LA'
Korkak.
LÂ
Arabçada kelimenin başında nefy edatı'dır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" gibi. Mâzi fiilinin evvelinde bulunan Lâ, duâiye olur. Lâ zâle sıhhatehu: "Sıhhati zâil olmasın" sözündeki gibi. * Harf-i atıf da olur. Ve mâba'dını makabline nefyen rabt eder ve irabı da ona tâbi kılar. $ "Şeref edeb iledir, neseb ile değildir" sözündeki gibi. * Vav edatıyla beraber olursa, atıf edatı vav olur, lâ da nefyi te'kid eder.
LÂ VE NEAM
Hayır ve evet. (Daha çok, hiçbir fikir beyan edilmediği zamanlar kullanılır.)
LÂ YEZALÎ
Zevalsiz olana ait, sonu olmayanla ilgili.
LAAHLÂKÎ
Ahlâk dışı. Terbiye hârici.
LAAKALL
En az. Hiç olmazsa.(Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı, yarın ise; senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise; hakiki ömrünü bulunduğun gün bil. Lâakall günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi hakiki istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviyye olan bir mescide veya bir seccadeye at. S.) Yani beş vakit namazı kıl.
LAALETTAYİN
Gelişigüzel. Ayırd etmeksizin. Rastgele.
LAALGUN
f. Kırmızı renkte. Al renkte.
LAALİK
Doğrulukla kalkıp durmak.
LAALLE
Arabçada olması mümkün şeyler için kullanılır. Ola ki, umulur, ümid edilir, umulur ki mânâlarınadır. Ümide veya endişeye delâlet eder. (Bak: İnne)
LAANALLAH
Allah lânet etsin.
LAANE
Lânet etti. (mânâsına fiil.)
LAAS
Dudağın rengi açık siyâha yakın olmak.
LAAS
Çok yemek, çok içmek.
LA'B
Ağızdan salya akmak.
LABE
f. Yalvarma, yaltaklanma, dalkavukluk etme. Acz gösterme. * Bu yolda söylenen söz.
LA'BE
Bir kere oynamak.
LABE'S
Beis yok, zararsız.
LABİRENT
Fr. Bir defa içine girildiğinde çıkış yolu çok güçlükle bulunabilen bina. * Çok karışık ve birbirini kesen yol.
LABİS
Giyinmiş. Giyen.
LABİŞARTIN
(Lâ bişartın) Kayıtsız şartsız. Bir şarta dayanmaksızın.LABORATUVAR : Fr. İlmî ve sınaî çalışma ve araştırmalar yapmak için çeşitli cihaz ve malzemelerin bulunduğu yer.
LABÜDD
Çok lâzım. Elzem. Gerekli. * Her halde. Mutlaka. Muhakkak. * Ayrılık yok.
LAC
Dar şey. Geniş ve bol olmayan nesne.
LAC
f. Çıplak.
LA'C
(C.: Levâıc) Halecan etmek. * Acı vermek, elem vermek. * Yakmak. * Muhabbet ve aşktan dolayı yürekte hâsıl olan hararet.
LACEREM
şüphesiz, elbette, besbelli. * Nâçar, zaruri.
LACEVAB
Cevapsız. Cevapdışı.
LACEVERD
Lacivert. * Koyu mavi renkte değerli bir süs taşı.
LACEVERDÎ
f. Lacivert renkte.
LACÎ
Muslih, ıslah eden, terbiye eden.
LACİN
Ağaçtan dökülen yaprak. * Ağaçtan yaprak indirme.
LAÇ
f. Oyun etme, aldatma, hile yapma.
LAD
f. Duvar.
LADE
f. Ahmak, akılsız, ebleh.
LADEN
f. Çamdan çıkarılan zift gibi siyah ve kokulu zamk.
LADİNE
f. Kendir.
LADİNÎ
Dinle alâkası olmayan. Dinsiz. Din dışı. (Bak: Lâik)
LAEDRÎ
Bilmiyorum. (Eski zamanda şüpheci olup hiç bir şeye inanamıyan sofestailere Lâ edriye denirdi. Septisizm. (Bak: Sofizm)
LAF
f. Konuşma, tekellüm. * Söz, lâkırdı.
LAFAHR
Fahirsiz. İftiharsız. İftihar etmeksizin. * Fahrolmasın.
LAF-I GÜZAF
f. Boş yere söz. Boş lâkırdı.
LAFİYUN
Sütleğen cinsinden bir ot.
LAFK
İki şeyi birbirine çarpma.
LAFZ (LAFIZ)
Ağızdan çıkan söz, kelime. * Bir şeyi atmak.
LAFZA
Bir tek söz veya kelime.
LAFZA-İ CELÂL
İsm-i Celâl, Allah lâfzı.
LAFZAN
Lafız itibariyle. Söz olarak. Söyleyerek. Yazılı olmıyarak.
LAFZEN
f. Geveze, çok konuşan. * Övünen, kendini medheden.
LAFZ-I ALLAH (LAFZULLAH)
Allah isminin lâfzı.
LAFZ-I ÂM
Gayr-ı mahsur, yani sayısız müsemmaları ihata ve aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eyliyen lâfızdır. Kavim, cemaat, nisa.. gibi.
LAFZ-I HAS
Bir mânâya münferiden başlı başına vaz' olunan lâfızdır. Hasan, Hüseyin, insan, erkek, kadın lâfızları gibi.
LAFZ-I KÜLLÎ
Man: Mânâsı umumi ve herkesçe müşterek olan lâfız. "İnsan" gibi.
LAFZ-I MUHTEMEL
Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.
LAFZ-I MURAD
Mânâsı için olmayıp lafzı için söylenen kelime, söz.
LAFZ-I MÜFESSER
Huk: Tahsis ve te'vile ihtimâl bırakmıyacak derecede açık olan sözdür ki, onunla amel vâcib olur.
LAFZ-I MÜREKKEB
Man: Mürekkeb lafız. Cüzlerden biri, mânâsının cüzlerinden birine delâlet eden lafız.
LAFZ-I MÜŞEBBİ'
Doyurucu, tatmin edici söz.
LAFZ-I MÜŞTEREK
Huk: Birçok müsemması bulunan lafızdır ki, hangi mânâ kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânasız addolunur, onunla amel olunmaz.
LAFZ-I VÂHİD
Tek söz.
LAFZ-I ZÂHİR
İbaresi işitilmekle ancak bilinen, yâni söyleyenin maksadı düşünülmeye muhtaç olmadan derhal mânâsı anlaşılan sözdür. Bunun zıddına hafi denir.
LAFZÎ
Lafza ait ve müteallik. * Gr: Kelimenin söylenişine ve yapısına aid, onlarla alâkalı.
LAFZİYE
Sözde ve yazıda görülen ve çok defa tasannua kaçan kelime süsleri.
LAFZ-PERDAZANE
f. Çeşitli ve çok söyleyerek.
LAFZULLAH
Allah lâfzı. (Bu kelime Kur'ân-ı Kerimde 2806 defa zikredilmiştir. Bu lâfız bütün "sıfat-ı kemâliyeyi" tazammun eden bir sadeftir.)
LAG
f. Lâtife, şaka. * Oyun.
LAGAR
f. Cılız ve zayıf hayvan.
LAGARÎ
f. Cılızlık, zayıflık.
LAGB (LÜGÂB)
Zahmet, meşakkat. * Güve yemiş kuş kanadı. * Zayıf adam.
LAGIB
Acıkmış ve yorulmuş kişi.
LAGİYE
Edebe aykırı ve fena söz.
LAGLAGA
(C.: Laglag) Ördekten küçük bir güzel kuştur, başında az miktar beyaz tüyü vardır. Türk diyârında yavrusunu çıkarıp kış günlerinde Mısır'a gider.
LAGM
İnanmayacak söz söylemek. * Bulaşmak.
LAGT
Hafif hafif ses çıkarma. Mırıldanma.
LAGV
Faydasız çirkin söz. * Köpeğin ürkmesi. * Deve avazı. * Rağbet olunmayan nesne. * Hükümsüz. * Kaldırmak. * Hata etmek. * İbtâl etmek.
LAGVİYYAT
(Lagv. C.) Lağvlar. Boş sözler.
LAGY
Avaz, ses, savt. * Yaramaz fuhuş sözler.
LAGZ
Kayma, sürçme.
LAGZAN
f. Kayan, sürçen.
LAGZİDE
f. Kaymış, sürçmüş.
LAGZİDE-PÂ(Y)
f. Ayağı kaymış. Ayağı sürçmüş.
LAGZİŞ
f. Sürçme, kayma. * Kayış, sürçüş.-LAH : f. Kelimenin sonuna ilâve olunarak "yer" mânâsını verir. Meselâ: (Senglâh: Taşlık yer.)
LAĞIM
Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar yapmak maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara "lâğımcı" denilirdi. Sonradan bu türlü işlere "İstihkâm" denilmiş ve o ad altında askeri teşkilât yapılmıştır. * Kazurat ve çirkef sularının akmasına mahsus örtülü yol.
LAH'
(Gövde) sülpük ve sarkık olmak.
LAHA
Boş ve faydasız sözler konuşmak. * Ekmeği ıslatıp yemek. * Gıda. * Aldatıp kandırmak. * Karnın sarkık ve sülpük olması.
LAHA
f. Yama.
LAHAMET
Semizlik, etlilik, şişmanlık.
LAHAN
Bozulup kokmak.
LÂHAVLE
(Lâhavle ve lâkuvvete illâ billâhil-aliyyil azim" cümlesinin kısaltılmışı ki, "Kuvvet ve kudret ancak Cenab-ı Allah'tadır." meâlinde olup bir belâ ve tehlike esnasında veya sabrın tükendiğini açıklamak için söylenir.
LÂHAYR
Uğursuz, hayırsız.
LÂHAYRE FİH
Bu işte hayır ve uğur yok.
LAHB
Sür'atle gitmek. * Eti kemikten ayırıp soymak.
LAHC
Dar olmak. * Bir nesne, kabında paslanıp çıkmamak.
LAHD (LUHD)
(C.: Lühud) Mezar. Üstü yükseltilerek yapılan mezar. * Eğilmek. * Bir tarafına meyilli olan çukur.
LAHE
f. Yama.
LAHF
şiddetli vuruş.
LAHF
Örtmek, setr etmek.
LAHH
Ulaşmak, varmak. * Yağmuru kesilmeyen bulut.
LAHH
Göz yaşının çok olması.
LAHHAM
Kaz gibi büyük, başı kızıl, kanadı kara bir kuş. Vezega dedikleri keler.
LÂHIK
Yetişen, ulaşan, erişen. Eklenen, katılan. * Fık: Namaz başlangıcında imama uymuşken ayrılarak tekrar namaz bitmeden imama uyan.
LÂHIKA
Ek, ilâve, katılan şey. Zeyl. Sonradan ilâve edilen, eklenen.
LAHİ
(Bak: Lahâ')
LAHÎ
Oyuncu. * Boşuna ve mânasız eğlenen. Oyalayan.
LAHİB
Açık yol.
LAHİF
Zulüm görmüş, ıztırab ve sıkıntı çekmiş.
LAHİK
Yetişen, vâsıl olan, ulaşan. * İlâve olan, eklenen. * Sonradan tâyin edilen, yenisi. (Bak: Lâhık)
LAHİKE
(C.: Levâhik) Gr: Ek, ilâve. (Bak: Lâhıka)
LAHİM
Et yediren. * Devamlı olarak et yiyen.
LAHÎM
Semiz, etli, şişman.
LAHİME
Et yiyen hayvan.
LAHİN
Telâffuz esnasında hususan Kur'ân okurken yanlışlık yapan.
LAHİS
Susuzluk veya sıcaktan dolayı dilini çıkararak soluyan köpek.
LAHÎS
Dar nesne.
LAHÎS
Örülmüş. Dizilmiş.
LAHİYANE TA'ZİB
f. Oyun olsun diye zahmet vermek. Oynarcasına azab vermek.
LAHİZ
f. Sel suyu.
LAHÎZ
Benzer, misil, nazir.
LAHK
(Lehak) Geriden yetişmek, ardından yetiştirilmek. * Alüvyon. Liğ. Akarsuların taşımasıyla gelen maddeler.
LAHLAHA
Güzel kokuların karışmasından meydana gelen koku. * Güzel kokularla yapılan bir nevi macun.
LAHLAHANİYE
Pelteklik, kekemelik.
LAHM
Et. Her şeyin içi ve üzeri. * Bir işi sağlam kılmak. * Kırık şeyi kuyumcunun yapıştırması. Lehimlemek. * Bir yerde ilişip kalmak.
LAHM Ü ŞAHM
Et ve yağ.
LAHME
Et parçası.
LAHN
Güzel ve kaideli ses. * Nağme. * Kaideye uymayan yanlış okuyuş. * Usulüne uygun okumak. * Sadece muhatabın anlıyacağı şekilde remizle söz söylemek. * Meyl. * Fehmeylemek. * Lisan. * Lügat. Fetva. Mânâ. Mefhum.
LAHS
Gözün üst kapağının etli olması.
LAHS
Yalamak.
LAHS (LİHÂS)
Darlık. * Şiddet. * Meşakkat, zahmet.
LAHT
f. Bir şeyin parçası, cüz'ü.
LAHT
İri cüsseli kimse.
LAHT-I CİĞER
Ciğerden kopma.
LAHUS
Uğursuz, meş'um.
LAHUT
İlâhî âlem. Uluhiyet âlemi. Ruhanî, manevî alem.
LAHUTÎ
Uluhiyet âlemine mensub ve müteallik olan. Sır âlemi. Gaybî âleme ait. Ruhanî âlemle alâkalı.
LAHUTİYAN
Uluhiyet âlemine girebilen melekler.
LAHV
Kabuğunu soymak.
LAHVA
Abes, bâtıl sözleri çok söyleyen, boş konuşan kadın. (Müz: Elhâ)
LAHY
Sakalın bittiği yer.
LAHZ
Ahlâkı yaramaz kimse.
LAHZ
(Lahzân) Göz ucu ile bakma.
LAHZA
Göz açıp kapayacak kadar kısa zaman. Bir an. En kısa zaman. Göz ucu ile bir bakış. Zaman.
LAİC(E)
(C.: Levaic) Kalbini aşk ateşi saran kimse.
LAİHA
(Bak: Lâyıha)
LAİK
Fr. Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etmeyip insanın ve cemiyetin sadece dünyevi menfaat ve anlayış ölçüsüne terkeden; diğer tâbirle: İlâhi kanunu terkeden, beşeri nizamla cemiyeti idareye çalışan sistem. (...Bîtaraf kalmak, yâni: Hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişilmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet... Ş.)
LÂİLAÇ
Çâresiz, dermansız, imkânsız.
Korkak.
LÂ
Arabçada kelimenin başında nefy edatı'dır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" gibi. Mâzi fiilinin evvelinde bulunan Lâ, duâiye olur. Lâ zâle sıhhatehu: "Sıhhati zâil olmasın" sözündeki gibi. * Harf-i atıf da olur. Ve mâba'dını makabline nefyen rabt eder ve irabı da ona tâbi kılar. $ "Şeref edeb iledir, neseb ile değildir" sözündeki gibi. * Vav edatıyla beraber olursa, atıf edatı vav olur, lâ da nefyi te'kid eder.
LÂ VE NEAM
Hayır ve evet. (Daha çok, hiçbir fikir beyan edilmediği zamanlar kullanılır.)
LÂ YEZALÎ
Zevalsiz olana ait, sonu olmayanla ilgili.
LAAHLÂKÎ
Ahlâk dışı. Terbiye hârici.
LAAKALL
En az. Hiç olmazsa.(Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı, yarın ise; senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise; hakiki ömrünü bulunduğun gün bil. Lâakall günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi hakiki istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviyye olan bir mescide veya bir seccadeye at. S.) Yani beş vakit namazı kıl.
LAALETTAYİN
Gelişigüzel. Ayırd etmeksizin. Rastgele.
LAALGUN
f. Kırmızı renkte. Al renkte.
LAALİK
Doğrulukla kalkıp durmak.
LAALLE
Arabçada olması mümkün şeyler için kullanılır. Ola ki, umulur, ümid edilir, umulur ki mânâlarınadır. Ümide veya endişeye delâlet eder. (Bak: İnne)
LAANALLAH
Allah lânet etsin.
LAANE
Lânet etti. (mânâsına fiil.)
LAAS
Dudağın rengi açık siyâha yakın olmak.
LAAS
Çok yemek, çok içmek.
LA'B
Ağızdan salya akmak.
LABE
f. Yalvarma, yaltaklanma, dalkavukluk etme. Acz gösterme. * Bu yolda söylenen söz.
LA'BE
Bir kere oynamak.
LABE'S
Beis yok, zararsız.
LABİRENT
Fr. Bir defa içine girildiğinde çıkış yolu çok güçlükle bulunabilen bina. * Çok karışık ve birbirini kesen yol.
LABİS
Giyinmiş. Giyen.
LABİŞARTIN
(Lâ bişartın) Kayıtsız şartsız. Bir şarta dayanmaksızın.LABORATUVAR : Fr. İlmî ve sınaî çalışma ve araştırmalar yapmak için çeşitli cihaz ve malzemelerin bulunduğu yer.
LABÜDD
Çok lâzım. Elzem. Gerekli. * Her halde. Mutlaka. Muhakkak. * Ayrılık yok.
LAC
Dar şey. Geniş ve bol olmayan nesne.
LAC
f. Çıplak.
LA'C
(C.: Levâıc) Halecan etmek. * Acı vermek, elem vermek. * Yakmak. * Muhabbet ve aşktan dolayı yürekte hâsıl olan hararet.
LACEREM
şüphesiz, elbette, besbelli. * Nâçar, zaruri.
LACEVAB
Cevapsız. Cevapdışı.
LACEVERD
Lacivert. * Koyu mavi renkte değerli bir süs taşı.
LACEVERDÎ
f. Lacivert renkte.
LACÎ
Muslih, ıslah eden, terbiye eden.
LACİN
Ağaçtan dökülen yaprak. * Ağaçtan yaprak indirme.
LAÇ
f. Oyun etme, aldatma, hile yapma.
LAD
f. Duvar.
LADE
f. Ahmak, akılsız, ebleh.
LADEN
f. Çamdan çıkarılan zift gibi siyah ve kokulu zamk.
LADİNE
f. Kendir.
LADİNÎ
Dinle alâkası olmayan. Dinsiz. Din dışı. (Bak: Lâik)
LAEDRÎ
Bilmiyorum. (Eski zamanda şüpheci olup hiç bir şeye inanamıyan sofestailere Lâ edriye denirdi. Septisizm. (Bak: Sofizm)
LAF
f. Konuşma, tekellüm. * Söz, lâkırdı.
LAFAHR
Fahirsiz. İftiharsız. İftihar etmeksizin. * Fahrolmasın.
LAF-I GÜZAF
f. Boş yere söz. Boş lâkırdı.
LAFİYUN
Sütleğen cinsinden bir ot.
LAFK
İki şeyi birbirine çarpma.
LAFZ (LAFIZ)
Ağızdan çıkan söz, kelime. * Bir şeyi atmak.
LAFZA
Bir tek söz veya kelime.
LAFZA-İ CELÂL
İsm-i Celâl, Allah lâfzı.
LAFZAN
Lafız itibariyle. Söz olarak. Söyleyerek. Yazılı olmıyarak.
LAFZEN
f. Geveze, çok konuşan. * Övünen, kendini medheden.
LAFZ-I ALLAH (LAFZULLAH)
Allah isminin lâfzı.
LAFZ-I ÂM
Gayr-ı mahsur, yani sayısız müsemmaları ihata ve aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eyliyen lâfızdır. Kavim, cemaat, nisa.. gibi.
LAFZ-I HAS
Bir mânâya münferiden başlı başına vaz' olunan lâfızdır. Hasan, Hüseyin, insan, erkek, kadın lâfızları gibi.
LAFZ-I KÜLLÎ
Man: Mânâsı umumi ve herkesçe müşterek olan lâfız. "İnsan" gibi.
LAFZ-I MUHTEMEL
Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.
LAFZ-I MURAD
Mânâsı için olmayıp lafzı için söylenen kelime, söz.
LAFZ-I MÜFESSER
Huk: Tahsis ve te'vile ihtimâl bırakmıyacak derecede açık olan sözdür ki, onunla amel vâcib olur.
LAFZ-I MÜREKKEB
Man: Mürekkeb lafız. Cüzlerden biri, mânâsının cüzlerinden birine delâlet eden lafız.
LAFZ-I MÜŞEBBİ'
Doyurucu, tatmin edici söz.
LAFZ-I MÜŞTEREK
Huk: Birçok müsemması bulunan lafızdır ki, hangi mânâ kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânasız addolunur, onunla amel olunmaz.
LAFZ-I VÂHİD
Tek söz.
LAFZ-I ZÂHİR
İbaresi işitilmekle ancak bilinen, yâni söyleyenin maksadı düşünülmeye muhtaç olmadan derhal mânâsı anlaşılan sözdür. Bunun zıddına hafi denir.
LAFZÎ
Lafza ait ve müteallik. * Gr: Kelimenin söylenişine ve yapısına aid, onlarla alâkalı.
LAFZİYE
Sözde ve yazıda görülen ve çok defa tasannua kaçan kelime süsleri.
LAFZ-PERDAZANE
f. Çeşitli ve çok söyleyerek.
LAFZULLAH
Allah lâfzı. (Bu kelime Kur'ân-ı Kerimde 2806 defa zikredilmiştir. Bu lâfız bütün "sıfat-ı kemâliyeyi" tazammun eden bir sadeftir.)
LAG
f. Lâtife, şaka. * Oyun.
LAGAR
f. Cılız ve zayıf hayvan.
LAGARÎ
f. Cılızlık, zayıflık.
LAGB (LÜGÂB)
Zahmet, meşakkat. * Güve yemiş kuş kanadı. * Zayıf adam.
LAGIB
Acıkmış ve yorulmuş kişi.
LAGİYE
Edebe aykırı ve fena söz.
LAGLAGA
(C.: Laglag) Ördekten küçük bir güzel kuştur, başında az miktar beyaz tüyü vardır. Türk diyârında yavrusunu çıkarıp kış günlerinde Mısır'a gider.
LAGM
İnanmayacak söz söylemek. * Bulaşmak.
LAGT
Hafif hafif ses çıkarma. Mırıldanma.
LAGV
Faydasız çirkin söz. * Köpeğin ürkmesi. * Deve avazı. * Rağbet olunmayan nesne. * Hükümsüz. * Kaldırmak. * Hata etmek. * İbtâl etmek.
LAGVİYYAT
(Lagv. C.) Lağvlar. Boş sözler.
LAGY
Avaz, ses, savt. * Yaramaz fuhuş sözler.
LAGZ
Kayma, sürçme.
LAGZAN
f. Kayan, sürçen.
LAGZİDE
f. Kaymış, sürçmüş.
LAGZİDE-PÂ(Y)
f. Ayağı kaymış. Ayağı sürçmüş.
LAGZİŞ
f. Sürçme, kayma. * Kayış, sürçüş.-LAH : f. Kelimenin sonuna ilâve olunarak "yer" mânâsını verir. Meselâ: (Senglâh: Taşlık yer.)
LAĞIM
Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar yapmak maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara "lâğımcı" denilirdi. Sonradan bu türlü işlere "İstihkâm" denilmiş ve o ad altında askeri teşkilât yapılmıştır. * Kazurat ve çirkef sularının akmasına mahsus örtülü yol.
LAH'
(Gövde) sülpük ve sarkık olmak.
LAHA
Boş ve faydasız sözler konuşmak. * Ekmeği ıslatıp yemek. * Gıda. * Aldatıp kandırmak. * Karnın sarkık ve sülpük olması.
LAHA
f. Yama.
LAHAMET
Semizlik, etlilik, şişmanlık.
LAHAN
Bozulup kokmak.
LÂHAVLE
(Lâhavle ve lâkuvvete illâ billâhil-aliyyil azim" cümlesinin kısaltılmışı ki, "Kuvvet ve kudret ancak Cenab-ı Allah'tadır." meâlinde olup bir belâ ve tehlike esnasında veya sabrın tükendiğini açıklamak için söylenir.
LÂHAYR
Uğursuz, hayırsız.
LÂHAYRE FİH
Bu işte hayır ve uğur yok.
LAHB
Sür'atle gitmek. * Eti kemikten ayırıp soymak.
LAHC
Dar olmak. * Bir nesne, kabında paslanıp çıkmamak.
LAHD (LUHD)
(C.: Lühud) Mezar. Üstü yükseltilerek yapılan mezar. * Eğilmek. * Bir tarafına meyilli olan çukur.
LAHE
f. Yama.
LAHF
şiddetli vuruş.
LAHF
Örtmek, setr etmek.
LAHH
Ulaşmak, varmak. * Yağmuru kesilmeyen bulut.
LAHH
Göz yaşının çok olması.
LAHHAM
Kaz gibi büyük, başı kızıl, kanadı kara bir kuş. Vezega dedikleri keler.
LÂHIK
Yetişen, ulaşan, erişen. Eklenen, katılan. * Fık: Namaz başlangıcında imama uymuşken ayrılarak tekrar namaz bitmeden imama uyan.
LÂHIKA
Ek, ilâve, katılan şey. Zeyl. Sonradan ilâve edilen, eklenen.
LAHİ
(Bak: Lahâ')
LAHÎ
Oyuncu. * Boşuna ve mânasız eğlenen. Oyalayan.
LAHİB
Açık yol.
LAHİF
Zulüm görmüş, ıztırab ve sıkıntı çekmiş.
LAHİK
Yetişen, vâsıl olan, ulaşan. * İlâve olan, eklenen. * Sonradan tâyin edilen, yenisi. (Bak: Lâhık)
LAHİKE
(C.: Levâhik) Gr: Ek, ilâve. (Bak: Lâhıka)
LAHİM
Et yediren. * Devamlı olarak et yiyen.
LAHÎM
Semiz, etli, şişman.
LAHİME
Et yiyen hayvan.
LAHİN
Telâffuz esnasında hususan Kur'ân okurken yanlışlık yapan.
LAHİS
Susuzluk veya sıcaktan dolayı dilini çıkararak soluyan köpek.
LAHÎS
Dar nesne.
LAHÎS
Örülmüş. Dizilmiş.
LAHİYANE TA'ZİB
f. Oyun olsun diye zahmet vermek. Oynarcasına azab vermek.
LAHİZ
f. Sel suyu.
LAHÎZ
Benzer, misil, nazir.
LAHK
(Lehak) Geriden yetişmek, ardından yetiştirilmek. * Alüvyon. Liğ. Akarsuların taşımasıyla gelen maddeler.
LAHLAHA
Güzel kokuların karışmasından meydana gelen koku. * Güzel kokularla yapılan bir nevi macun.
LAHLAHANİYE
Pelteklik, kekemelik.
LAHM
Et. Her şeyin içi ve üzeri. * Bir işi sağlam kılmak. * Kırık şeyi kuyumcunun yapıştırması. Lehimlemek. * Bir yerde ilişip kalmak.
LAHM Ü ŞAHM
Et ve yağ.
LAHME
Et parçası.
LAHN
Güzel ve kaideli ses. * Nağme. * Kaideye uymayan yanlış okuyuş. * Usulüne uygun okumak. * Sadece muhatabın anlıyacağı şekilde remizle söz söylemek. * Meyl. * Fehmeylemek. * Lisan. * Lügat. Fetva. Mânâ. Mefhum.
LAHS
Gözün üst kapağının etli olması.
LAHS
Yalamak.
LAHS (LİHÂS)
Darlık. * Şiddet. * Meşakkat, zahmet.
LAHT
f. Bir şeyin parçası, cüz'ü.
LAHT
İri cüsseli kimse.
LAHT-I CİĞER
Ciğerden kopma.
LAHUS
Uğursuz, meş'um.
LAHUT
İlâhî âlem. Uluhiyet âlemi. Ruhanî, manevî alem.
LAHUTÎ
Uluhiyet âlemine mensub ve müteallik olan. Sır âlemi. Gaybî âleme ait. Ruhanî âlemle alâkalı.
LAHUTİYAN
Uluhiyet âlemine girebilen melekler.
LAHV
Kabuğunu soymak.
LAHVA
Abes, bâtıl sözleri çok söyleyen, boş konuşan kadın. (Müz: Elhâ)
LAHY
Sakalın bittiği yer.
LAHZ
Ahlâkı yaramaz kimse.
LAHZ
(Lahzân) Göz ucu ile bakma.
LAHZA
Göz açıp kapayacak kadar kısa zaman. Bir an. En kısa zaman. Göz ucu ile bir bakış. Zaman.
LAİC(E)
(C.: Levaic) Kalbini aşk ateşi saran kimse.
LAİHA
(Bak: Lâyıha)
LAİK
Fr. Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etmeyip insanın ve cemiyetin sadece dünyevi menfaat ve anlayış ölçüsüne terkeden; diğer tâbirle: İlâhi kanunu terkeden, beşeri nizamla cemiyeti idareye çalışan sistem. (...Bîtaraf kalmak, yâni: Hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişilmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet... Ş.)
LÂİLAÇ
Çâresiz, dermansız, imkânsız.