UBAB
Her nesnenin muazzamı, her şeyin büyüğü. * Cemaat, topluluk. * Taşkın sel suyu. * Pek taşkın, coşkun.
UBAR
f. Ağlama, inilti.
UBEYD
Küçük kul, kulcuk.
UBEYDE BİN CERRAH (R.A.)
Aşere-i Mübeşşere'den olup, asıl ismi Amir bin Abdullah'tır. Her din muharebesinde bulunup çok büyük şecaat ve metanet göstermiştir. Adaleti ile de meşhurdu. Şam'ın fethinde kendisi kumandandı. Hicri 18 senesinde 58 yaşında iken taundan vefat etmiştir.
UBR
Çok. * Sedir ağacından su kenarlarında biten ağaç.
UBS
Huzursuzluktan yüz burkulmak. Yüz ekşime, surat asma.
UBSUR
Seri. Çok yürüyen deve.
UBUD
(Ebed. C.) Ebedler, sonsuzluklar.
UBUDET
Kulluk. (Aslında zillete derler.)
UBUDİYYET
Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah'a itaat etmek. Allah'a teslim olup, Kur'an ve Peygamber (A.S.M.) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak.(İnsanlar kendileri için değil, Allah'a ubudiyet için yaratılmışlardır.)(Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-i İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi, emr-i İlâhî ve neticesi rıza-i Hak'tır. Semeratı ve fevaidi, uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasden istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faideler ve kendi kendine terettüb eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münafi olmaz. Belki zaifler için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faideler ve menfaatler, o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz'ü olsa, o ubudiyeti kısmen ibtal eder. Belki o hasiyetli virdi akim bırakır, netice vermez. İşte bu sırrı anlamıyanlar, mesela yüz hasiyeti ve faidesi bulunan Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendî'yi veya bin hasiyeti bulunan Cevşen-ül Kebir'i o faidelerin bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faideleri göremiyorlar ve göremiyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünki o faideler, o evradların illeti olamaz ve ondan onlar kasden ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o halis virde talebsiz terettüb eder. Onları niyet etse, ihlası bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.Yalnız bu kadar var ki; böyle hasiyetli evradı okumak için, zaif insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faideleri düşünüp, şevke gelip, evradı sırf rıza-yı İlahî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından; çoklar, aktabdan ve selef-i salihînden mervî olan faideleri görmediklerinden şübheye düşer, hattâ inkar da eder. L.) (Bak: Rububiyet)
UBUR
Geçmek. Atlamak. * Zorlamak. * Suyun öte kıyısına geçmek.
UBUS
Çatık yüzlü. Abus. * Utanmaz kimse.
UBUSET
Yüz ekşiliği. Çehre çatıklığı. Somurtkanlık.
U'BÜD
İbadet et (meâlinde emir.)
UBYE
Büyüklenmek, kibirlenmek.
UCAB
(Uccâb) Çok şaşılacak fazla gülünç olan şey.
UCACET
(C.: İcâc) Dişi deve sürüsü. * Toz. * Yüce avazlı, yüksek sesli.
UCALE
Misafirlerin yolda yemek için götürdükleri azık. * Çiftçilerin azık diye evvelce koyup getirdikleri buğday ve arpa.
UCAM
Çekirdek.
UCARİM
Kuvvetli adam.
UCAVE
Tırnağa bitişik olan sinir.
UCB
(Ucub) Kibir, gurur. Kendini beğenmişlik. Ameline, yaptıkları işe güvenmek. * Varlığı nâdir olan şeyi görünce istiğrab etmek hâli. * Yabancı kadın taifesiyle beraber oturmak ve konuşmaktan pek hoşlanan.(Arkadaş! Ye'se düşen adam, azabdan kurtulmak için istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki, bir miktar hasenât ve kemâlâtı var, hemen o kemâlâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: "Bu kemalât beni kurtarır, yeter" diye bir derece rahat eder. Halbuki a'mâle güvenmek ucubdur. İnsanı dalâlete atar. Çünkü insanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez. Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü, kendisinin eser-i san'atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lekita olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak, o vücut havi olduğu garip san'at, acip nakışların şehadetiyle, bir Sani-i Hâkim'in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emâneten oturur. O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir. M.N.)
UCBE
Acaib ve şaşılacak şey.
UCB-ÜZ ZENEB
(Bak: Acb-üz-zeneb)
UCCAB
(C.: Eâcib) Şaşırıp taaccüp edecek nesne.
UCCET
Kaygana aşı.
UCD
Atın kuvvetli olması.
UCFET
Kuru üzüm çekirdeği.
UCLE
Acele ile ve çabuk yapılan iş.
UCM
Araptan gayrisi. Arap milletinden olmayanlar. * (Acmâ. C.) Dilinde tutukluk olanlar.
UCME
Dil tutukluğu. Tutuk tutuk kekeliyerek konuşma. * Acemlik.
UCRE
(C.: Ucer) Ağaç boğumu. * Düğme. * Bedenin tomur kabaran yeri. * Ayıp.
UCRUF
(C.: Acârif) Uzun ayaklı karınca.
U'CUBE
Taaccüb olunacak şey. Ucube. Pek acib ve garib olan. * Hayret edilecek derecede olan isti'dad.
U'CUBE-İ HİLKAT
Yaratılıştan insanlara hayret verici olan. Şaşılacak, hayrete düşülecek hilkat garibesi.
UÇBEYİ
Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar bu şekilde müstakil bir devlet olarak meydana gelmişlerdir. (O.T.D.S.)
UD
Meşhur bir sazın adı. * Bir hoş kokulu buhur. * Ağaç parçası. * Budak.
UDAL
Katı, şiddetli. * Pek zor. * Ağır hastalık.
UDAT
Düşman.
UDDET
Gelecek zamanın hâdiseleri için, darlığa düşmemek için mal ve silâh gibi şeylerde hazırlık. Mühim levâzımat. * İstidad. * Gençlerin yüzlerinde çıkan sivilce.
UDHİY
Deve kuşu yumurtası.
UDHİYE
Cenab-ı Hakk'ın rızası için kurban niyetiyle kesilen hayvan.
UDHUKE
Gülünç şeyler. Komedi.
UDHUKEPERDÂZ
f. Güldürücü, komik.
UDİ
İnce taştan kapak.
UDİKA
Demir çengel.
UD'İYYE
(C.: Eda'i) Mesel, hikâyat. * Bilmece, yanıltmaç.
UDLET
(C.: Uzul) Zahmet, meşakkat. * şiddet.
UDLUL
Doğru yoldan sapma. İslâmiyetten ayrılma, sapıtma.
UDM
Ekmek katığı.
UDME
Buğday renklilik. * Beyazı çok olan deve.
UDMUS
Karanlık.
UDRE(T)
Yel inip hayası büyümek.
UDRİC
Sarı kaftan. * Hızlı ve çok yürüyen at.
UDTUMME
Kişinin aslı.
UDUBE
Keskinlik.
UDUL
Yoldan çıkma, dönme, sapma. * Vazgeçme. * (Âdil. C.) Âdiller, âdil olanlar.
UDVA'
Kuru, sert yer. * Üzerine oturulduğunda rahat olmayan yer. * Evin uzak olması.
UDVAN
Düşmanlık, haksızlık, zulüm.
UFAFE
Memede kalan süt artığı.
UFAT
Haramdan nefsini koruyanlar.
UFAVE
Çorbanın sonu.
UFAZE
Pamuk kozası. * Yüksek yer.
UFFARE
Her nesnenin evveli. * Katılık. * Şiddet.
UFFE
Bir deniz hayvanı. * Davarın emziğinde kalan süt bakiyesi.
UFK
Kıyı, kenar. * Rüzgârın estiği cihetler. * Ufuk. Gökle yerin birleşmiş gibi göründüğü yer. Görüşümüzün nihayetindeki yerler. * Mc: Görüş ve düşünüş derecesi.
UFKA
İnce deri. * Sünnet edilen deri.
UFKÎ
Ufka ait. Ufka dair ve müteallik. * Yatık düzlük. Yatay.
UFRE
Başın ortasında olan saç.
UFUC
(C.: Afâc) Vurmak. * Göden bağırsağı denilen bağırsak.
UFUL
Gurub, batış. Gözden kayboluş. Görünmez olmak. * Mc: Ölmek.
UFUNET
Çıban veya yaranın çürüyüp fena kokması. * İltihab. * Her hangi bir maddenin çürümesinden hasıl olan pis koku, çürük kokusu. * Sıkıntı veren manevî ağırlık.
UFURE
Üzerinde her ne varsa yenilip hiç bir şey kalmayan yer.
UFUSA
Kekrelik.
UGEYLİME
Küçük oğlan çocukları.
UGLUTA
(C.: Uglulât - Egalit) Bilmece, bulmaca, yanıltmaca.
UGNİYE
Şarkılar, ilâhiler. Teganni edilen sözler.
UGNİYYE
(C.: Egâni) Ahenk.
UGTUBE
Azar, tekdir.
UGVİYYE
Belâ. Zahmet. Musibet.
UHAH
Susuzluk. * Galiz, kaba, yoğun.
UHBUŞE
Türlü kabilelerden meydana gelen topluluk.
UHCİYYE
Bilmece, bulmaca, yanıltmaca.
UHCÜVVE
Bulmaca, yanıltmaca, bilmece.
UHDE
Bir işi üzerine alma. Söz verme. * Ahidnâme. Bir kimsenin üstünde olan iş veya şey. * Mes'uliyet hududu. * Ric'at ve taalluk dâiresi. * Becerme, yapma. * Mes'uliyet, sorumluluk.
UHDUD
(C.: Ahâdid) Çukur. * Uzun hat. * Yeryüzündeki uzun yarık ve çatlak. * Hendek. * Kamçı vurulmasından vücutta hâsıl olan yara ve iz.
UHDUSE
Hayret edilecek derecede uydurma haber. * Haber verilen nesne.
UHFUK
(C.: Ehâfik) Yer yarığı.
UHKUK
Yarık, hendek.
UHNE
(C.: Ühan) Kin tutmak.
UHRA
Sâir, diğer, başka. Ahir, gayr, son, sonra.
UHRE
Bir şeyin sonu.
UHREVÎ
Âhirete dair, âhiretle alâkalı. Öteki dünyaya ait.
UHRUN
f. Doğurmayan, kısır kadın veya hayvan.
UHT
(C.: Ahavât) Kızkardeş.
UHTEYN
İki kızkardeş.
UHUD
(Ahd. C.) Ahidler, yeminler, peymanlar, anlaşmalar, sözleşmeler.
UHUD MUHAREBESİ
Uhud, Medine-i Münevvere'nin bir mil kuzeyinde kırmızı bir dağ olup, Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) ashâbıyla Kureyşliler arasında vuku bulmuş olan Uhud Gazasıyla meşhurdur.Uhud gazası, hicretten 2 sene 6 ay 7 gün sonra olmuştur. Bunun zahirî sebebi: Daha evvel yapılmış olan Bedir Gazasında Kureyşliler mağlub olduklarından, Kureyşlilerden Bedir Gazasında akrabaları öldürülmüş olan bazı kişiler Ebu Süfyan'a giderek harp teklifinde bulunmuşlardı. Ebu Süfyan, kendi kumandası altında Kureyş müşriklerinden ve Kenane ve Tehâme'den üçbin ikiyüz kişi kadar alarak karısı Hind ve diğer bazı kadınlarla birlikte Medine'ye doğru hareket edip Uhud Dağı'na gelmişlerdi. Hz. Resulullah (A.S.M.) Efendimiz, bunların önüne çıkmak fikrinde bulunmayıp, şehre girdiklerinde müdafaa yapmayı teklif etmişse de, bazı ashabın ısrarı üzerine muharebeye çıkmağa karar vermişlerdi. Hz. Peygamber (A.S.M.) sahabeden 700 kişiyle küffâra karşı çıktı. Muharebede müslümanlar bazan galip, bazan mağlub olarak Peygamberimizin amcası. Hz. Hamza ile birlikte 70 sahabe şehid olmuştu. Hatta Peygamberimizin de dişi kırılmış, yüzü ve dudağı yaralanmıştı.(Mühim bir sual: Fahr-ül-Âlemîn ve Habib-i Rabb-ül-Âlemîn Hazret-i Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sahabelerinin, müşrikîne karşı Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in bidayetinde mağlubiyetinin hikmeti nedir?Elcevab: Müşrikler içinde o zamanda saff-ı Sahabede bulunan ekâbir-i Sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazret-i Halid gibi çok zatlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmet-i İlahiyye, hasenat-ı istikbaliyelerinin bir mükâfat-ı muaccelesi olarak mazide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlup olmuşlar. Tâ o müstakbel Sahabeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehâmet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin. L.) (Bak: Huneyn)
UHUD-İ ATİKA
Eski anlaşmalar.
UHUD-U MER'İYE
Yürürlükteki anlaşmalar.
UHUVVET
Kardeşlik. Din kardeşliği. Samimi dostluk.
UHUVVET-İ EFKÂR
Fikir kardeşliği.
UHUVVETKÂR
f. Kardeş gibi davranan. Kardeş gibi muâmelede bulunan.
UHUVVETKÂRANE
f. Kardeşçesine, kardeş gibi olarak. Birlik, beraberlik ve karşılıklı sevgi ile.(Uhuvvetin sırrı: Şahsiyetini kardeşler içinde fâni edip, onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek. L.)(Her ikinizin, Hâlikınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir... Bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, Dininiz bir, Kıbleniz bir.. Bir bir yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir... Ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği; ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlıyacak mânevi zincirler bulundukları hâlde; şikak ve nifaka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakiki adâvet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münâsebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise aklın sönmemiş ise anlarsın! M.)
UHUZ
Göz ağrısı.
UHZ
Sihir, efsun.
UKAB
(C.: Ukbân-Ekub) Tavşancıl kuşu.
UKAB
Duman, toz.
UKABEYN
İşkence veya asmak için dikilen iki tane dar ağacı. * Kovayı muhafaza etmek için kuyu içinde olan yumru taş. * Kuyu duvarı arasına koyulan saksı parçası. * Havuz içinde akan suyun yolu. * Büyük ilim.
UKAD
(Ukde. C.) Düğümler, bezler, şişlikler. Boyun, koltuk altı ve kasıkta bulunan guddeler.
UKAD-I HAYATİYE
Can alıcı noktalar, hayat düğümleri. Bir şeyi meydana getiren aslî rükünler.
Her nesnenin muazzamı, her şeyin büyüğü. * Cemaat, topluluk. * Taşkın sel suyu. * Pek taşkın, coşkun.
UBAR
f. Ağlama, inilti.
UBEYD
Küçük kul, kulcuk.
UBEYDE BİN CERRAH (R.A.)
Aşere-i Mübeşşere'den olup, asıl ismi Amir bin Abdullah'tır. Her din muharebesinde bulunup çok büyük şecaat ve metanet göstermiştir. Adaleti ile de meşhurdu. Şam'ın fethinde kendisi kumandandı. Hicri 18 senesinde 58 yaşında iken taundan vefat etmiştir.
UBR
Çok. * Sedir ağacından su kenarlarında biten ağaç.
UBS
Huzursuzluktan yüz burkulmak. Yüz ekşime, surat asma.
UBSUR
Seri. Çok yürüyen deve.
UBUD
(Ebed. C.) Ebedler, sonsuzluklar.
UBUDET
Kulluk. (Aslında zillete derler.)
UBUDİYYET
Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah'a itaat etmek. Allah'a teslim olup, Kur'an ve Peygamber (A.S.M.) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak.(İnsanlar kendileri için değil, Allah'a ubudiyet için yaratılmışlardır.)(Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-i İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi, emr-i İlâhî ve neticesi rıza-i Hak'tır. Semeratı ve fevaidi, uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasden istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faideler ve kendi kendine terettüb eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münafi olmaz. Belki zaifler için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faideler ve menfaatler, o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz'ü olsa, o ubudiyeti kısmen ibtal eder. Belki o hasiyetli virdi akim bırakır, netice vermez. İşte bu sırrı anlamıyanlar, mesela yüz hasiyeti ve faidesi bulunan Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendî'yi veya bin hasiyeti bulunan Cevşen-ül Kebir'i o faidelerin bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faideleri göremiyorlar ve göremiyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünki o faideler, o evradların illeti olamaz ve ondan onlar kasden ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o halis virde talebsiz terettüb eder. Onları niyet etse, ihlası bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.Yalnız bu kadar var ki; böyle hasiyetli evradı okumak için, zaif insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faideleri düşünüp, şevke gelip, evradı sırf rıza-yı İlahî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından; çoklar, aktabdan ve selef-i salihînden mervî olan faideleri görmediklerinden şübheye düşer, hattâ inkar da eder. L.) (Bak: Rububiyet)
UBUR
Geçmek. Atlamak. * Zorlamak. * Suyun öte kıyısına geçmek.
UBUS
Çatık yüzlü. Abus. * Utanmaz kimse.
UBUSET
Yüz ekşiliği. Çehre çatıklığı. Somurtkanlık.
U'BÜD
İbadet et (meâlinde emir.)
UBYE
Büyüklenmek, kibirlenmek.
UCAB
(Uccâb) Çok şaşılacak fazla gülünç olan şey.
UCACET
(C.: İcâc) Dişi deve sürüsü. * Toz. * Yüce avazlı, yüksek sesli.
UCALE
Misafirlerin yolda yemek için götürdükleri azık. * Çiftçilerin azık diye evvelce koyup getirdikleri buğday ve arpa.
UCAM
Çekirdek.
UCARİM
Kuvvetli adam.
UCAVE
Tırnağa bitişik olan sinir.
UCB
(Ucub) Kibir, gurur. Kendini beğenmişlik. Ameline, yaptıkları işe güvenmek. * Varlığı nâdir olan şeyi görünce istiğrab etmek hâli. * Yabancı kadın taifesiyle beraber oturmak ve konuşmaktan pek hoşlanan.(Arkadaş! Ye'se düşen adam, azabdan kurtulmak için istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki, bir miktar hasenât ve kemâlâtı var, hemen o kemâlâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: "Bu kemalât beni kurtarır, yeter" diye bir derece rahat eder. Halbuki a'mâle güvenmek ucubdur. İnsanı dalâlete atar. Çünkü insanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez. Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü, kendisinin eser-i san'atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lekita olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak, o vücut havi olduğu garip san'at, acip nakışların şehadetiyle, bir Sani-i Hâkim'in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emâneten oturur. O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir. M.N.)
UCBE
Acaib ve şaşılacak şey.
UCB-ÜZ ZENEB
(Bak: Acb-üz-zeneb)
UCCAB
(C.: Eâcib) Şaşırıp taaccüp edecek nesne.
UCCET
Kaygana aşı.
UCD
Atın kuvvetli olması.
UCFET
Kuru üzüm çekirdeği.
UCLE
Acele ile ve çabuk yapılan iş.
UCM
Araptan gayrisi. Arap milletinden olmayanlar. * (Acmâ. C.) Dilinde tutukluk olanlar.
UCME
Dil tutukluğu. Tutuk tutuk kekeliyerek konuşma. * Acemlik.
UCRE
(C.: Ucer) Ağaç boğumu. * Düğme. * Bedenin tomur kabaran yeri. * Ayıp.
UCRUF
(C.: Acârif) Uzun ayaklı karınca.
U'CUBE
Taaccüb olunacak şey. Ucube. Pek acib ve garib olan. * Hayret edilecek derecede olan isti'dad.
U'CUBE-İ HİLKAT
Yaratılıştan insanlara hayret verici olan. Şaşılacak, hayrete düşülecek hilkat garibesi.
UÇBEYİ
Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar bu şekilde müstakil bir devlet olarak meydana gelmişlerdir. (O.T.D.S.)
UD
Meşhur bir sazın adı. * Bir hoş kokulu buhur. * Ağaç parçası. * Budak.
UDAL
Katı, şiddetli. * Pek zor. * Ağır hastalık.
UDAT
Düşman.
UDDET
Gelecek zamanın hâdiseleri için, darlığa düşmemek için mal ve silâh gibi şeylerde hazırlık. Mühim levâzımat. * İstidad. * Gençlerin yüzlerinde çıkan sivilce.
UDHİY
Deve kuşu yumurtası.
UDHİYE
Cenab-ı Hakk'ın rızası için kurban niyetiyle kesilen hayvan.
UDHUKE
Gülünç şeyler. Komedi.
UDHUKEPERDÂZ
f. Güldürücü, komik.
UDİ
İnce taştan kapak.
UDİKA
Demir çengel.
UD'İYYE
(C.: Eda'i) Mesel, hikâyat. * Bilmece, yanıltmaç.
UDLET
(C.: Uzul) Zahmet, meşakkat. * şiddet.
UDLUL
Doğru yoldan sapma. İslâmiyetten ayrılma, sapıtma.
UDM
Ekmek katığı.
UDME
Buğday renklilik. * Beyazı çok olan deve.
UDMUS
Karanlık.
UDRE(T)
Yel inip hayası büyümek.
UDRİC
Sarı kaftan. * Hızlı ve çok yürüyen at.
UDTUMME
Kişinin aslı.
UDUBE
Keskinlik.
UDUL
Yoldan çıkma, dönme, sapma. * Vazgeçme. * (Âdil. C.) Âdiller, âdil olanlar.
UDVA'
Kuru, sert yer. * Üzerine oturulduğunda rahat olmayan yer. * Evin uzak olması.
UDVAN
Düşmanlık, haksızlık, zulüm.
UFAFE
Memede kalan süt artığı.
UFAT
Haramdan nefsini koruyanlar.
UFAVE
Çorbanın sonu.
UFAZE
Pamuk kozası. * Yüksek yer.
UFFARE
Her nesnenin evveli. * Katılık. * Şiddet.
UFFE
Bir deniz hayvanı. * Davarın emziğinde kalan süt bakiyesi.
UFK
Kıyı, kenar. * Rüzgârın estiği cihetler. * Ufuk. Gökle yerin birleşmiş gibi göründüğü yer. Görüşümüzün nihayetindeki yerler. * Mc: Görüş ve düşünüş derecesi.
UFKA
İnce deri. * Sünnet edilen deri.
UFKÎ
Ufka ait. Ufka dair ve müteallik. * Yatık düzlük. Yatay.
UFRE
Başın ortasında olan saç.
UFUC
(C.: Afâc) Vurmak. * Göden bağırsağı denilen bağırsak.
UFUL
Gurub, batış. Gözden kayboluş. Görünmez olmak. * Mc: Ölmek.
UFUNET
Çıban veya yaranın çürüyüp fena kokması. * İltihab. * Her hangi bir maddenin çürümesinden hasıl olan pis koku, çürük kokusu. * Sıkıntı veren manevî ağırlık.
UFURE
Üzerinde her ne varsa yenilip hiç bir şey kalmayan yer.
UFUSA
Kekrelik.
UGEYLİME
Küçük oğlan çocukları.
UGLUTA
(C.: Uglulât - Egalit) Bilmece, bulmaca, yanıltmaca.
UGNİYE
Şarkılar, ilâhiler. Teganni edilen sözler.
UGNİYYE
(C.: Egâni) Ahenk.
UGTUBE
Azar, tekdir.
UGVİYYE
Belâ. Zahmet. Musibet.
UHAH
Susuzluk. * Galiz, kaba, yoğun.
UHBUŞE
Türlü kabilelerden meydana gelen topluluk.
UHCİYYE
Bilmece, bulmaca, yanıltmaca.
UHCÜVVE
Bulmaca, yanıltmaca, bilmece.
UHDE
Bir işi üzerine alma. Söz verme. * Ahidnâme. Bir kimsenin üstünde olan iş veya şey. * Mes'uliyet hududu. * Ric'at ve taalluk dâiresi. * Becerme, yapma. * Mes'uliyet, sorumluluk.
UHDUD
(C.: Ahâdid) Çukur. * Uzun hat. * Yeryüzündeki uzun yarık ve çatlak. * Hendek. * Kamçı vurulmasından vücutta hâsıl olan yara ve iz.
UHDUSE
Hayret edilecek derecede uydurma haber. * Haber verilen nesne.
UHFUK
(C.: Ehâfik) Yer yarığı.
UHKUK
Yarık, hendek.
UHNE
(C.: Ühan) Kin tutmak.
UHRA
Sâir, diğer, başka. Ahir, gayr, son, sonra.
UHRE
Bir şeyin sonu.
UHREVÎ
Âhirete dair, âhiretle alâkalı. Öteki dünyaya ait.
UHRUN
f. Doğurmayan, kısır kadın veya hayvan.
UHT
(C.: Ahavât) Kızkardeş.
UHTEYN
İki kızkardeş.
UHUD
(Ahd. C.) Ahidler, yeminler, peymanlar, anlaşmalar, sözleşmeler.
UHUD MUHAREBESİ
Uhud, Medine-i Münevvere'nin bir mil kuzeyinde kırmızı bir dağ olup, Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) ashâbıyla Kureyşliler arasında vuku bulmuş olan Uhud Gazasıyla meşhurdur.Uhud gazası, hicretten 2 sene 6 ay 7 gün sonra olmuştur. Bunun zahirî sebebi: Daha evvel yapılmış olan Bedir Gazasında Kureyşliler mağlub olduklarından, Kureyşlilerden Bedir Gazasında akrabaları öldürülmüş olan bazı kişiler Ebu Süfyan'a giderek harp teklifinde bulunmuşlardı. Ebu Süfyan, kendi kumandası altında Kureyş müşriklerinden ve Kenane ve Tehâme'den üçbin ikiyüz kişi kadar alarak karısı Hind ve diğer bazı kadınlarla birlikte Medine'ye doğru hareket edip Uhud Dağı'na gelmişlerdi. Hz. Resulullah (A.S.M.) Efendimiz, bunların önüne çıkmak fikrinde bulunmayıp, şehre girdiklerinde müdafaa yapmayı teklif etmişse de, bazı ashabın ısrarı üzerine muharebeye çıkmağa karar vermişlerdi. Hz. Peygamber (A.S.M.) sahabeden 700 kişiyle küffâra karşı çıktı. Muharebede müslümanlar bazan galip, bazan mağlub olarak Peygamberimizin amcası. Hz. Hamza ile birlikte 70 sahabe şehid olmuştu. Hatta Peygamberimizin de dişi kırılmış, yüzü ve dudağı yaralanmıştı.(Mühim bir sual: Fahr-ül-Âlemîn ve Habib-i Rabb-ül-Âlemîn Hazret-i Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sahabelerinin, müşrikîne karşı Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in bidayetinde mağlubiyetinin hikmeti nedir?Elcevab: Müşrikler içinde o zamanda saff-ı Sahabede bulunan ekâbir-i Sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazret-i Halid gibi çok zatlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmet-i İlahiyye, hasenat-ı istikbaliyelerinin bir mükâfat-ı muaccelesi olarak mazide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlup olmuşlar. Tâ o müstakbel Sahabeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehâmet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin. L.) (Bak: Huneyn)
UHUD-İ ATİKA
Eski anlaşmalar.
UHUD-U MER'İYE
Yürürlükteki anlaşmalar.
UHUVVET
Kardeşlik. Din kardeşliği. Samimi dostluk.
UHUVVET-İ EFKÂR
Fikir kardeşliği.
UHUVVETKÂR
f. Kardeş gibi davranan. Kardeş gibi muâmelede bulunan.
UHUVVETKÂRANE
f. Kardeşçesine, kardeş gibi olarak. Birlik, beraberlik ve karşılıklı sevgi ile.(Uhuvvetin sırrı: Şahsiyetini kardeşler içinde fâni edip, onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek. L.)(Her ikinizin, Hâlikınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir... Bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, Dininiz bir, Kıbleniz bir.. Bir bir yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir... Ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği; ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlıyacak mânevi zincirler bulundukları hâlde; şikak ve nifaka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakiki adâvet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münâsebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise aklın sönmemiş ise anlarsın! M.)
UHUZ
Göz ağrısı.
UHZ
Sihir, efsun.
UKAB
(C.: Ukbân-Ekub) Tavşancıl kuşu.
UKAB
Duman, toz.
UKABEYN
İşkence veya asmak için dikilen iki tane dar ağacı. * Kovayı muhafaza etmek için kuyu içinde olan yumru taş. * Kuyu duvarı arasına koyulan saksı parçası. * Havuz içinde akan suyun yolu. * Büyük ilim.
UKAD
(Ukde. C.) Düğümler, bezler, şişlikler. Boyun, koltuk altı ve kasıkta bulunan guddeler.
UKAD-I HAYATİYE
Can alıcı noktalar, hayat düğümleri. Bir şeyi meydana getiren aslî rükünler.