılmaz. Fehmedilmez.
LÂYÜFNA
Tüketilmez, yok edilmez.
LÂYÜLHÎHİ
(İlhâ. dan) Ona gaflet vermez. Onu boş şeyler meşgul etmez. Boşuna iş yapmaz.
LÂYÜS'EL
Mes'uliyetsiz. Mes'ul tutulamaz. Sorumsuz.
LAZ
Doğu Karadeniz bölgesinde, bilhassa Rize dolaylarında yaşayan bir kavim. * Bu kavimden olan kimse.
LAZA
Ateş. Alev. * Cehennem'in altıncı katı.
LÂZÂLE
(Lâzâlet) Zeval bulmasın, zâil ve eksik olmasın. * Olsun!
LÂZÂLE ÂLİYEN
Yüce ve âli olsun.
LÂZEVAL
Zevalsiz. Sonu gelmez. Zeval bulmaz.
LÂZIK
Yapışkan, yapışıcı. Yapışmış olan.
LÂZIM
Lüzumlu, gerekli. * Bir şeyden aslâ ayrılmayan. Bir işte beraber bulunmasına ve vücuduna ihtiyaç olan şey. * Gr: Müteaddi olmayan.
LÂZIM FİİL (FİİL-İ LÂZIM)
Fâilin zâtında kalan fiil. (Geldi, gitti, güldü gibi)
LÂZIM-AMED
f. Lâzım gelir, lüzum eder. Lâzım geldi.
LÂZIM-ÂMED ÇÂR-ÇİZ
Dört şey lâzım geldi.
LÂZIM-I BEYYİN
Bu tabirin masdariyet şekli "Lüzum-u beyyin" olup ikisi aynı mânaya gelir. Herhangi bir şey hatıra gelince hiç bir delil ve emareye ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey. Meselâ: İnsan denildiği zaman, kabiliyet-i ilim ve san'at akla gelmesi gibi...
LÂZIM-I GAYR-I MÜFARIK
Ayrılması mümkün olmayan, terki câiz olmayan, ziyade gerekli, çok lüzumlu.
LÂZIM-I MELZUM
Biri birisinden aslâ ayrılmaz, birisi olunca diğerinin de olması şart olan.
LÂZIM-I ZATÎ
Kendisine ait icab eden hal. Kendisine has vaziyet.
LAZÎ
(Bak: Lazâ)
LAZİB
Sâbit olan, yapışan.
LAZİSTAN
Lazlar'ın oturduğu bölge olan Rize dolayları. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Rize sancağına verilen ad.
LAZLAZ
Yol gösterici, kılavuz.
LAZLAZA
Yılanın deprenmesi.
LAZUK
Yapışkan nesne. * Yapışkan balçık.
LAZUK
Yaraya yapışıp onulmayınca kopmayan devâ.
LAZZ
Devamlı yağan yağmur. * Men'etmek, engel olmak.
LEAL
İnci.
LEALİ
(Leâl. C.) İnciler. Lü'lüler.
LEALİ-FEŞAN
f. İnciler saçan.
LEALLE
(Bak: Laalle-İnne)
LEAMET
Alçaklık, âdilik, zillet, denaet, aşağılık.
LEB
f. Dudak. Şefe. * Kenar. * Sahil. Kıyı.
LEBAB
Sahralarda ve çayırlarda az miktar olan yaş ot.
LEBABE(T)
Akıllılık, zeyreklik. Akıl sahibi olma.
LEBAÇE
f. Önü açık elbise. Hırka.
LEBAD(E)
f. Yağmurluk.
LEBALEB
Ağzına kadar dopdolu. * Ağızdan ağıza.
LEBAN
Göğüs.
LEBB
Lâzım olmak. * Akıllı olmak.
LEBBAN
Sütçü.
LEBBE
Göğsün gerdanlık takılan yeri. * Devenin ve sığırın, göğsünden boğazladıkları yeri. * Evlâdını ve erkeğini seven kadın.
LEBBELEB
(Leb-beleb) f. Dudak dudağa.
LEBBESTE
(Leb-beste) f. Ağzı bağlı. Susan, konuşmayan.
LEBBEYK
Buyurunuz. Emredersiniz. * Benim muhabbet ve incizâbım dâim sanadır, başkasına değildir, sıdk ve ubudiyyetim dâim sanadır (gibi mânâlar ifâde eder.)
LEBBEYK-ZEN
f. Lebbeyk diye söyleyen. Emre hâzır olan. Râzı olan.
LEBC
Güreşmek. * Sar'a tutup düşmek.
LEBCÜNBAN
f. Dudak oynatan. Söz söyliyen, konuşan.
LEBDEĞMEZ
t. Dudak değmez. * Edb: Dudaktan çıkan harflerden olan "B-F-M-P-V" sessizlerinin içinde bulunmadığı manzumeler.
LEBEB
(C: Elbâb) Göğüste gerdanlık takılan yer. * Atın göğsüne yapılan sinebend. * Devenin ve sâir davarın göğsüne bağladıkları nesne. * Dağ eteğinde olan azıcık yumuşak kum.
LEBED
Yünden yapılan keçe. * Bir yerde mukim olmak. * Bir şeye yapışmak.
LEBEKE
Şerit parçası.
LEBEN
Süt. * Boyun ağrısı. (Bak: Libâ')
LEBENÎ
(Lebeniyye) Sütle alâkalı. Sütlü.
LEBENİYYÂT
(Lebeniyye. C.) Sütlü nesneler.
LEBGÜŞA
f. Dudağı açık. Söyleyen, konuşan.
LEBH
Bir büyük ağacın adı. (Bir kimse kabuğunu yarsa filhâl o kişiye uyuşukluk gelir; o ağaçtan tahtalar biçip gemi yaparlar. Rivâyet olunur ki, iki tahtasını birbirine bitiştirip bir yıl su içinde dursa ikisi bir olup yekpâre olur, Mısır'da yetişir. Ahter-i Kebir'den)
LEBÎ
f. Dilim. Ekmek, kavun, karpuz vs. dilimi.
LEB-İ ÂFTÂB
Gölge.
LEB-İ CUY-BÂR
Su kenarı.
LEB-İ DERYA
Denizin dudağı. Deniz kenarı, kıyı, sâhil.
LEB-İ HADRA
Ufuk.
LEBİD
Küçük çuval.
LEBİK
Tatlı sözlü. Yumuşak konuşan. * Zeki, anlayışlı, akıllı.
LEBİNE (LİBNE)
(C.: Lebin) Kerpiç.
LEBK (LEBÂKA)
Akıllı olmak. * Islah etmek, terbiye etmek. * Karıştırmak. * Yumuşak etmek, yumuşatmak.
LEBKUS
Mürr denilen acı Yemen zamkının adı.
LEBKÜŞA
f. Dudağı açık. Konuşan, söyleyen.
LEBLAB
Sarmaşık denen bir bitki.
LEBLEBE
Esirgemek. * Oğula ve kıza çok fazla düşkün olmak.
LEBN
Vurmak.
LEBRİZ
f. Taşacak kadar. Ağıza kadar. Taşkın.
LEBS
Giyecek şey. * Giyme. Giyinme. * Bir mânayı diğer bir mânâ ile karıştırmak. Sözün karışık ve şüpheli olması. Sözü karıştırıp şüpheye düşmek.
LEBS
Bir yerde eğlenip durma. Vakit geçirme.
LEBSAN
Hardala benzer bir ot. * Yabani hardal.
LEBT
Güreşmek.
LEBTEŞNE
(C.: Lebteşnegân) f. Susamış.
LEBUN
Sütlü hayvan. Sütü bol olan hayvan.
LEBUS
Her giyecek ve örtünecek nesne.
LEBVE
Dişi arslan.
LEBZ
Vurmak. * Yemek.
LEC
f. Tepme.
LECA
Su boğası.
LECA'
Sığınmak. * Saklanmak, gizlenmek. * Zaruret.
LECAC
(Lecâcet) Çekişme, inad etme, ayak direme (düşmanlıkta). Taannüd.
LECC
Dar şey. * Düşmanlıkta ve husumette inad edip ayak direme.
LECCAC
İnatçılık. Muannidlik. * İnatçı, inad edip ayak direten. Muannid.
LECCE
Avaz, ses, savt.
LECEB
Avaz, ses, savt.
LECEBE
(C.: Elcâb-Licâb-Lecebât) Doğurduktan dört ay sonra sütü çekilmiş davar.
LECEM
Cemaat, topluluk.
LECEN
Bir şeye musallat olmak, ilişmek.
LECİN
Ağaçtan yaprak dökmek.
LECLAC
Sözü tutuk söyliyen. * Satranç oyununun icatçısı. * Bir harfi iki kere söyliyen.
LECLEC
Tereddüt olunan.
LECLECE
(Sözde) karasızlık, tereddüt. * Lokmayı ağızda döndürmek ve çiğnemek.
LECM
Şahmed-ül arzdan büyük bir tepenin adı.
LECN
Yalamak. * Deve için yem yapmak.
LECNE
Bir mes'ele için toplanan cemaat.
LECUN
Halsiz, yaşlı davar.
LECÜC
Pek inadçı ve hasım olan. * Suyu çok olan yer.
LECZ
Ulaşmak, varmak. * Yapışmak.
LECZ
Köpeğin kab kacak yalaması.
LEÇ
f. Yanak. * Yüz.
LEDA
Beden.
LEDA (LEDE)
Sırasında, yapıldığında (mânâsına kullanılır). * Yan, nezd. (Bak: Ledün)
LEDD
Düşmana galip olmak. * Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
LEDDAM
Eski elbiseleri yamalıyan.
LEDED
Katı husumet, şiddetli düşmanlık.
LEDE-L HAVALE
Havale olunduğu zaman.
LEDE-L-HÂCE
İhtiyaç görüldüğü zaman. Hacet ânında.
LEDE-L-İHTİYAÇ
İhtiyaç halinde. Hacet ânında.
LEDE-L-İKTİZA
İktiza edip gerektiği zaman.
LEDE-L-MÜTALAA
Mütâlaa edilip okunduktan sonra.
LEDE-L-MÜZAKERE
Müzakere anında, konuşma sırasında.
LEDEM
Akrabadan nikâhı haram olan.
LEDE-S-SUÂL
Soruldukta, sorulduğu anda.
LEDE-T-TAHKİK
Tahkik olundukta.
LEDEYK
Senin yanında. Senin indinde.
LEDG
(Teldag) Yılan veya akrep sokması. * Mc: Sözle birini incitmek. * Ekşilik.
LEDÎD
Derenin iki tarafı.
LEDÎG
Yılan veya akrep gibi hayvanlar tarafından sokulmuş kimse.
LEDÎM
Yamanmış eski elbise.
LEDÎS
Tenbel kimse.
LEDM
Taşı taşla vurmak. * Yere düşen taştan çıkan ses. * Kaftana yama vurmak. * Defetmek, kovmak.
LEDN
(C.: Lidân-Ledun) Taze ve yumuşak olan ağaç budağı.
LEDS
Yalamak. * Davarın ayağına nal vurmak. * Yırtık dikmek.
LEDÜD
(C.: Elidde) Hastanın ağzına dökülen ilâç. * Çok husumet, şiddetli düşmanlık.
LEDÜN
İnd kelimesi gibi, zaman ve mekân zarfıdır.Hel-i istifhâmiye mânasına geldiği de vaki'dir. Kamus Müellifine göre ledün ile leda, aynı şeydir. Başkaları ise tefrik etmişlerdir. Demişlerdir ki: Ledün kelimesi zaman ve mekânın evvel ve ibtidasından muteberdir. Onun için ekseri harf-i cer olan "min" kelimesine mukarin olur. "Ledâ" kelimesinde ise, ibtidâ mânası lâzım değildir. Ve "inde" kelimesinin "min" yerinde tasarrufu daha umumidir. "Ledün" kelimesi mâba'dını izâfetle cerr eder. (L.R.)
LEDÜNN
(İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (A.S.) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir.
 
LEDÜNNÎ
Ledünn ilmine mensub ve müteallik. Ledünne dair ve ait.
LEDÜNNİYAT
(Ledünn. C.) Allah Teâlâ Hazretleri tarafından hususi vecih üzere bâtınan ihsan olunanlar. (L.R.)
LEF'
Örtmek, setr etmek. * şâmil olmak.
LEFA
Vurmak. * Soymak.
LEFAİF
(Lifafe. C.) Sargılar, örtüler. Zarflar.
LEFAZ
Dinleyenin anlayamadığı belirsiz sesler.
LEFC
(Lefce) Kalın dudak.
LEF'E
Kemiksiz et.
LEFEF
Pelteklik, kekemelik. * Yorgunluk. * Besililik, semizlik.LEFEHAN : Vurmak.
LEFF
Sarma. Dürme. İçine toplama. İliştirme. Rabtetme.
LEFF Ü NEŞR
Edb: Bir yazı veya şiirde söz simetrisi yapma san'atıdır. Önce iki veya daha fazla kelimeyi sıralamak, sonra da onlarla alâkalı şeyleri söylemek. İki çeşidi vardır;1- Leff ü Neşr-i Müretteb (Düzenli leff ü neşir) : Birinci cümlede sıralanan kelimelerle ikinci cümlede söylenen kelimelerin aynı sırayı takib etmesidir. Misâl:(Bu karışık mevcudat, dâr-ı fâniden dâr-ı bekâya akıp gidiyor. Elbette nasıl ki; hayır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler Cennet'e akar. Öyle de: Şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehennem'e yağar. Ve bu mütemadiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havuza girer, durur)2- Leff ü Neşr-i gayr-i Müretteb (Düzensiz leff ü neşir) : Birinci cümlede söylenen şeylerle, ikinci cümlede söylenen şeylerin ters olarak sıralanmasıdır. Misâl:(Cevr-i dilber, ta'n-ı düşman, suz-i firkat, za'f-dil Dürlü dürlü dert için halketmiş Allah'ım beni.)Avni (Fatih)
LEFFAF
Çok konuşan, çok lâf eden. Pek fazla söyliyen. Can sıkan.
LEFFAT
Yaramaz huylu, ahmak adam.
LEFFEN
Beraber sararak. İliştirilmiş olarak. Rabtedilmiş olarak.
LEFH
Yakmak. * Vurmak. * Fakirlik, fakir. * İflas. * Tavşancıl kuşu. * Karga.
LEFİF
Sarılmış, dürülmüş. * Gr: Kökü üç harfli olduğunda iki harfi "elif" veya "yâ" nın yan yana olduğu kelime.
LEFİF-İ MAKRUN
Kökündeki "elif" veya "ya" nın yan yana olduğu kelime.
LEFİF-İ MEFRUK
Harf-i illetin aralarında başka bir harfin bulunduğu kelime.
LEFK
Hamâkat, ahmaklık.
LEFK
Giymek. * Örtünmek. * İki parçayı birbiri üstüne koyup dikmek.
LEFT
Yüz döndürmek.
LEFTİYE
Şalgam.
LEFÜT
Evvelki kocasından çocuğu olan ve daima çocuğuna iltifat eden evli kadın.
LEFZ
(C.: Elfâz) Atmak. * Söz.
LEGABE
Hamâkat, ahmaklık. * Zayıflık, zaaf.
LEGAT
Sesler kelâmla karışık olmak.
LEGORN
ing. Çok yumurtlayan bir tavuk cinsi.
LEGUB
Fikri, re'yi zayıf olan. Ahmak.
LEH (LEHU)
Hakkında, onun için, onun faydasına veya zararına.
LEHA
(Lehu. nun müennesidir) Hakkında. O kadın için.
LEHA
(Lehât. C.) Küçük diller.
LEHAA
Zayıflıktan dolayı âzâların sülpük ve sarkık olması.
LEHAK
Çok beyaz. * Öküz, sevr.
LEHAK
Çok beyaz olan.
LEHAK
Yetişmek.
LEHAME
Etlilik, semizlik.
LEHAN
Akıllılık.
LEHAS
Susuz kişi.
LEHAT
(C.: Lehâ ve Lehevat) Küçük dil.
LEHAZ
Gözucu.
LEHAZA
Gözucu ile bir şeye dikkatlice bakmak.
LEHBAN
Susuz kişi. (Müe: Lehbâ)
LEHBET
Susuzluk.
LEHC
Haris olmak.
LEHCE
Bir beldenin konuşma şekli, dil. Konuşma tarzı.
LEHCEM
Geniş yol. * Büyük kadeh.
LEHD
Def'etmek, kovmak. * Ağır etmek, ağırlaştırmak.
LEHEB
Ateşin alevlenmesi. Ateş alevi. Havaya yükselen toz.
LEHEB SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 111. suresi olup "Tebbet, Mesed" Suresi de denir. Mekkîdir.
LEHEBAN
Ateşin alevlenmesi.
LEHEB-ÜN NÂR
Ateşin alevi.
LEHEF
Kaybolan bir şeyden dolayı müteessir olup üzülme.
LEHESAN
Susuzluk.
LEHEVAT
(Lehât. C.) Küçük diller.
LEHF
Yok olan şey için hasret çekip üzülmek.
LEHFAN
Kalbi yanık, hasret çeken. Özleyen.
LEHHAN
Okurken çok yanlışlık yapan kimse.
LEHİB
Açık yol.
LEHÎB
Eti az deve, zayıf deve.
LEHÎD
Götürdüğü yük ağır olduğundan eziyet çeken deve.
LEHÎDE
Koyu olan bulamaç.
LEHÎF
(Lehfân) Mahzun, hüzünlü, üzüntülü, kederli.
LEHİNDE
t. Onun faydasına, aleyhinde olmadan. Onun için, iyiliğine.
LEHÎRE
Kısa boylu kötü huylu kadın.
LEHİV
(Lehv) Günahlı, şehevi, nefsâni meşguliyet. Kadınla yabancı erkeğin oynaması. * Eğlence, oyun.
LEHK
şiddet. * Meşakkat, zahmet. * Birbiri içine girmek.
LEHLE
Süst ve zayıf nesne. * Seyrek dokunmuş bez. * Fusaha indinde makbul olmayan şiir ve söz.
LEHM
Bir şeyi hemen yutma.
LEHS
Yalamak.
LEHS
Nefesi kesilip dili dışarı çıkarma.
LEHSAN
Susuz.
LEHT
f. Bir bütünün cüz'ü. Bir şeyin parçası.
LEHT
Bir nevi yürüyüş.
LEHT
Vurmak. * Atmak.
LEHT-İ CİĞER
Ciğerden kopma parça.
LEHU
(Bak: Leh)
LEHUM
Obur, çok yiyici.
LEHÜM
Onlar için. Onlara.
LEHÜMA
(Tesniye) O ikisi için. İkisi hakkında.LEHV : (Bak: Lehiv)
LEHVİYYAT
f. (Lehv. C.) Lehivler, kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar. Nefsanî gayr-i meşru oyun ve eğlenceler.
LEHZ
Vurmak. * Dürtmek. * Karıştırmak.
LEİM
Alçak, deni, rezil, zelil, levm edilen. Cimri. * Mayası bozuk ve kötü.
LEİMAN
(Leim. C.) Alçak, zelil ve aşağılık kimseler. Pinti ve cimri insanlar.
LEİMANE
Alçakça. Zelilane bir tarzda.
LEİN
Vallahi eğer.
LEK
f. Ahmak, ebleh, sersem. * Yüzbin. * Kırmızı boya çıkarmaya yarayan bir maden.
LEK'
Isırmak. * Yapışmak. * Kir.
LEK'
Vurmak.
LEK (LEKE)
Sana, senin için, senin hakkında.
LEKA'
(Lek'â) : Yaramaz, hakire kadın.
LEKALİK
Büyük, etli, şişman kadın. * Büyük deve.
LEKALİK
(Laklak. C.) Leylekler.
LEKANET
Zeki ve anlayışlı olma.
LEKE
t. Benek. Kir izi. * Kusur.
LEKED
Yapışmak. * Lâzım olmak.
LEKED
f. Çifte, tepme.
LEKEDAR
f. Lekeli, ayıplanmış. * Pislenmiş. * İttiham edilmiş.
LEKEDHAR
f. Çifte yiyen.
LEKEDKUB
f. Çifte yiyen. Hayvanların ayakları altında ezilen.
LEKEDZEDE
f. Çifte yiyen.
LEKEDZEN
f. Tepme veya çifte vuran. Çifte atan.
LEKEN
(C.: Elkân) Leğen.
LEKİ'
Hor ve hakir kimse.
LEKÎF
Dolu havuz.
LEKÎK
(C.: Likâk) Zayıf ağaç. * Kemik aralarında olan et.
LEKÎTA
(Bak: Lakita)
LEKLEKE
Yoğun gövdeli ve şişman olmak, etli olmak.
LEKM
Yumrukla vurmak.
LEKZ
Vurmak.
LEM
(Arabçada cezm harfidir) Muzari fiilinin başına getirilirse, nefyeder, cezmeder, sâkin okutur. "Gelir" fiilini "gelmedi" yaptığı gibi. (Bak: Lem-yezel)
LEM'
Parıldama, parlama. Parlayış.
LEM'
Terk etmek, bırakmak.
LEM'A
(C.: Lemâat) Parlamak. Şimşek gibi çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak. * El ile veya elbise gibi bir şeyle işaret etmek.
LEM'A-NİSAR
Parlaklık saçan.
LEM'A-PAŞ
f. Parıldayan, parlayan.
LEM'A-RİZ
f. Parlayan, parıldayan.
LEMEAN
Parlama, parıldama.
LEMEAT
(Lem'a. C.) Parlayışlar, parıltılar.
LEMEAT-I İ'CAZİYE
İ'caza dair lem'alar. İ'caz, insanları âciz bırakma, hayrete düşürme parıltıları.
LEMEAT-I MÜTEFERRİKA
Muhtelif, parça parça olan parlayışlar.
LEMEAT-I ŞEMS
Güneşin parıltıları.
LEMEHAT
(Lemha. C.) Bir defa göz atmalar. * Parıltılar, çakmalar.
LEMEM
Günaha yakın olmak. * Küçük günahlar. * Delilik, cünun. * Musibete yakın olmak.
LEMH
Göz atma, bir defa bakış. * Parlama, parıltı.
LEMHA
Bir göz atmak. * Şimşeğin bir defa çakışı.
LEMHA-İ BASAR
Pek az bir zaman. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman.
LEMH-İ BASAR
(Lemhat-ül basar) Göz atma. Bakma. Çabuk bir bakış. * Çok az bir zaman.
LEMÎS
Câriye ismi.
LEMK
Yazmak. * Bozmak, mahvetmek. * Vurmak.
LEMLEME
Bir şeyi evvel yapmak.
LEMM
Parça parça şeyleri toplamak, cem' etmek. * Islâh etmek. * Bulduğu şeyi, haram helâl demeyip yemek. * Şiddet ve meşakkat. * Az şey. * Konmak. Nâzil olmak.
LEMMA
(Harf-i cerdendir) Vaktâki, o zaman (mânâsındadır.) İstisna için: "İllâ" yerinde de olur.
LEMME
(C.: Lemmât) şiddet. Meşakkat, zorluk. * Az şey.
LEMS
Yalamak.
LEMS
Dokunmak, el ile tutmak, ellemek, yapışmak. * Beş duygudan biri, dokunma duygusu.
LEMSA
Pürüzsüz, düz.
LEMSÎ
Hissedilmeğe, dokunma ile duymağa ait ve müteallik.
LEMSİYET
Bir cisme veya bir mâdene parmakla dokunmaktan gelen his.
LEMY
Dudak içinde olan siyahlık.
LEM-YEZEL
Zâil olmaz, bâki, zeval bulmaz. Daimî olan.
LEM-YEZELÎ
Devamlılık, bâkilik, zeval bulmazlık.
LEMZ
Ağızda olan yemek artığını dil ile araştırmak.
LEMZ
Ayıplamak. Dil ile tân etmek.
LEMZE
Göz veya kaşla işaret etmek.
 
LEN
Gr: (Muzâri fiilini nasbeden edatlardan birisi). Bir işin aslâ olamıyacağını ifade eder: $ cümlesinde; kâfirler aslâ Cennete giremezler, derken olduğu gibi. (Bak: Huruf-u nâsibe)
LENC
f. Edâ, naz ve cilve ile salınma.
LENF
(Lenfâ) Tıb: İnce damarların içinde dolaşan beyaz kan. Kanın esasını teşkil eden sıvı. * Eski tıbba göre; ahlât-ı erbaa'dan birisi. (Bak: Hılt)
LENFİSAM
Aslâ kırılmaz, kopmaz.
LENG
f. Topal, aksak. Yolcuların bir yerde iki gün kalması. * Tenasül organı.
LENGÂNE
f. Topalcasına. Topallıyarak.
LENGER
f. Gemiyi yerinde sâbit kılmak için denize atılan zincir ucundaki büyük demir çapa. * Bakırdan yayvan ve kenarları genişçe sahan veya tepsi.
LENGER-ENDAZ
f. Lenger atan, demir atan. Demir atmış olan gemi.
LENGER-HANE
f. Lenger yapılan yer. Lenger imal edilen yer.
LENGERÎ
f. Büyük bakır sahan, lenger.
LENG-FAHTE
f. Topal güvercin.
LENGÎ
f. Aksaklık, topallık.
LEN-TERANÎ
Beni aslâ göremezsin (meâlinde).
LERZAN
f. Titrek, titreyerek.
LERZE
f. Titreme, titreyiş. Sallantı.
LERZEBAHŞ
f. Titreme veren, titreten.
LERZEDÂR
f. Titrek, titreyici.
LERZENÂK
f. Titrek, titreyici. Titremeğe tutulmuş.
LERZENDE
f. Titreyen, titrek.
LERZERESAN
f. Titreme veren, titreten.
LERZİŞ
f. Titreme, titreyiş.
LES'
Yılan ve akrep gibi hayvanların sokması.
LESA
Islak ayakla bir şeye basmak. * Yaş olmak, ıslanmak.
LESA'
Kolayca çocuk doğurmak.
LESAK
Yaşlık, ıslaklık.
LESAS
Hırsızlık yapma. Sirkat.
LESASET
Hırsızlık.
LESB
Vurmak. * Yalamak. * Yapışmak. Cem'etmek, toplamak.
LESD
Yalamak. Emmek.
LESEN
Fesâhat. Düzgün, güzel ve akıcı konuşma.
LESİN
Ülfet, alışkanlık.
LESK
Yapışmak.
LESLESE
Men'etmek, engel olmak.
LESM
Ağzını örtmek. * Öpmek. * Kırmak.
LESM
İlzam etmek, susturmak.
LESME
Yüzörtüsü, peçe.
LESS
Yemek. * Yalamak.
LESS
Dâim olan. Devamlı olan.
LEST
f. Güzel, hoş, iyi. Kuvvetli, kavi.
LESU'
(Akrep veya yılan gibi hayvanlar) sokmuş.
LESUS
(Lesusiyet) Hırsızlık, sirkat. Hırsızlık yapmak.
LEŞKER
f. Asker.
LEŞKERGÂH
f. Ordu yeri.
LEŞKERÎ
f. Askere ait. Askerle alâkalı.
LEŞKER-İ ARAMREM
Çok asker.
LEŞKERİYAN
(Leşker. C.) f. Askerler, leşkerler.
LEŞKERKEŞ
f. Asker çeken. Askerleri idare eden. Kumandan.
LEŞKERŞİKÂF
f. Düşman askerini kıran.
LEŞKERŞİKEN
f. Düşman askerini kıran.
LEŞKERŞÜKÛF
f. Düşman askerini kıran.
LET
f. Dayak, kötek. * Dövme, vurma. * şiddetle çarpma.
LET'
Atmak. * Doğurmak. * Cima etmek.
LETAC
Vahşi sığır, yabani sığır.
LETAFET
Hoşluk, lâtiflik. * Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek. * Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.
LETAİF
Lâtif duygular. (İman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasıl ki; bir yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkisam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesâil-i imâniye dahi akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis ve hakeza.. letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. M.)
LETAİF-İ AŞERE
On lâtif duygu. On adet lâtifeler.(Letaif-i aşere; İmam-ı Rabbani, kalb, ruh, sır, hafi, ahfa, insanda anasır-ı erbaanın herbir unsurdan o unsura münasib bir lâtife-i insaniye tabir ederek, seyr ü sülukta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı ve ahvalinden icmalen bahsetmiş. Ben kendimce görüyorum ki, insanın mahiyet-i camlasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letaif var. Onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hatta hükema ve ulema-i zahiri dahi o letaif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahire, havass-ı hamse-i batına diye o letaif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar. Hatta avam ve havas beyninde taarüf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikin letaif-i aşeresi ile münasebettardır. Meselâ vicdan, a'sab, his, akıl, heva, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letaifi kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letaif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letaifden başka saika, şaika ve hiss-i kabl-el vuku gibi çok letaif var. R.N.)
LETB
Gitmek. * Devretmek. * Bir şeyden ayrılmayıp, ona bağlanmak.
LETEYYA
Büyük emir.
LETF
Sık olmak. * Bahçede ağaçların sık bitmesi. * Yaraşıklı olmak.
LETHAN
Karnı aç olan kişi.
LETHURDE
f. Dayak yemiş, dövülmüş, kötek yemiş.
LETM
Davarın boğazlanacak yerine bıçak çalmak.
LETRE
f. Parça parça. Paramparça. * Eski, yırtık.
LETT
Bağlama. * Karıştırma. * Vurma, dövme, dayak atma. * Yanaşma, yaklaşma.
LETTA
Büyük emir.
LEUS
Çok yeyici kişi, obur.
LEÜM (LEİM)
(C.: Liâm) Aslı alçak yaramaz kişi.
LEV
Gr: (Şart edâtı) Dahâ ziyade, olsa bile (manâsına gelir.) "İnne" gibi mâzi mânâsını muzariye çevirmeyip aksine muzâriyi de mâziye çevirir. Temenni edâtı ve vasıl edâtı olur. Meselâ : Lev-câe Aliyyun leraeytühu: Ali gelse idi, elbette görürdüm.
LEV'
Yanma. * Yakma.
LEVA
Bulgar parası.
LE'VA
Şiddet. * Maişet darlığı, geçim zorluğu.
LEV'A
(C.: Leveât) Gönül acısı, kalb acısı. Yürek yanıklığı.
LEVAHIK
(Lâhık. Lâhıka. C.) İlâveler, ekler. Lâhıkalar.
LEV'A-İ KALB
İç yanıklığı, gönül acısı.
LEVAİC
(Lâice. C.) Kalbleri aşk ateşiyle yananlar.
LEVAİH
(Levâyih) (Lâyiha. C.) Lâyihalar.
LEVAİM
(Lâime. C.) Bir kimsenin yüzüne karşı çekiştirmeler, levmetmeler. Zemmetmeler. Başa kakmalar.
LEVAMİ'
(Lâmia. C.) Parıldayan şeyler, nurlar, parıldamalar.
LEVAZIM
İhtiyaç maddeleri. Lüzumlu madde. * Ask: Silâhlı kuvvetlerin yiyecek ve giyecek maddelerini, silâh ve cephane dışında kalan çeşitli araç ve ihtiyaçlarını ifade etmek üzere kullanılan umumi tabirdir.
LEVAZIMAT
(Levazım. C.) Lüzumlu maddeler.
LEVBAN
Siyah taşlı yer.
LEVC
Ağız içinde lokma veya başka bir şeyi döndürüp çevirme.
LEVCA'
Hâcet, ihtiyaç.
LEVEAT
(Lev'a. C.) Sevgiden ve mecazî aşktan gelen iç yanıklıkları. Yürekten gelen acılar.
LEVEND
(Levent) f. Yeniçeri devrinde deniz erlerine verilen bir isim. Asker. * Mc: Boylu boslu, yakışıklı, çevik kimse.
LEVENDÂN
(Levend. C.) f. Leventler, askerler.
LEVENDÂNE
f. Leventçesine, hızla, süratle.
LEVG
Ağızda bir cismi çiğneyip sonra dışarı tükürmek. * Yalamak.
LEVH
Görünen ibretli manzara. * Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük. * Seyredilen yerin çizili sureti. * Ayet, hadis veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey. * Şimşek çakmak. * Susamak. * Zâhir olmak. * Çalıp almak.
LEVHA
Üzerinde yazı veya resim bulunan, duvara asılacak kâğıt. * Bir sayfanın üzerindeki kalın yazı.
LEVH-İ HÂTIR
Hâfıza.
LEVH-İ KAZÂ VE KADER
Kader ve kazanın levhası, yani: Olmuş ve olacak her bir şeyin ilm-i İlâhîdeki vücudları; yani, ilmen mevcudiyyetleri.(Alem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mevcudatın dahi mânen hayatdar bir vücud-u mânevileri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki, levh-i kaza ve kader vasıtası ile o mânevi hayatın eseri, mukadderât nâmı ile görünür, tezahür eder. L.)
LEVH-İ MAHFUZ
Her şeyin hayatının ind-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvanı.
LEVH-İ MAHV
Mahvolma levhası, bir şeyin harab oluşu ve yıkılışını gösteren manzara.
LEVH-İ MAHV VE İSBAT
Bir tabirdir. Levh: Görünen ve ibret verici bir vaziyeti ifade eder. Mahv ise; o vaziyetin birden ortadan kalkması, mahvolmasını ifade eder. Gökyüzü bulutlarla kaplı, şimşek çakar, yağmur yağar bir levha halinde iken birden hava açılır, hiç bir şey yokmuş gibi, eski manzarayı mahvolmuş hâlde görürüz. Bu hale mahv diyoruz. Kudret-i İlâhî ile tekrar aynı eski hale gelmesi, havanın yağmurlu, bulutlu, şimşekli manzarasına dönmesi keyfiyyetine de İsbât diyoruz. Cenâb-ı Hakk'ın tekrar mahlukatı dirilteceğine bir işâret olarak bu vaziyete de İsbat deniyor, Cenab-ı Hak levhayı yazıyor, bozuyor.(...Hem zihayatların yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek ve nüfusları rahatlandırmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi; cevvi, âdetâ bir hikmete binâen "levh-i mahv ve isbat" ve yazar, ifâde eder, sonra bozar tahtası" suretine çevirmekle, Senin faaliyyet-i kudretine işâret ve Senin vücuduna şehadet ettiği gibi, Senin merhametinle bulutlardan sağıp zihayatlara gönderilen rahmet dahi; mevzun, muntazam katreleri, kelimeleriyle, Senin vüs'at-ı rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder!... Ş.)
LEV'-İ GARÂM
Aşk ile, sevgi ile yanma.
LEVİD
f. Çok büyük tencere. Kazan.
LEVÎSE
Çeşitli topluluklardan bir yere toplanmış olan kimseler.
LEVİYYE
Bir kimse için ayrılıp saklanan yiyecek.
LEVK
Çiğnemek.
LEVKA
Ceviz ağacı.
LEVLAKE
Eğer sen olmasaydın (meâlindedir).( $ beyanında "Bu hitab zâhiren Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'a müteveccih ise de, zımnen hayata ve zevilhayata râcidir." fıkrası, ta'dile muhtaçtır. Çünkü: Küllî hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem ism-i âzamın tecelli-i âzamının mazharı ve bütün ziruhların nuru ve kâinatın çekirdek-i aslîsi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitab, doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura ve ubudiyete onun hesabına nazar eder. R.N.)
LEVLEB
Makara deliğine soktukları ip.
LEVM
Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek. Paylamak. Başa kakmak.
LEVMA
(C.: Levâyim) Azarlama.
LEVME
Kınanmaya ve çekiştirilmeğe sebep olacak şey.
LEVN
Renk, boya. Sıfat, nev', çeşit, tür. Bir şeyi diğerinden ayıran alâmet.
LEVS
Pislik, murdarlık. Kir. * Zor. Kuvvet. * Tam olmayan, zayıf beyyine. * Bir şeyi ağızda öte beri gevelemek. * Deprenmek. * Bulaştırmak ve karıştırmak. Bulaşıklık. * Cerâhet, yara.
LEVS
Kapı aralığından veya örtü ve perde kenarından bir nesneyi görmek.
LEVS-İ FÂNİ
Gelip geçici murdarlık, pislik. Dünyanın fâni, faydasız eğlenceleri.
LEVSİYYÂT
Kirli ve pis şeyler.
LEVS-ÜL KATL
Birisini katletmekle müttehem olan şahısta, katlin nişânesi veyahut maktul ile aralarında zâhir bir düşmanlık bulunması gibi alâmet ve karineler.
LEVŞEB
Kurt, zi'b.
LEVT
Yapışmak. * Varmak, ulaşmak.
LEVT
Gizlemek, saklamak. * Sorduklarını değil de başkasını haber vermek.
LEVV (LÜVV)
Mürr dedikleri acı Yemen zamkı.
LEVVAH
Yakıcı ve bozucu.
LEVVAM
(Levvâme) Levm ve itâbedici. Zemmeden, çekiştiren, dedikodu yapan. Serzenişte bulunan. Başa kakan, paylayan.
LEVY
Bükmek. * Eğmek, meylettirmek. * Karın ağrısı. * Mide fesadı.
LEVZ
Sığınma, himâyesine girme.LEVZ : Bâdem.
LEVZAÎ
Akıllı, zarif kimse.
LEVZE
Bir tek bâdem. * Tıb: Bâdemcik.
LEVZETÂN
İki bâdemcik, bâdemcikler.
LEVZETEYN
Bâdemcikler, iki bâdemcik.
LEVZÎNE
f. Bâdemli helva. * Bâdem helvası.
LEVZÎNEC
Bâdemli helva.
LEVZİYYAT
Bademle yapılmış tatlılar.
LEY
f. Kab, zarf, mahfaza. * Çamur.
LEYAİL
(Leyl. C.) Geceler.
LEYAL
(Leyâli-Leyâil) (Leyl. C.) Geceler.
LEYAL-İ AŞR
Arabi aylardan Zilhiccenin ilk on gecesi. On geceler.
LEYAL-İ HASRET
Hasret geceleri.
LEYAN
f. Parlıyan, parıldıyan. Parlayıcı.
LEYAN
Huzur ve rahatta olan.
LEYG
İyi huylu olmak. * Sözü açık ve fasih söyleyememek.
LEYH
Örtünmek, bürünmek.
LEYK
Lâyık olmak.
LEYK
f. Ammâ, lâkin, fakat.
LEYKİN
f. Lâkin, ammâ, fakat.
LEYL
Gece. (Bak: Leyle)
LEYL SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 92. Suresinin ismidir.
LEYL Ü NEHAR
Gece ve gündüz.
LEYLA
Çok karanlık gece. * Arabi ayların son gecesi. * Leylâ ile Mecnun hikâyesinin kadın kahramânı.
LEYLAK
Salkım şeklinde mor ve beyaz renkli çiçekleri olan bir nebat adı.
LEYLAKÎ
f. Leylak renginde olan. Mor renk.
LEYLE
Bir tek gece, bir gece. * Gece. (Bak: Leyl)
 
LEYLE-İ BEDR
Ayın ondördüncü gecesi.
LEYLE-İ BERAT
(Bak: Berat gecesi)
LEYLE-İ ERBAA
Haftanın dördüncü gecesi olan çarşamba gecesi.
LEYLE-İ KADR
Ramazân-ı mübârekin ve senenin en kudsi ve kıymetli gecesi. Kur'ân âyetlerinin ilk defa vahiy ile gelmeye başladığı gece. (Bak: Ramazan)
LEYLE-İ Mİ'RAC
Mirac gecesi. (Bak: Mi'rac)
LEYLE-İ REGAİB
(Bak: Regaib gecesi)
LEYLE-İ SÜVEYDA
Gece karanlığı. Geceye benzeyen siyahlık.
LEYLEN
Geceleyin, gece vakti.
LEYLÎ
Gececi. Geceleyin kalan. Yatılı. Geceye âit. Geceye mensub.
LEYL-İ DİMAĞ
Dimağın bozukluğu. Zihnin iyi çalışmaması.
LEYL-İ MÜNEVVER
Gündüze benzeyen gece. Nurlanmış gece.
LEYL-İ SERD
Soğuk gece.
LEYL-İ TÂRIK
Karanlık gece.
LEYM
İnsanlar arasında sulh etmek, barış yapmak. * Salâh. * Bir nârenciye meyvesi.
LEYMUN
(Leymon) Limon.
LEYNET
Yumuşak koltuk yastığı.
LEYS
Adem. Yokluk. Gayr-ı mevcud. (Bunun aslı "lâyese" idi. Yâ'yı tahfif için "leyse" oldu.) Hükemâlar arasında "eys" vücud, "leys" adem mânâsında kullanılmıştır. (L.R.) * Gaflet. * Bahâdırlık, kahramanlık. * Yük çekici olmak.
LEYS (LÂYİS)
(C.: Lüyus) Arslan. * Sinek avlayan örümcek. * Arasında yaş ot bitmiş olan kuru ot. * Birbirine girmiş ot. * Semiz ve şişman kimse.
LEYSE
Olmadı (meâlinde fiil-i müşebbehtir)
LEYSE KEMİSLİHİ ŞEY'ÜN
Ne zâtında, ne sıfâtında, ne de ef'âlinde naziri yoktur, şebihi olamaz!.
LEYT
Ulaşmak, varmak.
LEYT
Sarfetmek, harcamak. * Hapsetmek.
LEYTAN
şeytan.
LEYTE
Keşke olsa idi. Ne olaydı meâlinde olan huruf-u müşebbeh bir fiildir. İsimlerini nasbeder, (yâni, üstün okutur), haberini ref'eder (yâni ötre okutur). (Bak: İnne)
LEYY
Def'etmek, kovmak. * Harcamak, sarfetmek. * İlaç yapmak. * Aciz olmak. * Bir nesneyi dürüp boğazına tıkmak.
LEYYA
Sudan uzak olan yer.
LEYYAN
Def'etmek, kovmak. * Sonraya bırakmak, tehir etmek.
LEYYİN
Yumuşak. Mülâyim. Hafif. Yavaş olan.
LEYYİN-ÜL CÂNİB
Görüşülmesi kolay, mütevâzi, kibirsiz kimse. Kanı sıcak insan.
LEZ'
Yakmak.
LEZ'
Davarı iyi gütmek.
LEZA
(Bak: Lazâ)
LEZAİZ
Lezzetler. Zevk duyulan, eğlendirici, hoşa giden şeyler.(Lezaiz çağırdıkça, "Sanki yedim" demeli, "Sanki yedim"i düstur yapan sanki yedim namındaki bir mescidi yiyebilirdi; yemedi. M.)
LEZAİZ-İ DÜNYEVİYE
Dünyâ lezzetleri ve zevkleri.
LEZAM
Lâzım ve gerekli olma. * Hiç ayrılmama.
LEZBE
(C: Lezbât) Şiddet. * Kıtlık.
LEZC
Yapıştırma. Yapışmak. Sıvanıp yapışmak.
LEZC (LÜZUCE)
Kaypak olmak. * Çekilip uzamak.
LEZEN
Şiddet. * Darlık. * Halkın kuyu veya ırmak kenarında kalabalık meydana getirmesi.
LEZEZ
Yapışmak.
LEZİM
(Bak: Lizâm)
LEZÎR
f. Akıllı, zeki.
LEZİZ
(Lezize) Lezzetli. Tatlı, hoş. Tadı hoş ve güzel. (Lezzet umumidir, hâlavet ise hususidir.)
LEZK
Yaranın iyileşmesi, onulması.
LEZK
Bir şeyin diğer bir şeye vasıl olması.
LEZLAZ
Kurt. (Canavar)
LEZN
Darlık. Şiddet. Sıkıntı.
LEZZ
Bağlamak.
LEZZ
Uyku, nevm. * Sözü güzel olan, tatlı konuşan kişi. * Tatlı, leziz, lezzetli.
LEZZAT
(Lezzet. C.) Tatlılıklar. Lezzetler. Tadı hoş ve güzel olan şeyler.
LEZZAZ(E)
Lezzetli, tatlı, leziz.
LEZZET
(C.: Lezzât) Tad, çeşni. Hoş ve güzel olan şey.(Dünyanın âkıbeti ne olursa olsun, lezaizi terketmek evlâdır. Çünki, âkıbetin ya saadettir, saadet ise şu fâni lezaizin terkiyle olur. Veya şekavettir. Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi? Dünyasının âkıbetini küfür sâikasiyle adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de terk-i lezaiz evlâdır. Çünki, o lezaizin zevaliyle vukua gelen hususi ve mukayyed ademlerden adem-i mutlakın elîm elemleri her dakikada hissediliyor. Bu gibi lezzetler, o elemlere galebe edemez. M.N.)
LEZZET-İ İLM
İlmin lezzeti.
LEZZET-ŞİNAS
f. Tad alan, lezzet alan.
LEZZET-YÂB
f. Lezzet bulan, tad bulan, lezzetlenen.
LIKF
Kuyu ve havuz kenarları.
LIKS
Boğazına düşkün, obur. * Lokma sezdiği yere can atan kimse.
LIKVE
Cimanın evvelinde gebe olan kadın. * Tez yüklü olan deve. * Kova.
LISB
Küçük kaya yarığı. * Derenin dar yeri. Dar olan her cins madde. * İçi zorla çıkan ceviz.
LISS
(C.: Lüsus-Elsâs) Hırsız.
LIST
Hırsız.

Gr: Lâm harfinin esre ile okunuşu. Bir kelimenin başına geldiğinde, "için, dolayı, ötürü, yüzünden, sebebinden" gibi mânâlara gelir. Kendinden sonraki isimleri cerreder. Yerine göre muhtelif isimler alır. Lâm-üt-tahsis ve temellük gibi.
LİAB
(Bak: Lüâb)
LİAM
(Leim. C.) Alçak, aşağılık ve zelil kimseler. Pinti ve cimri insanlar.
LİAME
(C.: Liem-Lüum) Kadın gömleği.
LİAN
Lânetleşmek. İki kişinin birbirini lânetlemesi. * Fık: Zevc ile zevcenin hâkim huzurunda şer'i usulüne uygun olarak dörder defa şahitlikte bulunduktan sonra, nefislerine lânet ve gadab okumak suretiyle olan yeminleri. Buna: Mülâene, telâun, iltiân da denir.
Lİ-AYNİHÎ
Kendisi ile bir. Aynı ile. * Allah tarafından emrolunan bir şeydeki güzellik, ya li-aynihi bir hüsündür veya li-gayrihi bir hüsündür. Ya kendi zatındaki bir güzellikten dolayı hasendir veya başkasında sabit bir güzellikten dolayı bir hasendir. Meselâ: Biz iman ile me'muruz. İmandaki hüsn, bir hüsn-ü zâtidir. Bu hüsün başkasından alınmış değildir. Öyle ise iman bizâtihi hasen olan bir durumdur. Biz cihad ile de me'muruz. Cihad hadd-i zatında insanları tazib, beldeleri tahribe sebeb olacağı için li-zatihi güzel değildir. Belki dini ihyaya, İslâm yurdunu muhafazaya vesile olduğu için güzeldir. Binaenaleyh cihad li-aynihi değil, li-gayrihi güzeldir, hasen'dir. (Ist.Fık.K.)
Lİ-AYNİHÎ HARAM
Fık: Aslında herkes için haram olan şey.
LİBA'
Hayvan doğurduktan sonra gelen süt. Avuz (Ağuz)
LİBAB
(Lebib. C.) Akıllılar, zeki kimseler.
LİBAÇE
f. Elbise, libâs.
LİBAN
Kadın sütü, insan sütü. * Süt emzirme.
LİBAS
Giyilecek şey. Elbise. * Karı ve koca. * Mc: İctima'. * Şübhe kabul eden söz.
LİBAS-I FERSUDE
Eskimiş elbise.
LİBAS-I TAKVA
Takva elbisesi. Sâlih ameller.
LİBD
(C.: Lübud) Yün. * Keçe.
LİB'E
(C: Libâ) Ağuz denilen koyu süt. (Her dişi davar doğurduğunda önce olur.)
LİBERAL
Fr. Ferdî hürriyet lehinde, hürriyete elverişli. Ferdî teşebbüs ve hürriyet haklarını korumak için en iyi vasıta, devletin salâhiyyetlerini mümkün olduğu kadar tahdid etmek fikri. Rusya'daki dinsiz sosyalistliğin zıddı. (Bak: Sosyalizm)
LİBS
Kâbe-i Muazzama'ya örtülen örtü.
LİBSE
Elbise giyme. Giyiş.
LİCAC
İnat ve düşmanlığı devam ettirme. Hasımlığı sürdürme.
LİCAF
Kapının üst eşiği.
LİCAM
(Ligâm) f. Dizgin. Gem.
LİDAD
Husumet etme. Dâvacı olma.
LİDAM
Eski elbiseye yapılan yama.
LİDER
Şef. Başkan. Siyasi bir topluluğun başı.
Lİ-EB
Baba bir (kardeşler).
Lİ-EBEVEYN
Ana ve babaları bir olan kardeşler.
Lİ-ECLİ
...için, meram ve maksadı ile.
Lİ-ECLİLLAH
Allah için, Allah rızası için. Allah rızası dairesinde.
Lİ-ECL-İL-MASLAHA
İş icabı, maslahat için.
Lİ-ECL-İT-TAHSİL
Okumak için, tahsil yapmak için.
LİF
Hurma çöpü.
LİFA'
Örtünecek nesne. Yorgan.
LİFAFE
(C.: Lefâif) Sargı. * Kefen. Ölünün sarıldığı bez katlarının herbiri. * Bazı çiçeklerin etrafını çeviren değişik yapraklar.
LİFAM
Eskiden kadınların burun örtüsü.
LİFF
(C: Elfâf) Sıklığından yanındaki ağaca girmiş ve dolaşmış olan ağaç.
LİFT
Şalgam. * Parça, bölük.
LİGAM
f. Dizgin, gem.
LİGAT
Ses, sedâ.
LİGAYRİHÎ HARAM
Aslında helâl olup, başkasının hakkı olduğu için veya neticeleri itibarı ile haram olan şey. Meselâ cuma namazı esnasında ticaret yapmak gibi.
LİHA
(Lihye. C.) Lihyeler, sakallar.
LİHA
Ağaç kabuğu, kışr. * Çekişmek, niza edişmek, kavga etmek.
LİHA'
(Lehât. C.) Küçük diller.
LİHAF
(Lahfe. C.) Yumuşak beyaz taşlar. * Yufka kaymak.
LİHAF
(C.: Lühuf) Örtünecek ve sarınılacak şey. * Yorgan. Sargı. * Kabuk, zar.
LİHAK
Yetişip ulaşma. Erişme. Vâsıl olma.
LİHAM
Lehimleme. * Lehim. * (Lahm. C.) Etler.
LİHAT (LEHÂT)
(C: Lehâ-Lehevât-Leheyât-Lihâ') Boğaz ağzında olan dilcik.
LİHAZ
Düşünme, mülâhaza etme. * Riâyet etme, uyma. Söylenen sözü kabul edip yerine getirme.
LİHAZA
Bundan dolayı, buna binaen, bunun için.
LİHEVÎ
Lihye ile alâkalı. Sakala ait, sakalla alâkalı.
LİHİKMETİN
Bir hikmete mebni olarak. Bir hikmetten dolayı.
LİHYANÎ
Uzun ve kaba sakallı olan.
LİHYE
Sakal.
LİHYEDÂR
f. Sakallı.
LİHYE-İ ŞERİF
Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (A.S.M.) âit sakaldan bazıları. Sakal-ı Şerif.(Lihye-i Şerife hakkındaki suali münasebetiyle diyorum ki: Hadisçe sabittir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Lihye-i Saadetinden düşen saçların taneleri mahduttur. Otuz kırk tane veya elli altmış tane gibi az bir miktarda iken, binler yerde Lihye-i Saadetin saçları bulunması, beni bir zaman çok düşündürdü. O vakit hatırıma gelmiş ki: Lihye-i Saadet, yalnız Lihye-i Şerif'in saçlarından ibaret değil, belki re's-i mübarekinin traş oldukça hiçbir şeyini kaybetmiyen Sahabeler, o nurlu ve mübarek ve daimî yaşayacak saçları muhafaza etmişler. Onlar binlerdir. Şimdiki mevcuda müsavi gelebilirler. Yine o vakit hâtırıma geldi ki: Acaba her câmide bulunan, sened-i sahih ile bu saç Hazret-i Risalet'in saçı olduğu sabit midir ki, ona karşı ziyaret mâkul olabilsin? Birden hâtıra geldi ki: O saçların ziyareti, vesiledir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a karşı salâvat getirmeye sebeb ve bir hürmet ve muhabbete medardır. Vesilelik ciheti o şeyin zâtına bakmaz, vesilelik cihetine bakar. Onun için eğer bir saç hakiki olarak Lihye-i Saadet'ten olmazsa, madem zâhir hale göre öyle telâkki edilmiş ve o vesilelik vazifesini yapıyor ve hürmete ve teveccühe ve salâvata vesile oluyor; kat'i sened ile o saçın zâtını teşhis ve tâyin lâzım değildir. Yalnız, aksine kat'i delil olmasın, yeter. Çünki: Telâkkiyat-ı âmme ve kabul-ü ümmet, bir nevi hüccet hükmüne geçer. Bazı ehl-i takva böyle işlerde, ya takva veya ihtiyat veya azimet noktasında ilişseler de, hususi ilişirler. Bid'a da deseler, bid'a-i hasene nev'inde dâhildir. Çünki: Vesile-i salâvattır. L.)
LİÎN
Bostanlarda dikilen ve höyük denilen suret.
LÎK
f. Lâkin, amma, ancak, fakat.
LİKA
Kavuşmak. Rast gelip buluşmak. Görüşmek. Yalnız görüşmek. * Yüz, sima, çehre.
LÎKA
Eskiden mürekkep hokkalarına konulan ham ipek.
LİKAF
Semer, palan.
LİKAH
(Lükuh. C.) Süt veren dişi develer.
Lİ-KAİLİHÎ
Söz söyleyenin.
LİKAM
f. Hayvanın ağzına takılan gem. Dizgin.
LİKAT
Tarlada kalan başakları toplama. * Hizada olma.
LİKAULLAH
Allah'a kavuşmak. * Kıyamet günü, Cennet'te Allah'ı görmek.
LİKA-YI ÂFÂK
Sema. Gökyüzü.
LİKHA
Yeni doğurmuş ve sağılır deve.
LÎKİN
f. Lâkin, eğer, amma, fakat.
Lİ-KÜLLİ
Hepsi. Tamamı. Hepsi için.
LİLLAHİ
Allah için. Allah yoluna. Allah aşkına.
LİLLÂHİ-L HAMD
Ne kadar hamd ve şükürler varsa ve olmuşsa, cümlesi Allaha mahsustur, ona gider, ona âittir. (Bak: Hamd)
LİL-MÜTTEKÎN
Müttekiler için.
Lİ-MASLAHATİN
Maslahat için. İş icâbı.
LİMA-YÜRİD
(Bak: Fa'al)
LİME
f. Parça, uzun dilim.
LİME
Niçin?
LİME LİME
Parça parça.
LİMİTED
Mes'uliyetleri, koydukları sermayeye göre hudutlu olan ortaklık.
LİMMÎ
(limmiye - lümmi) (Niçin mânâsındaki "lime" den) Aleni. Açık. * Nazari. Akla dayanan. (Bak: Bürhan)
LÎMU
f. Limon.
Lİ-MÜELLİFİHÎ
Müellifi tarafından, yazarı tarafından.
LÎN
Yumuşaklık ve mülayim olmak. * Tecvidde: Bu sıfata sahib olan vav, ye harfleridir.
LİNÇ
Halk tarafından öldürülme. Halkın bir suçluyu tutup derhal öldürmesi.
LÎNE
(C.: Lun-Elvan) Hurma ağacı.
LÎNET
(Liynet) Mülâyimlik, yumuşaklık.
LİRİK
Heyecan ve ahenge fazla ehemmiyet verilen şiir. * Bu tarzda şiir yazan şair.
LİS
f. Yalayıcı, yalayan. Birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Kâse-lis $ : Çanak yalayıcı. Dalkavuk.
LİSAM
Yüz örtüsü, yaşmak. Nikab.
LİSAN
Dil. Konuşma dili. Lehçe. (Bak: Dil)
LİSAN-ÂŞNÂ
f. Lisan bilir. Yabancı dil bilen.
LİSANEN
Konuşarak. Dil ile. Söz söyleyerek.
LİSAN-I EDEB
Edeb ve edebiyât dili, lisânı.
LİSAN-I GAYB
Gaybın haberlerini bildiren dil. Ahiret ahvalini veya bizce bilinmeyen gayb hükmündeki haberleri söyleyen. "Kur'an-ı Kerim"
LİSAN-I HAL
Hal dili. Bir şeyin görünüşü ile bir mânâ ifade etmesi (Bak: Hal)(Akılları gözlerinde olan avama ders veren fiildir, lisan-ı haldir.)(Bütün mevcudat, her birisi birer mahsus tesbih ve birer hususi ibadet, birer hâs secde ettikleri gibi, bütün kâinattan Dergâh-ı İlâhiyeye giden bir duâdır. Ya, istidad lisaniyledir: Bütün nebatat ve hayvanatın duâları gibi ki; her biri lisan-ı istidadı ile Feyyaz-ı Mutlak'tan bir suret taleb ediyorlar. Ve Esmâsına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar. S.)
LİSAN-I KAL
Söz ile anlatılan mâna. Konuşma dili.
LİSAN-I MÂDER-ZÂD
Ana dili.
LİSAN-I NAHVÎ
Arapçanın bir vasfı; intizam ve kaidelere, düsturlara bağlı belâgatlı dil.(...Amma nazariyat-ı diniyelerin mahfazaları olan elfazlar ise değiştirilmeye lüzum kalmaz. Çünkü nasihat ile ve sair tedris ve talim ve va'z ile o ihtiyaç mündefi' olur. Lisan-ı nahvi olan lisan-ı Arabînin camiiyyeti ve elfaz-ı Kur'aniyenin i'cazı öyle bir tarzdadır ki, kabil-i tercüme değildir. Belki muhaldir diyebilirim. Kimin şüphesi varsa i'câza dair Yirmibeşinci Söz'e müracaat etsin. M.)
LİSANÎ
Lisanla ilgili, dile ait.
LİSANS
Fr. Herhangi bir mevzuda verilen izin. Müsaade belgesi. * Üniversite tahsili tamamlanınca alınan diploma. * Bir sporcunun resmi yarışmalara katılabilmesi için spor federasyonu tarafından kendisine verilen kayıt fişi veya kimlik kartı. * İthal veya ihracı serbest bırakılmayarak muayyen bir nizama bağlanmış malların ithal veya ihracı için idare tarafından verilen müsaade.
LİSANULLAH
Allahın lisânı. Kur'an-ı Kerim.
LİSAN-ÜN-NÂR
Ateşin alevi, ateşin parıltısı.
LİSAT
(Lise. C.) Tıb: Diş etleri.
LİSE
(C.: Lisât) Diş eti.
Lİ-SEBEBİN
Bir sebebe mebni olarak. Bir sebepten dolayı.
LİSEVÎ
Diş etleriyle ilgili, diş etlerine ait.
LİSME
Azarlamak, paylamak.
LİSSE
(C.: Lisâ-Lisât) Diş diplerinin eti.
LÎT
Her nesnenin rengi.
LÎT
Boyunun bir tarafı. * Boyun. * Baş.
LÎTA
(C.: Lit) Kamış kabuğu. * Karnın dışarısındaki derisi.
LİTAF
(Latif. C.) Yumuşaklıklar.
LİTAM
Tokat atma. Elin ayası ile vurma.
LİTAT
Dağın sivri ve yüksek olan yeri.
LİTLİT
Kokar çürük diş. * Yaşlı kadın.
LİTOSFER
yun. Yeryüzünün katı kısmına verilen ad. Taşküre.
LİTRE
İtl. Akıcı maddelerin, sıvıların ölçü birimi.
Lİ-ÜM
Ana bir (kardeşler).
Lİ-ÜMMİN
Ana cihetinden.
LİV
f. Güneş, şems.
LİVA
Bayrak. Sancak. * Eskiden kazadan büyük, vilâyetten küçük yerleşme merkezlerine denirdi. Tugay. * Hz. Peygambere (A.S.M.) âit sancak.
LİVAE
Sancak, âlem.
LİVATA
Lutilik. * Erkekler arasındaki cinsi sapıklık. (Bak: Kebair)
LİVA-ÜL HAMD
Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bayrağı. Ona inananlar kıyâmetten sonra bu bayrağın altında toplanacaklardır.
LİVAZ
Sığınma, iltica etme. * Birbirinin arkasına gizlenme.
LÎVE
f. Aldatıcı, dolandırıcı. * Şakacı, lâtifeci. * Çevik, atılgan.
Lİ-VECHİLLAH
Allah için. Allah nâmına, Allah aşkına.(Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız, Lillâh, Livechillâh, Lieclillâh rızâsı dâiresinde hareket ediniz, o zaman sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer. L.)
LİYAKAT
İktidar. Ehliyet. Hüner. Lâyık olmak. Fazilet. Kıymetlilik.
LİYAKATMEND
(C.: Liyâkatmendân) f. Değerli, liyâkatli. * Faziletli.
LİYAKATMENDÂN
(Liyâkatmend. C.) f. Değerli, liyâkatli kimseler, faziletli kişiler.
LİYAN
(Mülâyene) Mülayemetle, yumuşaklıkla muamele etmek.
Lİ-ZALİK
Bundan dolayı. Bundan ötürü.
LİZAM
(Lezm) Lazım olmak. İcâbetmek. Lüzumluluk. * Ölüm. * Kıyamet günü hesabı.
Lİ-ZATİHÎ
Kendisi. Bizzat. Kendiliğinden.
LİZAZ
Kapı ardına konulan ağaç sürgü.
LİZAZ
(Leziz. C.) Lezzetli ve tatlı şeyler.
LOCA
İtl. Bazı toplantı yerlerinde bir veya birkaç seyirciye mahsus hususi odacıklar. * Hücre, küçük bölme. * Masonların toplandıkları yeri.
LOÇA
Geminin baş tarafında ve iki yanda demir zincirin geçmesine mahsus delikler.
LODOS
Güneyden esen ılık yel, rüzgâr.
LOHUSA
(Bak: Lühusa)
LOJİSTİK
Ask: Askerlik san'atının ve seferi orduların iaşe, muhabere ve sevkiyat şartları, hareket ve harb kabiliyeti bakımından en etkili durumda bulundurulması için lâzım gelen çalışmalara aid kısım.
LOKAVT
ing. Bir işverenin, isteklerini kabul ettirmek gayesiyle işyerini kapaması.
LOKMAN HEKÎM
Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen büyük zatlardan olup öğütleri ve ahlâkî, tıbbî sözleri ile tanınmıştır. Peygamber Davud (A.S.) zamanında yaşadığı rivayet edilmektedir. Peygamber veya veli olduğu hususunda ihtilaf vardır.
LOKMAN SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 31. Suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.
LOMBAR
ing. Harp gemisinin topun ağzı önündeki deliği.
 
LUAA
Yumuşak yaş ot.
LU'B
Oyun. Eğlence. (Bak: Sefâhet)
LU'BBAZÂN
f. Oyuncular.
LU'BE
Oyuncu.
LU'BET
Oynayan veya oynatılan şey. Oyuncak. * Herkesi hayrette bırakıp şaşırtacak şey.
LU'BETBÂZ
f. Hayâl oyunu veya kukla oynatan. Oyuncu.
LU'BETGÂH
f. Oyun yeri. Sefih kimselerin eğlence yeri.
LU'BÎ
Oyun ile ilgili olan.
LU'BİYYÂT
Oyunlar, eğlenceler.
LUÇ
f. Şaşı.
LUGAT
(A, uzun okunur) (Lügat. C.) Lügatlar, kelimeler. * Lügat kitapları.
LUGAT
Kelime. Söz. * Her milletin dili. * Lügat kitabı, sözlük.
LUGATNÜVİS
f. Lügat yazan.
LUGATŞİNAS
f. İyi lügat bilen.
LUGAVÎ
Lügata mensup. Lügata, kelimeye âit. Lügattan anlayan. Mecazî olmayıp hakiki bir mânaya delâlet eden kelimeye âit olan.
LUGAVİYYUN
Lügatçılar, kelimelerden anlayan âlimler.
LUHUD
(Bak: Lühud)
LUK
f. Kısa tüylü yük devesi.
LUKA
Meşhur olmuş dört İncil kitabından birisidir. Hz. İsa Aleyhisselâm'dan sonra mühim Hristiyan doktorlarından birisi olan Luka adındaki zatın yazdığı İncil'dir. Bu Zâtın (Mi: 70) yılında vefât ettiği yazılıdır.
LUKME
Yutmak. * Bir yudum taam, lokma.
LUKME-ŞÜMAR
f. Herkesin lokmasını sayan. * Mc: Pinti, hasis, cimri.
LUKTA
Yerden toplanan şey.
LUL
(Luli) f. Utanmaz, hayasız ve namussuz kadın. * Nâzik ve zarif. * Şarkı söyleyip oynayan fahişe kadın.
LULE
f. Çeşme, musluk gibi şeylere takılan küçük boru. * Lüle. Halka gibi dürülmüş şey.
LU'LU'
Serap. * Bir mevzi ismi. * Kurt.
LU'MUZ
Çok yiyen kişi, obur.
LURÎ
f. Cüzzâm veya miskinlik denilen hastalık. * Fare avlıyan bir kuş.
LUSS
(C.: Lüsus-Elsâs) Hırsız, sârık.
LUT
f. Tatlı yemekler. Lezzetli yiyecekler. * Çıplak.
LUT (A.S.)
Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lut (A.S.) onunla beraber Bâbil diyarında Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine peygamber oldu. Bu nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. Hz. Lut, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve çok nasihat etti, kabul etmediler. Cenab-ı Hak da onların başına taş yağdırdı ve zelzele ile köylerinin altını üstüne getirdi. Cümlesi helâk oldu. Yalnız Lut (A.S.) ehl-i beytiyle geceleyin içlerinden çıkıp kurtuldu. (Kısas-ı Enbiya'dan)
LU'TA
Koyunun boynunda olan karalık. * Siyah hat.
LUT'E
Tutmaç aşı.
LUTF
(Bak: Lütuf)
LÜAB
(Liâb) Salya. Tükrük. Hazmolmamış, ağızdan geri gelen gıda.
LÜAB-ÂLUD
Salya, tükrük karışık.
LÜAB-I ANKEBUT
Örümcek ağı.
LÜAB-I SÜRUR
Sevinç tükrüğü.
LÜABÎ
Tükrük ve salya ile alâkalı. * Salya gibi yapışkan.
LÜANE
Halka çok lânet eden kişi.
LÜBAB
Her nesnenin iyisi, güzidesi, seçkini.
LÜBADE
Yağmur için giydikleri kepenk.
LÜBAHIYE
Mükemmel hilkatli kadın.
LÜBAN
Kendir.
LÜBANE
(C.: Lübânât) Hâcet, ihtiyaç. * Önemli ve ehemmiyetli iş.
LÜBATA
Kepenk.
LÜBB
İç. Öz. Her şeyin iyisi, hülâsası. * Akıl, içli şeyin içi.
LÜBBÎ
Öz ile alâkalı. Lübbe ait.
LÜBCE
Çatal demir.
LÜBDE (LİBDE)
Çokluk. * Karıştırmak. * Yıkamak.
LÜBED
Çok mal mânasınadır ki sanki birbiri üstüne yığıla yığıla keçe gibi birbirine geçmiştir.
LÜBNA
Bal gibi yapışkanlı sütü olan bir ağaç.
LÜBS
Giyme.
LÜBSE
Sözün karışıklığı.
LÜBUB
(Lübb. C.) Her şeyin hâlisleri. Özler.
LÜBUD
Kuşun göğsü üstüne çöküp yatması. * Yapışmak.
LÜBUS
(Libâs. C.) Esvaplar, elbiseler. * Savaş elbisesi.
LÜCC(E)
Engin sular. * Gümüş. * Ayna. * Kalabalık cemaat.
LÜCCÎ
Büyük deniz.
LÜCEC
(Lücce. C.) Engin denizler. * Kalabalık topluluklar, cemaatler.
LÜCEYN
Gümüş.
LÜCME
Irmak ağzı.
LÜCUBE
Davarın sütünün çekilip azalması.
LÜCÜM
(Licâm. C.) Gemler, at dizginleri.
LÜÇ
f. Çıplak.
LÜDANE
Yumuşaklık.
LÜDD
Çuval.
LÜDUNE
Yumuşaklık.
LÜFAZE
Değirmenin öğüttüğü un. * Ağızdan çıkan söz.
LÜFFAH
Kokulu geniş yapraklı bir ot.
LÜFFAN
Ekşi nar.
LÜGA
(C.: Lügâ) Ses, sadâ. Kelâm, söz.
LÜGAT
(Bak: Lugat)
LÜGAZ
(C.: Elgâz) Meyletmek, eğilmek, yönelmek. * Yaban fâresinin delikleri. * Yolcuya zahmet veren çapraşık yol. * Bilmece.
LÜGAZ
Edb: Manzum bilmecelere denir. Lügaz çözülürse insan, hayvan, eşya veya başka bir mânâ çıkar. Meselâ: (Hikmetullah şehrinin bir tânesiOğlunun karnında yatar annesi.)Bu manzum çözülürse cevap olarak "İpek böceği" çıkar.
LÜGD (LÜGDUD)
Çene ile boyun arasında olan et.
LÜGEYZA
Kertenkelenin bir yeri kazıp giderken bir tarafını da kazıp eğri çapraşık yollar yapması.
LÜGNUN
(C.: Leganin) Çene ile boyun arasındaki et.
LÜGUB
Yorgunluk, açlık, meşakkat. Ta'b.
LÜHA
Gümüş. * Bahşiş, atâ, hediye.
LÜHAB
Ateş alevlenmek. * Işıklanmak, şule vermek. * Ateşi yakıp tutuşturmak.
LÜHAM
Her şeyi yutan. * Çok miktar asker.
LÜHAZA
(Bak: Lehâza)
LÜHBE
Sütü azalmış davar.
LÜHCE
Kuşluk vaktinde yenen yemek.
LÜHEYM
Zahmet, meşakkat.
LÜHKUK
(C.: Lehâkik) Yer yarığı.
LÜHLE
(C.: Lehalih) Serap görünen geniş çöl.
LÜHM
Kevsec dedikleri balık. * Yemen diyârında bir kabile. * Etli ve kaba olmak.
LÜHME
Bez ırgacı. * Hısımlık, yakınlık.
LÜHMUM
(C.: Lehâmim) İnsanlardan ve atlardan iyi ve cevvâd olanlar. * Sütü çok olan deve.
LÜHNE
Misafire seferden geldiğinde verilen hediye ve armağan. * Savaş gününde başa giyilen tolga. Az şey. * Kahvaltı.
LÜHUD
(Lahd. C.) Çukurlar, kabirler, mezarlar.
LÜHUD-İ ŞÜHEDÂ
Şehitlik. Şehitler mezarlığı.
LÜHUF
(Lihâf. C.) Örtüler, sargılar. Örtünecek şeyler.
LÜHUK
Ulaşmak. Yaklaşmak. Sonradan yetişmek.
LÜHUM
(Lahm. C.) Etler.
LÜHUM
Cömertler. İyiler. İyi insanlar.
LÜHUM-U LEZİZE
Lezzetli etler.
LÜHUSA
Yeni doğurmuş kadın. Henüz yataktan kalkmamış kadın. Bu hâl 9 ilâ 40 gün kadar devam eder.
LÜHVE
(C.: Lühâ-Lühât) Değirmencinin, eliyle değirmenin ağzına döktüğü tane. (Daha çok hediye, atâ ve hibe mânasına kullanılmıştır.)
LÜK
f. Kalın ve yoğun şey. * Kırmızı boya.
LÜ'KA
Kaşıkla alınan şey.
LÜKA'
Hor ve hakir kimse. * Ufak çocuk. * At.
LÜKAA
Zahmet, meşakkat. * Ahmak, akılsız kişi.
LÜKAT
Yabana dökülmüş ve saçılmış nesne.
LÜKATA
Fık: Sâhibi belli olmayan sokakta bulunan şey. Bu malı yerden kaldırmağa İltikat, yerden kaldırana da Mültekit denir.
LÜKATA-ÇİN
f. Değersiz ve artık şeyleri toplıyan.
LÜKK
Nar ağacına benzer bir hindi ağacının zamkı. * Kılıç ve bıçak saplarını berkitmekte kullanılan meşhur bir nesne.
LÜKKAA
Hazırcevap olan.
LÜKKAH
Hoş kokulu bir ot.
LÜKKAM
Şam diyârında yüksek bir dağın adı.
LÜKNET
Pelteklik, dil tutukluğu, kekeleme.
LÜKNUNET
Kekeleme, pelteklik, dildeki tutukluk.
LÜKS
Lât: Aşırı süs. * Işık ölçü birimi. * Kuvvetli ışık veren bir nevi petrol lâmbası.
LÜKUNET
Dildeki tutukluk, pelteklik, kekeleme.
LÜKYA (LÜKYÂNE)
Birbirini görmek.
LÜKZUF
Üzüm çöpü.
LÜ'LÜ'
İnci. * Parlak. Ziyalı. Kıymetli.
 
LÜ'LÜ'-BÂR
f. İnci yağmuru. İnci yağdıran.
LÜ'LÜ'-FEŞAN
f. İnci saçan, inci dağıtan.
LÜ'LÜ-İ LÂLÂ
Parlak inci.
LÜ'LÜ-İ MESKUB
Delinmiş inci.
LÜ'LÜ-İ ŞEHVÂR
İri inci.
LÜ'LÜ'-PÂŞ
f. İnci dağıtan, inci saçan.
LÜM'A
(C: Limâ') El ayası miktarı. * İnsan topluluğu. * Kuruması gelmiş olan bir parça ot.
LÜMAH (LİMÂH)
Tokatla vurmak.
LÜMAZE
Ağızda geri kalan nesne.
LÜMEY'A
Küçük pırıltı. Küçük ışıkcık. Parıltıcık.
LÜMEZE
Bir kimsenin arkasından ayıplarını söyliyen. Gıybet eden.
LÜMME
Nişan. Alâmet. Damga. Nokta. * Vesvese, kuruntu. * Çok cemaat, çok kalabalık.(İnsan küçük bir âlem olduğu gibi, âlem dahi büyük bir insandır. Bu küçük insan o büyük insanın bir fihristesi ve hulâsasıdır. İnsanda bulunan nümunelerin büyük asılları, insan-ı ekberde bizzarure bulunacaktır. Meselâ: Nasılki insanda kuvve-i hâfızanın vücudu, âlemde Levh-i Mahfuz'un vücuduna kat'i delildir. Öyle de: İnsanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatiyle konuşan bir şeytani lisan ve ifsat edilen kuvve-i vâhime, küçük bir şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiplerinin ihtiyarına zıd ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vücuduna kat'i bir delildir.Ve bu lümme-i şeytaniye ve şu kuvve-i vâhime, bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üflüyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerirenin vücudunu ihsas ederler. L.)
LÜMME-İ ŞEYTÂNİYE
şeytanın vesvesesi. Şeytanın verdiği kuruntu.
LÜMMÎ
Toplanmaya dâir. * Nazarî ve aklî delil. (Bak: Limmî)
LÜMMİYET
(Limmiyet) İllet ve sebebiyet.
LÜMTA
şiddet. Mihnet.
LÜMZA
Bir parça yiyecek. * Beyaz nokta. * Atın alt dudağında olan beyazlık.
LÜNC
f. Ağzın içi. * Dudak. * Çolak.
LÜSAT
Diş etleri.
LÜSEYN
Küçük dil. Dilcik.
LÜSGA
Söylerken rı'yı gayn'a veya lâm'a; ve sin'i te'ye kalbetmek.
LÜSN
(Lisân. C.) Diller, lisanlar.
LÜSS (LİSS)
(C.: Lüsus) Hırsız.
LÜSUB (LESB)
Yapışmak.
LÜSUK
Yapışma, bitişik olma. Yapışıp tutma. * Ulaşma, vâsıl olma, erişme.
LÜSUS
(Luss. C.) Hırsızlar, sârıklar.
LÜSUSET
(Lüsusiyet) Hırsızlık, sirkat.
LÜSUSİYYET
Hırsızlık yapma, sirkat.
LÜSÜN
(Lisân. C.) Lisânlar, diller.
LÜTÎN
Adam boyu miktarı bir ağacın adı. (Bakla yaprağı gibi yaprağı olur, hurnup gibi dalları olur, içinde küçük taneleri olur.)
LÜTNE
Kirpi.
LÜTRE
f. Ancak konuşanların anlıyabileceği, başkalarının anlıyamıyacağı şekilde görüşülen uydurma dil, kuşdili. * Boşboğaz.
LÜTUF
Rıfk ve nevâziş. İltifatla mülâyemet üzere muâmele eylemek. Allah (C.C.) Hazretlerinin kullarını rıfk ve sühuletle murâdına muvaffak eylemesi. * Güzellik, hoşluk. * İyilik, iyi muâmele.
LÜTUF-DİDE
Lütuf görmüş.
LÜTUT
Sâbit ve lâzım olmak, gerekmek.
LÜUKA
Sür'at, hız.
LÜÜME
Öküz. * Çiftçilikte kullanılan bazı âletler.
LÜÜSE
Uyku ağırlığı.
LÜVAB (LÜVABÂ)
Susamak. * Kulpsuz bardak.
LÜVAM
Melâmetlik, rüsvaylık, rezil kepaze olmaklık.
LÜVASE
Bir lokma yiyecek.
LÜVB
Çokluk, kalabalık, izdihamlık.
LÜVBE
(C.: Lüeb-Lub) Kara taşlı yer.
LÜVBİYA
Börülce.
LÜVKA
Kaymak, zübde. * Yapışmak.
LÜVSE
Zayıflık. * Eğlenmek. * İsabet etmek.
LÜZK
(Lâzık) Yapışmak. * Ulaşmak varmak.
LÜZUB
Yapıştırma, yapışma. Birbirine kafes gibi girdirip yapıştırma. * Sâbit olma.
LÜZUCET
Yapışkanlık. Yapışan, uzayan şeyin hali.
LÜZUCÎ
Yapışkan. * Kopmadan uzayan.
LÜZUCİYYET
Çekilip uzayış.
LÜZUM
Lâzım olmak. Bir şey bir şeyden aslâ ayrı olmayıp onunla sâbit ve dâim olmak. Gereklilik.
LÜZUM-U BEYYİN
İsbata ihtiyacı olmayan şey. Cehil, ilimsizliğe lüzum olması gibi. Ve yine meselâ: Kör olmak, görmemezliğe delildir. (Lüzum-u beyyin'in zıddı: "Lüzum-u gayr-ı beyyin"dir. İsbata ihtiyacı olan şey demektir.)
LÜZUM-U GAYR-İ MÜNFEK
Ayrılmazlık.
 
Geri
Top