YA
Hey, ey! mânasında nida olarak kullanılır. Arapçada başına geldiği kelimenin i'rabını ötre okutur. Yâ-Halimu, Yâ-Rahimu da olduğu gibi. Yâ, terkibli kelimelerin başına gelirse; baştaki kelimeyi üstün meftuh okutur. Yâ Rabbe-l Âlemîn de olduğu gibi.Yâ üç şekilde kullanılır:1- Müennes zamiri olur. Kübrâ $ Hüsnâ gibi.2- Harf-i inkâr olur.3- Harf-i tezkâr olur. Bu hâlde elifle olursa Harf-i nidâ dır. Bâzen te'kid için kullanılır: Yâ Allah, Yâ Rabbi denildiği gibi. Bazen teessüf, istimdad ve istigase ifade ettiği de olur. Yâ meded Allah, Yâ Allah! gibi. Yâ, terdif beyan eder. Ve yahut manasına: Ya gelir ya gelmez gibi. Taaccüb ve istigrab beyan eder: Ya öyle mi? de olduğu gibi. Tasdik bildirir: Evet, hay hay mânasını ifade eder. Gider yâ gibi.
YA
Kur'ân alfabesindeki son harfin ismidir. Ebcedî değeri 10'dur. Hecâ harflerinin mahmuse kısmındandır. Şedide ile rihve arasında, ortadadır.
YA EYYÜHEL HOTO
Ey vahşi, kaba dağ adamı!
YA LEYTE
Keşke, ne olurdu.
YAB
f. "Yaften: Bulmak" mastarından emir kökü olup, birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şifayab $ : Şifa bulan, iyileşen.
YABAN
f. Çöl, sahra.
YABANİ
Yabana mensub. Issız yerlerde yaşıyan. Yabancı, alışmamış.
YABENDE
f. Bulan, bulucu. * Keşfeden, kâşif.
YABİS
Kuru.
YABNAK
f. Bulan, bulucu.
YA'BUB
Hızla akan nehir. * Suyu çok olan ark. * Bulut. * Hızla giden at.
YÂD
f. Anma. Hatırda tutma. Zikretme. * Hediye. * Hâtıra. * Hatır, gönül. * Uyanıklık.
YAD-BUD
f. Armağan, yâdigâr.
YADBÜD
f. Hâfıza kuvveti.
YADDAR
f. Hatırda tutan, unutmayan.
YADDAŞT
f. Hatırda tutulan şey. Hâtıra.
YADE
f. Hâtıra.
YÂD-I ŞEBÂBET
Gençlik hâtırası.
YÂD-İ HAZİN
Hüzünlü hâtıra.
YADİGÂR
Hatıra. Bir kimseyi veya bir şeyi hatırlatan.
YADKERD
f. Hazırlama.
YAFE
f. Saçma ve mânasız söz.
YAFES
Hz. Nuh'un (A.S.) üçüncü oğlu. Tufandan sonra Hazar Denizinin kuzeyinde yerleşmiştir.
YAFTE
f. "Bulunmuş, bulmuş, bulunan" mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şeref-yafte $ : f. Şeref bulmuş.
YAFUF
Turaç kuşunun yavrusu.
YAFUH
Bıngıldak. Yeni doğan çocukların baş kemiklerinin arasındaki yumuşaklık.
YA'FUR
(C.: Yaâfir) Tüyleri toprak renginde olan ceylân. * Ceylân yavrusu. * Gecenin beşte veya altıda bir bölümü. * Peygamberimizin merkebinin adı.
YAĞFİRULLAH
Allah mağfiret eyler, eylesin, günahlarını örtsün (meâlinde söylenir).
YAĞMA
f. Zorla mal alma, çapul. * Bir Türk boyu.
YAĞMAGER
(C.: Yağmagerân) f. Çapulcu, yağmacı, zorba.
YAĞMAGERÎ
f. Çapulculuk, yağmacılık.
YAH
f. Buz.
YAHAMİM
(Yahmum. C.) Kara dumanlar.
YAH-AVER
f. Buzlu şerbet, buzlu su.
YAHBESTE
Buz tutmuş, donmuş, buz bağlamış.
YAHÇE
f. Donmuş yağmur taneleri, dolu taneleri.
YAHMUM
(C.: Yahâmîm) Kara duman. * Tütün. * Kara nesne.
YAHMUR
Yaban eşeği.
YAHNİ
f. Et yemeği, yahni. * Azık, zahire. * Pişmiş şey.
YAHPARE
f. Buz parçası.
YAHTE
f. Benzer, misil, eş, nazir. * Oda. * Küçük küp.
YAHTEMİL
İhtimal.
YAHUD
f. İsterseniz, veyâ. İyisi.
YAHUDİ
Hz. Yakub'un (A.S.) oğullarından Yehuda'ya mensub olan. Benî İsrail. Musevî. (Bak: İsrail)Yahudilerin vaziyetlerine ve seciyelerine işaret eden âyetler şunlardır: 2: 60-66 arası. 5: 62-64 arası ve 17: 4.(Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur'anî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müdhiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa'y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip, fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzâaf riba yapıp bankaları te'sise sebebiyet veren ve hile ve hud'a ile cem-i mal eden o millet olduğu gibi, mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükümetlerden ve galiplerden intikamlarını almak için her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor. S.)
YAHYA (A.S.)
Zekeriya'nın (A.S.) oğludur. Benî İsrail Peygamberlerinden ve İsa Aleyhisselâm'ın şeriatı ile amel edenlerden olmuştu. Hz. İsa'dan (A.S.) önce Tevrat'a göre hareket ederdi. Kudüs'ün o zamanki reisi, Hz. Yahya'nın, Hz. Musa şeriatı üzere amel etmediğini ileri sürdüklerinden şehid ettiler.
YAHYAH
Beri gel demektir.
YAİS
(Ye's. den) Ümitsiz, kederli, me'yus.
YAKAZA
(Bak: Yakza)
YAKAZAN
Uyanık kimse. * Tozu yükselen toprak.
YAKIK
Katı nesne.
YAKITÎ (YAKUTÎ)
Kırmızı üzüm.
YAKIZ
(C.: Eykâz) Uyanık.
YAKÎN
Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek.(Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine ilm-el yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona ayn-el yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de hakk-al yakîn deniyor. (Hakkalyakîn: Abdin sıfatları, Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhuden ve hâlen beka bulmaktadır. Ö. Nasuhi)
YAKÎNEN
Hiç şübhesiz olarak, kat'i surette.
YAKÎNÎ
Şüphe edilmeyecek ilmî halde, hiç şeksiz bilinmeğe dair.
YAKÎNİYYÂT
Yakînî bir surette bilinenler.
YAKTÎN
Kabak, kavun ve karpuz gibi dalları yerde yayılan bir nebat adı.
YA'KUB (A.S.)
Kur'an-ı Kerim'de adı geçen peygamberlerdendir. Yusuf Aleyhisselâm'ın babası ve İshak Aleyhisselâm'ın oğludur. Bir adı da İsrail olduğundan bu sülâleden gelenlere İsrail oğulları mânasına, Benî İsrail denilmektedir. Büyük oğlunun adı Yehud olduğundan sonradan bunlara Yahudi denilmiştir. (Bak: Yusuf A.S.)
YAKUT
Çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı.
YAKUT-U MÜZAB
Erimiş yakut. * Göz yaşı. * Kan. * Kırmızı şarap.
YAKUT-U ZERD
Sarı yakut. * Güneş.
YAKZA
Uyanıklık. Dikkatte olma.
YAKZÂN
Uyanık.
YAKZATEN
Uyanık olarak. Şuurlu ve dikkatli surette.
YÂL
f. Kuvvet, güç. Boyun, gerdan.
YÂL Ü BÂL
Boybos düzgünlüğü.
YALAK
Hayvanların su içmelerine mahsus içi oyuk kütük veya taş. Çeşmelerin musluğu altına konulan tasa da bu ad verilir.
YALAN
(Bak: Kizb)
YALDIZ
t. Cilâ. * Parlatmağa yarıyan şey.
YALE
f. Sığır boynuzu.
YALMEND
f. Aile reisi. Aile başkanı.
YA'LUL
(C.: Yeâlil) Beyaz bulut. * Su üzerinde peydâ olan kabarcık. * Çift hörgüçlü deve.
YALVANE
f. Kırlangıç kuşu.
YAM
f. Posta beygiri.
YAMAK
Yardımcı, yardak, muavin.
YA'MELE
İşe dayanıklı cins dişi deve.
YAMUR
Başının ortasında bir sürü boynuzları olan bir cins geyiğin erkeği.
YA'MUR
(C.: Yeâmir) Bir nevi ağaç. * Oğlak. Kuzu.
YAN
f. Hastanın sayıklaması.
YANESUN
Anason otu.
YA'Nİ
(Yâni) Bundan maksat, demek, demek isteniyor ki.
YANİ'
Kıvama gelmiş, olmuş. Pişkin.
YANKESİCİ
Biçimine getirerek insanın üzerinden gizlice birşey çalan hırsız.
YÂR
f. Dost, ahbab, tanıdık. * Yardımcı. * Âşık. Mâşuk, sevgili.
YARA
f. Güç, kuvvet, kudret, takat.
YÂRÂN
f. Dostlar. Sâdık arkadaşlar. Sevgililer.
YARANE
f. Dostça.
YÂRÂN-I AŞK
Âşıklar, aşk dostları.
YÂRÂN-I SAFÂ
Zevk ve eğlence ile vakit geçiren dostlar. Safâ dostları.
Hey, ey! mânasında nida olarak kullanılır. Arapçada başına geldiği kelimenin i'rabını ötre okutur. Yâ-Halimu, Yâ-Rahimu da olduğu gibi. Yâ, terkibli kelimelerin başına gelirse; baştaki kelimeyi üstün meftuh okutur. Yâ Rabbe-l Âlemîn de olduğu gibi.Yâ üç şekilde kullanılır:1- Müennes zamiri olur. Kübrâ $ Hüsnâ gibi.2- Harf-i inkâr olur.3- Harf-i tezkâr olur. Bu hâlde elifle olursa Harf-i nidâ dır. Bâzen te'kid için kullanılır: Yâ Allah, Yâ Rabbi denildiği gibi. Bazen teessüf, istimdad ve istigase ifade ettiği de olur. Yâ meded Allah, Yâ Allah! gibi. Yâ, terdif beyan eder. Ve yahut manasına: Ya gelir ya gelmez gibi. Taaccüb ve istigrab beyan eder: Ya öyle mi? de olduğu gibi. Tasdik bildirir: Evet, hay hay mânasını ifade eder. Gider yâ gibi.
YA
Kur'ân alfabesindeki son harfin ismidir. Ebcedî değeri 10'dur. Hecâ harflerinin mahmuse kısmındandır. Şedide ile rihve arasında, ortadadır.
YA EYYÜHEL HOTO
Ey vahşi, kaba dağ adamı!
YA LEYTE
Keşke, ne olurdu.
YAB
f. "Yaften: Bulmak" mastarından emir kökü olup, birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şifayab $ : Şifa bulan, iyileşen.
YABAN
f. Çöl, sahra.
YABANİ
Yabana mensub. Issız yerlerde yaşıyan. Yabancı, alışmamış.
YABENDE
f. Bulan, bulucu. * Keşfeden, kâşif.
YABİS
Kuru.
YABNAK
f. Bulan, bulucu.
YA'BUB
Hızla akan nehir. * Suyu çok olan ark. * Bulut. * Hızla giden at.
YÂD
f. Anma. Hatırda tutma. Zikretme. * Hediye. * Hâtıra. * Hatır, gönül. * Uyanıklık.
YAD-BUD
f. Armağan, yâdigâr.
YADBÜD
f. Hâfıza kuvveti.
YADDAR
f. Hatırda tutan, unutmayan.
YADDAŞT
f. Hatırda tutulan şey. Hâtıra.
YADE
f. Hâtıra.
YÂD-I ŞEBÂBET
Gençlik hâtırası.
YÂD-İ HAZİN
Hüzünlü hâtıra.
YADİGÂR
Hatıra. Bir kimseyi veya bir şeyi hatırlatan.
YADKERD
f. Hazırlama.
YAFE
f. Saçma ve mânasız söz.
YAFES
Hz. Nuh'un (A.S.) üçüncü oğlu. Tufandan sonra Hazar Denizinin kuzeyinde yerleşmiştir.
YAFTE
f. "Bulunmuş, bulmuş, bulunan" mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şeref-yafte $ : f. Şeref bulmuş.
YAFUF
Turaç kuşunun yavrusu.
YAFUH
Bıngıldak. Yeni doğan çocukların baş kemiklerinin arasındaki yumuşaklık.
YA'FUR
(C.: Yaâfir) Tüyleri toprak renginde olan ceylân. * Ceylân yavrusu. * Gecenin beşte veya altıda bir bölümü. * Peygamberimizin merkebinin adı.
YAĞFİRULLAH
Allah mağfiret eyler, eylesin, günahlarını örtsün (meâlinde söylenir).
YAĞMA
f. Zorla mal alma, çapul. * Bir Türk boyu.
YAĞMAGER
(C.: Yağmagerân) f. Çapulcu, yağmacı, zorba.
YAĞMAGERÎ
f. Çapulculuk, yağmacılık.
YAH
f. Buz.
YAHAMİM
(Yahmum. C.) Kara dumanlar.
YAH-AVER
f. Buzlu şerbet, buzlu su.
YAHBESTE
Buz tutmuş, donmuş, buz bağlamış.
YAHÇE
f. Donmuş yağmur taneleri, dolu taneleri.
YAHMUM
(C.: Yahâmîm) Kara duman. * Tütün. * Kara nesne.
YAHMUR
Yaban eşeği.
YAHNİ
f. Et yemeği, yahni. * Azık, zahire. * Pişmiş şey.
YAHPARE
f. Buz parçası.
YAHTE
f. Benzer, misil, eş, nazir. * Oda. * Küçük küp.
YAHTEMİL
İhtimal.
YAHUD
f. İsterseniz, veyâ. İyisi.
YAHUDİ
Hz. Yakub'un (A.S.) oğullarından Yehuda'ya mensub olan. Benî İsrail. Musevî. (Bak: İsrail)Yahudilerin vaziyetlerine ve seciyelerine işaret eden âyetler şunlardır: 2: 60-66 arası. 5: 62-64 arası ve 17: 4.(Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur'anî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müdhiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa'y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip, fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzâaf riba yapıp bankaları te'sise sebebiyet veren ve hile ve hud'a ile cem-i mal eden o millet olduğu gibi, mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükümetlerden ve galiplerden intikamlarını almak için her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor. S.)
YAHYA (A.S.)
Zekeriya'nın (A.S.) oğludur. Benî İsrail Peygamberlerinden ve İsa Aleyhisselâm'ın şeriatı ile amel edenlerden olmuştu. Hz. İsa'dan (A.S.) önce Tevrat'a göre hareket ederdi. Kudüs'ün o zamanki reisi, Hz. Yahya'nın, Hz. Musa şeriatı üzere amel etmediğini ileri sürdüklerinden şehid ettiler.
YAHYAH
Beri gel demektir.
YAİS
(Ye's. den) Ümitsiz, kederli, me'yus.
YAKAZA
(Bak: Yakza)
YAKAZAN
Uyanık kimse. * Tozu yükselen toprak.
YAKIK
Katı nesne.
YAKITÎ (YAKUTÎ)
Kırmızı üzüm.
YAKIZ
(C.: Eykâz) Uyanık.
YAKÎN
Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek.(Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine ilm-el yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona ayn-el yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de hakk-al yakîn deniyor. (Hakkalyakîn: Abdin sıfatları, Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhuden ve hâlen beka bulmaktadır. Ö. Nasuhi)
YAKÎNEN
Hiç şübhesiz olarak, kat'i surette.
YAKÎNÎ
Şüphe edilmeyecek ilmî halde, hiç şeksiz bilinmeğe dair.
YAKÎNİYYÂT
Yakînî bir surette bilinenler.
YAKTÎN
Kabak, kavun ve karpuz gibi dalları yerde yayılan bir nebat adı.
YA'KUB (A.S.)
Kur'an-ı Kerim'de adı geçen peygamberlerdendir. Yusuf Aleyhisselâm'ın babası ve İshak Aleyhisselâm'ın oğludur. Bir adı da İsrail olduğundan bu sülâleden gelenlere İsrail oğulları mânasına, Benî İsrail denilmektedir. Büyük oğlunun adı Yehud olduğundan sonradan bunlara Yahudi denilmiştir. (Bak: Yusuf A.S.)
YAKUT
Çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı.
YAKUT-U MÜZAB
Erimiş yakut. * Göz yaşı. * Kan. * Kırmızı şarap.
YAKUT-U ZERD
Sarı yakut. * Güneş.
YAKZA
Uyanıklık. Dikkatte olma.
YAKZÂN
Uyanık.
YAKZATEN
Uyanık olarak. Şuurlu ve dikkatli surette.
YÂL
f. Kuvvet, güç. Boyun, gerdan.
YÂL Ü BÂL
Boybos düzgünlüğü.
YALAK
Hayvanların su içmelerine mahsus içi oyuk kütük veya taş. Çeşmelerin musluğu altına konulan tasa da bu ad verilir.
YALAN
(Bak: Kizb)
YALDIZ
t. Cilâ. * Parlatmağa yarıyan şey.
YALE
f. Sığır boynuzu.
YALMEND
f. Aile reisi. Aile başkanı.
YA'LUL
(C.: Yeâlil) Beyaz bulut. * Su üzerinde peydâ olan kabarcık. * Çift hörgüçlü deve.
YALVANE
f. Kırlangıç kuşu.
YAM
f. Posta beygiri.
YAMAK
Yardımcı, yardak, muavin.
YA'MELE
İşe dayanıklı cins dişi deve.
YAMUR
Başının ortasında bir sürü boynuzları olan bir cins geyiğin erkeği.
YA'MUR
(C.: Yeâmir) Bir nevi ağaç. * Oğlak. Kuzu.
YAN
f. Hastanın sayıklaması.
YANESUN
Anason otu.
YA'Nİ
(Yâni) Bundan maksat, demek, demek isteniyor ki.
YANİ'
Kıvama gelmiş, olmuş. Pişkin.
YANKESİCİ
Biçimine getirerek insanın üzerinden gizlice birşey çalan hırsız.
YÂR
f. Dost, ahbab, tanıdık. * Yardımcı. * Âşık. Mâşuk, sevgili.
YARA
f. Güç, kuvvet, kudret, takat.
YÂRÂN
f. Dostlar. Sâdık arkadaşlar. Sevgililer.
YARANE
f. Dostça.
YÂRÂN-I AŞK
Âşıklar, aşk dostları.
YÂRÂN-I SAFÂ
Zevk ve eğlence ile vakit geçiren dostlar. Safâ dostları.