Osmanlı asırlarında hem sarayın hem saray dışının gruplaşmaları vardır. Tipik örneklerden biri 3. Murad zamanında Sokollu Mehmet Paşa'nın uğradığı suikastta yansır. Görünüşte yoksulluktan şikâyetçi öfkeli bir serserinin yardım isteme bahanesiyle yaklaştığı sadrazamı hançer darbesiyle öldürmesinden ibarettir olay...
3. Murad'ın emriyle sorgusu dahi yapılmadan sözde cezalandırılıyormuş gibi oracıkta çökertilip boğulur katil... Ama işin bir de arka planı vardır. Padişah'ın kız kardeşi Esma Han Sultan'la evlidir Sokollu. Dedesi kanuni'nin vefatından sonra babası 2. Selim tahta çıkışı sırasında desteğini gördüğü tecrübeli sadrazama iltifatının işaretidir bu evlilik. Yaşlı vezir çocuk yaştaki prensesle evlenmek için tahta saygısının ifadesi olarak eşini boşamış olsa da, Esma Han Sultan'ın hayalindeki erkek değildir, ayrıca prensesi ağabeyi 3. Murad da tahta çıktığında Sokollu'nun itibarı dolayısıyla rahatsızdır. Suikastın gerek padişahı gerekse kız kardeşi Esma Han Sultan'ı rahatlattığını biliyoruz. Esma Sultan'ın bu hadiseden sonra imparatorluğun yakışıklı kumandanlarının peşine düştüğü, 3. Murad'ın da sözünü dinleyecek vezirler edindiği sır değil.
Benzer tablolar 3. Selim döneminde ve daha sonra Tanzimat yıllarında da yaşandı... 3. Selim'in katledilmesiyle sonuçlanan ayaklanma 'devlet benim' diyen çetenin marifetidir...
Mithat Paşa'dan Enver Paşa'ya
Gerek Tanzimat döneminde gerekse sonrasında da devam etti gruplaşmalar, çeteleşmeler. Özellikle Sultan Aziz'in saltanat döneminde zirveye vardı bu yolda faaliyet... 'Devlet biziz' mantığı tahttan indirilmesine ve ardından cinayet iddialarının yoğun olduğu bir tabloda intiharına yol açtı Sultan Aziz'in. Tahta çıkmasından önce uzlaştığı ama daha sonra itiraz ettiği kadroyla ters düşen 5. Murad'ın akıl hastası ilan edilip saltanat makamından uzaklaştırılması da böylesi gelişmeler neticesiydi. Bütün bu hadiselerin yenileşme idealini temsil eden Mithat Paşa'nın çevresinde kümelenen gruplarla ilişkili olduğunu söylemekte beis yok... Mithat Paşa'nın özel görüşmelerinde saltanatı önemsemediğini, gerekirse Kırım Hanı'nın getirilip tahta çıkarılabileceğini, ayrıca, 'Bundan böyle Osmanoğulları değil de filanca oğulları denilmesinin mana ifade etmeyeceğini' söylediği, Osmanlı Devleti'nin çokuluslu ve inançlı yapısını göstermek için Hıristiyanlardan oluşturulacak askeri birliklerin sancağına haç eklenebileceğini anlattığı vs. de bilinir... 2. Abdülhamid'in ona öfkesinin altında yatan, Yıldız Mahkemesi'ne ve Taif sürgününe gerekçe olan hal budur.
İttihad Terakki işte bu çete kültürü ve birikimi üzerine inşa edildi. Balkan komitacılığının silahlı mücadele tecrübesinden çıkan çete, İstanbul'da estirdiği terör havası, suikast ve baskınlarla ürküttüğü devlet çekirdeğini önce 'cemiyet' adı altında kontrol etti sonra 'partileşerek' hâkim oldu. Enver Paşa 1. Dünya savaşı tablosunun aleyhte geliştiğinin ortaya çıkmasıyla çeteleşmeyi devletin kurtuluşu için tek çare görerek Teşkilat-ı Mahsusa'yı bu örgütlenmeyle görevlendirdi. Öylesine başarılı oldu ki Teşkilat-ı Mahsusa Milli Mücadele boyunca hatta Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da varlığını hissettirdi. Nitekim Mustafa Kemal işgal ordularından önce hepsi vatansever ama her biri ayrı istiklal peşindeki 'Kuvvacı' güçleri düzenli ordunun şemsiyesi altında toplamanın kavgasını vermek zorunda kaldı. Savaş sonrası bir dizi suikast teşebbüsünün arkasında da bu grupların uzantıları çıktı. Ama aynı süreçte Mustafa Kemal bir yandan da 'Topal Osman'ın şahsında simgeleşen kendisine bağlı muhafız gücünün onun bilgisi dahilinde olsun olmasın muhaliflerine yönelik tehditkâr tavrıyla rahatladı.
Sudanlı Zenci Musa
Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Hasan Ahmed el Beşir'in Türkiye ziyareti bu ülkenin Darfur bölgesinde yaşanan insanlık dramı ve konuk heyet sekreterinin Anıtkabir'de sebep olduğu 'kapişon skandalı'yla yansıdı basına. Uzun yıllar Osmanlı hâkimiyetinde kalmış Sudan'a Türkiye'nin ilgisinin sebeplerini üzerine hayli uzun yazılabilir. Ama bu ziyaret vesilesiyle bir anıt insanın hatırası anılabilirdi: Zenci Musa...
Mehmet Akif'e 'Eşref Bey'in emireri Zenci Musa/Omuzdan arşa yükseldi nebi İsa' dedirten insan o. Sudanlıydı. Osmanlı ve Türklere sevgisini dedesinden almıştı. Trablusgarp, Balkanlar, Çanakkale, Kudüs, Yemen ve İstiklal Harbi'nde, yani yangın neredeyse orada. Yemen'deki 7. orduya gönderilen 300 bin altını bağlı olduğu askeri birlik esir düştüğü halde İngiliz-Arap kuşatmasından çıkarıp Tevfik Paşa'ya ulaştıran, Milli Mücadele öncesi kendisine bağlanmak istenen emekli maaşını 'Fakir milletin parasını alamam' diyerek reddeden, Karaköy Gümrüğü'nde hamallara kâhyalık yapması önerildiğinde 'O işi yaşlı bir Müslüman'a verin, ben hamallık yaparım' diye geri çeviren kişi. Onun işgal günlerinde Galata Gümrüğü'nü gezen general Harrington'a 'Yemen'de altınları kaçıran kişi bu' diye tanıtıldığı, Harrington karargâhında koruma olarak görev yapmasını istediğinde 'Bunu teklif etmenizden rahatsız oldum. Benim devletim daha yıkılmadı, bayrağım inmedi, kumandanım ölmedi' cevabını verdiği anlatılır. Gündüz hamalık yapıp geceleri Anadolu'ya silah kaçıran gruplarda çalışan Zenci Musa'nın o şartlarda vereme yakalandığını, sanatoryuma yatmayıp Özbekler tekkesi'ne sığındığını ve orada hayata gözlerini yumduğunu da söyleyeyim. Öldüğünde bavulundan bir Osmanlı haritası, bayrağı, kumandanı Eşref Sencer Kuşçubaşı'nın resmi ve kefeninin çıktığını da.
Ama hangi Atatürk?
Cumhuriyet'in kurucusuna, sadece Milli Mücadele'yi başarıya götüren üstün kumandanlık vasıfları dolayısıyla değil, siyasi ufku dolayısıyla da çok şey borçluyuz.
Gerçek şu, hayatı her manada 'med ü cezir'le geçmiş bir lider Atatürk. Askerlik mesleğindeki başarısının altında kurmaylığı strateji sanatı olarak algılamasından kaynaklanan itidalinin yattığı şüphesiz. Oysa heyecan insanıdır Mustafa Kemal. Kuşağının derinden hissettiği gecikmişlik duygusundan beslenen aciliyet ve telaşın ruhunun her zerresine hâkim olduğunu görmemek imkânsızdır. Bu sebeple hayatının önemli bir kısmını hayallerini gerçekleştirmek için uygun zemin ve şartları aramakla geçirdi. Gücü ve haddi belirleyen şey şartlardır ona göre. 'Size ölmeyi emrediyorum!' diyen de 'Yurtta sulh, cihanda sulh' diyen de odur.
Cumhuriyet'in inşa sürecinde onda Batı'da ilgi uyandırmış sosyal bilimcilerin toplum mühendisliği kurgularından da, İslam âlimlerinden de esintiler bulabilirsiniz.. Gerek siyaset gerekse kültür konularında karakterinin hâkim çizgisi yanılmaktan korkmamak, yanıldığını gördüğünde geri adım atmakta çekinmemektir.
Türk tarihinin yüzük taşı Atatürk kuşkusuz övücü pırıltılı sözlerle anılmayı hak eden bir lider. Kültür dünyası mersiye ve kasidelerle süslü toplumda sevginin böyle ifade edilmesi tabiidir, ama bilmek gerek ki onlarda yansıyan Atatürk değildir. Dolayısıyla 'Ama hangi Atatürk' sorusu bunca çalışma ve esere rağmen hâlâ gündemde.
Onu tarih sahnesine çıkaran ve liderlik mevkiine taşıyan süreci, şartları; hayatının neredeyse keskin hatlarla ayrılabilecek belirgin safhalarında tavrına yön veren saiklerle ilgili şimdiye kadar okuduğum iki yetkin eser vardı. Falih Rıfkı Atay'ın 'Çankaya'sı ve Şevket Süreyya Aydemir'in 'Tek Adam'ı... Taha Akyol'un 'Ama Hangi Atatürk'ü onların yanına konulabilecek bir kaynak. Akyol'un tahlil derinliğiyle zenginleşen eseri sadece Atatürk'ü, onun Milli Mücadele öncesinde ve sonrasında izlediği yolu, devrimler sürecinde ve son yıllarında sergilediği tavrın sebeplerini öğrenmek için değil, bir asırlık maceramızın en dağdağalı dönemini, bugüne yansıyan boyutlarıyla kavramak için okumanızı öneririm... Şunu da ekleyeyim ki, 'Ama hangi Atatürk'ten bir tarih araştırması değil, roman okurmuşcasına zevk alacaksınız...
3. Murad'ın emriyle sorgusu dahi yapılmadan sözde cezalandırılıyormuş gibi oracıkta çökertilip boğulur katil... Ama işin bir de arka planı vardır. Padişah'ın kız kardeşi Esma Han Sultan'la evlidir Sokollu. Dedesi kanuni'nin vefatından sonra babası 2. Selim tahta çıkışı sırasında desteğini gördüğü tecrübeli sadrazama iltifatının işaretidir bu evlilik. Yaşlı vezir çocuk yaştaki prensesle evlenmek için tahta saygısının ifadesi olarak eşini boşamış olsa da, Esma Han Sultan'ın hayalindeki erkek değildir, ayrıca prensesi ağabeyi 3. Murad da tahta çıktığında Sokollu'nun itibarı dolayısıyla rahatsızdır. Suikastın gerek padişahı gerekse kız kardeşi Esma Han Sultan'ı rahatlattığını biliyoruz. Esma Sultan'ın bu hadiseden sonra imparatorluğun yakışıklı kumandanlarının peşine düştüğü, 3. Murad'ın da sözünü dinleyecek vezirler edindiği sır değil.
Benzer tablolar 3. Selim döneminde ve daha sonra Tanzimat yıllarında da yaşandı... 3. Selim'in katledilmesiyle sonuçlanan ayaklanma 'devlet benim' diyen çetenin marifetidir...
Mithat Paşa'dan Enver Paşa'ya
Gerek Tanzimat döneminde gerekse sonrasında da devam etti gruplaşmalar, çeteleşmeler. Özellikle Sultan Aziz'in saltanat döneminde zirveye vardı bu yolda faaliyet... 'Devlet biziz' mantığı tahttan indirilmesine ve ardından cinayet iddialarının yoğun olduğu bir tabloda intiharına yol açtı Sultan Aziz'in. Tahta çıkmasından önce uzlaştığı ama daha sonra itiraz ettiği kadroyla ters düşen 5. Murad'ın akıl hastası ilan edilip saltanat makamından uzaklaştırılması da böylesi gelişmeler neticesiydi. Bütün bu hadiselerin yenileşme idealini temsil eden Mithat Paşa'nın çevresinde kümelenen gruplarla ilişkili olduğunu söylemekte beis yok... Mithat Paşa'nın özel görüşmelerinde saltanatı önemsemediğini, gerekirse Kırım Hanı'nın getirilip tahta çıkarılabileceğini, ayrıca, 'Bundan böyle Osmanoğulları değil de filanca oğulları denilmesinin mana ifade etmeyeceğini' söylediği, Osmanlı Devleti'nin çokuluslu ve inançlı yapısını göstermek için Hıristiyanlardan oluşturulacak askeri birliklerin sancağına haç eklenebileceğini anlattığı vs. de bilinir... 2. Abdülhamid'in ona öfkesinin altında yatan, Yıldız Mahkemesi'ne ve Taif sürgününe gerekçe olan hal budur.
İttihad Terakki işte bu çete kültürü ve birikimi üzerine inşa edildi. Balkan komitacılığının silahlı mücadele tecrübesinden çıkan çete, İstanbul'da estirdiği terör havası, suikast ve baskınlarla ürküttüğü devlet çekirdeğini önce 'cemiyet' adı altında kontrol etti sonra 'partileşerek' hâkim oldu. Enver Paşa 1. Dünya savaşı tablosunun aleyhte geliştiğinin ortaya çıkmasıyla çeteleşmeyi devletin kurtuluşu için tek çare görerek Teşkilat-ı Mahsusa'yı bu örgütlenmeyle görevlendirdi. Öylesine başarılı oldu ki Teşkilat-ı Mahsusa Milli Mücadele boyunca hatta Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da varlığını hissettirdi. Nitekim Mustafa Kemal işgal ordularından önce hepsi vatansever ama her biri ayrı istiklal peşindeki 'Kuvvacı' güçleri düzenli ordunun şemsiyesi altında toplamanın kavgasını vermek zorunda kaldı. Savaş sonrası bir dizi suikast teşebbüsünün arkasında da bu grupların uzantıları çıktı. Ama aynı süreçte Mustafa Kemal bir yandan da 'Topal Osman'ın şahsında simgeleşen kendisine bağlı muhafız gücünün onun bilgisi dahilinde olsun olmasın muhaliflerine yönelik tehditkâr tavrıyla rahatladı.
Sudanlı Zenci Musa
Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Hasan Ahmed el Beşir'in Türkiye ziyareti bu ülkenin Darfur bölgesinde yaşanan insanlık dramı ve konuk heyet sekreterinin Anıtkabir'de sebep olduğu 'kapişon skandalı'yla yansıdı basına. Uzun yıllar Osmanlı hâkimiyetinde kalmış Sudan'a Türkiye'nin ilgisinin sebeplerini üzerine hayli uzun yazılabilir. Ama bu ziyaret vesilesiyle bir anıt insanın hatırası anılabilirdi: Zenci Musa...
Mehmet Akif'e 'Eşref Bey'in emireri Zenci Musa/Omuzdan arşa yükseldi nebi İsa' dedirten insan o. Sudanlıydı. Osmanlı ve Türklere sevgisini dedesinden almıştı. Trablusgarp, Balkanlar, Çanakkale, Kudüs, Yemen ve İstiklal Harbi'nde, yani yangın neredeyse orada. Yemen'deki 7. orduya gönderilen 300 bin altını bağlı olduğu askeri birlik esir düştüğü halde İngiliz-Arap kuşatmasından çıkarıp Tevfik Paşa'ya ulaştıran, Milli Mücadele öncesi kendisine bağlanmak istenen emekli maaşını 'Fakir milletin parasını alamam' diyerek reddeden, Karaköy Gümrüğü'nde hamallara kâhyalık yapması önerildiğinde 'O işi yaşlı bir Müslüman'a verin, ben hamallık yaparım' diye geri çeviren kişi. Onun işgal günlerinde Galata Gümrüğü'nü gezen general Harrington'a 'Yemen'de altınları kaçıran kişi bu' diye tanıtıldığı, Harrington karargâhında koruma olarak görev yapmasını istediğinde 'Bunu teklif etmenizden rahatsız oldum. Benim devletim daha yıkılmadı, bayrağım inmedi, kumandanım ölmedi' cevabını verdiği anlatılır. Gündüz hamalık yapıp geceleri Anadolu'ya silah kaçıran gruplarda çalışan Zenci Musa'nın o şartlarda vereme yakalandığını, sanatoryuma yatmayıp Özbekler tekkesi'ne sığındığını ve orada hayata gözlerini yumduğunu da söyleyeyim. Öldüğünde bavulundan bir Osmanlı haritası, bayrağı, kumandanı Eşref Sencer Kuşçubaşı'nın resmi ve kefeninin çıktığını da.
Ama hangi Atatürk?
Cumhuriyet'in kurucusuna, sadece Milli Mücadele'yi başarıya götüren üstün kumandanlık vasıfları dolayısıyla değil, siyasi ufku dolayısıyla da çok şey borçluyuz.
Gerçek şu, hayatı her manada 'med ü cezir'le geçmiş bir lider Atatürk. Askerlik mesleğindeki başarısının altında kurmaylığı strateji sanatı olarak algılamasından kaynaklanan itidalinin yattığı şüphesiz. Oysa heyecan insanıdır Mustafa Kemal. Kuşağının derinden hissettiği gecikmişlik duygusundan beslenen aciliyet ve telaşın ruhunun her zerresine hâkim olduğunu görmemek imkânsızdır. Bu sebeple hayatının önemli bir kısmını hayallerini gerçekleştirmek için uygun zemin ve şartları aramakla geçirdi. Gücü ve haddi belirleyen şey şartlardır ona göre. 'Size ölmeyi emrediyorum!' diyen de 'Yurtta sulh, cihanda sulh' diyen de odur.
Cumhuriyet'in inşa sürecinde onda Batı'da ilgi uyandırmış sosyal bilimcilerin toplum mühendisliği kurgularından da, İslam âlimlerinden de esintiler bulabilirsiniz.. Gerek siyaset gerekse kültür konularında karakterinin hâkim çizgisi yanılmaktan korkmamak, yanıldığını gördüğünde geri adım atmakta çekinmemektir.
Türk tarihinin yüzük taşı Atatürk kuşkusuz övücü pırıltılı sözlerle anılmayı hak eden bir lider. Kültür dünyası mersiye ve kasidelerle süslü toplumda sevginin böyle ifade edilmesi tabiidir, ama bilmek gerek ki onlarda yansıyan Atatürk değildir. Dolayısıyla 'Ama hangi Atatürk' sorusu bunca çalışma ve esere rağmen hâlâ gündemde.
Onu tarih sahnesine çıkaran ve liderlik mevkiine taşıyan süreci, şartları; hayatının neredeyse keskin hatlarla ayrılabilecek belirgin safhalarında tavrına yön veren saiklerle ilgili şimdiye kadar okuduğum iki yetkin eser vardı. Falih Rıfkı Atay'ın 'Çankaya'sı ve Şevket Süreyya Aydemir'in 'Tek Adam'ı... Taha Akyol'un 'Ama Hangi Atatürk'ü onların yanına konulabilecek bir kaynak. Akyol'un tahlil derinliğiyle zenginleşen eseri sadece Atatürk'ü, onun Milli Mücadele öncesinde ve sonrasında izlediği yolu, devrimler sürecinde ve son yıllarında sergilediği tavrın sebeplerini öğrenmek için değil, bir asırlık maceramızın en dağdağalı dönemini, bugüne yansıyan boyutlarıyla kavramak için okumanızı öneririm... Şunu da ekleyeyim ki, 'Ama hangi Atatürk'ten bir tarih araştırması değil, roman okurmuşcasına zevk alacaksınız...
RADİKAL