Osmanlıcada ''Ü''ile başlayan kelimelerin anlamları

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
ÜBAB
Şiddetli ve taşkın sel suyu.
ÜBATİR
Akrabasını arayıp sormayan kişi.
ÜBBEHET
Ululuk, büyüklük, azamet.
ÜBEYD
(Abd. dan) Kölecik, kulcağız.
ÜBHET
(Bak: Übbehet)
ÜBNE
(C.: İben) Ağaç boğumu.
ÜBUD
Ürkmek.
ÜBÜLLE
Basra yakınında bir harap şehir. * Bir miktar hurma.
ÜBÜVVET
(Eb. den) Babalık, atalık.
ÜBÜVVETEN
Babalık sıfatıyla. Atalık cihetiyle.
ÜCAC
Tuzlu, acı su.
ÜCAHİN
(C: Acâhine) Hizmetkâr. * Aşçı. Dost. * Deyyus.
ÜCEM
(Ecme. C.) Sık ağaçlık yerler.
ÜCRA
f. Pek uçta ve kenarda olan. Uzak. (Bu kelime, Arapça zannedilerek "hücra" yazılması yanlıştır.)
ÜCRET
Hizmet karşılığı verilen şey.
ÜCUM
Kale.
ÜCUN
Suyun renginin ve tadının bozulması.
ÜCUR
(Ecir. C.) Ecirler, sevablar.
ÜCURAT
(Ücret. C.) Ücretler.
ÜCÜMM
Medine ehlinin taştan yaptıkları hisar. * Sığınacak yer. * Damlı dört köşeli ev.
ÜDEBA
(Edib. C.) Edibler, edebiyatçılar. * Edeb sâhibleri. Zarif kimseler.
ÜF
Kulak kiri. * Tırnak arasında olan kir. * Hüzün ve kedere işaret eden kelime.
ÜFÇE
f. Bostan korkuluğu.
ÜFF
Of!
ÜFFE
Necis, pis.
ÜFHUD
Yetişmiş çocuk.
ÜFHUS
(C.: Efâhis) Kayalarda olan kuş yuvası.
ÜFKUHE
Şaşılacak şey.
ÜFN
Hamâkat, ahmaklık.
ÜFNUN
Hâl. Nev, çeşit. Saçma sapan söz. Dedikodu.
ÜFTADE
f. Düşmüş. Fakir, biçare. * Âşık, tutkun.
ÜFTADEGÂN
(Üftade. C.) f. Düşkünler. Tutkunlar. Âşıklar.
ÜFTADEGÎ
f. Düşkünlük, biçarelik.
ÜFTAN
f. Düşen. Düşerek.
ÜFUK
(Efk) Yalan söylemek. * Kaçmak. * Bir işten sapmak.
ÜFUL
Batmak, kaybolmak. * Mc: Ölmek.
ÜF'ULE
Vazife, görev.
ÜF'UVAN
Erkek yılan.
ÜFÜRRE
Karışmak.
ÜHBE
Yolculuk veya asker için hazırlanmış elbise ve malzeme. * Süt.
ÜHCİYYE
(Ühcüvve) Hicvetmeğe sebep olan şey.
ÜHCÜVVE
Hicvetmeğe sebep olan şey. * Yerme, hicvetme.
ÜHKUME
Alaylı söz veya hal.
ÜKEL
(Ükle. C.) Lokmalar.
ÜKİLE
Gıybet.
ÜKL
(Ükül) Meyve, yiyecek, azık. * Zekâ.
ÜKLE
(C.: Ükel) Lokma.
ÜKNE
Çukur içinde olan kuş yuvası.
ÜKRE
Yuvarlak nesne. Top. * Çukur.
ÜKRUME
Kerem, bahşiş, lütuf.
ÜKSUM
Çimenlik yer. Çayırı bol ve güzel olan bahçe.
ÜKSUS
Sarmaşık.
ÜKULE
Sürüden ayırıp beslenilen koyun.
ÜKÜL
(Bak: Ükl)
ÜKZUBE
Yalan. Uydurma, söz.
ÜLBE
Kıtlık. * Açlık.
ÜLBUB
Kiraz çekirdeği.
ÜLEMA
(Bak: Ulemâ)
ÜLFET
Alışma, alışkanlık. Birisiyle münasebette bulunmak. Ünsiyet. Ahbablık, dostluk. Huy etme. Görüşme, konuşma.(İnsanları fikren dalâlete atan sebeblerden biri; ülfeti, ilim telâkki etmeleridir. Yâni me'lufları olan şeyleri kendilerince mâlum bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata teemmül edip ehemmiyet vermezler. Halbuki ülfetlerinden dolayı mâlum zannettikleri o âdi şeyler birer hârika ve birer mu'cize-i kudret oldukları halde, ülfet sâikasiyle onları teemmüle, dikkate almıyorlar; ta onların fevkinde olan tecelliyat-ı seyyâleye im'an-ı nazar edebilsinler. Bunların meseli deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sâir garip halâtına bakmıyarak yalnız rüzgâr ile husule gelen dalgalara ve şemsin şuâatından peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlik-ül Bihâr olan Allah'ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.İ'lem Eyyühel-Aziz! İnsanların arza âit mâlumat ve müsellemat-ı bedihiyatları ülfete mebnidir. Ülfet ise, cehl-i mürekkeb üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur'an, âyetleriyle insanların nazarını me'lufatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havârik-ul-âdât mu'cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir. M.N.) (Bak: Tefekkür)
ÜLFETGER
f. Ülfet eden. Ülfet edici.
ÜLHİYYE
Çocuk oyuncağı, oyuncak.
ÜLHÜVVE
Oyuncak, çocuk oyuncağı.
ÜLİNNÜHA
(Üli-n nühâ) Akıllı kimseler.
ÜLKER
(Bak: Süreyya)
ÜLKÜ
Bazı öz türkçecilik taraftarlarınca kullanılmış bir kelimedir. Divan-ı Lügat-ıt Türk'te "Peyman" mânasına geldiğine merhum A. Hamdi Elmalılı işaret ediyor: "Ahd ü misak" da denir. Emanî, ideal mânâsına kullananlar varsa da yanlıştır.
ÜLTİMATOM
(Oltimatom) Fr. Kat'i ve dönülmez söz. Son söz. * Bir devletin başka bir devlete verdiği ihtar.
ÜL'UBE
Piyes, oyun.
ÜLUF
Binler. (Bak: Uluf)
ÜLUHİYET
(Bak: Uluhiyet)
ÜL'ÜBAN
Oyuncu, aktör.
ÜLÜM
f. Bölük, takım, cemaat.
ÜLYA
(Bak: Ulyâ)
ÜMA'
Kedi miyavlaması.
ÜMDUD
Usûl, âdet, görenek.
ÜMDUHA
Medhedilmeğe sebep olan hal veya iş.
ÜMEM
(Ümmet. C.) Ümmetler. Milletler.
ÜMEM-İ SÂLİFE
Geçmişteki ümmetler. İslâmiyetten evvel diğer Peygamberlere tâbi olmuş ümmetler.
ÜMENA
Emin kimseler. Eminler. Emniyet sahibleri.
ÜMERA
(Emir. C.) Emirler, beyler. Seyyidler. şerifler. * Yüksek rütbeli zabitler.
ÜMHUD
Çömlek. * Tuzluk.
ÜMİD
f. Ummak. Emel. Arzu. İntizar. Umut. Rica.
ÜMİDBAHŞ
f. Ümitlendiren, ümit veren.
ÜMİDBESTE
f. Ümitlenmiş, ümit bağlamış.
ÜMİDGÂH
f. Bir şey ümit edilen yer veya makam.
ÜMİDVÂR
f. Ümitli. Ümit besleyen.(Evet, ümidvâr olunuz; şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır. M.) (Rahmet-i İlâhiyyeden ümid kesilmez. Çünkü Cenab-ı Hak bin seneden beri Kur'anın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatını muvakkat arızalarla inşâallah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir... M.)
ÜMLUC
Yaprak. * Selvi yaprağına benzer uzun, karışık bir ot.
ÜMLUD
(C: Müled) Kamış dalı.
ÜMM
Ana, anne, vâlide. Nine. * Asıl, esas. * Başlıca olan şey.
ÜMMAN
Emin kimse. Emniyetli kişi.
ÜMMEHAT
(Ümm. C.) Analar. * Esaslar, asıllar. * İslâmî ana eserler. Me'haz olabilecek kıymetli ilmî eserler.
ÜMMEHÂT-ÜL MÜ'MİNÎN
Mü'minlerin anaları. Peygamberimiz Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın mübarek zevceleri.
ÜMMET
Cemaat, kavim, taife. * Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye. * Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat. * Bir dille konuşan millet. * Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.
ÜMMET-İ KAİME
Hakşinas, doğru, doğrudan ve Allah için kalkan, müstakim ve âdil ümmet.
ÜMMİ
Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.) * Anaya mensub olan.(Mefhar-i Âlem (A.S.M.) hiç bir mektebde, medresede ve hiçbir beşerden tahsil görmeden, ümmiliğiyle beraber, evvel, âhir ilimlerle mücehhez olması, Âlem-i İslâma, âlemlere ve dünyaya rahmet olması ve Onun bir misli ve benzeri bulunmaması, en büyük mu'cizelerden ve Hak Peygamber olduğuna dair en mühim delillerdendir.)
 
ÜMM-İ SELEME
(Mi: 542-626) Ümmehât-ı Mü'minînden olup, Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın son vefat eden zevcesi idi. 378 Hadis-i şerif rivayet etti. (R.A.)
ÜMMİ SİNAN
(Vefatı Hi: 958, Mi: 1551) Halvetî Tarikatı, Sinaniye kolunun piridir. Bursa'lı olduğu nakledilir. Karaman'lı olduğu hakkında da rivayet vardır. Risale-i Şerife-i İstanbulî Ümmi Sinan adında bir eseri vardır. (R. Aleyh.) (Osmanlı Müellifleri sh: 214)
ÜMMİYANE
f. Bir şey bilmiyormuşçasına. Ümmilere yakışır halde. Okur yazar olmadan.
ÜMMİYET
Ümmi oluş. Ümmi kimsenin hali. Okur-yazarlığı olmamak.
ÜMMİYYE
Analık, annelik.
ÜMM-ÜD DEM
Kırmızı kan damarlarında görülen kabarma. Bu nabız damarlarından birisine açılan kan kesesi.
ÜMM-ÜD DİMAĞ
Beyin zarı.
ÜMM-ÜD DÜNYA
Dünyanın anası. Mısır.
ÜMM-ÜL BİLÂD
Mekke-i Mükerreme.
ÜMM-ÜL HABÂİS
Şarap, rakı gibi haram olan içki.
ÜMM-ÜL KİTAB
Kitabın anası, esası. Levh-i Mahfuz ve ilm-i İlâhî. (Yâni: Kur'ân, İlm-i İlâhîde, Levh-i Mahfuz'da ezelî ve ebedî olarak mahfuz bulunduğundan Kur'anın aslı ve anası mânasında kullanılan bir tabirdir.) * Kur'an-ı Kerim'in müteşabih olmayan muhkem âyetlerine de kitabın anası, esası mânasında Ümm-ül Kitab denilir. * Fâtiha Suresi. * Diğer bir mânada bütün müsbet ve faydalı kitabların anası ve mercii olarak Kur'an-ı Kerim'e de denir.)
ÜMM-ÜL KURÂ
Mekke-i Mükerreme.
ÜMM-ÜL KUR'AN
Fâtiha Suresi.
ÜMM-ÜL VELED
Huk: Çocuğunun kendi efendisinden olduğunu söyleyen çocuk doğurmuş cariye.
ÜMM-ÜN NÂFİ'
Tavuk.
ÜMM-ÜN NÜCUM
Gök. Sema.
ÜMM-ÜT TAÂM
Buğday.
ÜMM-ÜT TÂRIK
Deve kuşu.
ÜMM-ÜT TARÎK
Ulu yol. Yüce yol.
ÜMNİYYE
Umut, ümid. * Arzu, istek, talep. * Niyet, kuruntu.
ÜMSÜLE
Örnek olarak verilen beyit. Misal olarak gösterilen mısra.
ÜMUMET
(Ümm. den) Annelik, analık.
ÜM'UZ
Keçi veya karaca.
ÜMÜLDAN
Taze fidan. Körpe dal. * Genç, güzel. * İnce ve narin vücud.
ÜNAFİ
Büyük burunlu kimse.
ÜNAH
Süstlük, zayıflık.
ÜNAN
İnleme.
ÜNAS
Halk. İnsanlar.
ÜNBUB
(Ünbube) Kamıştaki boğum arası kısım. * Parmak uçları. * Tüp. İnce boru.
ÜNBUSE
Çocukların oyunu.
ÜNBUŞ
(Ünbûşe) Bitki kökü. Kökü yerden takımıyla birlikte çıkarılan fidan.
ÜNCUC
(C.: Anâcic) Hızlı yürüyen at.
ÜNCUR
Şişe kılıfı.
ÜNF
(Bak: Unf)
ÜNKUA
Yağ biriken yer.
ÜNMA
İçi saman veya ot doldurulmuş şey.
ÜNS
Alışkanlık, alışma. * Arkadaş. Hemdem.
ÜNS TUTMAK
Alışmak, birlikte düşüp kalkmak.
ÜNSA
Dişi. Kadın, kız.
ÜNSA-ÜNS
Sıkıfıkı konuşma.
ÜNSÎ
(Ünsiye) Alışmış, ünsiyet etmiş, sokulgan. * Arkadaş.
ÜNSİYET
Alışkanlık, dostluk. Birlikte düşüp kalkmak. Ahbablık.
ÜNŞUDE
(Bak: Neşide)
ÜNŞUTA
Düğüm, ilmik.
ÜNUF
Henüz daha yedirilmemiş olan çayır. * (Enf. C.) Burunlar.
ÜNUSET
Dişilik. Müennes oluş.
ÜNÜN
Ayağı ve burnu kırmızı, vücudu kara olan bir kuş.
ÜNVAN
İsim. Lâkab. Adres. * Önsöz, mukaddeme.
ÜNVAN-I MÜLÂHAZA
Bir şeyin hakikatını bir derece düşünebilmek için olan isim, tabir ve vasıta.(Mi'raciyedeki mâceralar, mâlumumuz olan mânalarla, o kudsi ve nezih hakikatları ifade edemiyor. Belki o muhavereler birer ünvan-ı mülâhazadır; birer mirsad-ı tefekkürdür ve ulvi ve derin hakaika birer işarettir ve imanın bir kısım hakaikına birer ihtardır. Ve kabil-i tabir olmayan bazı mânalara birer kinayedir. Yoksa ma'lumumuz olan mânalar ile birer mâcera değil. Biz hayalimiz ile o muhaverelerden o hakikatları alamayız; belki kalbimizle heyecanlı bir zevk-i imanî ve nuranî bir neş'e-i ruhanî alabiliriz. M.)
ÜNZUHA
Gurur, kibir, büyüklük.
ÜRBA
Belâ, mihnet.
ÜRBE
Büklüm. * Düğüm. * Hile.
ÜRBUN
Pey akçesi, pey olarak verilen para.
ÜRCUCE
Salıncak.
ÜRCUFE
(C.: Erâcif) Yalan. Uydurma söz.
ÜRCUHA
Salıncak.
ÜRCUZE
(Recez. den) Edb: Mısraları kafiyeli, kısa vezinli nazım. (Bak: Kaside)
ÜRD
f. Gibi, benzer.
ÜRDÜNN
Uyuklamak. * Bir büyük ırmak.
ÜRK
Mekân, mevki.
ÜRMULE
(C.: Erâmil) Ergen delikanlı.
ÜRNE
Taze peynir. * Keler tuzağı olan yer.
ÜRÜMEK
f. Havlamak. (İt ürür, kervan yürür)Ürüyen köpek ısırmaz: Tehdit savuran, işi gürültüye boğan kimselerden yılmamak lâzım geldiğini anlatır.
ÜRVİYYE
(C.: Ervâ-Erâvi) Dağ keçisinin dişisi.
ÜRYAN
(Bak: Uryan)
ÜSAL
Çok miktar mal.
ÜSAME
Davar otlatmak. * Arslan.
ÜSAME BİN ZEYD (R.A.)
Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın azadlısı olan Zeyd bin Harise'nin oğludur. Meşhur sahabedendir. 128 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. 75 yaşında iken 54 yılında vefat etmiştir. (R.A.)
 
ÜSARA
(Bak: Üsera)
ÜSARE
(Bak: Usare)
ÜSBU'
Hafta. Yedi günlük zaman.
ÜSBUBE
(C.: Esâbib) Sövme, küfür.
ÜSBUÎ
(Üsbuiyye) Haftalık.
ÜSERA
(Üsârâ) Esirler. Harbde teslim alınanlar. * Köleler.
ÜSFİYYE
(C.: Esâfi) Üzerine tencere koyup yemek pişirilen ocak taşı.
ÜSİR
Yaranın iyi olduktan sonra kalan izi.
ÜSKUB
Sıra ile dikilmiş olan ağaçlar. * Kunduracı. * Dökülmüş olan, akan su. * Demirci.
ÜSKUF
(C.: Esâkife) Pabuç diken, kunduracı.
ÜSKUF
(C.: Esâkıf) Kâfirlerin kadısı ve ruhbanları.
ÜSKUN
Koruk halinde hurma salkımı.
ÜSKUTUSS
(Rumcadan) Cevher, asıl, unsur, madde.
ÜSKÜDAR
Mushaf cildi.
ÜSKÜFFE
Eşik tahtası.
ÜSKÜR
f. Kirpi.
ÜSLEM
El arkasında hınsırla pınsır arasındaki damar.
ÜSLUB
Tarz, yol. Biçim. İfade tarzı. Dizmek.
ÜSLUB-PERESTLİK
Kelâmın mâna ve maksada uygunluğuna değil de, ifade tarzının güzelliğine önem vermek.
ÜSLUB-U ÂDÎ
Alelâde ifade tarzı. İfadesinde hiçbir üstünlük bulunmayan tarz.
ÜSLUB-U ÂLÎ
Edb: Üstün ifade tarzı. İfadenin yüksek ve nezih olanı.
ÜSLUB-U HAKÎM
Edebî san'atlardan biridir. Sorulan bir suale, soranın halini nazara alarak başka bir sual gibi telâkki edip, ona göre cevab vermek demektir. Meselâ : Bazı Ashab Resulüllah'a (A.S.M.) hilâlin ince başlayıp, kalınlaşarak bedr şekline gelip, sonra yine başladığı şekle dönmesinin sebebini sordular. Bunun cevabı onlara lâzım olmadığı için, Kur'ân-ı Kerim o vaziyetin neticesine terettüb eden hikmeti, yani ayın takvimcilik yaptığını söylemiştir. Çünkü bu, soranlar için daha mühim ve anlaşılması daha kolaydır.
ÜSLUB-U MÜCERRED
(Sade üslub) Bu üslupta tabiîlik, akıcılık, selâset, kısalık, mânâ ve maksada kifayet sıfatları vardır. Bu üslup, âlet ilimlerinde, ders kitablarında, konuşmalarda ve beşerî muamelelerde kullanılır.
ÜSLUB-U MÜZEYYEN
(Ziynetli ve parlak üslub) Bu üslub tergib ve terhib (teşvik etme ve sakındırma) gibi hususları tazammun eder. Hitabiyat ve iknaiyatta kullanılır.
ÜSR
Sidik tutulması, sidik zoru.
ÜSRE
Cemaat, topluluk.
ÜSRE
Seleften gelen şan şeref. * Söz veya hadis nakletmek.
ÜSRUŞ
f. Güzel ses.
ÜSRÜB
f. Kurşun.
ÜSS
Esas, asıl. Kök, temel. * Askerlikte herhangi bir düşman hücumuna karşı esas dayanak olmak üzere önceden hazırlanmış yer. * Harb gemilerinin, noksanlıklarını tamamladıkları yer. * Mat: Bir sayının hangi kuvvete çıkarıldığını gösteren sayı.
ÜSS-ÜL ESAS
Hakiki sağlam temel.
ÜSS-ÜL HAREKÂT
Askerî harekâtın başlangıcına esas olan yer.
ÜST PERDEDEN BAŞLAMAK
Ağız bozmak, sert konuşmak.
ÜSTAD
(Üstaz) İlim veya san'atta üstün olan kimse. Usta, san'atkâr. Muallim, profesör. Bilgide veya san'atta veya amelde meharetli zât.
ÜSTADANE
f. Üstâda yakışır surette. Ustaca.
ÜSTAD-I A'ZAM
En büyük üstad. Muallimlerin en üstünü ve reisi olan.
ÜSTAD-I EZELÎ
Cenab-ı Hak. Bütün ilim ve bilgilerin, marifetlerin öğreticisi. Alîm-i Mutlak ve Hakîm-i Ezelî.(... Hem maden-i kemalât ve muallim-i ahlâk-ı âliye olan o dellâl-ı vahdaniyet ve saadet kendi kendine söylemiyor, belki söylettiriliyor. Üstad-ı Ezelîsinden ders alır, sonra ders verir... M.)
ÜSTAD-I KÜLL
Herkesin üstadı. Her çeşit ilimde çok ileri bilgisi olan.
ÜSTADÎ
f. Üstadlık, ustalık.
ÜSTAD-ÜL BEŞER
Beşerin bütün insanlığın üstadı, hocası, daha bilgili ve ârif. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam.
ÜSTAH
f. Edebsiz, hayasız, utanmaz kimse.
ÜSTAM
f. Güvenilir, itimad edilir, inanılır, emin. * Gümüş veya altından yapılmış üzengi, at eyeri.
ÜSTİBAH
Masura.
ÜSTUN
f. Direk. Sütun.
ÜSTUR
f. At, katır davar gibi dört ayaklı hayvan.
ÜSTURE
Edb: Efsane, uydurma hikâye demek olan "esâtir" kelimesinin müfredidir.
ÜSTÜHAN
f. Kemik.
ÜSTÜHANPÂRE
Kemik parçası.
ÜSTÜKUS
(C.: Üstükusât) Cevher, madde, asıl. * Geometri.
ÜSTÜMM
(C.: Esâtim) Deniz suyunun toplandığı yer.
ÜSTÜMME
Orta, vasat.
ÜSTÜRE
f. Ustura.
ÜSTÜVANE
Geo: Silindir. Direk şeklindeki sütun. İçi boş direk şekli.
ÜSTÜVAR
f. Kuvvetli, dayanıklı, sağlam, muhkem. * Güvenilir, itimad edilir.
ÜSTÜVARİ
f. Sağlam, kuvvetli, emniyetli.
ÜSUN
Suyun tad ve renginin değişmesi. * Bir kimse kuyuya girdiğinde buharından veya murdar kokulardan dolayı aklının gitmesi.
ÜSÜR
Yara izi. * Kılıcın rengi ve cevheri.
ÜSVE(T)
Beraberlik. * Halka reis olmak. * Dert ortağı. Sâdık arkadaş. Manevî tabib. * Nümune ve örnek tutulacak olan insan.
ÜŞABE
Irkı, nesebi karışık adam. * Karışık cemaat. * Rüşvet ve hırsızlık gibi yollarla elde edilen kazanç.
ÜŞBE
Kurt, böcek.
ÜŞER
Dişlerini birbirine sürüp keskinleştirmek.
ÜŞGULE
Uğraşılacak iş. Meşguliyet.
ÜŞGUR
f. Oklu kirpi.
ÜŞHUB
Süt sağılırken çıkan ses.
ÜŞKUFE
f. Çiçek.
ÜŞKUH
f. Ululuk, büyüklük, şan ü şeref.
ÜŞKÜFTE
f. Açılmış çiçek.
ÜŞKÜR
Mest içine dikilen astar.
ÜŞNE
Yosun.
ÜŞTÜLÜM
f. Kavga, gürültü.
ÜŞTÜLÜMKÂR
f. Kavgacı, gürültücü.
ÜŞTÜR
f. Deve.
ÜŞTÜRBÂN
f. Deveci.
ÜŞTÜRDİL
f. Kinci, fesatçı, hasedçi.
ÜŞTÜREK
f. Dalga. Mevc.
ÜŞTÜRGAV
f. Zürafa.
ÜŞTÜRHU
f. Deve huylu. Kinci, hased eden.
ÜŞTÜRMURG
f. Deve kuşu.
ÜTAM
Sidik tutulması. İdrar tutukluğu.
ÜTRUR
Subaşı oğlanı.
ÜVAM
Susuzluk.
ÜVERA'
Ateş ve güneş harareti. * Susuzluk harareti.
ÜVEYL
Çığlık, vâveylâ.
ÜVEYS-EL KARANÎ
Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (A.S.M.) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün ruh u canı ile bağlı kalmıştır. Sıffîn Muharebesinde Hz. Ali'nin (R.A.) askerleri arasında şehid düşmüştü. (Hi: 37) Veys diye de anılır.
ÜVEYSÎ
(Üveysî tarzı) Veysel Karanî Hazretleri gibi sevdiği ve kendisine bağlı olduğu zatı görmeden ve gaybî olarak olan muhabbet ve bağlılık; ve bu muhabbetle bağlı olduğu zattan manevî feyz almak tarzı.
ÜYEL
(C: Eyâyil) Dağ keçisi.
ÜZANİ
Kulakları büyük olan adam. (Merkepten kinaye olarak söylenmiştir.)
ÜZEYR
(A.S.) Kur'an-ı Kerim'de ismi bulunan büyük zâtlardandır. Peygamber olup olmadığı hakkında ihtilâf vardır.
ÜZFUR
(C.: Ezfâr-Ezâfir) Tırnak.
ÜZLUFE
(C.: Ezâlif) Sarp kayalı yer.
ÜZN
Kulak. İşitme organı.
ÜZN-Ü DÂHİLÎ
İç kulak.
ÜZUF
Yakın olmak, yaklaşmak.
 
Geri
Top